@yazziyolcusu
|
Hiç hayatınızda yaklaşan bir dönüm noktasını daha gelmeden hissettiniz mi? İçinizde bir yerde, çok derinlerde bir şeylerin değişeceğini, hayatın sizi bambaşka bir yola sürükleyeceğini sezdiğiniz o anları... O huzursuz, belirsiz hissi. Bir sabah uyandığınızda, sanki dünya yerinden kaymış gibi. Bildiğiniz her şey, alıştığınız düzen, eskisi gibi olmayacakmış gibi... Artık ne geri dönüş var ne de kaçış.
Benim için bu his üç kez oldu. Herkesin hayatında en az bir dönüm noktası vardır derler ama benimkiler bir değil, üçtü. Üçü de birbirinden farklı, ama hepsi de aynı derecede sarsıcıydı.
İlk dönüm noktam, Caner'le tanıştığım gündü. O gün hayatım, bugüne kadar bildiğimden çok farklı bir yöne kaydı. Caner beni yeraltı dünyasına sokmuştu. Karanlık, tehlikeli, geri dönüşü olmayan bir dünya... O dünyada her şey bambaşkaydı. Kural yoktu, ahlak yoktu. Yalnızca güç vardı, yalnızca hayatta kalma içgüdüsü. Hayatımın beş yılını Caner'le geçirdim. İki sevgili, iki yoldaş gibi. O yıllar boyunca, hayatımın artık hep bu şekilde akacağını düşündüm. Belki de kabullendim. Ama aslında, her şeyin değişeceğini, kaçınılmaz bir şekilde bir dönüm noktasına doğru sürüklendiğimi bilmiyordum.
İlk büyük kırılma, o korkunç gün geldiğinde gerçekleşti. Caner, gözlerimin önünde bir adamı vurdu. Silahın o boğuk sesi havada yankılanırken, içimde bir şeylerin paramparça olduğunu hissettim. Kalbim deli gibi atıyordu ama zihnim bomboştu. O anın şokuyla nefes almakta zorlandım, dünya çevremde dönüyor gibiydi. İşte o an, her şeyin değiştiğini anladım. Artık saf ve temiz Asel, o masum kız çocuğu geri dönmeyecekti. Caner'in o tetiği çektiği an, içimdeki çocuk ruhlu Asel'in vedasıydı. Benim dünyam, o kurşunun yankısıyla birlikte çökmüş, geri dönülemez bir şekilde karanlığa gömülmüştü. Sanki her şey o ana kadar bir hayalmiş, şimdi ise gerçek dünya önüme serilmişti.
O gün, içimde sessiz bir umut vardı. Belki de bu ilk ve son dönüm noktası olur diye düşündüm. Belki bir şekilde her şey düzelebilir, eski halime dönebilirdim. Ama derinlerde, o zaman fark edemesem bile, başka bir fırtınanın beni beklediğini biliyordum.
Peki ya ikinci dönüm noktam? Asıl büyük değişim, en keskin ve en acı olan ne zaman geldi? Bunu o gün bilmiyordum. Bilmeme de imkan yoktu. Çünkü benim için o karanlık dönemin başladığı an, o yabancı adamın adını öğrendiğim gündü. Henüz bu ismin hayatımda nasıl büyük bir yer kaplayacağını, nasıl her şeyi altüst edeceğini bilmiyordum. Ama o isim, hayatımın ikinci büyük dönüm noktasıydı.
Ve o dönemece adım adım yaklaştığımın farkında bile değildim. İçimde sadece tek bir şey vardı: Caner'i hayatta tutmak. Bütün düşüncelerim, bütün varlığım sadece buna odaklanmıştı. Korku ve endişe, aklımı sarmıştı. Hayatta kalması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Fakat derinlerde bir yerlerde, bana ne olacağını bilmeden, en keskin dönemece doğru hızla sürüklendiğimi hissediyordum. Hayatımda hiçbir şey, o andan sonra eskisi gibi olmayacaktı.
