@venomiee
|
Herkese merhaba! Bugün kafamda az da olsa Berceste'nin temelini yarattım. Oldukça karmaşık bir hikaye sizi bekliyor. Bu yüzden oldukça içime sinen bir bölüm oldu. Yorumlarınızı Bercesteden esirgemeyiniz. Sizleri seviyor ve müzikle okumanızı öneriyorum. Müzik: Winona Oak - Break My Broken Heart Karanlık.. Tek kelime benim dünyamı anlatan en basit kelime olabilirdi. Oysa ne kadar garip değil mi? Bunu kendime layık gören ben değildim. Bu karanlık daha ben doğmadan kaderime yazılan bir lekeydi ve şimdi ne ben onu kendimden uzak tutabiliyordum ne de kaderimden silebiliyordum. Onu kendimden uzak tutmak adına her yolu denesem de hep bir adım arkamdaydı. Net olarak karşımda görmesem bile babamın cümlesi ile gün yüzüne çıkıyor ve onu görebiliyordum. Diğer beni.. Karanlığa batmış diğer beni sizle tanıştırmamıştım değil mi? Babam beraberinde kızını almak uğruna annemle kendisini öldürdüğü zaman koltuğun dibinde korkuyla ailesine bakan bir genç kız vardı. Daha cinayetin ilk dakikalarıydı ancak babasının karanlığı onu bu olayın başlangıcında ele geçirmişti. Yaşı küçük olmasına rağmen canını verecek şekilde karanlıkla savaşıyordu. Annesinden uzakta olmasına rağmen birçok kez denedi. Her denemesinde daha fazla yoruluyordu. Nereye kadar dayanabilirdi bu minik beden? Babasının annesini öldürdüğü gibi, karanlık minik kızın ruhunu öldürdü. Dizlerinin üzerine düşen kız bir daha asla o karanlıktan kalkamadı ve o zaman diğer yanım doğmuş oldu. “Bana karşı gelmeyeceğini sende biliyorsun. Kızını senden alacağımı sende biliyorsun. Sonu nasıl biterse bitsin. Kızını alacağım..” Karanlığa alışmış diğer ben pek fazla konuşmayan biriydi. Onun konuşması içimde asla bitmeyen bir savaşa neden olabilirdi. Kendi kontrolümü kaybeder ve bir daha asla ayakta duramazdım. Bu yüzden karanlığa alışmış kız tamamen beni ele geçirmeden kaçtım. Size bahsettiğim o kütüphane'nin koridorlarına, kitapların diyarına kaçtım. Bu dünyada her şey benim istediğimden daha güzeldi. Gerçeklikten ziyade kendimi olayların akışına kaptırabiliyordum. Üzülsem de çok canımın yandığı söylenemezdi. Gerçeklerden ziyade bu dünyada beni ele geçirebilecek ne bir karanlık vardı ne de peşimden beni kovalayan bir geçmiş. Hepsini kitaplar sayesinde unutuyordum. Bu yüzden kütüphanenin iş ilanını gördüğüm zaman şartlara bakmadan başvurdum. Gerçek dünya bana göre değildi. Kitapların arasında kaybolmak, karanlıktan kaçmaktan daha iyidir. Karanlığın benimle derdine alışmıştım. Bir adım arkamda olmasına, korkumun asla geçmeyecek olmasına alışmıştım ancak işlerin sevdiğim insanlara uzanmasına asla izin veremezdim. Bu yüzden Demir Beyin ziyaretinden sonra Batu’yu ziyaret etmek içimdeki çoğu sesi ve korkuyu susturmuştu. Demir Beyin teklifini kabul etmek onu da kaderimde olan karanlığa çekiyor olduğumu gösteriyordu. Onu bu karanlıktan uzak tutacağımı söylemiştim. Ya zamanı geldiğinde savaşmaya gücüm yetmezse? Ya onu da kaybedersem? Zihnimi olan olaylarla meşgul ederken kütüphanenin koridorlarında geziniyordum. O adam.. Neden o gencin ruhunu öldürmemi istiyordu? Ondan karanlığa yenilen bir serseri olarak bahsetmişti. Uçurumda duran biri. Neden benim onu itmem gerekiyordu? Asıl sorun.. Benim gibi enkaz altında kalan biri uçurumda duran birini arkasından nasıl itebilir? Karanlık arkamda olursa olsun, kimseye böyle bir şey yapmaya cesaret edemezdim. Ben babam gibi kötü biri değildim. Ben kimse değildim. Kötülük yapmak bir yana dursun onu uçurumdan itecek gücüm yoktu. Daha önce kötü insanlarla uğraşmak zorunda kalmıştım. Umursamayarak kaçıp gitme gibi bir ihtimalim vardı. Kendimi onlarla konuşup yormayabilirdim. Ancak… Ancak bu böyle basit bir iş değildi. Daha önce kimseyi kırmamış, incitmemiş bir ben nasıl olurda onun ruhunu öldürecektim? “Ellerim kan olacak.” İlk kez o bana laf söylemeden kendime bir itirafta bulundum. “Belki de hiç onları dinlememeliydim.” Bana bakarak gülümsediğini hissedebiliyordum. “Sana dedim. O adamın teklifini kabul etmemen için her şeyi yaptım. Peki şimdi ne olacak?” “Bilmiyorum.” Adımlarımı hızlandırıp arkama bakmadan başka bir koridora yöneldim. Kahkahası kulaklarımda yankılandı. “Hadi ama kaçma benden. Sen ne kadar uzağa gidersen git ben senin zihnindeyim. Gerçeğe gelecek olursak, yara alacaksın. Canın yanacak. Üzülmene fırsat vermeden bir kez daha yara alacaksın.” Adımlarımı hızlandırdım. Konuşmasını duymak istemiyordum ancak o arkamdan beni takip ederek konuşuyordu. “Yara aldıkça onu yakacaksın. Alev bir süre sonra kimsenin durduramayacağı bir yangına dönüşecek. Kontrol edemeyeceksin. Kendini de, herkesi de yakacaksın.” “Hayır… Yapmayacağım. Ben kimseyi kırmayacağım.” Sesi sakindi. “Bu kırmaktan çok öte bir şey. Sen onu yakacaksın. O yandıkça sende alev alacaksın.” “Hayır!” “İşin en güzel yanı ne biliyor musun? İkinizin de katili sen olacaksın.” Koridorun