@zeyyahu
|
Gözlerimi açtığımda Bilgeyi masanın üstünde ayaklarını sarkıtarak oturmuş elinde kitap kendimi ise masanın önünde iki seksen yerde uzanmış şekilde bulmayı beklemiyordum. Aklıma dolanlarla korkuyla yerden kalktım. Sokak lambaları, adımlar , fısıltılar... Tir tir titremeye başladım. "Şşt sakin ol onlar diyarın izcileri yıllar önce bizden alınan veliahtları geri getirmek için yaratıldılar sana zarar vermezler." Söyledikleri benim nezdimde bi anlama kavuşmadığı gibi başımı ağrıtıyordu. Eve nasıl dönecektim. "Eve geri dönemezsin ama krallığını belirler belirlemez seni ait olduğun yere göndereceğimden emin olabilirsin". Zihin okuması başta ilginç gelse de şuan kesinlikle sinir bozuyordu. Bakışları bunu da okuduğunu gösteriyordu. Sinirlenmem gayet hoşuna gitmiş gibi duruyordu. "Ait olduğum bir yer var zaten benim! Şimdi oraya gidiyorum". Arkamı dönmüş emin adımlarla yürüyecekken hala çıkışı bi türlü bulamadığım lanet kütüphanede olduğumu fark etmek tekrardan yönümü Bilgeye çevirmeme neden oldu. Kaşlarını hafif kaldırıp ukala bakışlarla bana bakmasını umursamadan tatlı göründüğümü düşünerek konuştum. "Rica etsem çıkışa kadar eşlik eder misin?" " Tabii ama merak ettiğim boyutlar arası nasıl geçiş yapıp geri döneceğin." "Ne!" Verdiğim tepkiyi görmezden gelerek sakince anlatmaya başladı. "Dünya da 7 gök vardır Asu, 1. Gök sıradan insanların yaşadığı, 2. Gök ve bizim de bulunduğumuz günahkarların yaşadığı 3. Gökde aden bahçesi, 4 , 5 ve 6 da ki Gök de melek ve iyi ruhani varlıkların 7. Gök de ise tanrıların yaşadığı toplam 7 Gök Asu." Soru sormadan dikkatle dinlediğimi görmek hoşuna gitmişdi ve fazla beklemeden tekrardan anlatmaya devam etti. "Önceden 2. Gökte tanrıların insanlar kadar çok sevdiği ancak 1. Göke tezat bir şekilde büyü ve sihirle yaşayayan canlı bir diyardık. Diyarda ki 10 krallığa ilga adı verdiğimiz kölelerimiz hizmet eder onların boyunduruğu altında yaşarlardı. Krallık üyelerinin hatta halkın bile bir çok hakkı varken ilgalara hak verilmediği gibi efendileri tarafından hor görülen bazı ilgalar örgütlenerek krallıklara savaş başlattı. Savaşın durdurulamaz boyuta gelmesi tanrıları kızdırdı ve savaşan krallıkları cezalandırdılar." Masal gibi anlattığı geçmişin sonunun nereye varacağını ve cezanın ne olduğunu merak etmiştim. " Savaşan krallıklara ne oldu Bilge?" "Hepsi yok edildi. Kendi kendilerini yok ettiler ve biz tarafsızlarda diyarın cansızlığıyla cezalandırıldık. Tabi ilk başta öyle düşünsek de asıl cezanın yıllar sonra ortaya çıkacağını bilmiyorduk." Burda nefeslenmesi hatırladıklarının pek de güzel olmadığı ve onu yaraladığının habercisiydi. Aldığı derin nefeslerin ardından Bilge kaldığı yerden anlatmaya devam etti. " Mahşerin 4 atlısı cehennemin en ücra yerlerinde zincire vurulmuş halde sıranın onlara geleceği günü bekler. Ancak biri onların sırasını öne çekti. Onların serbest kalmasıyla büyü gücümüz azaldı ve kıtlık, hastalığı hastalık ise ölümü peşinde getirdi geride kalanlar ise hayatları için savaşmaya başladı.Tanrılar tek taraflı bir savaş izlemek istemedikleri için o dönem doğan bebeklerle her krallığa bir güç bahsetti . O zaman için bu güçleri diyar halkı olarak bir lütuf olarak gördük lanet olduğunu ise anlamamız pek uzun sürmedi. " Hala bu hikayenin neresinde yer aldığımı bilmiyor ve gerçekliğini sorguluyordum. Sessizliğime devam ederek Bilgeyi dinlemeye devam ettim. "Çok kayıp verdik. O zamanın krallarından Yanvu Idığ Tanrı dağına gidip tüm diyar halkı adına bütün umutsuzluğu ile af diledi. Tanrılar böyle birsey beklemiyordu ve beklenmedik şey onların hoşuna gitmiş ve bize bir şans daha vereceklerini ancak bunun için yeni doğan 5 bebeği kendileri için kurban etmemizi ve 5 bebek karşılığında tekrardan eskiye