
İYİ OKUMALAR
GEÇMİŞ
Ayşe on yedisindeydi. Kâğıt üstünde kadındı ama kalbi hâlâ ufacık bir kız çocuğuydu. İçinde hâlâ ip atlamak isteyen bir neşe, sek sek taşlarının ardına gizlenmiş hayaller vardı. Fakat bu konakta ne çocukluğa yer vardı, ne düşlere.
O sabah, konağın taş avlusundan dışarıya uzanan sokakta çocukların sesleri yankılanıyordu. Küçük kızlar ip atlıyor, kahkahalarla sek sek oynuyorlardı. Ayşe'nin gözleri o sese takıldı. Damarlarında unuttuğu bir his kıpırdadı. Eteğinin ucunu hafifçe topladı, çıplak ayaklarını toprağa bastı. Bir adım... sonra bir adım daha.
Gözleri mavi kurdeleli bir kıza ilişti. O an, içindeki çocuk yeniden canlandı. Gözleri parladı. Elini kaldırıp, sanki o oyuna çağrılacakmış gibi hafifçe salladı. Dudaklarında utangaç bir gülümseme belirmişti ki...
Koluna asılan sert bir el, o tebessümü boğazına tıktı.
"Ne halt ediyorsun sen burada?!"
Xece Hanım'dı bu. Öfkesi, yıllardır birikmiş soğukluktan damla damla süzülüyordu. Ayşe'nin kolunu acıtarak çekti.
"Çocukluk devrin kapandı! Şimdi gelin oldun, kocanın sırtında değil kucağında bebek gezdir. Sokakta değil, sokakta eyleneceğine kocanı eğle."
Ayşe'nin yüzü düşmüştü. Kalbi korkuyla değil, utanmayla çarpıyordu. Bir suç işlemiş gibi başını eğdi. Ama sesi vardı bu kez. Titrek ama kararlı:
"Ben daha çocuğum..."
Xece Hanım'ın eli öfkeyle havaya kalktığında, Ayşe bir çırpıda gözlerini kapatıp kolunu yüzüne siper etti. O an, bir çocuğun içgüdüsel korkusuyla değil, kalbini koruma telaşıyla titredi. Havada asılı kalan o el, sadece tokadı değil, geçmişin suskun şiddetini de içinde taşıyordu. Ve sanki zaman, o gerilimle birlikte soluk almayı unutmuştu. Konağın taş duvarları bile nefesini tutmuş, gölgeler bile kıpırdamayı kesmişti.
Ama o an, havada asılı kalan elin gerginliği ve konağın sessizliği birbirine karıştı.
Çünkü o an, taş duvarları titreten bir ses yankılandı:
"Parmağının ucu bile değerse karıma, bu konağı seninle beraber yakarım Xece hanım "
Havada asılı kalan el, bir an için zamana meydan okur gibi durdu. Avlunun üzerindeki güneş, ağır ağır bulutların ardına saklandı; rüzgar bir anda kesildi, kuşlar kanat çırpmayı bıraktı. Konaktaki herkesin nefesi boğulmuş, zamanı durdurmuştu sanki.
Öfkesiyle yanan Azîz'in bakışı, havadaki o donuk anın içine saplanmış, tüm odanın yükünü omuzlarına almıştı.
Ayşe gözlerini açtı. Havada asılı kalan eli değil, o sesi aradı. Ve işte orada... Merdivenlerin başında durmuş, gözlerinden öfke değil, yangın akan Azîz duruyordu. Yumrukları sıkılıydı. Bedeni değil, bakışı yürüyordu Ayşe'ye doğru.
Ayşe bir an bile tereddüt etmedi. Yüreğinin bildiği yola, o yöne, Azîz'in göğsüne koştu. Sanki oraya varınca dünya susacak, sığınacağı yer nihayet bulunacaktı.
Azîz kollarını açtı. Ayşe, göğsüne kapandığında adamın tenine çarpan gözyaşlarıydı artık konuşan.
Kız değil, büyümeye mecbur bırakılmış bir çocuğun hıçkırığıydı o. Dudaklarını ısırdı, ama nafile... Yıllardır bastırdığı o kırık, karanlık nehir Azîz'in gömleğine dökülüyordu.
Azîz başını eğdi, alnını karısının saçlarına yasladı. Yüreği değil, geçmişi titriyordu. Gözlerini kapatıp kadının tüm korkusunu ciğerlerine çekti. "Ben buradayım," diyordu suskunluğu, "Artık kimse sana dokunamaz."
Ayşe, kokusunu içine çektiği göğüste, huzurla değil, geç kalmış bir çocuk gibi hıçkırarak ağlıyordu. Bu, sadece bir kadının değil, evladını annesinden kaçıran kaderin de isyanıydı.
Xece Hanım'ın eli hâlâ havadaydı. Sanki zaman orada durmuştu. Ayşe'nin kocasına sığınışı, bir kadının değil, içindeki küçük kızın hayatta kalma çabasıydı.
Azîz annesine döndü. Sesi bu kez daha sakin, ama içinde keskin bir bıçak gizliydi:
"Senin ellerin bana dua etmek için kalkmalıydı... Beddua için değil. Bir daha sakın karıma dokunmayı düşünme. Bu konakta tek bir canı daha incitir, kendi ellerimle kapatırım bu kapıyı sana."