sonuna geldiğim zaman geniş bir hole düştüm. Ardından Demir Beyin bakışlarını üzerimde hissettiğim o köşeye baktım. Sanki olanlar dün yaşanmamış gibi ikisinin de görüntüsü karşımda canlanmaya başladı. Demir Bey, bana bir adım attı. “Yaklaş..” dedi. “Hadi iyice bak ona.” Bakışlarım Demir Beyin karşısında dikilen gence kaydı. Tek kelime etmeden bana bakıyordu. İçimdeki korku büyümeye başlasa da yavaşça bir adım attım, ardından onu birkaç adım takip etti. Artık karşısında, ona bakıyordum. Elindeki çakmağı bana uzattığında ne yaptığına anlam veremedim. Almak için eline uzattığım sırada çakmak yere düştü. Otomatik olarak bir adım geriye attım. Hala ona bakıyordum. “İşte olay burada. Yanacaksınız ama ateşle değil. Onu yakacaksın ama böyle değil. Kalbi alev alacak ve sen ona yardım edemeyeceksin.” Gencin eli bileğimi kavradığı zaman irkilerek ne yaptığına baktım. Elimi göğsünün üzerine yerleştirdiği zaman bir adım bana doğru attı. Korkunun etkisiyle gözlerimi hızla yumdum. Kısa süre sonra Demir Bey ve o gençten eser yoktu. Elim havada kalmıştı. Bir adım geriye atarak hole baktım. Karanlık beni fazla korkutuyordu. Bu yüzden hızlı adımlarla kütüphaneye geri döndüm. Masamın üstünde duran kitapları yerine koymak üzereydim ki bir çakmak gördüm. Ellerimin titremesine fırsat tanımadan çakmağı çöpe attım. Olanlardan uzaklaşmak adına masamdaki koltuğa oturdum. Aşağı doğru biraz kaydım ve insanların kütüphaneye gelip kitap okudukları hallerini izlemeye başladım. Bu manzara çok güzeldi. Sıcak bir kütüphane de genç insanlar gelip bir süre gerçekliğe ara verip kendilerini kitapların gerçekliğine atıyorlardı. Bir nevi kitaplardaki başrol oluyorlardı. Gençken geçmişi unutmak adına yaptığım tek şey buydu. Hayatın yükleri arasında ezilmekten se kitapların dünyasında kaybolabilirdim. Orada geçmiş sizi daralmıyordu. Sürekli aklınıza gelecek birileri yoktu. Sadece siz ve olaylar vardı. Kısacası orada ailesinin ölümüyle sınanan bir genç kız değildim. Orada başka biriydim. Bu ruhumu rahatlatan tek olaydı. Ancak ne zaman kadar kitapların arasında saklayabilirdim gerçek beni. Kendimi olmayan olaylara inandırarak neyi başarıyordum ki? Her kitabın bir sonu elbet oluyordu. Kitap iadesi yapan gençlerin kitaplarını alırken telefonumun çaldığını duydum. Zihnimde birkaç isim gezinirken telefonu elime aldım. Gizli numaraydı. Çok fazla çevremde insan barındırmazdım. Batu, yurdun müdürü Sedef Hanım ve halimi hatırımı soran teyzem dışında kimsem yoktu. Yani bu numarayı tanıyor olamazdım. Bir süre çevreme bakışlarımı gezdirdikten sonra aramayı kabul ettim. “Alo? “ “Merhabalar.. Ben Demir Arslan.” Sesin sahibini duyduğum zaman irkilerek oturduğum yerde dikleştim. Kalbim hızla atarken derin bir nefes alıp sakin kalmaya özen gösterdim ve konuşmasını bekledim. “Açıkçası aramanızı beklemeden sizi aramak istedim. Çünkü konuşacağımız çok şey var. Ancak bunları telefonda konuşmak doğru olmaz.” Kısa bir süre sessiz kalsa da devam etti. “Adamlarıma sizi alması için adresi verdim. Bu konuşmayı sizinle bir an önce yapmak istiyorum. Ne dersiniz?” Bir an için bulunduğum durum komik gelmişti. Fazla şans veriyor gibi benim ne düşündüğümü soruyordu. “Peki sizinle konuşacağım.” “O zaman görüşmek üzere.” Demir Bey telefonu kapatmadan hızla konuştum. “Bunu neden yapıyorsunuz?” Sorumu duyan Demir Bey devam etmem için susuyordu. “Demek istediğim bana onun uçurumun kenarında duran biri olduğunu söylediniz ve gördüğüm kadarıyla siz güçlüsünüz. Neden onu siz yıkmıyorsunuz da benim yıkmamı istiyorsunuz? Daha doğrusu neden onun ruhunu öldürmemi istiyorsunuz anlamıyorum.” Demir Bey bu soruma gülerek cevap verdi. ““Size ne diyeceğimi bilmiyorum. Ama inanın bana onu ben yıksam belki birkaç kez afallar ama eskisinden daha güçlü toparlanır ancak siz.. Siz onu yıkarsanız bir daha ayağa kalkamaz.” “Benimde anlamadığım yer burası. Sizin gördüğünüz benim görmediğim ne olabilir bilmiyorum.” Bir süre sessizliğin ardından “Görüşmek üzere.” Diyen Demir Bey aramayı kapattı. Sorumu es geçmesi kafamı oldukça karıştırmıştı. Ne demek istediğini anlamıyordum. Ona sorduğum soruların asla yanıtını alamayacakmış gibi hissediyordum. Her kelimesi yalan gelirken bir yandan bir o kadar da gerçek geliyordu. Bir yanım inanmamakta kararlıyken diğer yanım inanıyordu. Olan olaylar sonrası kafamı işe vermekte oldukça zorlanıyordum. Kitap iadeleri ile geçen günün ardından kütüphane yavaş yavaş eski haline dönüyordu. Birkaç kişi dışında kimse yoktu. Bu beni rahatlatsa da bakışlarımın olduğu yerde gördüğüm kişiler beni germeye yetmişti. Demir Beyin adamları olarak tahmin ettiğim kişiler kütüphaneye bakıyor, inceliyorlardı. Bir an için gördüğüm manzara komiğime gitse de gülmemek adına büyük bir çaba gösterdim. Son kitap iadesinin ardından benimle bugün çalışan arkadaşıma seslendim. Bana baktı ve