@zeyyahu
|
Gözlerimi açar açmaz başıma saplanan ağrıyla tekrar kapattım. Böyle bir acıyı ömrüm boyunca yaşamamıştım. Başımı ovmak için elimi kaldırdığımda bileğimdeki ağırlık ve birbirlerine sürtünen demir sesiyle ne olduğuna anlam veremeyerek gözlerimi azda olsa araladım. Boyumun yetişemeyeceği kadar yukarıda olan ama buna rağmen demirle örülmüş küçük pencereden sızan ay ışığının yardımıyla gördüğüm bileğimdeki zincire bir iki saniye anlam veremedim. Yattığım yerden doğrulup etrafıma bakmaya başladım. Eski bir yatağın üstündeydim bileğimdeki zincirin aynısından ayağımda da vardı. Yatağın hemen karşışında bir musluk ve yosun bağlamış pis kokan bir alaturka tuvalet vardı. Yüzümü buruşturdum nerdeydim ben böyle buraya nasıl gelmiştim hatırlamıyordum. Büyük demir kapıya yaklaşıp tüm güçümle ittirmeye başladım. Zerre etkisi olmadı açamayacağımı biliyordum zaten ama içimde kalmasın diye denemiştim. Son çare olarak birilerine seslenmeye karar verdim. "Hey! k-kimse var mı orda?" "Sessiz ol, birazdan gelirler." Hemen yan duvardan gelen fısıltıyla ilgimi oraya verdim. Onu göremiyordum ama sesinden çok korktuğu belli oluyordu. Bağırmayı bırakıp sesin geldiği duvara yaklaştım ve onun gibi fısıldamaya başladım. "Nerdeyiz biz? Kim gelecek? Neden zincirliy..." Daha soracak onca sorum olmasına rağmen araya girerek beni durdurdu. "Söylediklerimi anlamıyor musun sen sessiz ol!" "Ama..." "Şşt!" Sorularıma cevap alamayacağımı fark edince omuzlarım hayal kırıklığıyla düştü. Oflayıp sırtımı duvara dayayıp dizlerimi kendime çekerek oturdum. Ne kadar süre orda o şekilde oturdum bilmiyorum ama fark ettiğim bir detay vardı ki bu da burda sadece ben ve beni konuşturmayan kız dışında daha fazla insanın olmasıydı. Etraf o kadar sessizdi ki nefes seslerini duyabiliyordum.Sessizliğe alışmışken bu sefer beni susturan kız soru sordu. "Adını hatırlıyor musun?" "Ne? Tabiki hatırlıyo-..." Cümleyi tamamlayamadım. Çünkü ilk kalktığımdaki keskin ağrı geçmiş ve yerini büyük bir boşluğa bırakmıştı bunu yeni fark ediyordum. Adım neydi benim? Hatırlamıyordum! Gelen farkındalık beni dehşete düşürmüştü. Sadece adımı değil hiç bir şeyi hatırlamıyordum! Narin bir kıkırdama sonrası tekrar konuştu. "Sakin ol. Aramıza hoş geldin isimsiz burdaki hiç kimse bir şey hatırlamıyor." Duyduklarım daha da gerilmeme neden olurken neden güldüğünü anlamamıştım. "Onu rahat bırak 4" Çaprazdan gelen sesle sırtımı duvardan ayırıp onu görebilmek için demire yaklaştım. Karanlıktan pek bir şey görünmesede ellerini demire yaslamış bir kadın sülieti gördüm. Az önce fazlasıyla sessizlerdi ancak şimdi ne olduysa konuşmaya başlamışlardı. Tam ağzımı açıp sorularımı sıralayacakken yine susturuldum. Bu sefer gelen sesin sahibini göremedim ama tatlı bir ses tonu vardı bulunduğumuz ortama rağmen. "Sorularının cevabı bizde değil tatlım neden burda olduğumuzu biz de bilmiyoruz. Genelde gece gelir ve bizden bir kaç kişiyi alıp giderler. Hava aydınlanmaya başladı bu gün kimse