@yesilkutuphane61
|
Kuşlar insanlıktan önce uyanırlardı. Bir haberi ulaştırmak ister gibi, uyuyan kulaklara fısıldarlardı. Daima doğru söz dökülürdü ağızlarından. İnsanlar da onları duydukları vakit şüpheye düşmezlerdi. Kuşların evvelinden ezber ettikleri zikirlerine, manasını anlayamasalar da inanırlardı. O güzel sesler, ağaçların üstünde sabah korosu gibi öterek güneşin doğuşunu beklerdi. Gece kimse gözünü kırpmamıştı yahut vaktinden hayli erken uyanmışlardı. Evde sessiz bir hareketlilik vardı. Kalplere daimi yerleşmiş bir keder, yeni bir döneme girmenin heyecanı, bilinmez yolun tedirginliği ve yine ayrılacak olmanın hüznü ahalinin yüzünden okunuyordu. Mehmet bile yabancı değildi bu hislere. Bir tek Azize vardı kendini tutmakta zorlanan. Büyükler gibi davranması bekleniliyordu belli ki. Herkes hazırlık derdine düşmüş koşuştururken, o bir köşede oturuyordu. Mustafa'nın bu gün geç uyanacağı tutmuştu. Kardeşi de uyuyordu. Emine yengesi ve kızı mutfakta kahvaltı sofrası kurmakla meşguldü. Gülcan'ın, annesine ayak bağı olduğu kadının homurdanmalarından anlaşılıyordu. Yine hava kapalıydı. Esasında gidilecek gün değildi. Bulutlar bir emir bekliyordu sanki. Dokunulsa ağlayacak olan küçük kızlara eşlik etmeye hazırlardı. Gerçi hangi gün gitmeye uygundu ki? Güzel bir bahar sabahında ayrılmak da pek fenaydı. Kışın puslu soğuğunda ayrılmak da… Yerinden kalkmak istemiyordu. Babasının hazır valizine öfkeyle bakıyordu. Onun gidişini hızlandıran unsurlardan nefret ediyordu. Yakalarına yapışmak, ağlayıp bağırmak ve onlara ayak bağı olmak istiyordu. Fakat babasıyla anlaşma yapmışlardı. Bir söz vermişti. Aksi şekilde davranamazdı. Dakikalar geçtikçe içindeki ses büyüdü. Saatler oldu, Azize bir küçükten beklenmeyecek direnç gösterdi. Yaşı ve bedeni aynı kaldı. Küçük kız sobanın arkasındaki o koltukta sanki yılları yaşadı. Elinde yaşlı komşusu için yazdığı ufak mektubu tutuyordu. Bir gün yeniden görüşeceklerinden ve uzun bir veda etmeden gittiği için üzgün olduğundan bahsetmişti. Kâğıtta ufak gözyaşı izleri vardı. Bir ay, ayrılığı tatmamış bir çocuğa asır gibi gelirdi muhakkak. Hasrete yabancı kalmış yürekler de henüz çocuk sayılırdı. Azize dizlerini karnına çekti derin bir nefes eşliğinde. Keşke her taraf aydınlık olsaydı, diye düşündü. Mumlar yaksaydık, pencerelerin kenarına koysaydık, halıların üzerine, kapıların eşiklerine dizseydik. Öyle ya sobanın metal kapağından görülen alevlerin dansını, başını çevirdiği yerde görmek insana kederini unutturabilirdi. Hiç üşümemek, hiç üzülmemek gibi hissettirirdi. Farkında olmadan gülümsedi. Kibritçi Kız değildi ama hayalleri ateştendi. *** Mehmet döneceği güvencesiyle başı dik etti kahvaltısını. Bu sefer iyi bir niyet, yeni bir düzen için gidiyordu. Önceden olduğu gibi bir hevese ya da isyana meyilli değildi yolu. Oradaki dağınık düzenini toparlayacaktı. Sıcak çayını yudumluyor, annesinin ekmeğini yiyor, kızına gülümsüyordu. Hasan