Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.”Kokun…”

@yazziyolcusu

yorumlarınız benim için çok değerli❤️

şimdiden teşekkür ederiim :))

 

——————

 

"Benim beklediğim aşk başka! O bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka; istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir Mukavemet edilemez bir istemek!."

 

Sabahattin Ali

 

Asel Yakupoğlu

 

Aynada gördüğüm yansımaya bir kez daha dikkatle baktım. Sanki o an, dünya bir anlığına durdu ve çevremdeki her şey silikleşti. Kırmızı elbisenin vücudumu saran kumaşı, ışığın her açıdan parlayarak üzerimde dans etmesine olanak veriyordu. Elbisenin derin yırtmacı, her adımımda bacaklarımı zarafetle ortaya çıkarırken, kumaş bedenime uyum sağlayarak adeta dalgalanıyordu. Kırmızının o canlı tonu, içimde saklı bir gücü ortaya çıkarıyor, aynı zamanda kalbimin derinliklerinde büyüyen o belirsiz heyecanı körüklüyordu. Omuzlarımdan dökülen açık kahverengi saçlarım, ışıkla birlikte ince bir parlaklık kazanıyor, kendimi bir masal kahramanı gibi hissetmeme neden oluyordu. Gözlerim derin bir parıltıyla aynadaki bu sahneyi izlerken, içimdeki büyüyü anlamaya çalışıyordum. O anın önemi ve ağırlığı, odanın her köşesine yayılan sessizlikle daha da belirginleşiyordu.

 

Bir an için kendime hayran kaldım. Gerçekten göz kamaştırıyordum. Fakat bu anlık hayranlık, Caner'in söylediği sözleri hatırlamamla hızla dağıldı. Bu akşam, onun bahsettiği o önemli etkinliğe gidiyorduk. Caner, karşılaşacağımız kişilerin ne denli önemli olduklarını ve her hareketimi dikkatle izlemem gerektiğini defalarca vurgulamıştı. Her bakışım, her adımım, her sözüm özenle tartılacaktı. Fakat doğrusu, dikkat çekmeden var olmayı ustalıkla başarabilen biriydim. İnsanların arasında fark edilmeden kaybolmak, onların bakışlarının altından süzülmek benim için neredeyse doğuştan gelen bir yetenekti. Bu gece de bir farkı olmayacaktı; Caner'in yanında zarif ama geri planda kalmayı başarabilen bir gölge gibi hareket edecektim.

 

Aynadaki görüntüme son bir kez daha baktım, gözlerimdeki belirsizlikle derin bir nefes alarak yatağın üzerindeki küçük siyah çantamı ve telefonumu aldım. Kapıya doğru yöneldiğimde, parmaklarım kapı koluna dokunurken Caner'in o tanıdık sesi kulaklarımda yankılandı. "Asel, hazır mısın güzelim?" Sesi her zamanki gibi kendinden emin ama aynı zamanda biraz sabırsızdı.

 

Hazır mıydım? Dışarıdan öyle görünüyordum, evet. Ama içimde bir yerlerde, kalbim hâlâ hızla çarpıyor, sanki vücudumun kontrolünü kaybediyordu. "Hazırım, geliyorum," diye cevap verdim ve kapıyı açarak ona doğru bir adım attım. Karşımda onu gördüğümde içimde garip bir his yükseldi. Caner, o karanlık ve derin bakışlarıyla her zamanki gibi tüm dikkatimi üzerine çekiyordu. Alnına düşen dağınık kahverengi saçları, yüz hatlarını daha da keskinleştiriyordu. Üzerindeki siyah takım elbise, ona adeta gölgelerin bir parçasıymış gibi bir hava katıyordu. Sessizce beni süzüyordu. Bakışları üzerimde uzun bir süre gezinirken hafifçe gülümsedi ve boğazını temizleyerek, "Gerçekten nefes kesici görünüyorsun," dedi.

 

Gözlerimde sıcak bir tebessümle karşılık verdim, içimdeki utangaçlığı gizlemeye çalışarak, "Sen de öyle," dedim alçak bir sesle. Caner, kolunu bana doğru uzattı ve o güven dolu sıcaklığa tereddüt etmeden sarıldım. Birlikte ağır adımlarla merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Merdivenlerin sonunda, bizi Necla teyze karşıladı. Onun yüzündeki şefkat dolu gülümseme, adeta bir annenin çocuklarına bakışındaki sıcaklığı taşıyordu. "İkiniz de harika görünüyorsunuz çocuklar," dedi, sesi içten bir mutlulukla doluydu.

