@yazziyolcusu
|
Bir an, Caner'in üstümde olmadığını fark ettim. Başımı çevirip ona baktığımda, kanlar içinde yattığını gördüm. Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı, ama her şey yavaşlıyordu. Gözlerim kapanırken, zaman tamamen durmuştu. ---
Gözlerimi açmaya çalıştım ama her şey bulanıktı. Başım dönüyordu, sanki her şey etrafımda dönüyordu ve ben bir kenara savrulmuştum. Metalin korkunç çığlıkları hâlâ kulaklarımda yankı yapıyordu, sanki her çığlıkla birlikte içimde bir şey daha kırılıyordu. Hızla derin bir nefes almak istedim ama nefesim daralıyor, bir baskı göğsümü sıkıştırıyordu. Her şey ağırlaşıyor, her şey boğuluyor gibiydi.
Bir an, bir saniyelik bir zaman diliminde, dünya her şeyin yükü altında çökmüş gibi hissettirdi. Etrafımda kaybolan bir ses, düşen camlar, kopan metal parçaları... Hepsi birbirine karışıyordu, bir nebze bile netlik yoktu. Camlardan birkaçı vücudumun üzerine düşerken, ağrılar beni bıçak gibi kesiyordu. Ellerim ve bacaklarım cansız gibiydi, ama her bir noktada yoğun bir acı vardı. Kendimi tanımakta zorlanıyordum, ama tek bir şey kesindi: Karanlık hızla yaklaşıyordu, sanki ölüm göğsümdeki daralmadan doğuyordu.
Ve o an, aklımda ilk belirginleşen düşünce... Caner.
Ona bakmak, ona ulaşmak, onu kaybetmemek... O kadar korkuyordum ki, kalbim hızla çarpmaya başladı. Ellerimi başıma götürdüm, başımın kanadığını hissettim. O keskin acı, her şeyi daha da belirginleştiriyordu. Zihnim bulanık ama bir yönümde, sadece onu görmek, ona ulaşmak istiyordum.
Bir saniye içinde her şeyin farkına vardım; gözlerim hızla dönerken, onu bulmam gerektiğini biliyordum. Caner, koltuğa savrulmuştu. Yarı baygın, kaşı yarılmış, kanlar içinde. Yavaşça hareket ettim, ama vücudumun her noktasında bir direnç vardı. Derin bir acı nefesimde boğuluyordu. Ama duramadım; cam parçalarını ellerimle itip, ona doğru eğildim. Göğsümdeki o keskin ağrıyı hissettim ama onunla ilgilenmeye devam ettim.
Caner'i kaybetme korkusu, aklımı başımdan alıyordu. Ellerim, onun bileğine yöneldi, derin bir nefes aldım ve nabzını kontrol etmeye çalıştım. Bileği hâlâ sıcaktı, ama nabzı çok yavaş. Her bir atış, adeta bana bir umut veriyordu. Yaşıyordu... Şükürler olsun ki, yaşıyordu.
Nabzı yavaş, ama her atış, her vuruş, bir kurtuluş gibi, her geçen saniyede beni daha da hayata bağlıyor gibiydi. Derin bir nefes aldım, ama göğsümdeki o sızlayan yaraların ne kadar derin olduğunu fark ettim. Acıyı hissetmek, neredeyse doğal bir hale gelmişti.
Başımı hızla çevirdiğimde, etrafıma baktım. Üç araç, arabamızın etrafını sarmıştı. Adamlar dışarıda, arabaların etrafında dolanıyorlardı. Birinin yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Telefonuyla konuşuyordu, sesi arabanın kırılmış camlarından içeriye doğru geliyordu. Gözlerimi kapattım
"Abi yaşıyorlar."
Adam telefondaki kişiye bir şeyler söyledi. Telefonda ne konuşulduğunu duyamadım, ama o kelimelerin beni bulması, canımı daha da sıkıyordu.
"Tamam abi, hadi."
Telefonu kapattı ve etrafına bakarak, diğer adamlara yöneldi. "İkisinide alıyoruz." dedi diğer adamlara doğru Bense derin bir nefes aldım "Hadi bakalım alabiliyor musunuz." dedim sessizce hayatta kalmak için bir nedenim yok sanıyordum ama bir yanımda hep bir neden hep bir umut vardı; bir tek o umut... Caner'in o nabzı, bana hayatta kalmanın tek nedenini veriyordu.
Harabeye dönen araba kapısının açıldığını hissettiğim anda gözlerimi hızla açtım. Beni çekmeye çalışan adamın şaşkın yüzüne tüm gücümle bir yumruk savurdum. Yumruğumun gücüyle başı yana doğru savrulurken belindeki silahı kaptım ve tereddütsüz kafasına sıktım. Patlayan silah sesi, dağlarda yankılandı. Kan ve barut kokusu birbirine karışırken, diğer adamların bana doğru koştuklarını kırılan dikiz aynasından fark ettim.