bey pek keyifli değildi ama oğlunun sözüne inanmaktan başka çaresi kalmadığından susuyordu. Rahime hanımın annelik telaşı çocuklarını epey güldürüyordu. Azize sanıyordu ki kendisinden başka herkes mutlu, her şey normal. Yutkunmakta zorlanıyordu. Sofra kaldırılırken Mehmet "benim ufak bir işim var. Yirmi dakikaya dönerim" dedi. Elini yıkayıp dışarıya çıktı. Öğle vaktinde yolculuğu başlayacaktı. Önce Trabzon'a, sonra uçakla İstanbul'a gidecekti. Oradan da Almanya'ya uçacaktı. Ama hepsinden önce yapması gereken bir işi vardı. İlyas'la konuşma bahanesiyle Zeynep'i görecekti. Hızlıca değişen şu düzene güzel bir veda yakışırdı. Bulutlu göğün altında köyünün toprak kokulu yollarını, ineklerin ahırlardan kulaklara ulaşan sesini dinleyerek aştı. Dün geldiği evin kapısını yeniden çaldı. Bir süre sonra Zeynep açtı kapıyı. Şaşırıp duraksayan sonra da tülbendini düzeltmeye çalışan kıza, gideceği haberini vermeyecekmiş gibi baktı. Biraz şaşkın ve her zamanki gibi ciddi. "Hayırlı sabahlar" dedi. Geliş sebebinden Zeynep sorana kadar bahsetmedi. Kız da inat etmişti sanki. Öyle akşama kadar dikilseler kapıda, tek kelime çıkmazdı ağzından. Sesi titreyecek korkusu vardı ama Mehmet bilmiyordu. O sanıyordu ki; Zeynep yeni bir kafese girmekten kaçıyordu. "Kim vurdi kapıya?" "Benim İlyas emice." Yüzündeki şaşkınlığı silip gergin bir ifadeyle baktı odadan çıkıp gelen adama. Biraz daha geç gelseydi, hatta gelmeseydi belki duyardı Zeynep'in sesini. Kız duvarlara değmeden kaçıp gitmek ister gibi süzüldü içeriye. Babasına yol verdi. "Konuşacaklarım vardı seninle." "E içeri gel, taze çayum var." İçeri girse, Zeynep odaya kaçardı bu sefer. Kızı sıkmak istemiyordu. Ona vadettiği rahatlığı temin etmeden, aralarında güven sağlanamayacağına inanıyordu artık. Zeynep yanlış anlayıp baskı altında hissederse İlyas’tan bir farkı kalmayacaktı Mehmet’in. Bir mutsuzluk dolaşıyordu havada. Aksi halde bir günlük de olsa insan sözlüsünün yüzüne bakar gülümserdi. Hiç olmadı beraber geçirdikleri zamanın hatırına bir iki kelam ederdi. "Kalsın emice. İçtim çayımı. Ben bu gün Almanya'ya gitmek için yola çıkıyorum." Zeynep gözden kaybolmadan, biraz da yüksek sesle verdi haberi. Kızın aniden duraksadığına, geriye dönüp bakmakla odasına gitmek arasında kaldığına şahit oldu. "Bir süre orada kalacağım, döndüğümde nişan ve düğünü yaparız." Yine yüksek perdeden bahsetti planlarından. İlyas'ın şikâyeti yoktu. Hatta sormak istedikleri vardı. Başparmağını ve işaret parmağını birbirine sürtüp sırıttı. Mehmet aklı fikri parada olan bu adamın üstüne yürümemek için zor tuttu kendini. Yaklaştı yapıya doğru, başını eğip adamla göz teması kurdu. "O işi halledeceğim ve diğer istediklerini de sana vereceğim. Ama sakın yokluğumda sözünden dönmeye kalkma. Sakın o kıza elini sürme. Sakın... Anlaşmamızı bozma! Evimin çevresinde de dolaşma!" "Tamam deduk da!" İlyas geriye çekildi farkında olmadan. Bu tehditkâr bakışların karşısında