@mervegecit94
|
Zafer... Ne olduğunu anlayamamıştım. Kızgınlıkla adamın gözlerinin içine bakıyordum en son. Ama şimdi yerde kanlar içinde yatıyordum. En son hatırladığım şey; adamların karınca sürüsü gibi üstüme atlamasıydı. Hiçbir şey yapmadım. Sadece bütün mücadelem kafamı korumak oldu. Sanki kolum kanadım kesildi. Dermanım kalmadı. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken en son duyduğum ses Meleğimin bağrışıydı. Canım sevgilim! Kim bilir o halde beni görünce nasıl da korkmuştu. Beni hastaneye yetiştirdiler. O kadar uykum vardı ki o an gözlerimi zar zor açabiliyordum. Göz kapaklarım benden bağımsız savaş veriyordu. Uykum da gelmişti. Gözlerimi araladığımda hayal meyal bir beyaz ışık gördüm. Sonra da bana bakıp konuşan seçemediğim bir sürü insan… Muhtemelen doktor olmalıydı. "Zafer bey, beni duyuyor musunuz?" diyordu aynı ses.
Doktorun dediğine bir türlü cevap veremedim. Üşüyordum, çok üşüyordum. Beni ameliyata aldılar. Kaç saat ameliyatta kaldım; o kadar kötü bir durumdayım. Sonra da yoğun bakıma aldılar. Günlerce orada yattım. Bu kadar çaresiz hissetmemiştim hayatım boyunca… Bir ara kendime geldim. Gözlerimi yavaşça açtığımda ilk onu gördüm.
Annem anlamadı.Kaşlarını çatarak titrek sesiyle ''Ne diyorsun, Meral! Ne hastahanesi ne Zaferi? Zaferim' e bir şey mi oldu?'' diye sordu.
Annem gözyaşları içinde "Oğlum gitti! Dağ gibi evladım kayıp gitti ellerimden. Bunu yapanın elleri kırılsın." diye beddua ediyordu. Anne yüreği işte! İçi acıdan kavruluyormuş. Tırnağına taş değmesin diye koruyup kolladığı oğlu şimdi hastanedeydi. Ölüm kalım savaşı veriyordu. Annemi zor sakinleştirdiler. Arada durup durup ağlıyordu. En sonunda annem dayanamadı, "Ben oğluma gideceğim, bırakın beni!" diyerek odadan telaşla çıkıverdi.
Hemşire gülümseyerek "Ameliyathanede." dedi. Annem de o hışımla ameliyathaneye doğru yola koyuldu. O günden beri de oradan hiç ayrılmadı. Günler sonra… Yavaş yavaş kendime geldiğimi hatırlıyorum. Beni yoğun bakımdan çıkarıp normal odaya aldılar.
Başımı kaldırdığımda annemi yanı başımda otururken buldum. Bir yandan gözyaşını siliyor, bir yandan da sessizce dua ediyordu. Kalkmaya çalıştığımda omzuma giren ağrıyla ''Ah!'' diye ağzımdan bir inilti koptu. O ağrıyla yüzümü buruşturdum. O sırada annem de telaşla yanıma oturmuştu. Bana ''İyi misin oğlum? Ağrın mı var? Hemşireye sesleneyim hemen,'' diye panikle ayağa fırladı. Annemin elini tuttum ve ''Annem korkma! İyiyim ben.'' diyerek annemi teselli ettim.
Anneme baktım ve "Kardeşlerim, babam?" diye sordum. Annem de dolu dolu gözlerle, "İyiler, merak etme! Baban iyi, çok şükür. Yavaş yavaş iyileşme döneminde. Sargısını da çıkardılar." dedi.
Sonra anneme "Peki, siz nasıl öğrendiniz burada olduğumu?" diye sordum. Buraya nasıl geldiğimi deli gibi merak ediyordum. Annem o anı hatırlamış gibi üzgün gözlerle bana baktı ve "Meral teyzen söyledi." dedi. Anlatırken o anı tekrar yaşıyordu. Bugünü hiç unutmayacaktım. Ne o ne ben... Kabusumuz olacak, peşimizi bırakmayacak... Annemi gözleri yaşlı görünce elini tuttum ve "Annem! Üzülme artık! Geçti." dedim. Anneme kıyamazdım. O zaman da dört çocuk büyütmek kolay mıydı? Annem bana baktı ve "Ben bir hemşireye bakayım." diyerek yanımdan ayrıldı. Ben de ağrıyla gözlerimi kapatıp, biraz dinlendim. O sırada günlerdir hiç uyumamış gibi yorgun hissettim kendimi. Uykuya dalmışken, kapı açıldı.