gitmiyor anlaşılan" Etraftan onu onaylayan mırıltıların gelmesi kadının doğru söylediğini gösteriyordu. Havanın aydınlanıyor olması küçük pencereler yüzünden bizim pek de işimize yaramıyordu içerisi hala karanlıktı ama geceye göre daha iyiydi. Kendi aralarında konuşmaya başlamaları üzerimdeki gerginliği biraz da olsa almıştı. Neden burda olduğumu öğrenmek için gece gelenleri beklemek dışında yapabileceğim pek bir şey yoktu. ... Ayın doğmasıyla zindana tekrardan sessizlik çökmüştü. Çok susamıştım ne kadar denesemde o pis musluktan su içememiştim, beklemektende bunalmış en küçük ses kırıntısı için tetikte bekler olmuştum. Saniyeler dakikaları,dakikalar saatleri kovalarken beklediğim ses geldi. Büyük bir gürültüyle gıcırdayan bir kapının açılış sesiyle zindanın dört bir yanındaki meşaleler kendiliğinden alev aldı. Bu görüntü normal bir zamanda kaçmam için yetsede şuan bunu yapamayacağımın farkında olarak demir parmaklıklara bir adım daha yaklaşıp diğerlerini ve gelenleri görmeye çalıştım. Diğerleri benim aksine kapıdan uzaklaşmışdı ve hatta görebildiğim kadarıyla yatağının altına saklanmaya çalışanlar bile vardı. Dizlerimin titremesini göz ardı ederek yaklaşan adım seslerinin olduğu tarafa bakmaya başladım, demir parmaklıklardan tutmasam yere düşebilirdim. Az sonra görüş açıma giren siyah pelerinli beş kişinin gelmesi demiri tutan ellerimi sıkılaştırmama yetti ama buna rağmen gözlerimi kaçırmayıp onlara bakmaya devam ettim. Pelerin yüzlerinin çoğu kısmını örtüyor ancak bana bakıyor olduklarını gizleyemiyordu.Hepsi oldukca kalıplıydı ama en öndeki onlara göre daha büyük daha güçlü bir duruşu vardı sanırım liderleri oydu. Liderleri olduğuna karar verdiğim siyah pelerinlinin minik kafa hareketiyle arkasında duran diğer bir pelerinli benim olduğum tarafa doğru adım atınca demiri bırakıp bir adım geri attım. Bu onu duraklatsada beline astığı onlarca anahtarın içinden paslı bir anahtarı alıp kapımı açtı. Attığım adımlar sırtım duvarla buluşuncaya dek devam etti. Sakin adımlarla içeri girip bileklerimdeki zincirlerin bağlı olduğu duvardan kurtarıp eline alarak beni çekiştirmeye başladı. Bu çekiştirmeye rağmen etraf fazlasıyla sessizdi. Herkes sessizlik yemini etmiş gibiydi. Neler olduğunu merak ettiğimden ve susuzluktan dilim damağıma yapıştığından ne bağırıp çağırdım ne de gitmemek için bir direniş gösterdim uslu bir çoçuk gibi pelerinli liderini ben onu ve geri kalanlarıda beni takip etti. Taş duvarlarla kaplı uzun koridordan yürüyüp devasa boyuttaki bahçeye çıktık. Gece olmasına rağmen etraftaki meşaleler burayı içeriden daha aydınlık kılmıştı. Sanki 40 yıllık bir suçlunun cezasını çekip özgürlüğüne kavuşması gibi gökyüzüne bakıp derin bir nefes çektim içime tam geri verecekken gördüğüm devasa şatoyla nefesimi tutmuştum. Beni şatoya götürdüklerini görmek bi hayli şaşırtmıştı. Bu devirde şatomu vardı sahi hangi devirdeydik. Susuz olmam bile daha fazla susmama izin vermedi. "Hangi yıldayız?" Ses yok. "Neden pelerin, onun arkasından görebiliyor musun?" Hala ses yok. "Ayin mi yapcaksınız, Ay ben kurban mı olcam!" Bağırışımın ardından beşinin aynı anda durup bana dönmesiyle çenemi kapattım. Pek arkadaş canlısı olmadıkları kesin. 5 dakika sonra "Şato görünce insan kırmızı halı bekler, ne bilim karşılama senfonisi bekler hadi bunlar yok bari bi asansörünüz olsaydı bu kadar da geride kanılınmaz ki ama bu nedir daha ne kadar merdiven çıkacam ben" Söylenmelerime kimsenin kulak asmaması sinirlerimi bozsada merdiven çıkmaya devam ettim. 2 dakika sonra Zaten dar olan merdiven alanında hala ilerlemeye devam ediyorduk kendimi sağa sola vurmaktan kollarımın moraracağına emindim. Ben perişan haldeyken onlarda yorulmaya benzer en ufak bi gösterge yoktu. Nefes nefese bile kalmamışlardı. 7 dakika sonra En sonunda liderleri halime acıyıp- onları yavaşlattığım içinde olabilir- pelerinlilerden birinin sırtına çıkmamı istemişti. Hiç itiraz etmeden dediğini yapıp bu eziyete son vermişdim. Sonunda merdivenler bitmiş ve şaşalı beyaz bir koridora girmiştik. Koridorda birden fazla kapı olmasına rağmen en sondaki büyük buz rengindeki kapının önünde iki asker bekliyordu. Yaklaşan adımlarımızla askerlerden biri kapıyı acıp içeri girmemizi bekledi. Kapının ardında bir kütüphanenin olmasını beklemiyordum. Gerci ne beklemeliydim onu bile bilmiyorum. Rafların arasında ilerleyip önce sağ ve az sonra da sola döndük. Umarım nereye gittiğimizi biliyordur çünkü burası labirent gibiydi. Az ileride yaşlı bir adam olduğunu fark ettim masanın üstündeki kalın kitaplara bakıyordu. Adımlarımız onun olduğu masanın önünde dursada bizi umursamadan kitaplara bakmaya devam etti. Bana bakmamasını fırsat bilerek masanın üstündekilere göz gezdirmeye başladım. Kalın kitaplar ve kapaklarındaki değişik motifler ilgimi çekse de masada ki gri küreden gözlerimi ayıramadım. İçinde sürekli birşeylerin hareket ediyor olması bir ışık yanılsaması olmadığını sanki hapsedilmiş ve çıkmak için uğraşan bir varlığın olduğunu düşündürttü bana. "Doğru düşünüyorsun isimsiz" Yaşlı adamın kitapdan başını kaldırmadan konuşması kaşlarımı çatarak ona bakmama neden oldu.Zihnimi mi okumuştu o az önce. "Evet ben bir zihin okuyucusuyum. Önce sana unuttuklarını hatırlamanda yardım edeceğim sonra da hangi krallığın soyuna mensup olduğuna bakacağız." Yaşlı adamın her kelime sonundaki nefeslenmeleri söylediklerini anlamam için bana tanıdığı bir zaman dilimiydi ama gel gör ki bu benim için yeterli değildi. Arkamda duran siyah pelerinlilere ufak bir baş selamı verdi. Beni çekiştirerek buraya getiren pelerinli önce masanın yanındaki kahverengi sandalyeyi yerde sürüyerek arkama bıraktı. Oturmam için kolumdan tutup arkaya iteledi-salak değildim konuşsa zaten otururdum- zihnimden gecirdiklerimle yaşlı adam kafasını kitaptan kaldırıp bana bakmıştı. Oturmamla pelerinli bileklerimdeki ağırlıktan kurtardı beni. Çıkan zincirin yerleri kızarmıştı elimle bileklerimi ovalarken hala bana bakan yaşlı adamı