dik duracak halde değildi. Hem müstakbel damadı gurbete gidecek bir kayınpeder, oğlu yerinde olan bu adamın arkasından iş çevirmezdi ya! "Zeynep'le konuşmak istiyorum." "O kadar uzun boylu değil!" Hala durumu kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Nikâh kıyılana kadar uygunsuz olur bahanesiyle otoritesini hatırlatacaktı Mehmet'e. Genç adam örfü de bilirdi adeti de. Aykırı bir hareket yapacak biri değildi. Tek istediği gitmeden kıza baskı kurmak niyetinde olmadığını hatırlatmaktı. İlyas'ın karakterini bildiğinden, bir anda namuslu baba rolüne bürünmesini kabullenmiyordu. Üsteledi ısrarla. Kafasına estiğini yapan biri yüzünden Zeynep'i görmeden gitmeyecekti. "Allah'a ısmarladık deyip gideceğim İlyas emice." Babasının bir kelimesini bekleyen Zeynep dudaklarını ısırıyordu. Vedalar acıtırdı ama Mehmet'e el sallayabilse nefes alacağını hissediyordu. Sonra babasından onay çıktı. Sanki ormanlar bu küçük eve doldu. İlyas salona geçtiğinde, genç kız kapıya adımladı. Gülünmezdi böyle zamanlarda ama kıvrılmıştı dudakları. Yeniden görüşene dek, birbirlerini böyle hatırlayacaklardı. Çocuk yüreğiyle, gülebilmeyi öğreniyordu Mehmet'ten. Demek kapılar böyle neşeli açılmalıydı. Kısık sesle konuşabiliyordu insanlar. Rica ederek ve izin isteyerek adım atıyorlardı. Mehmet yeniydi ama güzeldi. Öldüren heyecanların rüzgârını taşıyordu anlayışlı sözlerinde. "Gidiyorum, duydun mu?" "Duydum, yolun açık olsun." Bu kısa cümleyle yetinmedi Mehmet. Şaşırdı biraz. "Sormayacak mısın? Ne zaman dönerim, niye giderim?" Omuz silkti Zeynep. Yüzüne vuran soğuk havadan sonra canlandı biraz. Karşısındaki adamı şüphelendirecek sözleri sıraladı. "Ben senin gitmelerini hep sessizce seyrettim, yine öyle yapacağım." Cümlesini bitirdiğinde Mehmet'in sorgulayan bakışlarını başka yerlere çevirmesini istiyordu. Öyle dik dik bakarsa nasıl konuşmaya devam ederdi? Kalp kapılarına dayanıyordu, açılsınlar diye zorluyordu. Bir yabancının sınır ihlaliydi bu. İçeride kendi suretini görecekti bu yabancı. Zeynep sırları açık etmekten korktu. Toparlanmaya uğraştı. "Komşu kızıydım ne de olsa" dedi. "Her seferinde ailen seni uğurlarken, köprüden geçen bir arabanın içinde kaybolup giderdin. Nereden bilecektim gidiş sebebini, dönüş zamanını?" Telaşlı elleri, kızaran yanakları hizasında kalkıp iniyordu. "İyi öyleyse, bundan sonra gidiş sebebimi de dönüş zamanımı da bileceksin. Artık sadece komşu kızı değilsin. Sorun varsa cevap alabileceksin." Mehmet'in ağzından bunları duyacaksın deseler, Zeynep imkânsız hayaliyle dalga geçiliyor zannederdi. "Bir aya dönerim bir sorun olmazsa." "İnşallah de" diye araya girdi genç kız. Annesinden duyduğunu bir de Zeynep'ten duyunca güldü Mehmet. "İnşallah" dedi. "Döndüğümde her şeyi detaylarıyla konuşuruz. Bir ihtiyacın ya da isteğin olursa annemin yanına git. Azize burada, onunla vakit geçirirsin belki, birbirinizi tanırsınız. Ben yokken epey üzülecek." Kim üzülmeyecekti