Gideceğimiz yer köye neredeyse 1 saatlik mesafedeydi. Murat'a bakıp, "Nereye gidiyoruz?" dedim.
Oflayarak, önüme döndüm. Dudağımı büzüp, camdan dışarıyı izledim. Murat bu tepkim üzerine "Sen bana trip mi atıyorsun?" diyerek bana sordu. Ben de ona cevap vermedim, sadece omuz silktim. Murat, bana gülümseyerek bakıp, "Hadi ama Melek. Hem seni ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor musun?" diye sordu. Bir yandan da elimi tutup dudaklarına götürdü. Usulca öptükten sonra yine yola baktı. Ben yolu izlerken, yemek yiyeceğimiz restorana çoktan varmıştık. Murat arabayı yemyeşil, ağaçlarla kaplı bir restoranın önünde durdurdu. Bana bakıp, "Geldik, hadi!" dedi. Şaşkınlıkla bir restorana, bir de Murat'a baktım.
Murat da gülerek başını sallayıp bana baktı ve göz kırparak "Evet hayatım," dedi. Çoktan arabadan inip yanıma bile gelmişti. Kapımı açarak, "Hadi, çok acıktım. Gidelim de, yiyelim bir an önce." dedi. Ben de başımı sallayıp elini tuttum. Birlikte arabadan indikten sonra restorana doğru yürüdük. Kapıda bizi genç, 20'li yaşlarda, beyaz tenli bir delikanlı karşıladı. Bize bakıp, "Hoş geldiniz. Buyurun." diyerek önden ilerledi ve masamızı gösterdi. Murat benim oturduğum sandalyeyi çekmiş, oturmam için bekliyordu. Ben de ona bakıp, ''Teşekkür ederim.'' dedikten sonra sandalyemi ittirdi. Koşarak, karşıma oturdu. O sırada garson da gelmiş, menüyü uzatmıştı. Murat bana bakıp, ''Ne yemek istersin hayatım?'' diye sordu. Ben de menüye şöyle bir göz attıktan sonra, garsona ''Ben bir Sezar soslu tavuklu salata, yanına da portakal suyu.'' dedim, gülümseyerek. Murat'a baktığımda o da, ''Ben de, pastırmalı paçanga böreği alayım.'' dedikten sonra garson yanımızdan ayrıldı. Hamileliğimden dolayı; hiçbir şey yiyemiyorum. Ne yesem, hemen mide bulantım başlıyordu. O yüzden; kahvaltıyı hafif geçirmeye karar verdim. Garson yanımızdan ayrılınca, restorana şöyle bir göz gezdirdim. Nehir kenarında; karşısında meşhur köprü bulunan, yemyeşil ağaçlık içinde, çok güzel bir restorandı. Etrafı şemsiyelerle kaplı olduğundan; gayet ferahtı. Arka arkaya, mavi, çizgili masa örtüsü bulunan masalar dizilmişti. Murat hayranlıkla baktığımı görünce, bana bakıp, "Beğendin mi?" diye sordu. Ben de başımı sallayıp, "Rüya gibi," dedim. Murat bunun üzerine gülümsedi. Onunla ilk defa baş başa yemeğimizdi. O yüzden; çocuk gibi mutluydu.
O sırada yemeğimiz de gelmişti. O kadar acıkmıştım ki, tavuğun kokusunu içime çektim. Hemen çatalla yemeye başladım.
Bunun üzerine kıkırdadım. O da yemeğini yiyor, bir yandan da beni izliyordu.
