
Ayşe'nin kaşı kalktı.
“Ne bu yine Allah aşkına?”
Aziz ciddi bir suratla anlatmaya başladı:
“Bak şimdi hanım… Menü üç bölümden oluşuyor:
1. Giriş: Özürlü içecekler Terslenmiş ayran ve pişmanlık dolması.
2. Ana Yemek: Külahıma anlatsan da olur sarması.
3. Tatlı: Benimle barış, dilim dilim aşk.”
Ayşe patatesleri bırakıp yavaşça yaklaştı.
“Sen var ya Aziz… İki gün aç kalsam, senin bu ‘aşklı menü’nü yemezdim.”
Aziz hemen araya girdi:
“Daha menü bitmedi!
Ekstra hizmetler var: Bir hafta boyunca bulaşıklar benden...
" Her gece ayak masajı"
"En önemlisi... başka hiçbir kadına salatalık bile kesmem!”
Ayşe istemsizce güldü ama hemen ciddileşti.
“Aziz Ağa... Geçen sabah mutfağı bombaladın, salatalıkla bana kalp yaptın.
Şimdi menüyle barış mı isteniyor?”
Aziz hemen cebinden bir küçük not defteri çıkardı.
Üzerinde yazıyordu:
“Aşkın Beş Aşamalı Barış Planı”
1. Göz teması kur
2. Sırnaş
3. Komik ol
4. Övgü yağdır
5. Kahkaha gelirse tamamdır
Aziz göz temasını kurdu.
Sırnaştı.
Komik oldu.
“Sen var ya... bu evin elektriği gibisin Ayşe. Sen olmayınca her yer karanlık.”
Ayşe yine güldü ama ağzını eliyle kapattı.
Aziz son kozunu oynadı.
Bir poşet çıkardı.
İçinden kadife bir kutu...
Ayşe'nin gözleri büyüdü.
Kutuyu açtı:
Bir çift... peluş terlik!
Üzerinde yazıyordu:
“Asabî Karım , Gönlümün Sultanı”
Ayşe kahkahayı patlattı.
“Senin zekânı seveyim Aziz. Allah seni başka türlü yaratmamış iyi ki!”
Aziz iç geçirdi.
“Yani… barıştık mı?”
Ayşe kafasını salladı.
“Barıştık ama... o menüdeki ‘ayak masajı’ maddesi yürürlükte. Her gece. Nokta.”
Aziz dizlerini kırdı.
“Ben o maddeyi silmemiş miydim ya... Neyse, Allah’ım sabır ver, aşk da verdin zaten.”
Ayşe terlikleri giydi, Aziz’in yanağına hafif bir öpücük kondurdu.
“Aziz Ağa, sen gerçekten delisin.”
Aziz göz kırptı:
“Ve sen o deliliğe razı olduğun için bu ev cennet.”
Aziz Ağa, Ayşe’nin yüzünü avuçlarının arasına aldı, gözlerinde derin bir sevgiyle ona baktı.
“Yatağın üstüne bir elbise bıraktım senin için,” dedi, yumuşak bir sesle.
“Onu giydikten sonra yüreğinin sesini dinle. O ses, ne yapman gerektiğini zaten sana gösterecek.”
Ayşe, Aziz’in bakışlarında kayboldu, başını hafifçe salladı.
Elleriyle avuçlarını silerken adımları ağır ama kararlıydı.
Üst kattaki odalarına doğru yürürken kalbi, hem huzur hem de umutla doluydu.
Aziz ise ardında kaldı, sevdiği kadının sırtını izlerken
O anı zihninde sonsuza dek saklamak istercesine derin bir nefes aldı.
Bilirdi ki, aşk bazen susarak, bazen dokunarak konuşur;
Ve en güzeli, kalbin kendi yolunu bulmasına izin vermekti.
Ayşe odasına çıktığında, yatağın üstünde zümrüt yeşili bir elbise duruyordu.
Elbisenin zarif kumaşı ışıkla dans ediyor, adeta onu bekliyordu.
Ayşe usulca elbiseyi aldı, aynanın karşısına geçti.
Saçlarını nazikçe topladı, elbiseyi özenle giydi.
Hazırlanışını tamamlayıp odadan çıkmak üzereyken, evin sessizliğini ince, hüzünlü bir ney melodisi doldurdu.
Pikaptan, kelimeler olmadan sadece duyguları taşıyan o nağmeler yükseliyordu.
Melodi, evin her köşesine dokunuyor, kalplerinde bir sızı ve umut bırakıyordu.
Ney melodisi, ince bir çağrı gibi odanın içinde kıvrıla kıvrıla dolanıyordu.
Sanki duvarlar yumuşamış, zaman bir adım geri çekilmişti.
Ayşe'nin kalbi, o sesin peşinden gitmek ister gibiydi korkmadan, düşünmeden.