 

Arabaya bindiğimizde, Caner'in her zamanki gibi sert ama koruyucu tonuyla söyledikleri aklımda dönüp duruyordu. "Gittiğimiz yerde kimseyle konuşmanı istemiyorum. Gözlemle ama konuşma." Bu uyarı, bu akşamın ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı bana.

 

Yol boyunca şehir ışıkları camdan süzülürken, zihnimde bu gecenin nasıl geçeceğine dair yüzlerce senaryo dönüyordu. Sonunda malikaneye vardığımızda, manzara beni adeta büyüledi. Kapının üzerinde devasa harflerle "ULUÖZ" yazıyordu. Göz alabildiğine geniş bahçesi, büyük sütunlar ve dev kapılarıyla bu malikane, göz kamaştırıcı bir ihtişam yayıyordu. O an, bu dünyada bir oyunun piyonlarından biri olduğumu hissediyordum; bir adım atmıştım ama geri dönmenin bir yolu yoktu.

 

Caner, beni kolundan çekip şakayla karışık, "Keşke bana da böyle hayran baksan," dedi. Gözlerimi ondan ayırmadan, içten bir gülümsemeyle "Her zaman bakıyorum," diye yanıt verdim. Elini tuttum ve devasa kapılardan içeri girdik. İçerisi, altın ve mermerin zarif bir dansına sahne oluyordu.

 

Malikanede ilerlerken, Caner'in yanında beliriveren adamlar kısa sürede sohbete daldı. Kalabalığın arasında hissettiğim hafif rahatsızlık, dikkatlerin üzerimde toplanmasıyla katlanarak büyüdü. Bir adam, "Caner Bey, gerçekten çok güzel birini bulmuşsunuz," diye beni işaret ederek konuşmaya başladığında, dudaklarımın kenarında istemsiz bir gülümseme belirdi. İçimde utangaç bir huzursuzluk dalgalanırken, gözlerimi kaçırarak yere baktım. Caner, her zamanki esprili tavrıyla, "Aslında o beni buldu. Bu kadar güzel bir kadının neden benimle olduğu hakkında hâlâ şüphelerim var," dediğinde, istemsizce kıkırdadım. Elim refleksle onun omzuna hafifçe vurdu, ama o an tamamen gösterişsiz bir şakalaşma bile bana fazla geldi. Yine de içimden yükselen bir sıcaklık, kısa süreliğine de olsa beni rahatlatmıştı.

 

Tam o sırada, Polat adında biri söze girdi. "Caner Bey, bu camiada size talip olacak birçok kişi var," diye konuştuğunda, içten içe bir rahatsızlık hissettim. Sözlerin altındaki ima ağırdı, ama dikkatimi başka yöne çevirmeye karar verip sadece bir tebessümle geçiştirdim. Konuşmanın beni sarmalayan baskısından kurtulmak için zarif bir şekilde geri çekildim. Kimse fark etmeden, kalabalıktan sıyrılıp kenarda duran ince kadehlerden birini aldım. İçindeki kırmızı şarap, elbisemle mükemmel bir uyum içinde parlıyordu. Derin bir nefes alıp şarabın buruk aromasını içime çektikten sonra bahçeye doğru adımlarımı hızlandırdım.

 

Dışarı çıktığımda, gecenin serinliği cildime dokundu ve içimdeki gerginliği biraz olsun dağıttı. Derin bir nefesle ciğerlerimi doldurdum, malikanenin içinde boğucu olan hava yerini, huzur veren bir serinliğe bırakmıştı. Bahçedeki taş patikada ilerlerken. Ayaklarımın altında taşların kaygan yüzeyini hissettim. Gözlerim suyun berraklığına dalmış, zihnimdeki düşüncelerle boğuşuyordum. Havuzun yüzeyindeki hafif dalgalanmalar, ay ışığıyla birleşerek hipnotize edici bir huzur veriyordu. Ancak dikkatim dağılmıştı. Bir anlık dalgınlıkla ayağım kaydı ve o an, zeminin altımdan çekildiğini hissettim. Zaman yavaşladı, kollarım dengesizce havada savrulurken bedenim geriye doğru düşmeye başladı. Kalbim hızla çarptı, içimde aniden yükselen korkuyla nefesim kesildi. Ellerim refleksle bir şeylere tutunmaya çalıştı, ama boşluğa düştüğümü hissettim.

