İstanbul’un bir ucunda, yokuşlarla dolu, zamanın biraz yavaş aktığı bir mahalle vardı. Günün ilk ışıkları, Boğaz’dan esen serin rüzgarlarla birlikte, asırlık çınarların gölgelerine karışarak mahalleyi uyandırırdı. Eski, cumbalı evlerin sıralandığı dar sokaklar, gün boyu hareketli ama bir o kadar da dingin bir yaşamın sahnesiydi.
Bu mahallede, Tunus ve Büge’nin aşkı, cumbalı evlerin gölgesinde sessizce büyürdü. İkisinin arasında söze dökülmeyen ama derinden hissedilen bir bağ vardı; bazen bir bakış, bazen bir sessizlik tüm duyguları anlatmaya yetiyordu. Tunus, sakin ve derin düşünceli yapısıyla Büge’nin kalbinde derin izler bırakırken, Büge’nin neşeli ve hayat dolu kişiliği, Tunus’un karanlık taraflarına ışık olurdu. İlişkileri, İstanbul’un hem kadim hem de modern ruhunu soluyan bu mahallede, deniz kokusu kadar doğal, ama bir o kadar da fırtınalıydı.
Öte yandan, Büge’nin arkadaş çevresi bambaşka dinamiklerle doluydu. Cihan’ın Büge’ye karşı olan gizli ve saplantılı ilgisi, zamanla huzurlu görünen bu ilişkiye gölge düşürmeye başlamıştı. Cihan’ın Büge`yi izleyen gözleri, her an bir kıvılcım çıkarmaya hazır bir tehlike taşıyordu.
Bulut ve Kumsal’ın arasındaki sorunlu ilişki ise, mahallenin dedikodularında sıkça yer bulurdu. Herkes onların dışarıdan güçlü görünen, ama içinde sürekli çalkantılar yaşayan bir çift olduklarını bilirdi. Onların arasındaki gelgitler, mahalledeki diğer ilişkileri de etkiler, bazen bir fırtına gibi herkesi savururdu.
Bu mahallede her aşk, her dostluk, kendi rüzgarını taşırdı. Tunus ve Büge’nin aşkı da, İstanbul’un bu tarihi sokaklarında kendi hikayesini yazıyordu; fırtınalar arasında bile sarsılmaz bir sevgiyle birbirlerine tutunarak.