Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2-|Turnalar Gi̇tmesi̇n!

@zeraakgnn

Ortalığı birbirine katıyordu kara oğlan, peşindeyse anasının yüksek sesi, dualı lâkin bir o kadar sert dili: “düşmeyesin oğul!” diye iyi dileklerde bulunuyor, bir miktar da uyarı veriyordu.

“Kulaklarından tutup ipe asacağım vallahi! Gel buraya Turna!”
Kısa bir süreliğine izni vardı, onda da hemen oğluna yemek yedirecek ve tekrar işinin başına dönecekti. Aceleyle, ağacın dalına konmuş güvercine gitmekte olan oğlunun peşine takıldı.“Turna! Yapma yavrum! Dinle sözümü!”

“Sen ye ana, ben aç değilim!”
Seher kadın iki elini kalbine yasladı ve başını hafifçe yukarı kaldırdı.

“Ah anam, ah! Ne demek aç değilim? Sabahtan beri ağzına ne girdi ki?!”
Ve gözleri kısıldı.

“Turna?”

Sekiz yaşındaki oğlu, gözlerini güvercinden ayırmadan anasının hesapçı ses tonuna yanıt verdi.

“He?”

“Yine gofret paketini mi tutuşturdular eline?”

Turna, yakalanmanın verdiği telaşla bir anda tırmandı ağaca. Dilini ısırdı, o yemeği yiyeydi de aç değilim demeyeydi...
“Ana valla yemeyecektim! Ahmet ağa bana öyle gülümseyince, bir baktım gofretler mideme inivermiş!”

“Bir baktın midene inivermiş he Turna!”

“Hee...”

Turna dudak büzerek baktı anasına, bir ümit yumuşar diye. Seher kadın ise, iriliği babasına çekmiş olan oğlunun yanına ulaşıp kollarından tuttu, zar zor çekti ağaçtan. İriydi kemikleri bu çocuğun, doğduğu günden beri de şeytan kulağına kurşun, hızla büyümüştü. Zaman zaman nazara da gelmişti tabii... Seher kadının dilinden düşmezdi bu yüzden ayetler, sık sık okurdu oğlunun üzerine.
“Şimdi bir bakacağız bu yemekte midene inivermiş, he yavrum!”

“Ama ana! Ben sevmiyorum bulguru!”


“Yok anam, mis gibi yaptık bu sefer. Parmaklarını yiyeceksin!”

“Bırak ana yav, bir parmaklarım kaldı yemediğim!”

Ağrıyan belini tuttu Seher kadın.
“Ne de ağırlaştın evladım, yürüsene!”

“Sen yemeği bir bakışta mideme indiriverirsen nasıl zayıf kalacağım?”

Cevap gelmedi Seher’den. Ve Turna bir baktı ki yere oturuvermiş... Sızlana sızlana anasının ağzına tıkıştırdığı yemekleri yemiş, üzerine de neredeyse bir şişe su içmiş. Tam bu anda Seher kadının bakışları balkondaki kadına kaydı.
Ahmet ağanın gelini Zeynep, gözlerini kısmış hâlde bakıyordu Turna’ya. Seher’in içi buruldu.
Sesi, içindeki burukluktan dolayı kısıldı.
“Yavaş iç oğul,” dedi. “Karnın ağrımasın.”

Zeynep hanımın dediği birçok söze kulak misafiri olmuştu Seher. Oğlunun boğazına gidiyor bütün çalıştığı mı dememişti, bu oğlan onun başını yiyecek bir gün mü dememişti, saldım çayıra mevlam kayıra büyüyen çocuk anca bu kadar terbiyeli olurdu zaten mi dememişti. Demişti de demişti Zeynep hanım... Seher, bu sözlerin ardından da oğlunun başına nasıl belalar geldiğine şahit olmuştu. Ne istiyordu oğlunun yediklerinden bu kadın? Onun başına mı düşmüştü sanki?

Turna, anasının sözünü dinleyipte yavaşça içti kalan suyu. Ardından hızla ayağa kalktı, güvercin gideli epey olmuştu, Turna’ya da yakalayacak kuş kalmamıştı.
“Gördün mü ana?” diye yükseldi. “Kuşcağız aç karnına uçtu!”
Seher kadın az önceki bozuk moralini unuttu, güldü oğlunun sözlerine.
“Bulur o yemeğini oğlum.”