birkaç adım atarak yanıma geldi. “Ne oldu iyi misin?” “İyiyim merak etme.” Bakışlarımı kapıda duran adamlara çevirsem de arkadaşıma döndüm. “Bugün beni idare edebilir misin? İnan bana sana bunu sormak seni zor duruma düşürmek istemezdim ama acil bir durum.” “Sen burayı merak etme. Dikkatli ol.” “Teşekkürler.” Girişte duran çantamı aldığım zaman derin bir nefes aldım ve kapıya doğru ilerledim. Adamlardan birinin bakışları beni bulduğu zaman kafamı salladım. Birkaç adım atarak bana yaklaştılar. Onlar da anlamsız bir şekilde gergin duruyorlardı. “Hoş geldiniz efendim. Bizi takip edin lütfen.” Adamları takip ederken adımlarımı seri bir şekilde atıyordum. Bütün bedenim her bir adımımda titriyordu. Aslında korkum adamlar yüzünden değildi. Demir Bey ile karşılaşacağım zaman duyacaklarımdan korkuyordum. İçimdeki ses bulunduğum durumun oldukça ağır bir durum olduğunu söylüyordu. Karşılaşacağım gerçekleri kaldırabilecek halde olup olmadığımı bilmiyorken bir adamın ruhunu öldürmeyi kabul etmiştim. Kendimi korktuğum o karanlığa adım atarken görüyordum. Karanlığa yenilen yansımam bu adımlarıma zaferle bakıyordu. Yıllardır yanına gelmemi bekliyordu. Beni bu yoldan kim döndürebilirdi artık? Adamlardan biri arabanın kapısını bana açtı. Ancak bakışlarını bana dikmişti. Sanki söylemek istediği bir şey vardı ancak söyleyemiyordu. Kendimi daha fazla germeden gülümsedim. “Bir şey mi söyleyecektiniz?” Cebinden çıkarttığı göz bandını öne doğru uzattı. “Sizin için ve Demir Beyin güvenliği adına yolun kalanını bu göz bandıyla geçirmeniz gerekiyor. İnanın bana bu size özel bir olay değil.” Bakışlarını yere çevirdi. “Demir Bey gizliliğini korumak istiyor.” Havadaki çekingenliğin kaynağını anlamasam da başımı sallayarak teklifini kabul ettim. “Sorun değil.” Gerçek anlamda karanlığa büründüğüm zaman dikkatle arabaya oturmuştum. Artık duyduğum tek ses yolun sesiydi. Demir Beyin gizliliği adına yapılan bu saçmalığı anlamıyordum. Onun gibi bir adamın neden bir gizliliği vardı? Kimden korunmak adına yapıyordu bunu? Yoksa.. O genç Demir Bey için bir tehlike miydi sahiden? "Karanlık bir kuyu düşün. Sonu var mı yok mu bilmiyorsun. İşte o kuyu, o karanlığın babası benim. O gördüğün gençte karanlığa yenilen bir serseri." Zihnimde yankılanan ses devam etti. "Şu ana kadar yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Ama o genç büyük bir tehlikeydi benim için.” Ne gibi bir tehlike arz edebilirdi bu adam için? Belki de bu yüzden onun ruhunu öldürmemi istiyordu. Gerçek anlamda tehlikenin adı olduğu için onu yok etmemi istiyordu. Ancak benim anlamadığım yer burasıydı. Demir Bey sorumu es geçse de aklım hep bu konudaydı. Güce ve istediği her şeye sahip olan Demir Bey neden benden onu öldürmemi istiyordu? İş gerçekten gizlilik miydi yoksa gerçek anlamda kendimi feda etmemi mi istiyordu? "Sana ona aşık olma dememi mi bekliyorsun? Aksine ona aşık ol. Aşık ol ki canı yansın.” Kendi düşüncelerim arasında boğulurken araba hiç tahmin etmediğim bir anda durdu. Yolculuğun kısa sürmesi beni şaşırtmıştı. Gerçek anlamda bana yakın bir yerde mi oturuyordu yoksa burası onun mekanlarından biri miydi? Arabamın kapısı açıldığında nazik bir şekilde kolumdan tuttu. Göz bandını çıkarttıkları zaman ışığa alışmam oldukça zor oldu. Çantamı elime alarak bulunduğum alana bakışlarımı gezdirdim. Daha önce görmediğim bir otopark karşılamıştı beni. Oldukça geniş bir alandı ve neredeyse hiç araba yoktu. Adamlardan biri telefonunu çıkarttı. Muhtemelen Demir Bey ile konuşacaktı. Birkaç adım atarak otoparkı inceliyordum ki bana seslendiler. “Bizi takip edin.” Onları takip ederken diğer yandan bulunduğum alanı inceliyordum. Fazla sade olmasına rağmen her bir detay ince işlenmişti. Tek başıma burada olsam muhtemelen kaybolurdum. Geniş bir hole geldiğimiz zaman adamlardan biri bana baktı. “Sola dönün. Koridorun sonundaki kapının ardında Demir bey sizi bekliyor.” Tek kelime etmeden sol dönerek koridora çıktım. Koridor diğer geniş alanın aksine uzundu ve oldukça ışıklıydı. Her bir adımımda üzerimdeki gerginlik beni yoruyordu. Ne olacaktı? O gerçekleri duyduğum zaman bunu reddetme gibi bir fırsatım olabilecek miydi? “Sen o adamın teklifini kabul ettin. Reddetme şansın yok. Ne sanıyorsun bunu çocuk oyuncağı mı?” Yanımda benimle beraber yürüyordu. Ona bakamadım. “Artık arkaya dönme gibi bir lüksün yok. Tıpkı baban gibi yapacaksın. Herkesi kendinle beraber yakacaksın.” Kalbim hızla atıyordu. Korkuyordum. Haklıydı. Herkesi kendimle beraber yakacaktım ve bunun artık dönüşü yoktu. “Korkma. Unutma yalnız değilsin.” Kapının önüne geldiğim zaman ona baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Korktuğunu gözlerinden görebiliyordum. Yine de cesaretini yitirmiyordu. Elini omzuma attığı zaman derin bir nefes alarak kapıyı kendime doğru çektim ve odaya doğru bir adım attım. Aynı