"Caner," dedim, sesimin titremesine engel olamadan. O an boğazımda düğümlenen kelimeler, içimdeki korkuyu gizleyemedi. Gözlerimin önünde gelişen bu kabus, beni içine çekiyor, zihnim bulanıklaşıyordu. "Caner, bırak şu silahı..." Sesim, ince bir fısıltı gibi çıkmıştı, kırılgan ve güçsüz. Ama Caner, beni duymuyordu. Gözleri benden uzak, arkamda bir noktaya dikilmişti. O an fark ettim ki, parmakları silahın kabzasını öyle bir sıkmıştı ki, uçları bembeyaz olmuş, damarları kabarmıştı. Öfkesini kontrol edemeyen bir adamın elleri... Onu bu halde görmek içimdeki dehşeti artırıyordu.
Kendi bakışlarımı ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Silahın soğuk metaline daha fazla bakmak istemiyordum. Gözlerimi yere indirdim, tozlu zemine. Ama tam o anda, zeminde bir gölge gördüm; bana doğru yaklaşan bir gölge. Kalbim duracakmış gibi çarpmaya başladı. Hızla arkamı döndüğümde, yine oradaydı... O yabancı. Adını dahi bilmediğim, varlığı bile ürkütücü olan o adam. Bir heykel gibi, sessizce duruyordu. Gözleri boştu; tek bir duygu kırıntısı bile yoktu bakışlarında. Soğuk, sert ve taş gibi. O gözlerin içi sadece bir kişiye dönüktü: Caner. Yalnızca ona odaklanmış, başka hiçbir şeyi umursamayan, sadece intikam peşinde bir bakış...
Bir an, çaresizce Caner'e döndüm. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini kestiremiyordum. Ama o anda Caner'in sinirle gülmeye başladığını duydum. O gülüş... Beni daha da korkutan, içimi daraltan, her şeyi daha karmaşık hale getiren o alaycı gülüş. Sanki her şeyin kontrolü ondaymış gibi. "Vay be," dedi, gülüşü gitgide derinleşirken. Gözlerinde bir delilik parıltısı vardı, öfkesiyle beslenen bir enerji. Elindeki silahı hafifçe kaldırıp, karşısındaki adama bekle der gibi bir işaret yaptı. "Beni sen mi öldüreceksin?" diye sordu, öfkeyle karışık bir kahkaha savururken. Gözlerinde o eski tanıdık meydan okuma vardı, ama bu sefer karşındaki kişi sıradan biri değildi. Bu yabancı, ölümün soğuk yüzünü getirmişti yanında.
Arkamı tekrar döndüğümde, gözlerim istemsizce o yabancı adamın mavi gözlerine takıldı. O gözler... Bir okyanusun derinlikleri gibi, karanlık ve ulaşılmaz. Fakat bir an, o derinliklerin içinde garip bir parıltı gördüm. Zevk. Evet, bakışlarında ince bir zevk ışıltısı belirdi. Caner'in öfkesi, onun gözlerinde bir haz kaynağına dönüşmüştü sanki. Dudakları, belli belirsiz yukarı kıvrıldı. Soğuk ve acımasız bir gülümseme. Bir şeyler planladığını, kafasında çoktan bitmiş bir senaryoyu oynadığını hissettim.
Ben ise tam ortada, olayların ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Korku damarlarımda dolaşıyor, aklım ne olup bittiğini çözmeye çalışıyordu. Bu adam kimdi? Neden Caner'i öldürmek istiyordu? Neden benim Caner'im? Aklımın bir köşesinde sürekli aynı sorular yankılanıyordu, ama cevaplar... Cevaplar o kadar uzaktı ki. Olayların ağırlığı, gerilimi bedenime çöküyor, adeta nefes almamı engelliyordu. Her şey hızla gelişirken, ben sadece izleyici gibiydim.
Kafamı Caner'e çevirdiğimde, İçimde büyüyen bir korkuyla, Caner'in ağzından çıkan kelimeleri duydum. "Vay vay vayy, şu Ata Uluöz'e de bakın siz," dedi, sesi alayla doluydu. Bir an için zaman durmuş gibiydi. O isim... Ata Uluöz. Bu ismin, kaderimi nasıl değiştireceğini henüz bilmiyordum. Ama şimdi, her şey birden netleşiyordu. O yabancının adı Ata Uluöz'dü. Herkesi bir piyon gibi gören, insanlarla oyuncak misali oynayan o soğuk, uzak figür. O isim, bir gölge gibi üzerimize çöktü.