Turna, asabiydi. Merhameti de epey vardı ancak bu tür konularda sıkça sinirlenir, anası da dahil olmak üzere herkese hemen küsebilirdi. Gülen anasına kendince trip atıp geride bıraktı ve güneşin tüm ışığını üzerine saldığı ağacın dibine oturdu. Esmer tenine yayılan sıcaklığı umursamadan, ayağındaki terliğin sıcaklığına sövmeden önünde bağladı ellerini. Öfkeyle soluyordu sadece, Ahmet ağanın torunu olan Sina ağabeyine götürecekti yakaladığı kuşu! Sina ağabeyi de onun başını okşayacak, onunla beraber bir vakit oynayacaktı ne güzel.

“Yedim de ne oldu sanki!” Kalbine baskı uygulayan öfkesi onu zorla nefes vermeye itti. “Zaten aç değildim!”

Turna bir o yana, bir bu yana döndü durdu. Toprağa vurmak için kaldırdı ayağını ancak öfkesini ezdi tam bu noktada, yapamazdı, edemezdi, haddini aşamazdı. Ahmet ağanın toprağıydı bura. Hırsını topraktan çıkarmak ne haddineydi?

Bir yahut iki karış kaldırdı başını göğe. “Allah’ım, ne yapacağım ben şimdi?”

Söylendi durdu, gördüğü ağaca da kızdı, önünden geçen karınca sürüsüne de. Sonraa, sonra biraz da ulaşmasının zinhar mümkün olmadığı gökte sevinçle uçan kuşlara. Turna’nın bakışları, vehleten balkonda sigara içmekte olan Zeynep hanıma kaydı. Tüm dikkati dağıldı o an, bir saniye bile üzerinden ayrılmayan bu bakışlar sonrası yine her zaman olduğu gibi huzursuzlandı. Hoşlanmıyordu bu kadından Turna. Bu kadında fazla itici bulduğu bir şey vardı ki, ona her baktığında kendini dış kapının dış mandalı biliyordu. Lâkin hayattaki tek tecrübesi kuşlara yaklaşırken çok ses çıkarmaması gerektiği olduğundan ötürü, ona böyle hissettiren şeyin ne olduğunu bulamıyordu.

Turna, bakışlarını kadından çekip etrafta gezdirdi. Anasını bulup yanına koşmaktı niyeti, ancak anasının dizinin dibindeyken işlemiyordu Zeynep hanımın kin dolu bakışları kalbine. Fakat bulamadı, en son elindeki sofrayla içeri geçmişti, ondan sonra da dönüşü olmadı.

Yer yer suyun bulaştığı toprağa basmamaya özen göstererek, çardakların olduğu yere vardı Turna. Ayağındaki terlikleri bir kenara bıraktı, ardından yalın ayakla yürümeye başladı betona doğru.
“Bir gelesin hele yukarıya kara oğlan,” diye seslendi bir ses, ancak tanıdığı sesle yüzünü ekşitti Turna. Allah bilir yine ne isteyecekti bu kadın?

“Geliyorum,” diye cevap verdi. Sıcak betonun üzerindeki minik taşlara basmamaya özen göstererek koştu merdivenlere. Onu çağıran, Zeynep hanımın misafir demeye bin şahit gerek olan ablası Melike hanım idi. Geldiği gün otururdu üzeri çatıyla kaplı olan damda, ondan sonra da bitmezdi isteği. Fındığından fıstığından tut, mandalinasından karpuzuna kadar.
“Turna şunu getir, Turna söyle anana bana şunu hazırlasın, Turna söyle Zeynep’e artık yukarı gelsin, Turna git şu parayla bakkaldan bana şunu al. Turna, canım dondurma çekti, hava da sıcak, Turna aşağıdan telefonumu getir, Turna şunu yap, Turna bunu yap. Zıkkımın kökü, ziftin peki...” Turna, beyninde yankı bulan seslere kapıyı göstererek çıkmalarını emretti, ve Melike hanımın oturduğu minderin yanına ulaştı.

“Buyurasın hanımım.”

“Heee...” dedi Melike. “Buyurayım tabii.”
Turna’nın sözlerinin ardından yüzünde can bulan sırıtış, onun ne denli basit ve görmemiş bir kadın olduğunu haykırmaktaydı. Turna da bunun farkındaydı ancak tek başına kaldığı vakitlerde yalnızca başını sallıyor, ara sıra da sessizce gülüyordu tavırlarına.
“Canım baklava çekti. Soğuktur herhal, git anana söyle de iki dilim koyuversin.”