hol gibi geniş bir alan karşıladı beni. Ancak çok fazla ışık yoktu. Bu nedenle birkaç adımlık yerler dışında hiçbir yeri göremiyordum. Birkaç adım atarak seslendim. “Demir Bey?” Pek fazla bir şey görmesem de arkasını bana dönmüş birini görebiliyordum. Yüzünü bana döndüğü zaman gülümseyerek bana baktı. Elindeki içki şişesini görüş alanımda olmayan bir alana yere bıraktı. “Hoş geldiniz.” İçkiyi bıraktığı yerden bir kumanda aldı ve konuşmasına devam etti. “Nerden başlayacağımı, size gerçeği nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Ancak bir yerden başlayarak gidebilirim.” Ardından elindeki kumandanın bir tuşuna tıkladı. Işıklar birleşerek duvarda o gün konuştuğu gencin resmini oluşturdu. Demir Bey devam etti. “Yaklaşık dokuz senedir yanımda. Ailesiyle iyi bir şekilde ayrıldığını söyleyemem. Onu o karmaşanın arasında yanıma aldım.” Gence baktı. Bakışları ciddiydi. “Daha ilk günlerden beri bana ihanet ettiğini bilmiyordum. Her şeyiyle yanında oldum. Hani size bahsetmiştim ya kuyu düşünün . O kuyu, karanlığın babası benim diye. Bu karanlığın bir başı var ve o serseri bu karanlığı yaratan kişi.” Bana baktı. Ne düşündüğümü okumaya çalışıyordu. Sözlerine devam etti. “Sana bir günde her şeyi anlatmayacağım elbette. Sadece biraz ondan bahsedeceğim.” O gencin başka resmini açtı. Daha yakın profilden görebiliyordum onu. Ciddiydi. Onu Demir Beyin yanında gördüğüm zamanda ciddiydi ama bu başka bir anlam taşıyor gibiydi. Anlayamıyordum. “İsmi Sarp benim yanımda çalışan bir kukla. En azından ben ihanetini anlamadan önce öyleydi. İş konusunda tam bir profesyonel. Ne söylenirse sadece onu yapar. Görevine sadık kalır ve asla duygularını katmaz. Duyguları yoktur yani demek istediğim insanlara hiçbir şekilde göstermiyor.” “Ben..” diyebildim. “Ben ne yapacağım?” “Bugün onunla ilk randevun olacak.” Bana baktı. “Hayatına giyeceksin.” Duvarda bu sefer resim yerine yazılar vardı. “Onun görevi sen olacaksın. Seni bulmaya çalışacak. Senin görevin de bu tesadüfü ona yaşatman.” “Beni bulmaya çalışmak mı? Nasıl yani?” Telefonda olduğu gibi sorumu es geçip anlatmaya devam etti. “Saat sekiz gibi bizim adamlardan biri sana bir konum yollayacak. Orada ol.” Uzun süre soru sormamı bekliyordu. Ancak soru sormak yerine bu işi kendim çözmek istiyordum. Demir beyi ilk gördüğüm an bir şeylerin olduğunu hissetmiştim. Şimdi bu his daha ağır basmaya başlamıştı. İş ciddi bir hal almıştı. Ancak Demir beyin bir gariplik olduğunu anlamasını istemiyordum. “Anladım. Tam olarak ne yapmam gerekiyor?” Bana baktı ve bir kez daha tuşa bastı. Ekranda çıkan görüntüye baktı. “Seni bulması gerekecek. Bu yüzden sana göndereceğimiz adreste arkadaşlarını bekleyen bir kız olacaksın. Daha sonra Sarp olduğun yere gelecek. Seni yakalamak adına her şeyi yapacaktır. Ondan ilk adım kaçmanı istiyorum.” Yüzünde bir gülümseme belirdi. “Ondan kaçman adına adamlarım sana yardım edecek. Yanına birini yollayacağım. Sana bu yolda yardım edecek. Sarp seni yakalayamadığı zaman sinirlenecek. İşi halledememek başına gelen ilk şey olacak. Sana demiştim ve yine diyorum o senin sayende yok olacak.” Kalbim bütün hızıyla atarken dudaklarımdan bir soru fırladı. “Ya..” dedim. “Ya planınıza uymazsam, vazgeçersem ne olur?” Bir adım atarak bakışlarını bana çevirdi. Yüzündeki gülümseme silindiği zaman elindeki cihazın bir düğmesine bastı. Ardından bakışlarını duvara çevirdi.. Duvardaki resim, dizlerimin bağını çözmüştü. Az daha yıkılacaktım. Ancak kendimi tuttum. Korku, bütün benliğimi ele geçirdiği zaman ellerim titremeye başladı. Ona baktım. Gülümsüyordu. “İyi günler. Cevabınızı aldığınızı var sayıyorum.” Tehdit dolu cümlesini zor olsa da göz ardı ederek hızla odadan çıktım. Gözlerim dolduğu zaman ellerimin titremesini kontrol altına alamıyordum. Koridorun ortasına geldiğim zaman dizlerimin bağı çözüldü ve yere düştüm. Dizlerimin sızlarken gözümden bir yaş aktı. “Neden?” diye bağırdım. Sesim koridor da yankılanarak bana geri döndü. “Keşke sadece ipin ucunda ben olsaydım. Böylece korkacak, kaybedecek hiçbir şeyim olmayacaktı. Akılsız ben!” Dizlerime defalarca vurdum. Acı eşiği yükselirken ayağa kalkmaya çalışıyordum. “Batu'yu bundan uzak tutacaktın..” Yürümeye çalışarak birkaç adım attım. “Sen haklıymışsın. Ben kendimle beraber herkesi yakacağım ama o… O hak etmiyor! Akılsız ben!” Burnumu çekerek koridordan çıktığım zaman adamlar bana bakmadan sadece kapıyı açtılar. Tek kelime etmeden arabaya bindim. Göz bandı yeniden karanlığa bürünmemi sağladı. Bedenimin titremesi hala sürüyordu. Demir Beyin tehdidi aklımdan çıkmıyordu. Oysa ki ne aptaldım. Elbette bana bu işi teklif ettiğinde hakkımda araştırma yapacağını bilmem gerekirdi. Bu onun en doğal hakkıydı ki benim hakkımda yapılan araştırma da çok bir bilgi çıkacağını düşünmüyordum. Sadece elimde değer verdiğim manevi oğlum Batu vardı. Yine de beni en sevdiğim, en değer verdiğim insanla tehdit etmesi bütün dengemi sarsmıştı. Onu bu işe asla bulaştırmazdım. Elimden geldiğince mücadele etmekten başka bir şey aklıma gelmiyordu. “İşi halledememesi başına gelen ilk olay olacak. Sana demiştim ve yine diyorum o senin sayende yok olacak.” Onu pek fazla tanımasam da Demir Beyin ciddi düşmanı olduğunu anlamam fazla uzun sürmemişti. İhanetin bedelini ona yaşatmak istiyordu. Ancak neden bunu benimle yaptığını bir türlü anlayamıyordum. Yine de bu işi yapmaktan başka bir şey gelmiyordu. Göreve sadık kalacak ve başıma gelenleri izleyecektim. Bu saye de içimde Demir Beye güvenmeyen kısmım bazı parçaları birleştirmeye başlayacaktı. Araba durduğu zaman göz bandını çıkartmışlardı. Bir süre ışığa alıştıktan sonra adamlara baktım. “Teşekkürler..” Cevap vermelerini beklemeden arabadan indim. Bugün kütüphane yerine mekan değişikliğine gitmek zorundaydım. Bu yüzden cadde üzerindeki butik dükkanlarına göz attım. Nereye gideceğim hakkında hiçbir bilgi verilmediği için abartılı olmayan siyah bir elbise almayı düşündüm. Ancak siyah ve uzun bir tulum gördüğüm zaman fikrim değişti. Tulumu aldığım zaman telefona baktım. Şu an eve gitsem bir saçma sapan olaylarla ilgilenecektim. Onca olaydan sonra evdeki işlerle uğraşmak düşüneceğim en son konuydu. Bu yüzden en hızlı adımlar atarak otele giriş yaptım. Resepsiyondaki genç kız bana başıyla selam verdiği zaman gülümsedim. “Aleyna kuaförü odama yollar mısın ve sana da selam!” Seri adımlarla asansöre yöneldim. Korkudan ziyade içimde adını adlandıramadığım bir his vardı ve bu muhtemelen Sarp’ı görünceye dek geçmeyecekti. Odanın anahtarını çantamdan çıkarttım. Kapıyı açtığım zaman üzerimdeki yorgunluğu es geçerek ayakkabılarımı odanın ortasına attım. Duvarda duran aynada yansımamı gördüğüm zaman duraksadım. Saçım dağılmış, pantolonum lekelenmişti. Yaşadığım olaylara şu ana kadar dayanmış olmam takdir edilesi bir olaydı. Gülümsedim. “İyi dayandın.” Diyerek gülümsedim. “Daha zor günler yakındır.” Aldığım tulumu yatağıma dikkatli bir şekilde yerleştirdiğim zaman saçlarımı açtım. Masa duran mendil ile yüzümü silerken kapı çaldı. Masanın yanında duran kapı butonuna tıkladım. Kapı otomatik bir şekilde açıldı. Kuaförüm geldiği zaman bir süre aynanın başından kalkmadım. Saçlarıma dalga biçimini vermelerini istemiştim. Çok şık olmasam da kendime gerekli özeni göstermek istiyordum. Arkadaşlarımla buluşacaktım. Daha eğlenceye gidecektik ne eğlence ama! Gözlerimi yumdum. O his bedenimi ele geçirdiği zaman düşünmemek adına kendimi başka alanlara yönlendirmek istedim. Ancak dün gece aklımdan geçmiyordu. Sarpla buluşmama az kalmıştı. Aslında bu bir buluşma da değildi. Demir beyin dediği gibi bir tesadüftü. Saçlarıma baktım. Kuaför yaklaşık on dakika önce odamdan ayrılmış ve beni düşüncelerimle tek başıma bırakmıştı. Tulumu giydiğim zaman aynaya doğru birkaç adım attım. İşler tahmin ettiğim gibi gitmişti. Şık olmasa da oldukça güzel duruyordu tulum. Uzun zaman sonra kütüphane dışında bir yere gidiyordum. İnsanların arasına karışmak beni korkutuyordu. Ne ile karışılacağımı bilmiyordum. Ancak yapabilirdim. Kalabalık beni gerse de kendime güveniyordum. Gülümsedim. “Bunu yapabilirsin. Sen çok güçlüsün. Ondan kaçabilirsin.” Bir süre sussam da devam ettim. “Ben ne yapıyorum? Günümü Batu'yla geçirmem gerekirken ben ne yapıyorum? Neden bu işe bulaştım? Herkesi tehlikeye attım. Ben bunu nasıl beceriyorum?” “Küçüklüğünü kurtaramayan bir kızdan ne beklersin..” Aynadaki görüntüm değişmişti. Yüzünde bir gülümseme vardı ve bakışlarını kıpırdamadan bana bakıyordu. Ellerini birbirine bağladı. Olduğum yerde kaldım. “Ne oldu beni beklemiyordun sanırım. Çok fazla sessiz kaldım. Merak etme seni yönlendirmeyeceğim. Zorlamayacağım. Ancak cidden ne bekliyorsun kendinden? Sen zavallısın. Aileni de, küçüklüğünü de karanlığa teslim ettin. Sıra Batu’da mı?” “Ailemi, küçüklüğümü ona kaptırmış olmam Batu’yu da ona kaptıracağım anlamına gelmez. O benim şu dünya da sahip olduğum tek insan. O olmasa belki de sen zaferini ilan edecektin. Ona büyük bir teşekkür borçluyken onu tehlikeye atamam. Bu yüzden savaşmayacağım.” Konuşmasına izin vermeden gülümsedim. “Sana zafer yok. Bu hikayenin sonunda herkes yaşayacak.” Kendimden emin bir şekilde söylediğim cümle beni yıksa da bu gerçekten kaçarak odamdan hızla çıktım ve asansöre yöneldim. Telefonuma gideceğim yerin adresi gelmişti. Kütüphane önünden geçen taksilerden birine bindim. Doğal olmam gerektiğini düşünerek telefonum baktım. Arkadaşlarını bekleyen biri olarak görünmem gerekiyordu bu yüzden bu role olabildiğince girmeye çalıştım. Taksiciye adresi verip arkama yaslandım. İçimdeki his giderek artarken ne yapabileceğimi düşünüyordum. Durmadan telefonuma bakabilirdim veya etrafa bakıp arkadaşlarımın gelmesini