"Lan Alp! Ne oldu lan?" diye biri bağırdı. Ses gittikçe yaklaşıyor, ayak sesleri hızlanıyordu. Gözlerim ileriye dikildiğinde yaklaşık on beş kişi olduklarını gördüm. Ellerinde silahlarla üzerime çullanıyorlardı. Derin bir nefes aldım, bedenimdeki ağrı bir anlık bir şok gibi geri çekildi. Sarsılmadan, acıya teslim olmadan devam etmek zorundaydım.
Kazanın etkisiyle içeri doğru çökmüş arabanın ön kısmı kaburgama baskı yapıyordu. Bir süre daha orada kalırsam kendimi tamamen savunmasız bırakacaktım. Emniyet kemerini çıkardım ve yanı başıma düşen adı Alp olan adamın iri cüssesini kendime doğru çektim. Bu adam dev gibiydi, ama tam da işime yarayacak kadar büyüktü. Onu kalkan gibi kullanarak hızlıca kapıyı itip dışarı çıktım.
Adamlar yaklaşıyordu. Gözlerindeki öfke ve şüpheyle ellerindeki silahları tetikte tutuyorlardı. Bir an bile tereddüt etmeden Alp'in cansız bedenini önüme siper ederek, üzerime koşan adamlara ateş etmeye başladım. Kurşun sesleri havayı yırtarken, içimdeki öfke bambaşka bir güce dönüşmüştü. Birbiri ardına yere düşen adamlar etrafa kan ve dehşet saçıyordu. Ama durmadım. Aklımda tek bir düşünce vardı: Caner'i yaşatmak.
Kaç adam vurduğumu saymıyordum ama en az beş ya da altısını indirmiştim. Silahımın mermisi tükendiğinde, hızlıca şarjör kapağını açıp kalan mermilere baktım. Sadece dört. Zamanım kısalıyordu. Alp'in delik deşik olan bedenini yere attım. Artık bana bir faydası yoktu. Yeniden arabaya doğru yöneldim, siper almak için içeri atladım. Kurşunlar arabanın kaportasını delik deşik ediyordu, ama henüz bana isabet eden olmamıştı.
"Son dört mermi," dedim kendi kendime, derin bir nefes alarak. Her nefesim, bir sonraki hamlemi daha dikkatli yapmam gerektiğini hatırlatıyordu.
Arabanın arkasından bana doğru gelen yedi adam vardı. Benimse elimde sadece dört kurşun. Geri kalan üç adamı bizzat halletmem gerekiyordu. Zaman daralıyordu ve ağaçların arkasında şarjörlerini dolduran adamların metalik klik sesleri kulaklarımda yankılanıyordu. Daha fazla bekleyemezdim. Derin bir nefes aldım ve tekrar hızla arabadan dışarı fırladım. Kurşunlar sağlı sollu üstüme yağarken, ani bir hamleyle kendimi devasa, kalın bir ağacın arkasına attım.
Nabzım hızla atıyordu, her nefesimde derin bir acı hissediyordum ama şu an acıya yer yoktu. Odaklanmam lazımdı. O an bir fikir geldi aklıma; dikkatlerini dağıtmalıydım. Üstümdeki giysinin yırtmaç kısmını yerde bulduğum keskin bir taşla hızla yırttım, kumaşı elime sardım ve çalılıklara doğru fırlattım. Kumaş rüzgarda süzülerek bir noktada yere düştü. Planım işlemişti, adamlar kumaşın dalgalandığı noktaya doğru yöneldiler, onları yanıltmayı başarmıştım.
Üzerlerindeki baskıyı hissediyordum, ama ben de onlara baskıyı hissettirecektim. Ellerim titremeden, hedefime kilitlenmiş bir avcı gibi bekledim. Kalan dört kurşunu dikkatle kullanmalıydım. Tetiği boşuna çekmeye hiç vaktim yoktu. Sol omzuma sızan ağrıya rağmen, adrenalin bedenime yayılıyordu. Kalın ağacın arkasında kendimi toparladım ve bir anlığına bile olsa öne doğru hamle yaptım.
Birinci adamı gördüğüm anda tetiği çektim. Kurşun, adamın göğsüne isabet etti. Yere düşerken boğuk bir haykırış duyuldu. Bir eksik.
Diğerleri ne olduğunu anlamadan tekrar ağaç arkasına saklandım. Geriye altı kişi kalmıştı. Etrafı dikkatle dinledim; her adım, her yaprak hışırtısı bir ipucu gibiydi. Yavaş yavaş pozisyonlarını değiştiriyorlardı, birbirlerine bağırarak plan yapmaya çalışıyorlardı. Ağaçların arasından şarjörlerini doldurdukları sesler duyuluyordu. Zaman aleyhime işliyordu.