Ayağını kapının eşiğine koydu.
Derin bir nefes aldı, başını kaldırdı.
Koridora adım attığında, loş ışık duvarlara huzurlu gölgeler düşürüyordu.
Perdeler... ah, o incecik tüller...
Yavaş bir rüzgârla dans edercesine uçuşuyor, aralarından sızan melodiyi Ayşe'nin tenine işliyordu.
Adımları ürkek değil ama temkinliydi.
Sanki her adımda, içinden geçen duygulara biraz daha yaklaşıyor,
O duyguların anlamını sezerek ilerliyordu.
Terasın bulunduğu yöne döndüğünde, kalbinde garip bir titreme oldu.
Perdelerin arasından belli belirsiz süzülen ışık, Ayşe'nin içini hem ısıttı hem de ürpertti.
Ama daha ulaşmamıştı terasa.
Durdu.
Bir an gözlerini kapattı.
Melodi sanki tam o anda bir nabız gibi attı içinde.
İlk adım melodiydi, ikinci adım kalpti, üçüncüsü… işte o, aşktı.
Ayşe, gözlerini açtı.
Perdeler savruluyor, içeriden gelen kırmızı bir ışık beyaz güllerin üzerine dans ediyor, zaman onu içine çekiyordu.
Ama o hâlâ eşiğin gerisindeydi.
Çünkü bazı anlar aceleye gelmezdi.
Bazı sevgiler, sessizce anlaşılır, usulca yaşanırdı.
Elbisenin etekleri tenine usulca dokunuyordu her adımda; kumaşın hafifliğiyle kalbinin yükü birbirine karışıyordu sanki.
Ayşe, eşikte biraz daha oyalanmadı. İçinde bir şey, zamana artık söz hakkı tanımaması gerektiğini fısıldıyordu.
Adımını attı.
Terasın kapısı aralıktı.
Hafifçe ittiğinde, ahşap çerçevenin gıcırtısı geceye karıştı.
İçeriye, başını yere eğmiş beyaz güllerin kokusu doldu önce, ardından kırmızı ışığın solgun dansı.
Ve… Aziz.
Terasın tam ortasında, yuvarlak ceviz masasının üzerinde duran eski bir yağ kandili titreyerek yanıyordu.
Aziz, sırtı ona dönük, ince bir ceket giymişti.
Omuzları yılların ağırlığını değil, o anın narinliğini taşıyordu.
Ayşe’yi duymuş olmalıydı, çünkü arkasını dönmedi ama başını hafifçe yana eğdi.
Birini bekler gibi değil, biri geldiği için şükreder gibi.
Ayşe birkaç adım attı.
Yüreği, o kandilin alevi gibi, rüzgârın önünde bir ileri bir geri savruluyordu.
Sessizlik, melodinin yerini devralmıştı artık. Ney sustuğunda bile geriye kalan yankıydı; çünkü bazı sesler, durduğunda bile ruhu konuşturur.
Aziz usulca döndü.
Bakışları, Ayşe’nin üzerine düşen ışığın içinden yürüyordu.
Ne konuştu, ne gülümsedi.
Gözleriyle Ayşe’nin kalbine, kalbinden geçmişine, geçmişinden bugüne yürüdü.
Sonra bir adım attı ona doğru.
Ceketinin cebinden küçük bir kutu çıkardı.
Kadife, yaş gibi duran koyu lacivert bir kutu.
Ellerinde titremedi; ama sesinde yılların içli yorgunluğu vardı:
“Ben sana her gün yeniden âşık oluyorum, Ayşe.”
Kutuyu açmadı.
Sundu.
Bir karar değil, bir veda değil;
Bir ‘evet’ bile değil.
Sadece bir duruştu.
Sessiz, sabırlı, yalın.
Ayşe kutuya değil, Aziz’e baktı.
Zümrüt elbisesi tenine yapışmıştı; ama o bir bedenin değil, bir kalbin içinde titriyordu.
Ellerini uzatmadı.
Bir şey demedi.
Ama gözlerinden süzülen tek damla yaş, her cevaptan daha yüksek konuşuyordu.
Çünkü bazı cevaplar dudaktan değil, yürekten düşerdi.
Ve bazı sevgiler...
Zamanı değil, zamanı unutturan anları beklerdi.
Ayşe yaklaştı,
Başını Aziz’in göğsüne yasladı.
Orada konuşmadılar.
Orada sadece sustular.
Ve o suskunluk, evrenin bile kıskanacağı bir aşk yeminine dönüştü.
İki kalp…
Bir kandil…
Ve üstlerine örten gecenin, sabaha kadar sürecek sessiz duası.
Ayşe yaklaştı,
başını Aziz’in göğsüne yasladı.