gözlemleyebilirdim. Anlayabileceğini düşünmüyordum. Yani umarım anlamaz. Sahi.. Yanıma gelen o gençten hiç bahsetmemişti Demir Bey. Nasıl biri olduğunu asla bilmiyordum. Onu tanımıyordum ancak o beni Demir Bey sayesinde mutlaka tanıyor olacaktır. Bu konu da zorlanmayacağımı bilmek beni oldukça rahatlatıyordu. Taksiden dışarı baktığım zaman dar sokaklara girmiştik. Bu sokaklar da gençler vardı ve bazıları belli yöne doğru gidiyordu. Sanırım onların gittiği yer benim gideceğim yerdi. Bu yüzden taksiciye durmasını söyledim. Ücreti ödeyip yavaş bir şekilde yürümeye başladım. Böylece takip edilip edilmediğim, anlamaya çalışabilirdim. Telefonuma bakarak yürümeye devam ettim. Arkama bakmak saçma bir seçenek olacağı için yürümeye devam ettim. Nasıl anlayacaktım takip edildiğimi bilmiyordum. Yine de yürümeye devam ettim. Takip edilip edilmediğimi anlamaktan vazgeçerek gençlerin girdiği alana yöneldim. Bulduğum alanda teneke kutularında yanan ateşler ve gençler dans ediyordu. Bazıları mutluydu diğerleri de dansın etkisine kapılmıştı. Etrafı kısa bir süre inceledikten sonra köşede boş bir masa gördüm. Sessiz bir şekilde oraya oturdum. Ortamda çok sesli olmasa da bir müzik vardı. Etraftaki kişilerin konuşmasına rağmen neredeyse hiç gürültü yoktu. Onları izlerken diğer yandan telefonuma bakmaya devam ediyordum. Kalabalığın arasında insanlar arkadaşlarına el sallarken içlerinden birinin ismimi söylediğini duydum. Bakışlarım kalabalığı bulduğu zaman siyah takım elbiseli bir genç gördüm. Bakışları beni bulduğu zaman gülümsedi. O an Demir Beyin bahsettiği kişinin geldiğini anladım. “Bade!” Gülümseyerek el salladım. Tanımadığım bir kişiye nasıl samimi el sallanırsa en iyisini yapmaya çalıştım. Yanıma geldiği zaman bana sarıldığında bir süre olduğum yerde kaldım. Daha sonra bende ona sarıldım. Kısa bir süre sonra ayrıldık ve birbirimize baktık. “Merhaba. Sana yardım etmek için geldim. Bu arada başından beri takip ediliyorsun.” Bakışlarımı sahnedeki çiftlere yeniden çevirdiğim zaman devam etti. “Demir Bey ona bu işi verdiği zaman yüzündeki şaşkınlığı görmen gerekirdi. Onu tanımayan biri bile oldukça eğlenirdi. Şahsen başına gelecek her şeyi hak ediyor.” Gülümsemesi cümlesinin sonuna doğru silindiği zaman bir kişinin daha Sarptan nefret ettiğini anladım. Ne çok düşmanı vardı sahiden. “İsmim Alp.” Bana baktı. “Burada genellikle gençler eğlenmek adına toplanırlar. Müzik dinlerler, dans ederler. Burası onların özgürlük merkezi de sayılabilir.” “İlk kez insanlar içine çıkan ben için oldukça garip bir deneyim oldu.” “Böyle bir olaya bulaşman da garip bir deneyim olmuş senin için ama merak etme senin adına her şeyi basit yapacağız.” Alp’e baktım. Bir an için kendimi gülmemek adına zor tuttum. Benim gibi bir insan için tanımlanan hayat ne kadar da çakışıyordu bana? Kütüphane de kitaplara sığınan bir genç kızdan arkadaş çevresi olan ve dans okuluna giden bir kız.. Yine de bu konu hakkında konuşmak istemedim. “Anlıyorum.” İlk müziğin aksine şimdi çalan şarkının sesi biraz daha artmıştı. Ortamdaki konuşmaları müzikten duymamak iyi gelmişti. Gülümsedim. Telefonuma bakarken Alp elini bana uzatırken gördüm. Bakışlarımı ona çevirdim. Gülümseyerek “Dans edebilir miyiz?” diye bir soru sordu. Bakışlarımı yere çevirdim. “Ama.. Ben dans etmeyi bilmiyorum.” Alp bana bakıyordu. Şaşırmıştı. Yine de kendinden taviz vermeden konuşmasına devam etti. “Kendini bana bırak.” Ona baktım. Güvenmesem de dans etmek kulağa oldukça güzel geliyordu. Bu yüzden gülümsedim. Müzik bulunduğumuz ortamı ele geçirdiği zaman Alp elini belime yerleştirdi. Ardından bana baktı. “Elini omzuma koy bakalım.” Dediğini yaptım. Devam etti. “Şimdi senden tek istediğim şey gözlerini kapatman.” Bir an için telaşlandım. “Hayır! Öyle nasıl dans ederim ya ayağına basarsam?” “İki ayağınla ayaklarıma bas ve daha sonra gözlerini kapat. Dans eden bir kuş olacaksın.” Hemen ekledi. “Güven bana.” Dediğini yaparak iki ayağına bastım ve bir adım yükseldim. Güldü. “Ne kadar ağırsın böyle.” “Hey!” “Şimdi gözlerini kapat bakalım.” Dediği gibi yapıp gözlerimi kapattım. Müziğin sesi arttığı zaman dans etmeye başladık. Karnımdaki kelebekler heyecandan kanat çırpıyorlardı. Ne kadar garip bir şey yaşıyordum. Çocukluğumdan beri ilk kez dans ediyordum. Gerçekten kendimi uçuyor gibi hissediyordum. Ama dans eden ben değildim. Kendimi nasıl oluyor da bu kadar hızlı ana bırakabiliyordum? Yine de dans etmek içimdeki küçük kızı mutlu etmişti, hissediyordum. Yavaş yavaş gözlerimi açtığım zaman bana bakan Alp’le karşılaştım. Ardından müzik dışında gelen bir sesin çiftlere seslendiğini duydum. Sesin geldiği yönü bulamamıştım. “Çift değiştirme zamanı!” İşte şimdi dünyam şaşmıştı. Alp, beni döndürdüğü zaman tanımadığım bir adamın kolları arasına düşmüştüm. Birkaç adım yalpalasam da kendimi hızla toparladım. Bakışlarımı