Kalbim, sanki göğsümde patlayacakmış gibi atıyordu. Aklımda binlerce düşünce dolanıyordu ama hiçbirini toparlayamıyordum. Kimdi bu adam? Caner'le arasında ne vardı? İçimde kaybolan o masumiyete son bir kez tutunmaya çalışıyordum, ama her şey kontrolümün dışına çıkıyordu. Caner, sesini derinleştirip tekrar konuşmaya başladı. Sesi sakin ama gerilim doluydu. "Bak Ata," dedi, derin bir nefes alarak. Sanki fırtınanın öncesindeki sessizlik gibiydi. "Sana saygım sonsuz ama sen de biliyorsun..."
O anda, adı Ata olan o yabancı adam, soğukkanlı bir tavırla öne doğru bir adım attı. Adımları, zeminde yankılanıyordu. Beni sarıp sarmalayan bir korku dalgası, refleksle geriye doğru bir adım atmama neden oldu. Sanki her hareketi bir tehdit, her bakışı bir uyarı gibiydi. Caner'le neredeyse burun buruna gelmişlerdi şimdi. O mavi gözlerin sahibi olan Ata, bir an bile gözlerini Caner'den ayırmadan, soğuk ve tehditkâr bir sesle konuştu. "Neyi biliyorum ben, Caner?" dedi. Sözleri, havayı keskin bir bıçak gibi yarıp geçti. Sesindeki soğukluk, odayı doldurmuştu, adeta nefes almak bile zorlaşmıştı. Öfke, gözlerinden fışkırıyordu.
İkisinin arasında duran gerilim neredeyse elle tutulur hale gelmişti. O an, etraflarındaki hiçbir şeyi umursamıyor gibiydiler; ne ben, ne de diğer insanlar. Eğer camiadaki diğer insanlar burada olmasaydı, birbirlerini anında öldüreceklerini hissediyordum. Bakışlarındaki kin ve öfke, etrafımızda adeta bir kasırga gibi dönüyordu. Caner'in gözlerindeki meydan okuma ile Ata'nın gözlerindeki soğuk intikam duygusu birbirine çarpışıyordu.
Caner derin bir nefes aldı, sanki söyleyeceklerine kendi kendine cesaret vermeye çalışıyordu. "Ata," dedi, kelimeyi adeta havaya üflercesine. Gözleri o anın ciddiyetini gizlemeye çalışsa da, içindeki gerginliği ben bile fark edebiliyordum. Bir an duraksadı, ardından daha kararlı bir şekilde tekrarladı: "Geçmiş, geçmişte kaldı."
Ancak bu sözler Ata'nın kulağına çarpar çarpmaz, gözlerinden adeta ateşler fışkırdı. Bir volkan gibi patlayacak gibiydi. Dudaklarının kenarı, alaycı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. Sanki Caner'in sözleri onun için birer eğlence malzemesiymiş gibi, o karanlık gülümsemesini yayarak alaycı bir kahkaha attı. Ağzından çıkan "nıç" sesi, meydan okurcasına ortalığa yayıldı. Ardından başını yukarı doğru kaldırıp tavana bir an baktı, sanki sabrını ve öfkesini kontrol etmeye çalışıyormuş gibi. Ama hemen sonra gözlerini yeniden Caner'in gözlerine dikti, bu sefer daha kararlı ve tehditkâr bir bakışla.
"Ben demeden hiçbir şey geçmişte kalamaz," dedi, sesi buz gibi soğuktu. Gözlerindeki öfke, artık gizlenmeyecek kadar belirgindi. Ardından gülümsemesi genişledi ve alaycı bir sesle devam etti: "Sen bilirsin, Caner. Ben bitti demeden hiçbir şey bitmez." Kelimeler ağzından keskin bir bıçak gibi çıkıyordu, odadaki hava gittikçe daha da ağırlaşıyordu. İkisi arasındaki gerilim, neredeyse fiziksel bir varlık gibi aramızda dolaşıyor, her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu. Öfke ve nefret o kadar yoğundu ki, on metre öteden bile görülür hale gelmişti.