Dudaklarını dişledi Turna. ‘Ne de basit’ diye geçirdi içinden. ‘Ben kendi evimde dahi utanırım böyle yiyip içmeye’ diye de ekledi. Bu kadın, tüm gün evinde horul horul horlayan beceriksiz kocasından görmediğini bu evde görüyordu, bundan ötürüdür ki artık misafir olarak değil, bu evin istenmeyen bir ferdi olarak kabul ediliyordu.

“Dur hele Turna, ben seni başka bir şey için çağırdıydım!”
Arkasını dönüp gitmekte olan Turna, var gücüyle durdu. “Ne için?” diye sordu onu hızla ve hırsla durduran kadına.

Kadının bakışları usul usul yan tarafa kaydı. Ahırın damına...
“Bak,” dedi. “Turnalar yuva yapmış.”

Turna’nın gözleri parladı bir an, kuşların yanına sessizce adımlamak kuralını unuttu.

Yıllarca anlatmıştı anası, lâkin hiç görmemişti ismini aldığı kuş türünü Turna. Oysa bu bölgede uçuşan kuşların türlerine fazlasıyla hakimdi!
Damın iki metre aşağısında biten ahırın tepesine atladı Turna.
Fakat ürküpte kaçmadı kuş. Bakışları, bir anlamla birleşti. Turna’nın katran karası gözlerine nazaran, al gözlere sahip olan gözleri vardı telli turnanın. Boyun bölgesi karaydı, Turna’nınki de öyle değil miydi? Ellerim beyazken yüzüm neden böyle kara demez miydi hep Turna? Başının hemen aşağısından itibaren beyaza bürünüyordu telli turna.

Turna’nın gözlerinden bir yaş firar etti. Mutluluktan mı yoksa turnaya bakmaktan kırpmayı unuttuğu gözlerinin acımasından dolayı mıydı bu yaş bilemedi. Bir adım attı öne doğru, yakalamak değildi amacı. Yalnızca ulaşmak, bir kez olsun başını okşamak. Anasının derdini dinleyen bu müthiş yaratılmışlara hayranlıkla bakmak. Ve de annesinin öğrettiği tefekkürü bir de turnalar üzerinde denemek...

Gözleri kırmızı, Rabbimin sanatı... Koca gagası var, insanoğlununki gibi bir ağza sahip olsa avını avlayamaz, ne su içebilir ne de yemek yiyebilir. Koca kanatları var, uzunca ancak epey de ince bacaklara sahip. Kalın bacakları olsa nasıl taşır, kalın bacaklarıyla nerelere rahatça konabilir? Epey de narince, zemheriye gelemez, konar göçer. SûbhanAllah... SûbhanAllah!
Sahi, kış yaklaştı öyle değil mi? Şunun şurasında kaldı iki yahut üç ay. Kışlar gelmesin, turnalar gitmesin!

Bir silah sesi duyuldu ardından.

Turna kuşu uçtu,

Kış mı geldi,

Turna korktu,

Zemheri buldu Seher’i,

Seher’in yüreğindeki zemheri, yüreğinin en güzel köşesinde sarıp sarmaladığı minik yavrusuna da ulaştı,

Seher kadın, gönlü güzel, yüreği geniş, merhameti bol, gücü gözükmeyen lâkin epeyce kuvveti olan güzel kadın! Bağırdı, elindeki tabak çanak ne varsa yeri boyladı. Seher kadın, imtihanı ağır, sabrı bol, acısı Yusuf’un kuyusu misali koca olan. Seher kadın, tek varlığı yavrusu ve imanı olan, henüz yirmi beşinde, henüz güzelliğinin baharında, henüz gülüşüyle etrafa gül saçacak konumda.

Bulamadı Turna’sını. Bulamadı gül goncasını. Bağırdı, onunla beraber bir adam daha bağırdı. Ve silah sesleri göğe yükseldi,

Ne o? Gökteki kuşlar da mı kaçtı?

***

Bitişşş

İnstagram hesabım- zeraakgnnn

Kitappad hesabım- zeraakgnn

Takip etmeyi unutmayıınn✨🤙🏻


Loading...
0%