Hızla bir plan yapmalıydım. O sırada, gözüm ağaçların hemen ilerisinde duran çakıllı bir yokuşa takıldı. Eğer oraya ulaşabilirsem, avantaj sağlayabilirdim. Ama çabuk olmalıydım.
Yeniden hamle yapıp bir iki adım koştum ve ikinci adamla göz göze geldim. Yavaş davranmanın bedelini ödemeden, onu kafasından vurdum. Kurşun patladığında, bedeninin bir an havada kalıp yere serildiğini izledim. Etraftaki ağaçlar silah sesinin yankısıyla titredi, sanki doğa bile çatışmanın vahşetine tanık oluyordu.
Artık dört adam kalmıştı, ama benim sadece iki mermim vardı. Düşünceler hızla kafamda dönerken gözlerim aniden, sağdaki çalılıklar arasından çıkan bir harekete takıldı. Bir adam sessizce yaklaşmaya çalışıyordu. Onu fark etmeden önümden geçmesine izin verdim, sonra hızla yer değiştirip diğer yöne doğru yöneldim. Şimdi arkası bana dönüktü, bu fırsatı kaçırmazdım. Bir kurşun daha... Tam isabet.
Geriye üç adam kaldı. Bir mermi.
Kalın ağaçların arkasında şarjör değiştiren son adamların adımlarını duydum. Bu noktada onları vurmak zor olacaktı. Onları tuzağa çekmeliydim. Derin bir nefes aldım, kalan son mermiyi elime sürdüm. Başka seçeneğim kalmadığını biliyordum.
Fırsatı yakalamak için hareket etmeliydim. Gözüm kararmıştı, acı ve yorgunluk bedenimi ele geçiriyordu, ama Caner'i yaşatmak için asla durmayacaktım. Kollarımdaki ağrıya aldırmadan, yere düşen bir taş parçasını elime aldım ve sessizce uzak bir noktaya fırlattım. Ses, dikkatlerini o yöne çekti. Üçü birden sesin geldiği yere yönelirken, ben de aralarından sıyrılarak diğer tarafa doğru atıldım.
Bir anlık sessizlik oldu. Son mermiyi kullanmak için harekete geçtiğim anda, aniden önümdeki adamın elinden çıkan bir bıçak havada parladı. Hızla eğildim, bıçak yanımdan geçip toprağa saplandı. Adam bana doğru hamle etti, ama reflekslerim devreye girdi. Elimdeki silahın kabzasıyla adamın suratına güçlü bir darbe indirdim. İkinci darbeyi boğazına vurduğumda, adam kaskatı kesildi ve yere yığıldı.
Son iki adam, durumu fark ettiğinde iş işten geçmişti. Biri silahına davranırken diğeri panikledi. Hızla yanlarına doğru koştum, son kalan mermiyi sıkarken birini doğrudan yere serdim. Diğeri elindeki silahla bana ateş etmeye çalıştı, ama artık mermisi kalmamıştı. Silah sesi yerine yalnızca boş bir "klik" sesi yankılandı. Onun gözlerinde korkuyu görüyordum.
Yavaşça yanına yaklaştım, soğuk bir nefes alarak elindeki silahı çekip aldım. "Bu, bitti," diye fısıldadım. Sonrasında onu yere serip bilincini kaybettirdiğimde, savaşın bittiğini biliyordum.
Kazandım.
Önümde yere serilen bedenlere bir kez daha baktım. Kan kokusu havada asılı kalmış, yerler cesetlerle dolmuştu. Sanki her biri gözlerimin önünde birer birer düşerken hayatımdan bir parça kopup gitmişti. Hayatımın ilk dönüm noktası, Caner'in bir adamı vurduğunu gördüğüm o anla başlamıştı. Ancak o andan sonra, Caner'in bilmediği şey katliamların beni asla rahat bırakmadığıydı. Ölümün bu kadar basit olduğunu öğrendikten sonra, dört yıl boyunca çeşitli dövüş dersleri aldım. Bu, Caner'in bilmediği bir sırdı. Çocukluğum, kötü adamların elinde işkence görerek geçmişti. Geçmişim karanlıktı ve bu karanlık, ne kadar silmeye çalışsam da beni her seferinde geri çekiyordu.
Yedi yaşında kaçırıldığım o depo, zincirlerin soğukluğu, dayakların acısı... Bu anılar hafızamda sanki dün yaşanmış gibi capcanlıydı. Unutmaya çalışmıştım, intikam almamıştım. Ama içimde bir yerde, o çocuksu yeminle kendimi bağlamıştım: Kimseye zarar vermeyeceğime dair. Çünkü zarar vermenin ne demek olduğunu biliyordum. Bana çok zarar vermişlerdi. Bu, kimsenin bilmediği bir sır olmuştu, kimseyle paylaşmadığım, içimde tozlu raflara kaldırdığım bir hikâye.