Ata, bir adım daha atıp Caner'e yaklaştı ve sesi neredeyse bir fısıltıya dönerek ama her kelimesi tehdit dolu bir şekilde devam etti: "Ama merak etme, seni öldürecek olsaydım, bunu ruhun bile duymadan yapardım." Sözleri, içime işleyen bir soğukluk taşıyordu, tüylerim diken diken oldu. Fakat Ata bununla yetinmedi, bir adım daha atıp, gözlerini Caner'den ayırmadan devam etti: "Ha, seni direkt öldüreceğimi de düşünme... Emin ol, ben seni asla öldürmem Caner. Ama sen, benim seni öldürmem için bana yalvarır hale gelirsin."
Bu sözleri duyar duymaz, kanımın damarlarımda donduğunu hissettim. Nefes almak bile zorlaştı. Ata'nın sözleri sadece bir tehdit değildi, bir yargıydı. Sanki kaderimizin mühürlendiği o an, sonsuza kadar zihnime kazınmıştı. Gözlerinin derinliklerinde o karanlık niyeti gördüm; bu adam Caner'in hayatını sadece bitirmekle kalmayacaktı, onu yavaş yavaş mahvedecek, her şeyini alacaktı. Ve o an anladım... Bu hikâye burada bitmeyecekti.
2 saat sonra
"CANER YA SANA BİR ŞEY OLSAYDI!" Sesimdeki öfke, arabanın içinde yankılandı. Sinirlerim zapt edilemez bir fırtına gibi patlıyordu; nefes almakta zorlanıyordum, ellerim titriyordu. Kalbim çılgınca atıyordu, ama dışarıdan sakin görünmek için savaşıyordum.
Ata, Caner'i tehdit ettikten sonra, araya camiadaki diğer insanlar girmiş ve son anda bu iki düşmanı ayırmışlardı. Caner'i zorla arabaya bindirdiğimde, tekrar malikaneye bakmak için başımı çevirdim. Balkonda, kollarını birbirine kenetlemiş, bana dikkatle bakan Ata Uluöz'ü gördüm. Gözlerinde sorgulayan, anlamaya çalışan bir ifade vardı. Yanımdaki adamla ne işim olduğunu çözmeye çalışıyordu sanki.
Caner beni tam beş yıldır bu dünyadan saklamıştı ve nedenini hiçbir zaman anlayamamıştım. O adamı gözlerimin önünde öldürdüğünde bile sebebini tam olarak kavrayamamıştım. Ama bugün, onun neden bu kadar gizli davrandığını anlamıştım. Çünkü Caner'in, yeraltı dünyasında gerçekten çok düşmanı vardı. Ancak onlardan üstün tek bir kişi vardı: Ata Uluöz. Bu iki adam, yeraltının en güçlü liderleriydi. Ama Caner, bana Ata'yı hiçbir zaman anlatmamıştı. Şimdi, bunu daha iyi anlıyordum.
"AMA OLMADI ASEL!" Caner'in sesi vahşileşmiş bir kaplan gibi yankılandı. Sakinleşmeye çalışıyordu ama öfkesi yüzünden alev almış gibiydi. Her an patlamaya hazırdı. İçindeki bu karanlık, beni de tedirgin ediyordu.
"BAĞIRMA BANA!" dedim, sesim çığlığa dönüşürken. "KİM BU ADAM CANER? BU ADAM KİM Kİ SENİNLE BU ŞEKİLDE KONUŞABİLİYOR?"
"Beş yıl... Tam beş yıldır beni bu yüzden mi herkesten saklıyorsun?" Gözlerim dolmaya başladı. Hıçkırıklar arasında, "BEN BU YÜZDEN Mİ HERKESİN ÖNÜNDE SEVDİĞİM ADAMIN EVİNE BİLE GİZLİCE GİRİYORDUM?" diye bağırdım. İçimdeki acı ve hayal kırıklığı kontrol edilemez bir dalga gibi üzerime çöküyordu.
