@yesilkutuphane61
|
Durmak, zamanın ortasında ya da bir köprüde. Taze ayak izleri aramak ya da tanıdık kokular. Aradan günler geçmemiş gibi, o araba oradaymış da babalar binmemiş gibi beklemek. Bodur çalıların arasından elinde valiziyle çıkıp geleceğine inanmak. Vedaları seyretmiş, elleri göğe değmiş ağaçları yalanlamak. Nihayet kalp bulutlanana kadar dayanmak. Gözlere söz geçirememek. Başka coğrafyanın yağmurlarını hissetmek teninde. Yaşından erken telaşlara kapılmak kervan geçmeyen illerde... Kimseye haber vermeden, sırf bir rüya gerçek olur diye koştura koştura köprüye varmıştı Azize. Babası bıraktığı yerdeydi uykusunda, ya gitmişti ya dönmüştü. Orası biraz karışıktı. Ama kucaklaştıklarında başka âlemde, günlerin bağlarını koparıp atmıştı yüreğinden. Dayanmak öyle kolay değildi yazılıp çizildiği kadar. Birden acıyan gözlere, sorgulayan kalbe, üşüyen ellere beklediğinden başkası deva olmuyordu. Köprünün kenarında, dirseklerini dizlerine dayamış halde oturuyordu. Ne gelen vardı ne giden. Fakat öyle bir inançla koşmuştu ki köprüye, zaman kavramının rüyalarda işlemediği dünyaların birinde olmadığını fark etmesi epey zamanını alacağa benziyordu. Bir ara köye yanaşan bir araba gördü. Hevesle ayağa kalktı, araç yolunu değiştirip gözden kaybolana kadar bekledi. Çenesi titredi, gözleri doldu. Terk edilmiş, hiç sevilmemiş hissetti. Babasına yazamayacağı en acı hisler kalbini ezdi. Evden kovulmuş kedi yavrularının mahzunluğuyla yürüyüp biraz, ilerideki küçük çalılığın dibine oturdu. Hep gülecek değildi ya, tadını almadığı yemekleri doyana kadar yiyecek değildi. Tahammül etmek dedikleri, ne de zordu. "Azize!" Arkasından gelen yumuşak sesi duyunca, üşümüş ellerini yanaklarına hoyratça bastırıp yüzünü kuruladı. "Azize, sensin değil mi?" Sesin sahibi iyice yaklaştı, omzuna dokundu. Azize dönüp kendisini endişeyle seyreden kıza baktı. "Çok şükür buradasın. Nenene haber vermemişsin, korktu kadın." Çocuk çevik bir hamleyle geriye çekilip omzundaki elden kurtuldu ve ayaklandı. Olabildiğince sert bakıyordu Zeynep'e. Babasıyla arasına mesafe sokan kızla, babasının gittiği köprüde baş başalardı. "Dokunma!" diye bağırdı. Zeynep beklemediği bu tepki karşısında şaşırıp duraksadı. Ne diyeceğini bilemedi. "Mutlu musun? Senin yüzünden gitti babam!" Azize doya doya ağlayamıyordu ama öfke hakkında bir yasak duymamıştı babasının ağzından. O da bağırıp çağırarak içini dökmeyi deneyimliyordu şimdi. Soğuktan yanakları kızarmış, kara gözleri küçük çocuğun ithamı karşısında dolmuş Zeynep ablası pek de kibar olmayan yollarla içini dökeceği kişiydi. "Keşke buraya hiç gelmeseydik! Keşke evlenmeseydiniz! Senin yüzünden beni burada bırakıp gitti. Evimiz uzakta kaldı..." Dayanamadı, tutamadı kendini hıçkırarak ağlamaya başladı. "Ben uzakta kaldım" dedi boğuk bir sesle. Zeynep bu gidişe sebep olduğunu bilmiyordu. O henüz izleri geçmeye başlayan yaralarıyla, en az Azize kadar habersizdi haklarında yapılan planlardan. Küçük kızın iki eliyle yüzünü kapatışı ve saklanmak ister gibi başını öne eğişi