dönebilecegimizin sözünü verdiler." Bunu beklemediğim gibi duyduklarımı sindirebilecegimi de zannetmiyordum. "Tanrılara güvenip dediklerini yaptık 2 kız 3 erkek bebek 1 saat içinde tanrılar için kurban edilmiş tanrılar tarafından da cezamız sona ermisti. Kral bebeklerden af dilemek için ölümden ruhlarını nereye götürdüğünü öğrenmek istedi ancak ölüm aldığı ruhlar arasında hiç bebek ruhlarının olmadığını söyledi. Kral defalarca kez tanrı dağına gidip bebeklerin yerini öğrenmek için yalvardı ama tanrılar onunla konuşmadı çünkü onlarda bebeklerin yerini bilmiyordu. Birşey bebeklerin ruhlarını saklamış ve bulmamamız için de kan büyüsü yapmıştı. Kral sayısız büyücüye gidip sizi takip ettirmeye çalışsada sonu hep hüsrandı. Ta ki yıllar önce nerden gelip nereye gittiği bilinmeyen bir yabancı sayesinde izciler yaratıldı ve krallıklara hediye olarak arkasında bırakıp kayıplara karıştı. İzciler ruhlarınızın izine 1. Gökte rastladı bu sayede ruhların bunca zaman burnumuzun dibinde olduğunu öğrendik.. Kan büyüsünü yapan kişi bebekleri 1. Gökte saklamış yıllarca orda yaşamalarına izin vermişti. İzciler çoğu zaman yanlış insanları getirse de 4 ruhun sahibini evlerine geri döndürmeyi başardı şuan hepsi kendi krallıklarında hak ettikleri hayatı yaşıyor ve sende sonuncusun Asu" Masanın üstünde oturmaya son verip geldiğimden beri dikkatimi çeken gri küreye doğru ilerleyip ellerini kürenin yanına koydu. "Her krallığa ait renkler vardır Asu Idığ krallığı gri, Etiz krallığı beyaz, Alar krallığı kahverengi, Uluç krallığı Mavi ve Basa krallığı da kırmızı." Üstündeki mavi pelerin onun Uluç krallığının mensubu olduğunu gösteriyordu peki ya siyahlar? Bilge ellerini küreye yaklaştırdıkça küre parlıyor o ise bunu hayran hayran izliyordu. "Onlar savaşa katılmayan efendilerine sadık geride kalan ilgalar Asu" Bilge gibi masaya yaklaşıp küreyi izlemeye başladım. "Bu renklerden birine sahip değilsem izciler tekrardan yanıldıysa eve dönebilecek miyim?" Ellerini küreden uzaklaştırmadan yeşil gözlerini bana dikti. " Buraya ait olup olmadığını bu küre belirleyecek. Eğer bizden biriysen dediğim renlerden birine dönüşür küre ve eğer değilsen de saydam bir hal alır. Bizden biri değilsen eve geri dönebilirsin ancak boyutlar arası kapının açılması için ayın 4. evresini beklemen gerekiyor." Söyledikleri içimdeki umut fidesini sularken kürenin saydam bir renk alması için dua ediyordum. Masanın altında bulunan çekmeceden altın sarısı bir hançer çıkarıp bana uzattı. Elinden hançeri alırken kafam karışsa da soru sorup kendimi yormadım o zaten kafamda ki her şeyi görüyordu. Bu yüzden anlatmasını bekledim. "Kürenin üstüne kanını damlatman gerek böylece küre bize nereye ait olduğunu gösterecek" Tatlı canlı biri olmamıştım bu zamana kadar zaten olmak istesem de sakarlıklarım buna pek müsade etmiyordu. Bu yüzden vakit kaybetmeden sol elimi kürenin üstüne getirip sağ elimde ki hancerle avcuma bir çizik attım. Parmaklarımı kesiğin üstüne bastıracak şekilde elimi yumruk yapıp kanın daha da artmasını sağladım. Kürenin üstüne düşen kan damlalarıyla kürenin içindeki ışıklar yanıp sönmeye başladı. Bilge oluşacak rengi merakla beklerken gömleğinin cebinden beyaz bir mendil çıkarıp verdi. Mendili hemen yarama bastırıp kanın durması için uğraşırken küredeki ışıklar yavaşda durdu ve en sonunda bir rengi gözler önüne serdi. Bilge gördüğü renkle gözleri olabildiğince açılmış ne olduğunu anlamaz hallerle küreye dokunmaya başladı ama küre renkte ısrarcıydı. Bu hali garip gelirken aklıma az önce sıraladığı renkler geldi. Kırmızı,gri.mavi,beyaz ve kahverengi ama kürede parıldayan renk turuncuydu. Saydam olmasını beklerken diyarda var olmayan bir renge sahip olmak eve dönüş biletimi yaktığı gibi beni de kül edecekti. |
0% |