Nevin teyze bir Murat'a, bir bana bakıp, "İyi diyelim, iyi olsun." dedi. Murat'a dönüp, "Ya sen Murat, nasılsın?" diye sordu. Murat da Nevin teyze'ye kısaca "İyiyim, sağol." dedi. O sırada yanında bulunan, benim yaşlarımda, siyah saçlı, esmer tenli genç kız, "Hadi teyze, bir şeyler yiyelim, acıktım." dedi. Kıza baktığımda buralı olmadığı kesindi. Çok güzel bir yüzü vardı bir kere; simsiyah kirpikleri, kavisli dudakları, hokka gibi burnuyla, tam bir film yıldızıydı. Saçlarıysa; benim aksime siyahtı. Saçlarını maşa yapmıştı. Bugün özel bir gün olmalıydı onun için; halinden belliydi. Nevin teyze de yeğenine dönüp, "Tamam Nurgül, geldim kızım." dedi. Demek adı Nurgül'dü. Düşününce, ne güzel ismi vardı. Nevin Teyze, bize özür diler bir halde bakarken, ''Ah, bu gençler! Bugün bir çocukla buluştu da, ondan bu sabırsızlığı. Çocuk bundan hoşlanmış, bizim kızda öyle... Yakında nişanları olacak.'' dedi. Nevin teyzeye bakıp, ''Hayırlı olsun,'' dedim. Murat'ın da ilgisini çekmiş olacak ki, ''Oo Nevin Sultan! Kim bu şanslı delikanlı peki?'' diye sordu muzipçe. Nevin teyze de, bunun üzerine kıkırdayarak, ''İlahi Murat. Kim olacak, bizim Zafer ayol!'' dedi. O anda içtiğim portakal suyu boğazımda takılı kalınca, öksürdüm. Murat bana bakıp, ''Helal karıcım!'' dedi. Bir dakika... O az önce Zafer mi dedi? Ben mi yanlış duydum? Umarım yanlış duymuşumdur diyerek, içimden dua ettim ve Nevin teyzeye baktım. Zar zor konuşarak, ''Sen sen az önce ne dedin?'' dedim. Nevin teyze de, şaşkınlıkla bana bakıp, ''Kız işitme problemi mi var sende? Zafer dedim, ayol! Bizim Zafer yok mu hani?'' diye sordu.
Demek o gün gördüğüm rüya değildi. Tam tamına gerçekti. Ben inanmak istememiştim ama, şimdi duyduklarım bunu kanıtlıyordu. Nevin teyze bize bakıp, "Hadi, afiyet olsun size." dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Murat bana bakıp,endişeyle kaşlarını çattı ve "İyi misin? Yüzün sapsarı." dedi. Ona çaktırmamaya çalışarak buruk bir gülümsemeyle, "Ben, doydum. Artık kalkalım mı?" dedim.
Murat bana bir, bana bir de önümdeki tabağa bakarak, "Ama hiçbir şey yemedin. Gerçekten iyi olduğuna emin misin?" diye sordu.
Murat da daha fazla üstelemedi. Ayağa kalkıp, ''Ben hesabı ödeyim o zaman,'' dedikten sonra yanımdan ayrıldı. O an gözyaşlarımın akmaya başladığını hissettim. Ne yaparsam yapayım, kalbim, ruhum, bütün bedenim sanki Zafer'e aitti. Onsuz nefes alamıyorum sanki. Ne kadar kızsam da, kendimi yine onu düşünürken buluyorum. Ağlamamak için o an kendimi zor tutarak Murat'ı bekledim. Murat kısa bir süre sonra yanıma geldi. Bana baktı ve ''Hadi öyleyse gidelim.'' dedi. Başımı tamam anlamında sallayıp önden yürüdüm. Nevin teyzeler ise arkamızdan bakakaldılar. Ne olduğunu anlamamışlardı. Arabaya bindiğimizde eve gidene kadar hiç konuşmadım.
Yok, bu böyle olmayacaktı. Yarın ilk iş Zafer'in karşısına çıkacak, ondan hesap soracaktım. Bakalım ne cevap verecekti beyefendi! Nermin annenin içeriden sesi geliyordu. Murat'a ''Bu kız yine neye üzüldü?'' diyordu. O da oflayarak ''Bilmiyorum, anne!'' diye cevap verdi. En sonunda odanın kapısı açıldı. Murat'ın geldiğini görünce, hemen gözlerimi kapadım. Murat usulca yanıma oturup, saçımı öptü. Kulağıma doğru ''Yine de çok güzel bir gündü sevgilim. Her şey için teşekkür ederim. Beni kırmayıp geldiğin için, beni o gece ret etmediğin için... İyi ki varsın,'' dedi. Ondan sonra da arkasını dönüp yattı. O an anladım... Benim için yarın bambaşka bir gün olacaktı. Ya bu savaşı kazanacak, ya da kaybedecektim. Benim kaybetmeye hiç mi hiç niyetim yoktu. |
0% |