karşısında çaresiz hissetti kendini. Özlemini ve sevgisini haykırabilen şu küçük kalbe imrendi. Kızamadı Mehmet'in geride bıraktığı birine. Öyle ya, yılın bu vakitleri hep don vururdu çiçeklere. Yutkunup kıza yaklaştı. Çekinerek yeniden uzattı ellerini. Azize inat etti yine. Kıvırcık saçlarına hayran olduğu Zeynep'in, yüzünü görmesini istemedi. Ama Zeynep, Mehmet'in emanetinden uzaklaşmadı. Onun müsaadesi olmadan küçük bedenine sarıldı. "Tamam Azize" dedi şefkatle "ağlama bu kadar, baban gelecek yakında." Emanetin sırtını sıvazladı körpe yüreğiyle. Tüm kötülükler arasında, gizli sevdalar yetiştirmişti Zeynep. Bir kıtayı keşfeder gibi öğrenmişti sevmeyi. Yavaş yavaş, değer vererek. Bir renge, onu üstlenmiş çiçeğe, yaprağına konmuş kelebeğe, onu kovalayan köpeğe, korkup kaçan çocuğa, düşecek diye endişe eden annesine bakarak büyütmüştü sevdasını. Söküp atar gibi, azaltmaya niyetlenir gibi bağrından alıp atmıştı toprağa. Yeşerecek baharları, çoğaldıkça çoğalan tohumları çekimser kapıların ardından seyretmişti. Yine dokunmak istedi bir kalbe, bu sefer büyümek niyetiyle. "Erken geleceğim dedi, söz verdi. Tutar baban sözünü, öyle değil mi?" Kollarının arasındaki baş biraz sonra hafifçe sallandı. Gözyaşları dursa da bedeni küçük küçük sallanıyordu. On dakika daha temiz hava alsa, elini yüzünü yıkasa sakinleşirdi. "Gel çeşmenin yanına gidelim. Yüzünü yıkarız." Kollarını gevşetti Zeynep. Hava soğuktu, Azize de üstüne ince bir hırka giymişti sadece. Derenin üstü, ağaçsız yolun kenarı rüzgârın en sert estiği yerlerdendi. Sırtındaki peştamalı çıkartıp Azize'nin boynuna doladı. Hâlâ mesafeliydi yaklaşımı, kızın sert tepkilerine maruz kalmak istemiyordu. Üzülmek hem de daima... Her gülün dikeniyle paramparça olmak hem de her lahza... "Üşümezsin böyle. Evde de sobanın arkasına oturunca sıcacık olursun." Kızdan cevap gelmiyordu, kendi kendine konuşuyormuş gibi hissetti. Gerçi öyle içerlemezdi yüzüne bakmayana ama siması Mehmet'i andıran bu kız dert ortağıydı. Yürüdüler bir müddet yan yana. Azize az önceki öfke halinden sıyrılmıştı. O derece bağırabildiğinden de habersizdi üstelik. Okulda çocuk kavgaları olmuştu elbette ama böyle içten, böyle kızarak birine karşı çıkmak ilk kez yaptığı bir şeydi. Fakat hoşuna gitmemişti. Sert esen rüzgârdan sonra, saçına gözüne toz toprak bulaşmış gibi hissediyordu. Babasının Zeynep yüzünden gittiğini düşünse de, köprüde yaşanılanları yapmayı kafasında tasarlamıyordu. Uzağında yürüdüğü kıvırcık saçlı ablanın duruşu, birden bire mahzun göründü gözüne. Kavgasına karşılık verse, şefkatli bir sarılış yüzünden çektiği vicdan azabı silinir giderdi. "Gel bakalım, yıkayalım yüzünü." Çeşmenin önünde durup ellerini yıkayan Zeynep'e olumsuz anlamda başını salladı. Sırtındaki şala sarınmış, henüz ısınırken ve yüzünün gözünün kıpkırmızı olduğundan habersizken soğuk suyla temas etmek istemiyordu. "İstemiyor musun? Tamam, gel gidelim." Zeynep'in anlayışlı tavırlarına karşın çatık kaşları eski formunu alıyordu. Birkaç yudum su içip ellerini silkelemesini seyretti. Sonra