"BU YÜZDEN Mİ O ADAMI ÖLDÜRDÜN?" dedim, sesim titrerken. Gözlerimin önüne o korkunç an geldi, Caner'in tereddütsüz şekilde tetiği çektiği an... Caner, ayağını gaza biraz daha bastı; araba hızlanıyordu. Korku iliklerime işliyordu.
"Asel, senden dolayı değildi!" dedi, sesi titriyordu. Ama onun sözünü keserek bağırmaya devam ettim: "BENDEN DOLAYI DEĞİL Mİ? O ADAM BİZİ BİRLİKTE GÖRDÜĞÜ İÇİN ÖLDÜRDÜN, TEREDDÜT BİLE ETMEDEN!"
Araba hızlandıkça hızlandı, Caner'in sinirleri iyice geriliyordu. Bir an frene sertçe bastı, vücudum öne doğru savruldu. O sırada Caner kolunu hızla önüme koydu, beni cama fırlamaktan korudu. Onca öfkesine rağmen beni incitmemek için hâlâ beni düşünüyordu.
"ASEL," dedi, derin bir nefes alarak, gözleri karanlık bir okyanus kadar derindi. Kalbim çılgınca atıyordu, nefes almakta zorlanıyordum. "O korktuğumu sandığın adam..." Eliyle yüzünü ovaladı, sanki ne söyleyeceğini toparlamaya çalışıyordu. Bir şey itiraf etmek üzerindeydi, ama dilinin varmadığı belli oluyordu.
Tam ağzını açacakken, dikiz aynasından arkaya baktı ve birden panikledi. "Asel, kemerini tak."
"Ne?" dedim, şaşkınlıkla.
"KEMERİNİ TAK DEDİM! TAKİP EDİLİYORUZ!"
Bir refleksle arkama baktım. Üç araba bizi hızla takip ediyordu, mesafe kapanıyordu. Caner bir anda tekrar gaza bastı. Kalbim boğazıma tırmandı, nefes almak bile zorlaşmıştı.
"Korkma güzelim," dedi, bana bakıp sakinleşmemi sağlamaya çalışırken bir yandan da dikiz aynasından takip eden arabaları izliyordu. Onları atlatmaya çalışıyordu.
"Caner, özür dilerim," dedim aniden. Onun yüzüne dönen pişmanlıkla dolu bir bakış attım.
"Özür dileyecek bir şey yok, güzelim," dedi, sert manevralar yaparken bile sesine yumuşaklık katmaya çalışıyordu. Ama ben daha fazla dayanamadım: "Seni suçladığım için özür dilerim—"
Tam o sırada, virajda aniden önümüze bir köpek çıktı. Çığlık attım, Caner direksiyonu hızla kırdı.
Her şey bir anda oldu. Arabanın önü savrulmaya başladı, kontrol kaybolmuştu. Tekerlekler yerden kopmuş gibiydi, araba sağa sola savruluyordu. İçimde bir şeyler paramparça oluyordu, ama bedenim felç olmuş gibiydi. Zaman durmuştu. Kafamı Caner'e çevirdim; o, gözleriyle bana bakıyor, beni korumak için neredeyse üzerime kapanmıştı.
Araba büyük bir hızla döndü, sola doğru savrulduk. Çarpma sesi duyulduğunda dünya bulanıklaştı. Cam paramparça oldu, ince cam parçaları kollarıma ve yüzüme saplandı. Ama beni en çok yaralayan şey, Caner'in beni korumak için üzerine kapandığını görmekti. Kolunu ve vücudunu kalkan gibi kullanarak beni korumaya çalışıyordu.
Sonunda, büyük bir gürültüyle metalin ağaca çarpışını duydum. Araba, devasa bir ağacın gövdesine büyük bir hızla çarpmıştı. Sarsıntı tüm bedenime yayıldı, her şey bir sis perdesinin arkasında kalmış gibiydi. Gözlerim karardı, kulaklarımda o korkunç uğultu yankılanıyordu.
Bir an, Caner'in üstümde olmadığını fark ettim. Başımı çevirip ona baktığımda, kanlar içinde yattığını gördüm. Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı, ama her şey yavaşlıyordu. Gözlerim kapanırken, zaman tamamen durmuştu. |
0% |