 

Tam suyun serinliğini üzerimde hissetmek üzereydim ki, belimde güçlü bir el belirdi. Ani bir kuvvetle bedenim geri çekildi, sarsılarak eski dengemi buldum. O an, dünyam tekrar hızlanmaya başladı. Sırtımdan başlayıp tüm vücuduma yayılan bir ürpertiyle gözlerimi sımsıkı kapattım, hala o düşme anının etkisindeydim. Ama beni tutan el, beni güvende tutuyordu. O güç, beni boşluğun kıyısından çekip almıştı, ve farkına varmadan hayatımın en önemli anlarından birine adım atmıştım.

 

Ancak beni geri çeken o yabancının kokusu, burnuma dolduğunda her şey aniden gerçek bir hal aldı. O koku, alışılmadık derecede derin ve etkileyiciydi. Gözlerimi araladığımda, başımı kaldırdım ve karşımdaki adama baktığımda zaman sanki durdu. Derin, sert bakışlarla bana bakan adamın kim olduğunu bilmiyordum. Ama onun, daha önce tanıştığım hiç kimseye benzemediğini o anda hissetmiştim.

 

O adam... Ata Uluöz.

 

Adını bilmediğim o an, sadece gözlerindeki keskinliğe takılmıştım. Beni tutan elleri hâlâ belimde, beni sanki hiç bırakmayacakmış gibi sıkı bir şekilde sarıyordu. Bakışlarımız birbirine kilitlenmişti ve ben ne yapacağımı bilemez haldeydim. Kalbim deli gibi atıyor, nefes almayı neredeyse unutmuştum. "Kokun..." dedi, sesi kısık ve hayranlık doluydu. Bu tek kelime bile aramızdaki havayı daha da ağırlaştırdı. Sanki kokum, onda bir anıyı canlandırmıştı. Gözlerini bir an bile benden ayırmadan boynuma doğru eğildi. Nefesim kesilmiş, her şeyin dışında bir dünyada gibiydim. Onun nefesini boynumda hissederken, bedenimde bir titreme hissettim. Kalbim çılgınca atıyor, ona dokunmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

Derin bir nefes aldı, beni neredeyse sarhoş edecek şekilde kokumu içine çekerken, göğsümdeki sıcaklığı hissettim. Başını yavaşça kaldırdığında, aramızda yalnızca birkaç santimlik bir mesafe kalmıştı. O kadar yakındı ki... Sanki dünyadaki tek gerçek şey, ikimizdik. O an her şey o kadar yoğun, o kadar saf ve gerçekti ki içimdeki çekimi daha fazla reddedemedim. Bu yakınlık, beni kendine çekiyor; aynı anda hem korkutuyor hem de derin bir arzu uyandırıyordu.

 

Onu itmek zorunda olduğumu biliyordum, ama nedenini tam anlamasam da bunu yapmamak için içimde büyük bir savaş veriyordum. Bu adam, adı bilinmeyen bu yabancı, beni yerle bir eden bir çekime sahipti. Aramızdaki o son birkaç santimi kapatıp ona dokunmayı o kadar çok istiyordum ki... Ama içgüdülerim bana, bu kadar güçlü bir çekime direnmem gerektiğini fısıldıyordu. Bütün gücümü toplayarak onu hafifçe ittim ve ani bir kararla arkamı döndüm.

 

Koşarak malikaneye doğru yöneldim, kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu. Bahçe kapısına geldiğimde, bir an için durup arkama baktım. Ama onu göremedim. Yine de varlığını, nefesimin derinliklerinde bir şekilde hissediyordum.

 

Adını bile bilmediğim bu yabancının, kalbimi böylesine kontrolsüzce çarptırması beni derinden sarsıyor, şaşkınlığımın gölgesinde çaresizce debeleniyordum. Kalbim, zihnimin tüm uyarılarına inat, her atışında onun izini sürerken, kaderin oyunlarından bihaber, adını öğrendiğim günün hayatımın en büyük kâbusuna dönüşeceğini asla öngöremiyordum. Hayatımın üç farklı dönüm noktasını bir araya getiren ince çizgilerde, onun varlığının ikinci ve en keskin dönemeç olacağını, bana öngörüsüz bir geleceği mühürleyecek olmasını hayal bile edememiştim. Şimdi o, geçmişime damgasını vuran bir fırtına, geleceğime ise gölge düşüren bir sır olarak yaklaşıyordu; ve ben her şeyin ağırlığını daha yeni hissetmeye başlıyordum...

Loading...
0%