eve doğru sessizce yürüdüler. Ot toplamaya dereye inmiş Zeynep, Azize için sepetini bir çaylığın kenarına bırakmış, emaneti yerine teslim etmişti. Önce torununa sonra müstakbel gelinine sarılan Rahime hanım, derin bir oh çekti. Oğulları da köyün yokuşlu yollarından döndüklerinde, kaçağın bulunmuş olduğuna sevineceklerdi. Ninesinin ağzını açıp açıp kapattığını gören Azize için tedirgin dakikalar yaşanıyordu. Yüzünün halinden habersizdi tabi. Ama onu gören, tek kelimeyle bile üzerine gitmenin günah olduğunu düşünürdü. Kıymetli, gün geçtikçe sevilen bir emanetti o. Yokluğuyla korkutmuştu. "Hayde hayde, ısının da sıcak çay doldurayım size." Azize çay içecek halde değildi. Zeynep bu sefer çekinerek girdiği evde yalnızca küçük kızın iyi olduğunu görmek için duruyordu. Toparlanıp koltuğun kenarına konulmuş peştamalı aldı. "Ben gideyim Rahime teyze. Zahmet etme sen." "Yok, ne zahmeti? Üşümüşsünüzdür, içiniz ısınır." Rahime hanım kızın kolundan tuttu gitmesin diye. "Dereye inmem lazım teyze. Sepetim, orağım orada. Ot kesecektim de..." Bu havada kızı ot kesmeye göndermek insafsızlıktı. Oğlunun buz gibi havada inşaatta çalıştığını bilmediğinden, Zeynep'e acıdı ama gidişini kabullenmekten başka bir şey gelmedi elinden. Artık başka gözle bakıyordu ona, ne de olsa bu evde yaşayacak gelini olacaktı. Hem Azize'yi de bulmuş getirmişti. Hayır dualarını hak ediyordu. Oğlu tez zamanda dönseydi de, İlyas'ın zulmünden Zeynep'i kurtarsaydı. Peki ya dağlılar, onlar rahat bırakırlar mıydı bu gençleri? Sobanın arkasından küçük bir öksürük sesi gelince, düşünceleri dağıldı yaşlı kadının. *** Soğuk sebebiyle hastaydı Azize. Ona verilen ve yatağa çevrilen divanda, üstünde yorganıyla yatıyordu. Bitkin ve solgun yüzü uyurken bile huzursuzdu. Kendini bırakmış gibi değil de, kızıp kaşlarını çatmış gibi uyuyordu. Hele sirke ve su karışımına batırılmış ıslak bez alnına konulunca iyice rahatsız oluyordu. Hastalık korkulacak şey değildi köydekiler için. Çocuğu biraz terletseler, dinlendirseler sabaha ayaklanmış bulurlardı. Buranın havasına alışkındı insanlar. Ama Azize farklıydı, huyu suyu bilinmez bir kızdı. Hastalık ilerler mi, durum kötüleşir mi, ayaklanır mı? "Bilsaydum köprüye gittiğini, kapılari kitlerdum!" Rahime hanım elinin tersiyle kızın ateşini kontrol edip homurdandı. Sabaha ayaklansaydı bari. Mehmet gideli, çocuğu yatağa düşürdüler diye konuşan komşulara malzeme vermeselerdi. Anlatılmazdı kimseye ufak bir hastalık. Ufak olup olmadığını da sabaha göreceklerdi gerçi. "Kapıları kilitlemenin faydası ne? Çocuk yolunu bulsa uçağa atlayıp babasının yanına gidecek. Her gece abimin adını sayıklıyor. Ne kendine kız ne de Azize'ye. Bu olanların tüm suçlusu abim." Çiçek annesinin söylenmelerinden sıkılmıştı. Abisinin planlarına, isteklerine göre hareket etmekten hoşlanmıyordu. Annesinin acı çeken ama aynı zamanda kendini feda eden tavırları da içindeki öfkeyi kabartıyordu. Senelerdir aynı terane! "Öyle dema, bu sefer geri gelecek. Düzen kuracak burada, evlenecek." "Öyle deme böyle deme. Yalan