ki? Zeynep şimdiden dert ortağı bulmuştu kendine. Bir ihtiyacı yoktu, Rahime teyzesinin kapısını çalamazdı. Hele şimdiden sonra elini kolunu sallayarak gidemezdi oraya. "Mektup yazarsın bana istersen. Abime verirsin, o gönderir." Zeynep şaşkın şaşkın baktı bu isteğe. Karşısına geçince iki kelime edemediği adama mektup yazacak bir de abisine verecekti öyle mi? Oturur gün sayarım daha iyi, diye geçirdi aklından. "Yolun açık olsun. Kolayca git, kolayca dön inşallah. Ben Azize'yle ilgilenirim vaktim oldukça. Ama yine de çok bekletme. Küçük çocuk sonuçta özler, ağlar belli mi olur? Erken dönsen iyi olur." "Ha Azize için diyorsun yani." Gözlerini kaçırarak başını salladı Zeynep. Küçücük kızın arkasına saklanıyordu şimdi de. "İyi madem, özleyenler olacaksa erken dönerim. Gideyim o zaman ben. Allah'a emanet ol." Vedalar, gülümsemeler, gizli gözyaşları birbirine karıştı. Eller havada kaldı. Mevsimi olmadığı halde yabancı çiçekler açtı. Köprü son duraktı. Araba yolun kenarında duruyordu. Büyükler sıkı sıkı sarıldılar Mehmet'e. Çenesi titreyen Azize, gözündeki buğu yüzünden önünü zor görüyordu. Sıranın ona gelmesini ve onu kandıran bu adamın boynuna kollarını dolamayı bekliyordu. Hiç aklına getirmezdi babasının onu burada bırakacağını. Üstündeki hırkayı çıkartıp atmak istiyordu, onu boğan şeylerden birinin de kıyafet olduğunu zannediyordu. Üşümese yapardı. Elleri titriyordu. "Gel bakalım Azize." Babasının yanına gitti. Demek vedalaşma zamanı gelmişti. Kitaplarda anlatılan, hikâyelere konu olan şu ayrılığın tadı nasıldı? Tuzlu olmalıydı, biraz da yakıcı. Babasının kalın ceketine yüzünü gömerek sarıldı. Geride bir yığın insan vardı ama küçük kız burada yaşamak istiyordu. Onu tongaya düşüren bu adama muhtaçtı. Dünyada tanıdığı tek insan oydu sanki. En bilge adam, en güzel konuşan, sorularına cevap verebilecek olan, tuzunu ayarlayamasa da yemekleri yapan, eğleneceği imkânlar sunan, güzel kokan babasıydı. O gidince şu kısacık ömrünün bir parçası da gidecekti. Geleceği güne kadar bir çocuğu kimsesiz bırakacaktı. "Baba gitme" dedi son kez. "Anlaştık ya Azize." Mehmet cebinden ufak bir çikolata çıkartıp kızın buz gibi ellerinin arasına koydu. Gözlerinin dolduğu belli olmasın diye daima gülümsüyordu. Küçük kız babasının bu haline yabancıydı. Gülmeseydi de yanımda kalsaydı diye geçiriyordu aklından. "Al bakalım bunu. Daha bir sürü getireceğim sana. Biraz özleyeceğiz birbirimizi. Sonra geçecek." Yutkunup geriye çekildi. Dakikalar ayrılığı zorlaştırıyordu. "Allah'a emanet" dedi ailesine el sallayarak. Kızının yanaklarının ıslandığını fark etti ama silmeye gücü yetmedi. Şimdi yağmur zamanıydı. Herkesin yanaklarını silip süpürseydi bulutlar. Taşsaydı dereler, bu sessiz gürültüyü bastırsaydı gök. Arkasını döndü Mehmet, gitmek lazımdı. Yeni başlangıçlar için biraz sancı çekeceklerdi. Minik yavrusundan ilk kez ayrı kalacaktı. Dışarıdan bakan vicdansız bir babanın çocuğunu bırakmaya