ALDANIŞIN PORTRESİ
"Burada olmayı hak etmiyorsun, o senin yüzünden öldü. Defol git buradan!"
Başım yeniden önüme düştü ve göz yaşlarım daha da hızlandı. Bir adım daha atmaya zorladım kendimi...
"Yaşadığımız her şey senin suçun!"
"Sen istedin o lanet yere gitmeyi, bizi sen ikna ettin!"
"Keşke sen ölseydin!"
Mezarlığın kapısından içeri güç bela bir adım atarken "Keşke..." diye fısıldadım ağlamaktan boğuklaşan sesimle. "Keşke ben ölseydim."
Tutunduğum duvardan elimi ayırıp mezarların arasına doğru yürümeye başladım. Yağmur niye hiç durmuyordu? Madem yağıyordu içimdeki bu acı, bu yangın niye sönmüyordu?
Gördüklerim, şahit olduklarım öyle korkunç şeylerdi ki... Hiçbir kuvvet silemezdi onları hafızamdan, hiçbir güç bu yangını çekip alamazdı yüreğimin ortasından.
Suçluluğumda boğulurken derin bir nefes almaya çalıştım, kollarımı bedenine sardım çaresizce. Eskiden karanlıktan korkardım ama şimdi, hiçbir karanlık içimi saran hisler kadar katrana bulanmış olamazdı.
Taze toprakla örtülmüş ve başına tahta bir kazığın çakılmış olduğu mezarın önünde durdum. Toprak kokusu ilk kez huzurlu hissettirmiyordu. Tahta kazıkta yazan isme bakamadım, yüzüm yoktu o ismi dudaklarımdan dökmeye.
Usulca çöktüm mezarın başına ve elim ıslak toprakta gezinirken "Özür dilerim..." diye fısıldadım hıçkırıklarımın arasından. "Çok özür dilerim..."
Alnım toprakla buluşuna değin eğildim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım...
Bir karar almıştım.
Sonuçları çok ağır olmuştu...
Çok...
Ve pişmanlığım yaşananları geri alamıyordu.
O geri gelmiyordu.
Hepsi benim suçumdu.
Ama bedelini ben değil o ödemişti.
|
0% |