mı söylediklerim? Önce gideceğim, kızı burada bırakacağım dedi. Sonra evleneceğim burada kalacağım ama şimdi gitmem lazım dedi. Günde kırk tane plan yapıyor. Hadi biz artık alıştık ona, şu kızın ne günahı var? Odama geldiği ilk geceden beri seyrediyorum onu, ne annesi yanında ne babası. Ağlayacak ağlayamıyor, sıkıntısı var, rahat uyuyamıyor. Yazık günah değil mi bu yaşta?" Rahime hanım oğlunun kabahatini bilmiyor değildi. Her konuşmada yüzüne vuruyordu zaten. Ama şimdi geride bıraktığı bir çocuk vardı ve hastaydı. Oturup Mehmet'in kabahatlerini konuşmak zamanı mıydı? "Ben bir mutfağa bakayım, çorba yaparum kıza" diyerek kalktı yerinden. Çiçek'le konuşamayacak kadar doluydu kafası. Küçük emanetle meşguldü şimdi. Kızının söylemlerinin yarısını haklı buluyor diğer yarısını da hiç anlam veremediği felsefik konuşmalar olarak yorumluyordu. Yaşını başını almışlığını bahane ederek kapıları vurup çıkıp gidiyordu. Çiçek yerinden kalkıp yeğeninin yanına gitti. Yüzünü seyretti acıyarak. "Seni hiç anlamayacak insanların yanında büyüyeceksin küçüğüm" dedi. "Ruhunu kafeslere koyacaklar, hayallerini duymayacaklar bile. İyi bir başlangıç yapmıştın fakat dönüp dolaşıp babanın kaçtığı topraklara geldin. Doğup, çalışıp, ölen insanlardan olmazsın umarım. Hayat kelimesinin içini doldurarak, anlamlar arayarak yaşarsın. Bir hedef, bir amaç bulursun kendine. Aksi halde acırım sana." Azize başında içini döken halasının söylediği hiçbir şeyi anlamasa da bir rüyada babasının yanında olduğunu zannederek elini uzatmaya çalıştı. "Baba, geldin mi?" Çiçek bu cansız harekete karşılık vermedi ve başını kaldırıp pencerenin ardına baktı. "Baban gelmemek üzere giden ve sözünde durmayan biri Azize. Umarım senin için geriye döner." Son söylediğini kendisi bile zor duydu. *** 10 Şubat Keşke burada telefon olsaydı. Ya da uyandığım sabahların birinde bana gönderdiğin mektubu okusam. İçine de fotoğraf koysan güzel olurdu. Seni hep rüyamda görüyorum. Uyandığımda da yalnız hissediyorum. Almanya çok yakın olsaydı ve bir bisikletle oraya gelebilseydim bütün üzüntülerim geçerdi. Birkaç gündür hastaydım, çok uyudum ve yattım. Yasemin ziyaretime geldi ve benimle sohbet etti. Oturmalı oyunlar oynadık. Latif de geldi ama işi olduğu için fazla kalmadı. Kapının önünden elini salladı ve köklerinde toprak olan çiçekler getirdi. Babanne bana küçük teneke kutu verdi. İçine biraz su döktük ve çiçeklerle birlikte pencerenin önüne koyduk. Latif'in, tıpkı büyüklere olduğu gibi bana çiçek getirmesi çok hoşuma gitti. Dede bir sürü meyve; muz, elma, portakal aldı ama yemek istemedim. Köprüde çok beklediğim için hasta olmuşum. Yapmaması gerekenleri çok yapan çocuklara kızıldığını biliyorum. Mesela Mustafa çok kaymak yedi diye kızmışlardı. Ama bana hiçbir şey söylemediler. Hatta çok iyi davrandılar ve odaya gelip şaka yaptılar. Hala bile güldü. Amca bize bisküvi getirdi. Mustafa yerken yorganıma döktü. Babanne dedi ki yatağa yemek dökersek çarpılırmışız. Ne demek istediğini ve nasıl çarpılacağımızı anlayamadım. Sordum ama cevap vermedi. Yatakta yemek yenmezmiş ve pis olurmuş. Uyurken bizi rahatsız edermiş. Hala da böyle söyledi. 