@yazziyolcusu
|
Bölüm şarkısı- Kalbim usandı (semincek) Git... (Sezen aksu)
Günümüz.
Tam o sırada, arkamdan gelen bir dal kırılması sesiyle içimdeki tüm korkular gerçek oldu. Kalbim bir an için durdu. Yavaşça arkama döndüm ama ne olup bittiğini anlayamadan, acımasız bir darbenin ağırlığı omzuma indi. Bir an her şey durdu. Gözlerim karardı, bedenim çaresizce yere yığıldı.
Ve bir kez daha, karanlığın içine çekildim. Ne ses, ne ışık. Sadece uçsuz bucaksız bir boşluk... Yine kaybolmuştum.
———————————————————————
Ensemde hissettiğim derin ağrıyla yüzümü buruşturarak doğrulmaya çalıştım. Gözlerimi araladığımda, zihnimde son kalan görüntü hızla belirdi: Ormanda, kaza sonrası Caner'in yanında yere çökmüş hâlim... Elimi başıma götürmek istedim, ama hareket edemedim. Panikle etrafıma bakınca anladım ki, ellerim ve ayaklarım sıkıca bir sandalyeye bağlanmıştı. Küçük, boş bir odanın ortasındaydım. Gri duvarlar sıkıcı bir soğuklukla beni sarıyordu.
"Kimse yok mu?" diye bağırdım, sesim odada yankılandı. "Çıkarın beni buradan!" Caner'in yanımda olmadığını fark edince daha da büyük bir korkuyla haykırdım. "Caner! Caner, duyuyor musun beni?" Ancak cevap gelmedi. İçimi tarifi zor bir endişe kapladı. Sandalyeye bağlı olmama rağmen ağırlığımı öne vererek kapıya doğru ilerlemeye çalıştım, ama nafile... Bir kez daha denemeye hazırlanırken, odanın kapısı bir anda açıldı.
İçeri tanımadığım bir adam girdi. Gözlerimi ondan ayırmadan, tedirgin bir şekilde "Kimsiniz siz?" diye sordum, sesimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak. "Ne istiyorsunuz bizden?" Adam sadece sırıttı, cevap vermedi. "Niye getirdiniz bizi buraya? Caner nerede? Eğer ona zarar verdiyseniz—"
Cümlemi tamamlamadan adam, adımlarıyla bana doğru yaklaştı. Korku damarlarımda hissedilirken, gözlerim onunkilere kenetlendi
"O kadar adamı sen mi indirdin gerçekten?" dedi, dudaklarında küçümseyici bir gülümsemeyle. Alaycı kahkahası odanın soğuk duvarlarında yankılandı. "Yanında getirdiğimiz diğer piç indiremez. Yeni uyanmış zaten." diye ekledi küçümseyici bir tavırla, gözleri bende sabitlenmişti. Ardından, meraklı bir ifadeye bürünüp başını hafif yana eğdi. "Peki," dedi "O 13 adamı senin gibi biri nasıl alabilir?" Yüzündeki kibirli ifade daha da belirginleşti
Bense onun söylediklerini duymamazlıktan gelerek "Caner nerede?" dedim, sesim öfkeyle doluydu. Yüzüne baktığımda hâlâ o soğuk, çözmeye çalıştığı bir bulmaca varmış gibi bakan gözlerle karşılaştım. Kalbim hızla atıyordu, sabrım tükenmek üzereydi. "CANER NEREDE?" diye bağırdım. Adamsa sırıtarak dudaklarını yaladı, sanki öfkemden keyif alıyormuş gibi. "Yan odada," dedi alaycı bir ses tonuyla, "ama pek uzun süre dayanacağını sanmam." Sözleri bir bıçak gibi kalbime saplandı. Yüreğim sıkıştı, sanki içimdeki tüm hava çekilmiş gibiydi.
Bağırarak, "NE YAPTINIZ!" dedim. Sesim odada yankılandı, ama o hiç tepki vermedi, sadece beni izliyordu. Gözlerinde soğuk bir ifade vardı; sanki işkence ederken bile keyif alan bir avcı gibiydi.
Alaycı bir gülümsemeyle, "Birazdan sevgilini göreceksin," dedi. Sandalyeye sıkıca bağlıydım, kaçmaya çalışıyordum ama hareketlerim faydasızdı. İpler çok sıkıydı. Adam bana doğru birkaç adım atarak önümde diz çöktü. Yüzüne yakından bakınca öfkem iyice kabardı.