göz hapsine aldım bu sefer. Su yeşili gözleri yüzündeki kırışık ve saçlarındaki aklara rağmen büyük bir canlılıkla parıldıyorlardı sanki zaman gözlerini es geçmiş vücuduna tezat bir şekilde gözlerindeki diriliği öldürmemişti. Mavi gömleği ve üstündeki aynı renk pelerini onu bilge biri görünümü vermişti. Gerçi geldiğimizden beri kafasını kitaptan kaldırmaması bu düşüncemi az da olsa destekliyordu. Benim onu incelediğim gibi o da beni inceliyordu. Yaşlı adam-artık ona Bilge diyecektim- elindeki kalın beyaz kitabı sakince kapatıp aynı titizlikle masanın üstüne yerleştirdi bu sırada pelerinlilerde çıkışa yönelmişti. Dakikalardır beynimde cirit atan soruların farkında olsada cevaplamıyor benim sormamı bekliyordu. Ben de nefes almadan sormaya başladım. "Ya her hangi bir krallığa ait değilsem o zaman ne olacak bana?" "Neden burdayım?" "Su içebilir miyim?" "Şato da kırmızı halı neden yok?" "Pelerinlerin arkasından görebiliyor musunuz ve o siyah pelerinliler kim?" "Su içebilir miyim?" "Ayin yapmadığınıza emin misiniz?" "Burası neresi?" "Su içebilir miyim?" "Krallığa mensup olduğumu nasıl anlayacaksınız?" "Ben de zihin okuyabilir miyim" "Su-..." Susmamın sebebi gözlerini kapatmış bu işkencenin son bulmasını bekleyen Bilgeyi fark etmemdi. Sessizliğimi fark edince gözlerini yavaşca aralayıp bıkkınca bana bakmaya başladı. "İşte bu yüzden insanlar yerine kitapları seçiyorum" Söylenmesine anlam verememiştim. Bilge masadan uzaklaşıp arkadaki tavana kadar uzanan raflardan yeşil üstünde değişik semboller olan bir kitabı eline aldı ve masanın üstüne koyup sayfalarını karıştırmaya başladı. Bir sayfada durdu ve ağır ağır gözlerini kelimelerin üstünde gezdirmeye başladı. Önce kısık sesle okuduğu satırları ardından yüksek sesle okumaya başladı. Bilge bağırdıkca kütüphanenin içinde rüzgarlar esmeye raflardaki kitapları tek tek devirmeye başladı. Saçlarım rüzgarın etkisiyle yüzümü kaplarken kaçma refleksiyle sandalyeden kalkıp nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başladım. Bilge kaçtığımı fark edemeyecek kadar transa girmiş yüksek sesle aynı kelimeleri tekrarlamaya devam ediyordu. Korkudan ve yolları tam hatırlayamadığımdan çıkışı bulamıyordum burası çok büyüktü. Buranın labirent gibi olduğunu söylemiştim! Herhangi bir raftan sağa döndüğümde gördüğüm taş duvarla geri çıkmak için hareketlendiğimde içimden birşey geçip gitti ne olduğunu anlayamasam da yaşadığım baş ağrısı ve uyuşma fazlasıyla tanıdıkdı. Dizlerimin üstüne çöküp iki elimle başıma bastırdım nefes alamıyordum, başımdaki doluluk inanılmaz bir acı veriyordu. Dakikalar süren acının yerini büyük bir yorgunluğa bıraktı ve hatıralarım birer birer bana geri döndü. "Adım Asu" Dudaklarımdan bir mırıltı olarak çıkan sözlerimden sonra gözlerimi tekrar ancak bu sefer her şeyi hatırlayarak kapattım. Bilincim kapanmadan önce rüzgarın uğultusunun azalmasıyla duyduğum son şey Bilgeye aitti. "Şimdi sırada hangi krallığa mensup olduğunu bulmak kaldı Asu" |
0% |