11 Şubat Seninle bir sırrımı paylaşmam gerek. Geçen gün köprüde bir şey oldu. Zeynep abla yanıma gelmişti ve hem beni bulduğu için hem de onun yüzünden gittiğin için ona çok bağırdım. Çok kızdığım için de ağladım. Ama o bana sarıldı ve üşümeyeyim diye sırtındaki kırmızı siyah çizgili örtüyü verdi. Benimle ilgilendi. Kabalık ettim ve onu üzdüm. Onu ilk gördüğümde sevmiştim. Ama sonra sen gittin ve kızdım. Zeynep abla yüzünden burada kalmayı hâlâ istemiyorum. Keşke evlenmeseniz. Gece rüyamda Zeynep ablayı ağlarken gördüm. Uyandığımda benim yüzümden olduğunu düşündüm. Babasının ona kötü davrandığını biliyorum. Kendimi bir anda babası gibi hissettim ve erkenden onun yanına gittim. Evde değildi, ineklerin yanına indiğini söylediler. Dikkatli basarak toprak yoldan geçtim ve evin altındaki inek evine girdim. Elinde bir kova vardı ve beni görünce şaşırdı. Beni iyi gördüğü için sevindiğini söyledi. Ama ben hemen konuşamadım. İnsan suçlu olunca, sessiz oluyor baba. Sonra cesaretimi topladım ve gözlerimi kapattım. "Özür dilerim" dedim. Bana verdiğin çikolatayı Zeynep ablaya uzattım. Paketin şekli biraz bozulmuştu ama hiç kötü bir şey söylemeden aldı ve teşekkür etti. Küsmemişiz ve arkadaşmışız. Biraz gülümsedi ve yanıma yaklaştı. Daha fazla konuşmadım. Bağırdığım için üzgündüm ama hâlâ evlenmenizi istemediğimden orada durmadım. Yine de barıştığımız için mutluydum. Bunu seninle paylaşmak istedim. İçimin rahat olduğunu bilmen beni mutlu eder. Yasemin'e bundan bahsetmeyeceğim ya da başka birine. Çünkü bu sadece üçümüz arasında. Öyle kalmalı. Babaanne kelimesini iki a ile yazmam gerekiyormuş. Yağmur, yazarken de ğ'yi unutmamalıyım. Bunlar benim zorlanmama sebep oluyor. Ama öğreniyorum. Halaya soruyorum. O çok şey biliyor. Bazen yazdığım yanlış kelimeleri görünce gülüyor. Dedi ki "dalga geçmek için gülmüyorum, yazıların hoşuma gidiyor." O zaman üzülmüyorum. 12 Şubat Burada okul açılmış baba. Üç gün önce hem de. Bu en kısa semesterferien (yarıyıl tatili). Bunun Türkçesi nedir? Tatil ama kısa olanı. Bilmiyorum, hala gelince soracağım. Keşke tatil biraz daha uzun olsaydı. Yasemin, Latif ve Mustafa bu gün okula gitti. Ben gitmek istemedim. Defter ve kalem verdiler ama onlardan kaçtım. Eski okulumu ve arkadaşlarımı istiyorum. Lütfen baba, buraya taşınmayalım. Kitaplarımı, renkli kalemleri özlüyorum. Babaanne bana ısrar etti, çok fazla konuştu. Sonra yenge geldi. Onu kırmayı hiç istemiyorum. Bana güzel şeyler söylüyor, saçlarımı seviyor ve sarılıyor. Kalbimde hareketler hissediyorum. Yarın okula gideceğim. Çünkü söz verdim. Mustafa, Latif ve Yasemin'le birlikte gideceğiz. Diğer çocuklarla da tanışacağım. Aklım kötü şeylerle dolu. Büyükler olmadan okula nasıl gideceğiz? Yakında mı acaba? Güzel ve büyük bir yer mi? Duvarları renkli mi? Yarına kadar bunları düşüneceğim. Davut hocanın verdiği küçük kitaptaki yazıları okumaya çalışacağım. Biraz dua ezberlerim belki. Sevgiler
|
0% |