"Nıç," dedi küçük bir tıslamayla. "13 adamı sen öldüremezsin. Yanında mutlaka başka biri olmalı." Bir anda içimdeki bütün öfke patladı, refleksle öne atıldım ve tüm gücümle adamın suratına kafa attım. Beklenmedik hamlemle dengesini kaybetti, geri savrulup yere düştü. O an burnundan kan sızmaya başladı. Elini yüzüne götürüp burnunu kapadı; öfkesi bakışlarından belliydi.
Sonra aniden toparlanıp sert bir tokat savurdu yüzüme. Kafam sağa doğru savruldu; yanağım alev gibi yanıyordu. Kulağımda yankılanan ince bir çınlama vardı, ama acıyı bastırmak zorundaydım. Gözlerimi kapatıp bir an için nefesimi topladım. Buradan, Caner'le birlikte sağ çıkmalıydık.
Adam odadan hızla çıkıp kapıyı kapattı. İşte o an, kaçmak için tek şansımın bu olduğunu fark ettim. Elleri çözmek için debelendim, ama ipler gevşemiyordu. Umutsuzca etrafa bakınırken, yerde duran keskin bir taş gözüme ilişti. Eğer yeterince doğru şekilde hareket edersem, o taşı alıp kendimi kurtarabilirdim.
Kalbim hızla çarparken sandalyemi zıplayarak taşın olduğu yere sürükledim. Ayaklarımı dikkatlice uzattım ve taşı kapmayı başardım. Elleri çözmek için taşı kullanırken kafamda kaçış planını hızla kuruyordum. Her saniye altın değerindeydi; Caner de bir yerlerde tutsaktı ve bu odadan kurtulmak, ona ulaşmanın tek yoluydu.
Ellerim titriyor, taşın sertliği avuçlarımda yankılanıyordu. Parmaklarımın arasında ipi sürterken, hızla kesmeye çalışıyordum. Kalbim göğsümde patlayacakmış gibi çarpıyor, zamanın her saniyesi ağır ağır ilerliyordu. Caner'in acı dolu yüzü aklımın bir köşesinde, beni tetikte tutuyordu. Eğer onu kurtaramazsam, bu hatayı asla affedemezdim.
Bağlar nihayet gevşediğinde, ellerim özgürlüğe kavuşmuştu. Kollarım uyuşmuş, parmaklarımın hissizliğiyle zor hareket ediyordum ama şimdi durmanın vakti değildi. Sandalyeden sessizce kalktım ve kapının arkasındaki hafif adım seslerine kulak verdim. Adam dışarıdaydı. Belki de diğerleriyle konuşuyordu. Zamanım azdı.
Odayı hızlıca gözlerimle taradım. Silah yoktu, ama orada duran bir demir çubuk dikkatimi çekti. Eski, paslı ve ağır görünüyordu ama bu, karşıma çıkacak her şey için işime yarayabilirdi. Demir çubuğu elime aldım, soğuk metali sıkıca kavradım. Kapıya doğru adım attım, her an tetikteydim.
Caner'in odası... Yan tarafta olmalıydı. Kapıyı araladığımda, koridorun boş olduğunu fark ettim. Ayak seslerimi hafif tutarak hızlıca ilerledim.
Yan odanın kapısına vardığımda içeriden gelen hafif inlemeyi duydum. Caner'in sesi... İçimde bir şeyler kırıldı. Eli kanlı herifler ona neler yapmıştı böyle? Kapıyı yavaşça açtım ve Caner'i gördüğümde içimdeki öfke doruk noktasına çıktı. Yerde yatıyordu, kan içindeydi, nefes alışları düzensizdi.
"Caner!" diye fısıldadım, yanına hızla diz çökerek başını kaldırdım. Gözleri yarı kapalıydı, yüzünde derin yaralar vardı. "Seni buradan çıkaracağım. Söz veriyorum," dedim titreyen sesimle.
Kapının dışında yankılanan ayak sesleri duyduğumda, panik içimde bir yangın gibi patladı. Vakit daralıyordu. Geri döneceklerdi. Tek başıma hem Caner'i taşıyıp hem de bu adamlara karşı koyamazdım, ama başka şansımız yoktu.
Elimi Caner'in omzuna koyup, "Kalkman lazım," diye fısıldadım. Nefesi düzensizdi, acı içinde kıvrandığı her halinden belliydi ama yine de zorlukla başını salladı. Onu yaralı haliyle ayağa kaldırmaya çalışırken, dışarıdaki ayak seslerinin gittikçe yaklaştığını hissettim. Zamanımız tükeniyordu. Tekrar dönüyorlardı.