O suskunluk, evrenin bile kıskanacağı bir aşk yeminine dönüşecekken,
pencereden sızan gece rüzgârı pikabın iğnesini yeniden oynattı.
Bu
Neyin ardından, bu kez usul bir zâr teli hafif bir semâî yayılıverdi havaya.
Kandilin alevi büyüdü, mumların ışığı birbirine karıştı;
beyaz güllerin gölgeleri, terasın taşlarına ince dallar çizdi.
Aziz, Ayşe’nin yüzünü ellerinin arasından yavaşça bıraktı
ve sol avucunu ona, geceye açılan bir kapı gibi uzattı.
“Benimle yürür müsün?” demedi;
sözcükler gereksizdi artık.
Ayşe, o avuca başını sallamadan yerleştirdi parmaklarını.
Bir adım gerilediler, sonra döndüler:
Yavaş bir raks başladı.
ayak tabanları ahşap zemine dokunur dokunmaz
tıpkı çocukken hatırlanan bir dualı ninniye uymak gibiydi.
Aziz’in eli beline yerleştiğinde,
Ayşe’nin zümrüt elbisesi dalga dalga kıvrıldı,
mum alevleri eteğinin pilelerinde dans etti.
Adımları yokladı ilk başta,
ama ritim kalpten gelince
ne prova gerek kaldı ne tereddüt.
Bir kandilin titremesi,
bir neyin yarım kalan ahengi,
beyaz bir gülün kokusu:
üçü birlikte, görünmez bir orkestra gibi
adımlarına yol çizdi.
Ayşe başını kaldırdı, Aziz’in gözlerinde kendi gölgesini gördü.
yalın, korkusuz, kabullenen.
Aziz başını eğerken, omuzlarından yılların rüzgârını silkti.
Gölgeler geride, ışık tam aralarında durdu.
Sonra kimsesiz bir nota,
iki yüreğe birden
tek kelimeyle düştü: “Şimdi.”
Şimdi, geçmişin değil geleceğin zamanıydı;
şimdi, suskunluğun değil fısıldayan adımların dili.
Ve döndüler.
Bir kez daha.
Güllerin beyazı geceye, gece onların tenine bulaştı.
Ayak izleri halıya nakış oldu;
kanatlarından sıyrılan kelebekler gibi savrulan eteğin ucunda
ışık, gölgeyi öptü.
Müzik sustuğunda bile bedenleri hâlâ dönüyordu.
çünkü aşk bazen melodinin kendisi değil,
melodinin bittiği yerde başlayan sessiz dönüştü.
Ayşe nefesini Aziz’in boynunda bıraktı:
“Her döneceğimiz köşede seni bulacağıma inanıyorum.”
Aziz dudaklarının sıcaklığını saçlarına gömdü:
“Ve her adımda seni yeniden seveceğime.”
Orada, mumlar sönmeden, kandil yorulmadan,
güller solmadan,
gece onlara bir çember çizdi:
iki kalp, tek ritim,
bir dans kadar kısa,
bir ömür kadar uzun.
Aziz’in elleri, Ayşe’nin belinde yumuşak ama kararlı bir tutuşla gezinirken, dünya etraflarında ağır ağır dönen bir yıldızdan ibaret oldu. Tenleri dokunduğu anda, o andaki tüm sessizlik, yerini kalplerin hızlanan ritmine bıraktı.
Ayşe’nin nefesi hafifçe kesildi, gözleri kapandı; sanki dünyayı unutmak, sadece Aziz’in varlığında eriyip gitmek istiyordu. Aziz’in dudakları, onun dudaklarına yakınlaştı, önce nazikçe, sonra yavaş yavaş alevlenen bir tutku ile. Öpüşleri, geceye fısıldanan en derin sırlar gibiydi, kelimelerden arındırılmış, sadece hislerle örülü.
Gözler kapalı, bedenler birbirine daha da yaklaştı; ayaklar, ahşap zemini unutarak birbirlerini aradı. Aziz’in elleri, Ayşe’nin sırtına, sonra saçlarının arasına kaydı, hafifçe parmaklarını dolaştırdı. O an, her dokunuş, zamanın dışına çıktı; sadece bir anın sonsuzluğuydu.
Ayşe, nefesini derinleştirip Aziz’in boynuna sarıldı; vücudu, onun vücuduyla uyum içinde titredi. Elbisesinin kumaşı, ellerin sıcaklığında erirken, tenleri bir şiir gibi birbirine karıştı; kelimeler değil, hisler konuştu.
Yavaş yavaş odalarına doğru çekildiler; koridorun loş ışığında, her adımda aralarındaki çekim arttı. Kapı kapandığında, dünya tamamen sustu. Sadece nefes alışverişleri ve kalplerinin çarpışı kaldı.
Onların şehvetli anlarına kucak açan oda onların iniltirenine yankı bulmuştu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |