NUR
(Bu şiir, çalınmış hayatlara ithaf olur...)
Memleket kokusu doldurarak bavula
Rize'den göçüp gelmişler İstanbul'a
Nur altı kardeş büyüğü narin bir kız
Her gün Kadıköy rıhtımına gelirdi yalnız
Bir beklediği vardı belliydi her halinden
Pür dikkat kesilirdi kim inerse gemiden
Gel zaman git zaman geçip gitti seneler
Bir haber çıkmadı o giden sevgiliden
Küflü bir kederle çürüttü tüm gülleri
Bir melâl kuyusuna gömüldü hayalleri
Üşüttü rüzgar ıslattı yağmur
Çehresine hep aynı hüzün vurur
Anne baba dertlendiler derinden
Umudunu kes dediler vefasız sevgiliden
Yalvarmak nafileydi buyruk kesindi
Konu komşu başı bağlandı desindi
Yüreği dağayazı mecburen oldu razı
Duyulmadı feryadı hükümsüz itirazı
Evlendi Nur eremedi muradına
Son anda minik Didâr yetişti imdadına
ADIM
Güvendiğim dağlara kar yağdı birer birer
Ruhumda bin hicranla tutuştu o nağmeler
Yollarım dikenliydi yıllar oldu celladım
Bir gayya kuyusuna gömüldü kaldı adım
Seyrettim her akşam kızıl rengini ufkun
Ağarınca tan hüzünle dağıldı uykum
Bir değirmen taşına düşünce günler
Sükuta râm olduk unutuldu yeminler
Azığımız yetmedi yol uzun ve çetindi
Bir vakit yaklaşsam da yoluma akşam indi
Firakınla kavruldum alevler yudumladım
Ah Aşk’ın esrarını aynalara sorsaydım
BİRDEN ÖLMEZMİŞ İNSAN
Hatalarımdan hiç mi hiç ders çıkarmadım
Vazgeçmedim günahlarımdan
Şimdi bir sıradağ taşıyorum omuzlarımda
Kalbime cıva gibi ağır bir şeyler çöküyor
Bulutlar gibi dağılıyor düşüncelerim
Bomboş kalan ellerim paltomda yer arıyor
Kirlerini bulaştırmak için midir nedir
Bilmiyorum
Soğuk kış günleri cama hohlayarak bir şeyler yazdığım
Eski zamanları özlüyorum
Öyle küt diye düşüp ölmezmiş insan arkadaş
Her an biraz daha eksilerek ölürmüş meğer
Anlıyorum
Anlıyorum ömrün de çağla mevsimi varmış
Sıcak yaz günlerinde
Şimdi yerinde yeller esen
Beyaz badanalı köydeki evimizin
damına serilmiş yatağımda
Koynuma yıldızları alarak
Tatlı bir uykuya dalıyorum bazen
Bazen kuşluk vakti bir otobüs yolculuğunda
İlk kez gördüğüm şirin bir Anadolu kasabasından geçerken
Birden uyanıyorum uykudan
Mahmur yüzümü oluşturup etrafı seyrediyorum
Hayatında hiç yeni bir elbisesi olmamış
Bıyıkları yeni yeni terlemiş
İlk yitiğim
Kardeşimin ansızın gelen kara haberini alıyorum
Soluksuz kalıyorum
Bazen de bir dağbaşı yalnızlığıyım baştanbaşa
Serin bir yel esiyor terli alnıma ferahlıyorum
Gözlerimden yanaklarıma süzülüveriyor iki damla yaş
Öyle küt diye düşüp ölmezmiş insan arkadaş
Biliyorum
TIRPAN ZAMANI
Yolları aramıza engel diye sen koydun
Kumlara “Son Kuşlar da Öldüler” kitabını da
Bir dut ağacı meyvesini tırpan zamanı verir
Gelip oturuyordun gölgesine
Dağları aşarak gelen beyaz bir suydun
Köpüre köpüre bir şelaleden dökülen
Uzak bir gölden koparılmış bir sazı andırıyordun
Karışıyordun kapkara bir isyan gibi melal denizine
Zorbela duruyordu gözlerin kıyısında bir uçurumun
Sanki binlerce yıl sonra ehramdan kalkıyordun
Yine gelirsen
Ilgın ağaçlarının gelinlik giydiği mevsim olsun
YÜZLER KENTLER VE ÇİÇEKLER
Hüznü sonsuzmuş gibi lal bir nağme büyüyor içimde
Eski bir yol hikâyesinin izini sürüyorum
Sevgilinin ölü gözleri boylu boyunca uzanıyor içimde
suskun
ve soğuk
Ardımda bıraktığım çiçeklerin
erken boyun büküşlerini anımsıyorum
eski adreslerimden taşınırken
İhanetim affedilemez
bazı saatler vardır
yeniden kurulmaya verilemez
ve bunu senden daha iyi
kimse bilemez
Vakit varken
geçtiğim tüm kentlerin peçelerini indirin yüzlerinden
DENİZİNDE KALBİ VAR
belde derin bir uykunun kollarına düştü
birer birer söndü ışıklar
rıhtımda terk edilmişliğin derin hüznü
ritimsiz vuruyor sahile kurşuni sular
lacivert bir çarşaf sardı gökyüzünü
bu yaşımda be yeni anlıyorum
denizin de bir kalbi var
Bölüm : 26.03.2022 23:31 tarihinde eklendi