Gözüm hızla etrafı taradı, her yerde benzin şişeleri vardı. Burası adeta büyük bir benzin deposuna benziyordu. Durumun tehlikesi midemi bulandırdı. İçimdeki panik, her an patlamaya hazır bir bomba gibi büyüyordu. Hızla Caner'e döndüm.
"Hadi Caner, buradan çıkmalıyız!" dedim ama o bana cevap veremedi. Gözleri bulanıktı, nefesi ağır. Durumu kötüleşiyordu. Gözlerimle çıkış yolu arıyordum. Tam o sırada dışarıdan gelen yüksek sesleri duydum. Adamlar kaçtığımı anlamışlardı. Bağırarak emirler veriyor, bize doğru koştuklarını hissediyordum.
O an, biri kapıyı tekmeleyerek açtı. Silahlı bir adam, karanlığın içinden belirdi ve doğrudan bize baktı. Gözlerinde ölümcül bir kararlılık vardı. Silahın namlusu, odayı dolduran soğuk hava kadar keskin ve acımasızdı. Caner, silahı gördüğü an yaralı bedeniyle hızla benim önüme geçti. Şok içinde, nefesimi tutarak arkasında kalakaldım.
Bir saniye içinde her şey bulanıklaştı. O anlarda zaman yavaşladı sanki. Caner'in zayıf omuzları, beni siper almaya çalışıyordu ama biliyordum ki o, çok daha fazlasını kaldırabilecek durumda değildi. Silahlı adamın parmağı tetiğe doğru kıvrıldığında, içimde çığlık atmak için bir itki yükseldi. Adamın eli tetiğe baskı uyguladı ve kurşun havada süzülürken zaman sanki durdu. O an, yavaş çekimde gibiydi her şey. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, nefes almak bile güçleşmişti. Kurşun bana değmedi, ama yine de canımı en çok o yaktı. Olmadı. Yapamadım. Donup kalmıştım.
Caner, beni korumak için önümde durmuştu ve o kurşun, tam da ona denk gelmişti. Gözlerim dehşetle genişledi, nefesim kesildi. Kurşun, Caner'in göğsünü delip geçti, tek bir kurşunla hayattaki son ailemi, canımı, sevgimi aldı benden. Sanki dünyam yerle bir olmuştu, sesler kulağımda boğuk bir uğultuya dönüşmüştü.
Caner, kurşunun göğsüne saplandığı an geriye doğru sendeledi. Zaman adeta ağır çekimde ilerliyordu. Bana doğru çevirdiği gözlerinde bir acı parıltısı vardı, ama o acıyı içine hapsetmeye çalışıyordu. Nefesini tutmuştu, sanki bir an bile zayıflık gösterse her şey çökecekmiş gibi. Onun bu kadar güçlü durmaya çalıştığını görmek, içimde bir şeyleri parçaladı, çaresizce izlemekten başka bir şey yapamamanın o keskin acısı tüm bedenimi sardı.
Birden bakışlarım, kurşunu sıkan adama kaydı. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı, sanki büyük bir başarıya ulaşmış gibiydi. O anın zaferini yaşıyor, kendinden emin bir bakışla Caner'e bakıyordu. Fakat o bakış, alnında açılan kanlı bir delikle birlikte aniden son buldu. Adam cansız bir şekilde yere yığıldı.
Ve arkasında, işte o an onu gördüm. Okyanus mavisi gözlere sahip adam... Gözleri, ilk kez benimkilere kilitlendiğinde içimde bir şok dalgası yükseldi. O an bakışlarım, istemsizce ona soru sorar gibi şaşkın bir ifade taşıyordu. Sanki beni burada, bu şekilde bulmayı hiç beklememişti. O da bana aynı dikkatle bakıyordu. Bir an gözleri Caner'e kaydı ve o bakışta bir şeylerin değiştiğini hissettim.
O da bir şeyler hissetmişti; belki tanıdık, belki de rahatsız edici. Gözleri yeniden bana döndü. Bu kez yüzümdeki yaşlarla dolmuş gözlerime baktı. Kaşları hafifçe çatıldı, sanki burada olmamdan hoşnut değilmiş gibi. Belki de beni değil, başka birini bekliyordu. Ama ne olursa olsun, o an anlamıştım: Bu adam, hayatımın dönüm noktasıydı. Bana bakan bu gözler, gelecekte her şeyi değiştirecekti. Ve o bakışların altında bir şeyler büyüyordu, yaklaşan bir fırtına gibi.