hevesli olduğunu zannederdi, öyle hızlıydı adımları. Kimse ayrılıktan kaçtığını bilmezdi. Her yeni günde başına bir iş açıyordu. En ağırı da buydu. Azize köprünün ortasında yapayalnız kaldı. Gidiyordu babası. Ensesine dökülen saçları yavaş yavaş siliniyordu bakışlardan. Rengi solmuş ceketiyle arabaya biniyordu. Daima gülümsüyordu dişlerini sıkarak. Bir an dönüp el sallıyordu. Sonra dönüp göğe bakıyordu. Ve artık geciktirmenin manasızlığını fark ediyordu. "Baba gitme" diye fısıldadı Azize. Omzunda hissettiği elden kaçmak istedi. Verdiği sözden nefret etti. Köprü aklına ayrılık diye kazındı. Babasına el sallamadı. Araba hareketlendi. Vedanın tadına baktı. Boğulmak kadardı, gürül gürül akan sulardan korkmaktı. *** 2 Şubat 1978 Çok ağladım baba. Sen giderken gözlerimin önü yaşlarla doldu. Araba bir anda kayboldu sanki. Hiçbir şey göremedim. Sesler duydum, babaanne de ağladı. Amca elimi tuttu. Selvi yenge bana sarıldı. Hiçbirini istemedim. Kendimi durduramadım. Sözümü tutamadım. Aslında seni çok sevdiğim için üzüldüm. Ama sen gülüyordun. Büyüksün diye mi gülebildin yoksa beni biraz seviyorsun diye mi? Senin yaşına gelince ben de mi senin gibi olurum? Bence ben gittiğim yere de çocuğumu götürürüm. Onu yanımdan ayırmak istemem. Mustafa'yla dışarıya çıkmadım. Bebekle oynamadım. Yemek yemedim. Lahanayı sevmiyorum. Gülcan'ı da sevmiyorum. Ama bunu ona söylemedim. Belki bir gün Yasemin'e söylerim. Çok üzgün olduğum halde yanıma gelmedi. Sanırım gerçekten arkadaş olmadık. Çikolatayı yemedim. Canım bir şey yemek istemiyor. Biraz Çiçek halayla konuştuk. Senden bahsettik. Ama buraya yazamam. Sevmeyebilirsin söylediklerini. Bu gece odada tek kalacağımı sanıyordum. Bu yüzden biraz korktum. Evimizdeyken odamda yatmaktan korkmuyordum ama burası farklı. Bir de elektrikler kesildi. Ateşle yanan lambalar koydular her tarafa. Erkenden yatmak istediler. Ben halayla aynı odada yatacakmışım. Geçen gün üstüne oturduğum kanepede uyuyacağım. Hala bir şey söylemedi. Beni istiyor mu bilmiyorum ama odası çok güzel. Sabah pencereden görünen manzarayı uzun uzun seyretmek zevkli olurdu. Hala hemen uyumadı. Bana da ayakta kalmam için izin verdi. Defterimin ilk sayfasını yazıyorum. Lambadaki ışık duvarda gölgeler oluşturuyor. Kitap ve sayfa sesleri duyuluyor. Hâlâ içimde ağlama isteği var ama ses çıkartmamak için kendimi tutuyorum. Odadan kovulmak istemiyorum. Burada kalmak için çok dikkatli davranacağım. Sen gelene kadar biriyle uyusam daha iyi olur. Düzgün yazabilmek için sözlük kullandım. Biraz zor oldu ve uğraştım. Hala da yardım etti. Ona okutmadan birkaç kelimenin yazımı hakkında bilgi aldım. Koyu yeşil kaplı bir kitap okuyor. Umarım resimli hikâye kitaplarımı da alıp çabucak gelirsin baba. Sevgiler... 