|
İstanbul Saklasın Bizi
Hiçbir kız çocuğu, güçlü kadın olmak için doğmaz. Hepsi masum hayaller kuran, şımarık birer prensese benzerler. Kaderdir onları cadı, fettan ya da güçlü kadın yapan. Tutulmamış sözler, yaşanmamış mutluluklar, ölümler ve ayrılıklar güç verir onlara! Kurulan hayaller, iskambil kağıtlarından kule gibi yıkıldığında; ezilmemek için o enkazın altında, güçlü olmak zorundadırlar!
Güçlü kalabilmek adına, yaşamın kendisine sunduğu ilk fırsat trenine atladı Hande. Yaşamına idöl edindi, annesini örnek aldı! Onun gölgesinde yetişti. Ailesini kendi tercihiyle terk etti, boyun eğmedi içerisinde bulunduğu düzene. Yeliz Hanım`ı anne olarak kabullendi, onun doğruları ile hayata atıldı. İnadına alaya aldı, meydan okudu hayata. Beline uzanan kumral saçları, uzun boyu ile süzülmekteydi. Kehribar gözleri, güneşte bal misali parlarken, ince kaşlar, biçimli dudaklar ile süslenmişti berrak teni.
Hayatına aldığı darbelerden sonra mutluluğa aramak için çıktığı yolda kendisini karşılayacaklardan habersizdi genç adam. İstanbul... Kimine acı, kimine mutluluk, kimine de umuttu bu şehir. Yola çıktığında, cebinde umudundan büyük kırıntılar vardı Fatih`in. Şehre ilk adımını attığında, gerçek sevginin ne demek olduğunu öğrenecekti. Gördüğü sevginin gölgesinde aşka uzanacaktı parmakları. Yeni hayatı, kocaman umutları ile oluşacaktı.
"Seni sevmeme izin verir misin?" Genç kadın, başını ağırca kaldırmış, karşısındaki ağaca belini dayamış, kendisini seyreden adama baktı. Sevmek? Kelime, zamanında acı vermişti kadına. Çok sevmişti ama hayat müsaade etmemişti mutluluğunu yaşamasına. Sevdiğini sandığı adam tarafından terk edildiğinde, hayatı alt üst olmuş, hasta bedeni, kaldıramamıştı bu acıyı... Şu saatten sonra sevebilecek gücü, kendinde bulamıyordu. "Sadece severim, şifa olurum yaralarına, başkasını istemem."
İçinden geçenleri anlar gibi kurmuştu son cümlesini. Bakışlarını biraz daha etrafta gezdirdiğinde, Kız Kulesi`ni görmüştü. Uzaklardan, çok uzaklardan göz kırpmaktaydı genç kadına. Hande, Fatih`i tanımadan önce, içerisinde bulunduğu şehri, hiç böyle dikkatli keşfetmemişti. Oysa severdi İstanbul`u, çok severdi... Lakin ne kadar sevdiğini, onu tanıdığı gün daha iyi anlamıştı.
"Bak, şimdi burada, İstanbul şahit; yemin ediyorum ki, çok güzel severim seni!"
Kalbi, umutlarla çiçeklenmişti nedense. İstemsizce tebessüm etmiş, alıkoyamamıştı dudaklarını... Karşısındaki adam, soğuk, umursamaz değildi. İlk tanıdığında öyle sanmış, resmi duruşları, böyle düşündürmüştü genç kadına. Tanıdıkça, iş dışındaki haline tanık olmuştu. Deli doluydu. Aşkına karşılık ararken bile hızlıca konuşup cümleler kuruyor, tatlı hal alıyordu. Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu`nun sözleri`ni, Kız Kulesi`ne bakarak mırıldanmıştı, uyuşuk çıkan sesi eşliğinde:
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir. Ne zaman birinin resmini yapsam, öteki kıskanır. Ama şu Kız Kulesi`nin aklı olsa, Galata Kulesi`ne varır; bir sürü çocukları olur..."
Zamanında, elindekileri değerlendirmiş, hayata meydan okuyan kadın olmuştu. Hep olmak istediği gibi güçlüydü. Hepsini Yeliz Hanım`a borçlu olsa bile, kendi payı da çok yüksekti. Öz annesi gibi, boyun eğebilirdi içerisinde bulunduğu şartlara. Hande, Yeliz Hanım`ın teklifini, dakika bile düşünmeden kabul ederek, hayallerine adımlar atmış, zirveye kadar çıkmıştı. Olmak istediği gibi dimdik duran kadın olmuştu artık.
"Bırakalım buna İstanbul karar versin, saklasın bizi..." Pelteleyen sesinde, tebessüm barınmaktaydı. Karamsar değildi cümlesi ama kararsızdı. Gel gör ki, cümlesindeki kararsızlıkları, tutarsızlıkları çiçeklendiren en güzel duyguydu umut. Sarmalanmıştı umut tohumları ile kurduğu cümle. Belki de umut, aşkın saatine yakındı. Fırsat olarak yeni tren çıkmıştı karşısına. Yıllar önce ilk trene atladığı gibi, şimdi de düşünmeden haraket etmeyecekti. Çünkü sevmekten canı yanmıştı zamanında. Fakat umudu, ilk zamanlardaki gibi tazeydi. Yaralarının etrafını çemberlemişti umut çiçekleri...
|