karşımdaki kişiye çevirmekte zorlansam da sonunda ona bakıyordum. Karşımda Sarp’ı görmeyi bekliyordum. Ancak yine de şaşırmıştım. Sarp tam karşımda duruyordu ve biz dans ediyorduk. Bakışları benim üzerimdeydi. Demir Beyin dediği gibi ne hissettiğini anlamak pek mümkün değildi. Sadece dans ediyorduk. Müzik hızlanıyordu ancak biz müziğe ihanet ederek daha yavaş dans ediyorduk. Birden hiç beklemediğim bir şekilde geriye doğru yattım. Hala onun kolları arasındaydım. Bakışlarını benden ayırmadan bana yaklaşıyordu. Kalbim oldukça hızlı atarken ne yapmalıydım bilmiyordum. Arkama bakmadan kaçmak istiyordum ancak bunu yapmak oldukça tehlikeli bir hamle olurdu. Bu yüzden sakin bir şekilde kalmaya özen gösterdim. Yüzü bana o kadar yakın duruyordu ki hızla gözlerimi yumdum. Ne yapmam gerektiğine karar vermeden hareket ediyordum. Bunun sonucu nasıl biteceğini bilmesem de bir yola girmiştim artık. Gözlerimi açtığım zaman bana baktığını gördüm. Müzik durmuş yerini başka müziğe bırakmıştı. Yavaş bir şekilde beni ayağa kaldırdı. Bir adım geri gitti ancak hala karşımda duruyordu. “Dans için teşekkürler.” Bir şeyler söylemek adına dudaklarım aralandı ancak hiçbir şey söyleyemedim. Arkasına bakmadan masasına geri döndüğü zaman bende Alp’in yanına döndüm. “Nasıldı?” diye sorabildim. Konuşmak bulunduğum zamanda oldukça zordu. “Çok güzel bir sahneydi. Tebrikler!” Birden aklıma bir soru geldi. Alp'e döndüm. Sorup sormamakla kararsız olsam da soracaktım. “Sarp seni tanıyor mu?” Alp sorduğum soru karşısında duraksadı. Bir süre müziği dinledim daha sonra Alp bana döndü. Dikkatle ona bakıyordum. “Aslında ben onu tanıyorum ama o beni tanımıyor diyebiliriz. Demir Bey, bizi hep ayrı yetiştirdi. Küçükken bizi neden ayrı yetiştirmesine anlam veremezdim aslında bakarsam bu sorunun hala benim adıma bir cevabı yok. Yine de her gün Sarptan bahsetti bana. Onu fotoğraflardan ve Demir Beyin anlattıklarından tanıdım. Dolasıyla onu tanıyorum evet ama o beni tanımıyor.” Alp'ten bakışlarımı çevirip kalabalık girişe yöneldim. Demir Beyin anlattıkları ne kadar doğru olabilirdi gerçekten Alp’e gerçekleri mi anlatıyordu yoksa anlattıkları her şey koskoca bir yalandan mı ibaretti? Demir Beyi gördüğüm andan itibaren ona inanmayan tarafımın sesi sürekli zihnimde yankılanıyordu. Ona güvenmeme adına sebep yoktu ancak inanmak adına da anlattıkları gerçekten yeterli miydi? Girişte Demir Beyin yolladığı genç topluluğu bana el salladıkları zaman gülümsedim. Sanırım arkadaş ekibim tamamlanmıştı. Kızlar koşarak bana sarıldığı zaman erkekler de Alp’le konuşmaya başlamışlardı. Mutlu gibi gözükmek adına elimden geldiğince role uymaya çalışıyordum ancak aklıma yapılacak bir şey gelmiyordu. Acemiliğimin benim sonum olmasından korkuyordum. “Sarp bizi izliyor. O yüzden doğal davranalım. On dakika sonra kovalamaca başlayacak. Ben senin peşinden geleceğim.” Başımı salladım ve gülümsedim. Kızlarla havadan sudan konuşuyordum ancak aklım pek burada değildi. Demir Beyin Sarpı tanıttığı zaman canlandı aklımda. Duygularını pek yansıtmaz dediği gerçekten buymuş. Onu dans ettiğimiz zaman gördüğümde bakışlarını çözememiştim. Sanki bir uçurum gizliydi. Bunu dans ederken anlamıştım. Yine de o yaptığına pek bir anlam veremiyordum. Neden beni öpecekmiş gibi bir izlenime kapılmıştım yoksa… Ondan etkilenen ben miydim? Kızlara ve Alp’e baktım. Bir süre anlamsız konular hakkında konuştuk. Telefonuma baktım. Saat gecenin on ikisine geliyordu. Yavaştan Sarp’la yüzleşmem gerektiğine inanıyordum. Acemiliğim yüzünden korkuya kapılsam da kendime oldukça güveniyordum. Çantamı alarak Alp’in yanına gittim. Bana bakıyordu. “Ben ayrılıyorum.” Başını salladı. Ekibe benim ayrıldığımı söylerken kızlara baktım. Gülümseyerek ayrıldığım hakkında birkaç bilgi verdikten sonra mekandan ayrıldım. Sokak ışıkları caddeye vuruyordu. Bu yüzden her yeri net bir şekilde görebiliyordum. Yavaş adımlarla yürümeye başladım. Arkamda beni takip ettiğini biliyordum. Bu yüzden şüphelenmemesi adına yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Kısa bir süre sonra duraksadım. Arkamı dönmek istedim ancak bunun yerine adımlarımı hızlandırdım. Adım seslerini duyuyordum. Seri bir biçimde beni takip ediyordu. Telaşlandım ve daha hızlı yürümeye başladım. “Kimsin sen?” Soruma cevap vermemeyi seçti. Hala arkamdaydı. Sorumu yeniledim ve adımlarımı hızlandırdım. Daha sonra emin olduktan sonra koşmaya başladım. Dudaklarımdan bir çığlık savruldu. Korkuyordum. Arkama bakmadan koşuyordum. Onun da benimle beraber koştuğunu biliyordum. Demir Beyin adamları sayesinde nereye doğru kaçabileceğimi biliyordum. Sağ tarafa dönerek koşmaya devam ettim hala peşimdeydi. Şimdi kendimi nasıl kaybettirebilirdim? Alp’in arkamdan koşması ve beni takip etmesi gerekiyordu Yoksa her şey başarısız olacaktı. Sarp beni yakalayacaktı. İşin böyle