Caner'in göğsüne saplanan kurşunu gördüğüm an, zaman benim için tamamen durdu. Dünyam, o kurşunun göğsüne saplandığı noktada parçalandı. Caner'in bedeni, o an ağır çekimde yere doğru süzülürken her şey anlamsızlaştı. Yavaşça geriye doğru sendeledi, gözleri bana bakarken acısını gizlemeye çalışıyordu. Gözlerime hüzünle baktı, sanki beni incitmek istemezmiş gibi, dudaklarının kenarında beliren zayıf bir tebessümle...
Ama o an göğsüme öyle bir acı saplandı ki nefes almak imkânsızlaştı. Onu kaybediyordum. Gözlerim yaşlarla dolmuştu, boğazım düğümlenmişti, ve her nefes alışında onun hayatının avuçlarımın arasından kayıp gittiğini hissediyordum. Kollarımda ağır ağır yere süzülürken onu yakaladım. Son kez... Son kez kollarımdaydı.
"Caner," diye hıçkırarak fısıldadım. Gözyaşlarım yüzümden süzülüyordu, yüreğim parçalanıyordu. "N-nolur... yapma," dedim çaresizce. Ama Caner'in nefesi zayıflıyordu, giderek daha ağırlaşıyor, dudaklarındaki o hafif gülümseme soluyordu.
Hazır değildim. Onu kaybetmeye, hayatımın ellerimden kayıp gitmesine, bu kadar büyük bir boşluğa düşmeye hazır değildim. Caner'siz bir dünya düşünemiyordum. Sanki kalbim yerinden sökülüyordu, canım öylesine yanıyordu ki, nefes almak bile imkânsızdı.
"Lütfen," dedim gözyaşlarımı durduramadan. "Gitme..." Sesim titredi, çaresizliğim sesimde yankılandı. Ama Caner, her zamanki gibi, beni düşünerek, gözleriyle bana baktı, gülümsemeye çalıştı. O kadar zayıftı ki, dudaklarının kıpırdayışı bile beni kahrediyordu.
"Seni seviyorum, Asel," dedi, sesi kesik kesikti, nefesi zor çıkıyordu.
"Sakın... sakın böyle konuşma," dedim, gözyaşları hıçkırıklarla karıştı. Onu kaybediyordum. Hayatımın en değerli varlığını, ailemi, ruhumu kaybediyordum ve hiçbir şey yapamıyordum. Her an, ellerimden daha da uzaklaşıyordu.
"Şarkımız..." diye mırıldandı. "Şarkımızı yaşıyoruz..." Sözleri, yüreğime bir bıçak gibi saplandı. Zayıf bir gülümseme dudaklarında belirdi, ama o bile zorlayıcıydı. Gözlerimi ondan ayıramıyordum, her nefesi benim içimde derin bir yara açıyordu. Onu kaybediyordum.
Caner, yanımızda duran Ata'ya bakmak için zorla kafasını çevirdi. Gözleri neredeyse kapanmak üzereydi, ama son bir güçle, "S-sana emanet," dedi güçlükle. "Sevdiğim sana emanet."
O an, aralarındaki sessizlik bile kelimeler kadar yoğundu, gözlerimden dökülen yaşlar ise hiç durmuyordu. Caner gidiyordu.
Sözleri son kez dudaklarından dökülmüştü. Onu bırakmak istemiyordum. Ama Caner'in gözleri ağır ağır kapanıyordu, nefesleri kesiliyordu. Kalbimdeki o boşluk, giderek büyüyen bir yara haline geldi, öyle derin bir acı ki, dünyam alt üst oldu.
"Caner, hayır..." dedim gözyaşlarım durmaksızın akarken. "Seni seviyorum... SENİ SEVİYORUM CANER!" diye haykırdım, ama nafileydi. Artık bana bakmıyordu. Elimi tutan eli, soğuk bir boşluğa düşmüş, cansız kalmıştı. O an tüm dünya sessizleşti, sanki her şeyin rengi soldu. Canerimi kaybetmiştim.
Kalbimde bir çığlık koptu, dünyamın yıkıldığını hissettim. Şarkımızı yaşıyoruz demişti. Ve o an aklıma şarkımız geldi. Gözlerimden yaşlar süzülürken şarkının sözleri zihnimde yankılandı:
"Git... Git... Gitme, dur ne olursun Gitme, kal yalan söyledim, Doğru değil, ayrılığa daha hiç hazır değilim. Aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var... Gitme dur, daha şimdiden Deliler gibi özledim..."
Henüz gitmemeliydi. Henüz yaşanmamış o kadar çok şeyimiz vardı ki. Ama o gitmişti. Bense onu daha şimdiden deliler gibi özlüyordum... |
0% |