3 Şubat 1978 Rüyamda seni gördüm baba. Yine gidiyordun. Ben yine ağlıyordum. Uyandığımda yastığım ve saçlarım ıslaktı. Perdeyi çekip başımı pencereye dayadım ve dışarıyı seyrettim. Yanımda olsaydın da yine sobalı odada yatsaydık diye düşündüm. Ama kimseye söylemedim. Orada yatmak istediğimi zannederler diye sustum. Babaanne sobaya odun atarken onu izlemeyi seviyorum. Yalnız kalmak hoşuma gitmiyor. Amcalar işe gitti. Mustafa biraz hastaydı. Karnı ağrıyordu. Yenge sütün üstündeki şeylerin hepsini yediği için ona kızdı. Kuymak... Hayır, kaymak. Bütün kaymakları yemiş ve bu yüzden karnı ağrımış. Yanında oturdum ve onunla konuşmaya çalıştım. Yorganın altında dönüp duruyordu. Kaşları gözlerinin üstüne düşmüştü. Hani kızınca sen yapıyordun ya, öyleydi. Ben de onu bırakıp bebekle oynadım. Yenge bana teşekkür etti. Böyle yapınca ona yardım etmiş oluyormuşum. Babaanne bahçeye çıkıp otlarla uğraştı. Her tarafı çamur içindeydi. Kapının önündeki sarmaşıklardan salatalık buldu ve bana verdi. Uç kısımları biraz acıydı ama ortası kıtır kıtırdı. Naneleri kopardı ve onları beyaz bir bezin üstüne serdi. Kurutacakmış ve kavanozun içine koyup yemeklere katacakmış. Kapının önündeki basamağa oturdu ve sobanın üstünde su kaynayana kadar içeriye girmedi. Biraz konuştuk ve seni özlediğimizden bahsettik. Bana başka sorular da sordu. Evimizden bahsettim. Senin işini anlattım. Üzüldü ve benim anlayamadığım şeyler söyledi. Sonra temizlenmek için içeriye gitti. Mektubumu Bay Felix'e verdin mi? Merak ediyorum. Beni özleyecektir, bundan eminim. Keşke buraya gelebilse. Köyümüzde yürüyüş yapmaktan keyif alırdı. Dede arka tarafta çay içiyor. Akşama ateş yakacakmış. Amcalar gelirken et getirecekmiş. Pişirip yiyecekmişiz. Meryem teyze de gelecekmiş. Yasemin annesinden önce geldi ve evde kek pişirdiklerini söyledi. Ona fazla yaklaşmadım. Bilerek yanıma gelmediğini sanıyordum. Ama dün halasının yanına gittiği için gelemediğini öğrendiğimde yaptığımın kötülük olduğunu düşündüm. Yasemin'e yaklaştım ve onun hakkında aklımdan geçenleri söyledim. Önce kızar gibi oldu. Sonra barıştık. Burada kaldığım için mutlu olmuş. İstediğimiz kadar oyun oynarmışız. Annesi bize bebek dikermiş. Umarım gelirken bebeklerimi getirirsin baba. Onlardan Yasemin'e de veririm. Gülcan'a vermek istemiyorum. Bu gün ağlayarak bir elbiseyi yırttı. Üstelik elbise benimdi. Annesi bir kere giydirmek için benden istemişti. Keşke izin vermeseydim. Bundan sonra onunla eşyalarımı paylaşmak istediğimi zannetmiyorum. Sevgiler... *** Azize defterini ve ucunu sivrilttiği kalemi, halasının onun için ayırdığı küçük çekmeceye koydu. Günler geçecekti. Hisler belki silinecekti. Babasına anlatacaklarını unutmamak için böyle güzel bir fikir bulmuşlardı. Her gün bir kutu boyayacakları gün takvimi de defterin arasındaydı. Küçük bir çocuğun çarpık yazısı, büyüklüklerini ayarlayamadığı harfleri yine de okunaklıydı. Elinde tuttuğu sözlükle bir sayfayı yazmak epey zamanını alıyordu. Ama az hatalı cümleler, yeni ezberlenen kelimelerle babasını karşıladığında göreceği memnuniyeti hayal ediyor ve çektiği zahmeti hiçe sayıyordu. |
0% |