olmaması adına kendimi zorlayarak koştum. “Nereye kadar kaçabileceğini sanıyorsun?” Yanıt vermedim. Koşmaya devam ettim. Sola döndüğüm zaman arkamdan geldiğini duyuyordum bu yüzden etrafa bakındım. Tahtaların olduğu köşe benim için en uygun yer olduğunu düşündüğüm için saklanmayı tercih ettim. Daha sonra arkamdan gelen adım seslerini duydum. Yavaşladı ve daha sonra durdu. Bir süre sessizlik oldu. “Ciddi olamazsın.” Nefes almamaya dikkat ederek onu dinledim. Bir süre caddenin sonuna kadar koştu. Daha sonra eski yerine geldi ve sert bir şekilde küfür ettiğini duydum. Bu beni korkuttu. “Ben.. İlk kez birini elimden kaçırdım.” Bağırdı. “Bunu ona nasıl izah ederim!” Elinde ne olduğunu bilmediğim bir şeyi duvara fırlattı. “O kızı bulmam gerekiyordu. Kahretsin!” Telefon melodisi cadde de yankılanırken ikimizde kimin aradığını biliyorduk. Kısa bir süre sonra telefon sustu. “Efendim..” dediğini duydum. Bir süre sessizlik ortama hakim olsa da konuşmasına devam etti. “Onu buldum ama kaçtı. Peki. Sen nasıl istersen öyle olsun. Bilgilerini bana at merakla bekliyorum ve merak etme böyle bir şey bir daha söz konusu bile olmayacak.” Telefon kapandığı zaman bir süre olduğu yerde durdu. Daha sonra bulunduğu alanı terk ettiğini duydum. Olayın şoku ve heyecanı beni olduğum yere kilitlemişti. Az daha yakalanıyordum. Olduğum yerden çıktığım zaman dikkatle sokağın ortasına geçtim. Kimsenin olmadığından emin olarak birkaç adım ileri attım. Alpin gelmesini beklerken hesaba katmadığım bir şey oldu ve telefonum çalmaya başladı. “Kahretsin!” Korku, bütün vücudumu ele geçirdiğinde telefonu susturmaya çalıştım. Yandaki tuşa tıkladığım zaman telefonun sesi kesildi ancak bu sefer de bana doğru gelen adım seslerini duyuyordum. Saklanmayı düşünmüştüm ancak telaştan olduğum yerde kalmıştım. Birkaç adım atmayı becerdiğim zaman caddenin başında Sarp’ı gördüm. Bakışları beni bulduğu zaman gülümsüyordu. Yavaş bir şekilde üzerime geliyordu. “Sonunda buldum seni.” Güldü. “Biliyor musun sayende ilk kez az daha bir işi tamamlayamadan gidecektim ama gariptir ki yine sayende seni buldum. Cebinden çıkarttığı silahı bana doğrulttuğunda “Seni uzun zamandır takip ediyorum. Kütüphaneden beri peşindeydim. Elbette bir gün ağıma düşecektin.” Bir süre ne demek istediğini anlamadım daha sonra parçalar yavaş bir şekilde birleştiğinde sadece Sarp’a bakıyordum. Bu işte bir yanlış vardı. Bu hikaye de ya da gerçekte biri bana yalan söylüyordu. “Seni ilk kez burada görecek ama Demir Bey senin bazı fotoğraflarını ona gösterdi. Yani seni tanıyor. Arkadaş çevresi sosyal olan, dans okulunda okuyan bir kızsın.” “Kütüphanesinden ayrılmayan, kitaplara saklanan bir kadın demek.. Ne kadar da acıklı bir hikaye.” Ellerim titremeye başlamıştı. Bir adım geriye doğru attım. Bana bakıyordu. “Ah doğru kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Sarp. Senin cehennemin.” Olduğum yerde hareket edemezken Sarp bana bir adım attı. Ancak aynı zamanda duyduğum silah sesi çığlık atmama sebep oldu. Alp kolumdan tutup beni kendi tarafına çektiği zaman Sarpın Alp’e baktığını gördüm. Planını bozmuştu ve bu onu oldukça sinirlenmişti. Yine de hiçbir şekilde bir şey demedi. Bana baktı. “Senle..” dediği zaman bana baktı. “Yeniden görüşeceğiz.” Ardından arkasına bakmadan koşarak uzaklaştı. Alp benimle konuşsa bile onu dinleyemiyordum. Demir beyin veya Alpin söylediği yalan aklımdan hayatta gitmiyordu. Ne yapacağımı bilmeden Alp’e baktım. “Sanırım ilk tanışma aşamasını tamamladık.” Ona bakmadım. Bir süre kendime gelmeyi bekledim. Olan olaylar bana fazla geliyordu. İlk kez gerçek anlamda korkuyordum. Ayağa kalktığım zaman arkama bakmadan koşarak sokaklara daldım. Alp arkamdan gelmek adına herhangi bir çaba göstermedi. Bir süre sokaklarda dolaştım. Daha sonra düşünmekten ve yürümek bedenimi yorduğu içi sonsuz durağım olan kütüphaneye kendimi bıraktım. Kimsenin olmadığı kütüphanem bana kollarını açmıştı. Ayakkabılarımı çıkartıp yere attım. Kafamdaki ağrıyı kaldıramıyordum. Bu yüzden kendimi koltuğa bıraktım. Bozuk olan çanlar ben gözlerimi kapattıktan yaklaşık on beş dakika sonra çalmaya başladı. Hızla gözlerimi açtım. Kütüphaneyi uzaktan incelediğim zaman kimsenin olmaması içimi rahatlatsa da hala korkuyordum. Ayağa kalktığım zaman birkaç adım attım. Daha sonra koridorun ortasında bir kitap ve yanında küçük bir çakmak buldum. Etrafa bakarak kitabın üzerindeki notu ve çakmağı elime aldım. Ne olduğuna bir anlam veremesem de çakmağı masaya koydum ve notu açtım. “Merhaba Bu beni ilk görüşün olmayacak. Sana söz veriyorum. Beni daha çok göreceksin ve inan bana seni yakalayacağım. Bu arada bu kitabı tavsiye ederim ancak dikkat et fazla okursan içinde kaybolabilirsin ve çıkman için kimsenin yardımını alamazsın. Seni ancak sen kurtarabilirsin. Bol şans diliyorum çünkü ihtiyacın olacak. Sarp..” |
0% |