Ama şimdi... Şimdi bu sır, o tozlu raflardan çıkmış ve ellerimdeki kana bulanmıştı. Az önce aldığım dersleri kullanmış ve tam 13 adamı tek başıma indirmiştim. Bir yanım bu soğukkanlılığımla gurur duyuyordu, çünkü hayatta kalmak için başka seçeneğim yoktu. Ama diğer yanım, karşımdaki ölü bedenlere bakarken başından vurulmuş insanların parçalanan etlerini görmekten midemi bulandırıyordu. Derin bir nefes aldım, acı bir tad, boğazımda düğümlendi.
Hızla yere serilen adamların yanından geçtim, gözlerimi üzerlerinde çok fazla tutmamaya çalışarak. Cesetler artık sadece bir engel gibiydi, tek düşündüğüm şey Caner'di. Kanlı ellerimle kaza yaptığımız arabanın başına doğru yöneldim. Alnımdan akan kan, rüzgarın etkisiyle kurumuş ve derimi yakıyordu, ama umursamıyordum. Fiziksel acının bu noktada hiçbir önemi yoktu; asıl acı, Caner'in giderek yavaşlayan nabzını hissetmekti.
Adımlarım hızlandı, kalbim ise göğsümde patlayacakmış gibi atıyordu. Kapısını açtığımda, Caner'in yüzüne baktım. Solgun bir ten, derin yaralar ve gözlerinin kapanmaya başladığını fark ettim. Ellerim titredi, ama durmadım. Nabzını kontrol ettim. Gitgide yavaşlıyordu. O an, gözlerimdeki yaşlar görüşümü bulanıklaştırmaya başlamıştı, ama ağlamak gibi bir lüksüm yoktu. Sadece onu kurtarabilirdim.
Hemen Caner'in cebindeki telefona uzandım, parmaklarım titreyerek hızla telefonunu çıkardım. Ambulansı ararken zaman sanki yavaşlamıştı, her saniye bir ömür gibi geliyordu. Ekranda rakamlar belirdi, çağrı bağlandığında sesim çatallaşmıştı:
"Yardım edin, lütfen çabuk olun! Sevgilim ölüyor, nabzı yavaşlıyor!"
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Caner'in ellerini tuttum, o sıcaklık hala oradaydı, ama hızla kayboluyordu. İçimde bir yerlere çöken karanlık, beni o eski çocukluk hatıralarına geri çekmek istiyordu. Ama şimdi güçlü kalmalıydım, çünkü Caner'in yaşaması gerekiyordu.
Ambulansın sesini duymak için beklerken, içimde fırtınalar kopuyordu.
Dolan gözlerle Caner'e baktım, boğazımda düğümlenen kelimelerle. İçimdeki fırtına, gözlerimden yaş olup akıyordu. Nefesim kesik kesikti, kelimeleri bir araya getirmek bile zordu.
"Lütfen," dedim, titreyen sesimle, boğazımdaki düğümü yutarak. "Lütfen, sevgilim... bırakma beni."
Ama gözlerimden akan yaşlar beni ele veriyordu, ve daha fazla tutamadım. Hıçkırıklarım göğsümde biriken koca bir ağırlık gibi dışarı taştı.
"B-ben sensiz yapamam, Caner'im," diye ekledim, titreyen sesim çaresizliğimi ele veriyordu. Avuçlarımda sıkıca tuttuğum eli, sanki beni bırakırsa boşluğa düşecekmişim gibi daha da sıktım.
Tam o sırada, arkamdan gelen bir dal kırılması sesiyle içimdeki tüm korkular gerçek oldu. Kalbim bir an için durdu. Yavaşça arkama döndüm ama ne olup bittiğini anlayamadan, acımasız bir darbenin ağırlığı omzuma indi. Bir an her şey durdu. Gözlerim karardı, bedenim çaresizce yere yığıldı.
Ve bir kez daha, karanlığın içine çekildim. Ne ses, ne ışık. Sadece uçsuz bucaksız bir boşluk... Yine kaybolmuştum.
———————————————————————-
MERHABAA!!!
bu bölümde Aselin çocukluğundan bazı kısımlara bazı bilinmeyen yaşanmışlarına yer verdiim ileri bölümlerde zaten her şey yavaşça ortaya çıkacakk
bu aradaa sizce Caner yaşayacak mı??? ya da son anda Asele vuran kişi kimin adamıydı? bakalım sonra ki bölümlerde neler olacakk, bizi neler bekliyorr hepinize tekrardann teşekkür ederiim sizi seviyoruum❤️❤️❤️ |
0% |