Xece Hanım bir adım geri attı. Dudakları kıpırdamadı ama gözlerinde ilk kez bir şeyler çözüldü. Oğlunun karısına değil, geçmişin kurbanına sarıldığını fark etmişti.
Ayşe hâlâ Azîz'in göğsündeydi. Elini hafifçe bastırdı:
"Gitmeyelim," dedi fısıltıyla. "Beni bir daha yalnız bırakma."
Azîz, onun yüzünü avuçladı. Gözlerine baktı:
"Nereye gitsem seninle giderim. Ama bu evde artık senin gözünden tek bir yaş düşmeyecek."
Azîz kollarını biraz daha sıktı; sanki karısını değil, kaderinden arta kalanları sarıyordu. Başını eğdi, dudaklarını Ayşe'nin saçlarına yasladı. Sesinde öfke yoktu artık yalnızca yemin gibi bir kararlılık vardı:
"Ben seni o kafesten özgürleş diye kendimden geçtim, Ayşe..." diye fısıldadı. "Şimdi seni yeniden oraya hapsetmeye kalkarlarsa, dünyayı yakarım. Buna asla izin vermem."
O sırada dışarıdan yine çocuk sesleri duyuldu. Ayşe başını çevirdi, sokakta ip atlayan kızlara baktı. Bir an dondu. Kendini gördü. O çocuk hâlini... Saçında mavi kurdeleyle sek sek oynayan Ayşe'yi.
Azîz fısıldadı:
"İster misin? Sen de oynayasın... sen de gülmek isteyesin..."
Ayşe mırıldandı:
"Ben artık çocuk değilmişim... Xece Hanım öyle dedi."
Azîz gülümsedi. Alnını karısının şakağına yasladı:
"Kırlangıç dediğin hem uçar, hem döner. Hem çocuk olur, hem kadın. Senin içinde ikisi de var. Hadi, gel benimle."
Ayşe başını salladı. Ve ilk kez kimseye sormadan karar verdi. Çocukların kahkahalarına doğru yürüdüler.
"Azîz Ağa geliyor, saklanın!" diye bağırdı bir çocuk.
Ayşe durdu, baktı, sonra:
"Ebe benim!" diye haykırdı.
Eteklerini toplayıp koştu. Ayakkabılarını çıkarıp toprağa bastı. Ayşe'nin gülüşü gökyüzüne değdi.
Konakta çalışan kadınlar perde arkasından gizlice baktı. Gözyaşlarını silmeye çalıştılar.
Xece Hanım, aralıktan izliyordu. Dudakları kıpırtısızdı.
Ama o gözlerde ilk kez bir şey yıkılmıştı.
Kırılmamıştı belki...
Ama çatlamıştı.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
GÜNÜMÜZ:
Hastane koridorları ne kadar soğuksa, Aziz'in yüreği o kadar yangındı.
Ama bu öyle bir yangındı ki, ateşi dışarıdan görünmüyor, sadece içini kavuruyordu.
Saniyeler asır gibi geçiyordu.
Saat durmuştu sanki. Zaman bile Ayşe'siyle birlikte durmuştu.
Aziz, ameliyathanenin önünde dizlerinin üstüne çökmüştü.
Olduğu yerde sendeledi.
Bir çift kelimeyle dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi.
Yalpalayan adımlarla geriledi.
Sırtını titreyerek duvara yasladı...
Ama duvar bile taşıyamadı onu.
Dizleri boşaldı.
Bir anda çöküverdi yere, öylece...
Başını ellerinin arasına gömdü.
Avuçlarının içi, gözyaşına dar geldi.
Gözlerinden değil, yüreğinden ağladı.
Göğsünden bastırılmış bir inilti koptu.
Ne çığlık atabildi, ne susabildi.
O an, içindeki bütün dağlar yıkıldı.
Başını iki elinin arasına almıştı...
Ama elleri... elleri kana bulanmıştı.
Ayşe'nin kanıydı o.
Hâlâ sıcak...
Hâlâ kokusu onun teninden...
Hâlâ Aziz'in avuçlarında canıyla birlikte kayıp giden bir ömrün izleri...
Gözleri ellerine takılı kaldı.
Titreyen dudaklarının arasından sadece bir cümle döküldü:
"Ben... onu koruyamadım."
Tam o sırada Kerim geldi, ardından Elif.
Koşar adımlarla...
Ama yaklaştıkça yavaşladılar.
Çünkü Aziz'i o hâlde gördüler.
Dağ gibi adam, hastane zeminine çökmüştü.
Ve ellerinde... sevdiği kadının kanı vardı.
"Aziz!"
Kerim'in sesi yankılandı, ama Aziz başını kaldırmadı.
Gözyaşları ellerine damlıyordu artık.
Ayşe'nin kanına karışıyordu.
Kerim, dostunun yanına koştu,
Elif ise abisi bildiği adamın bitik hâlini görünce yerine mıhlanmıştı.
"Dostum..." dedi Kerim,
sesi bir feryat gibi yankılandı boş koridorda.
Ama Aziz'in gözleri hâlâ ellerindeydi.
Sanki zaman orada durmuştu.
Bir kadının canı o ellerde kalmıştı da, hayatın geri kalanı onunla birlikte akmayı reddediyordu.
Kerim yanına çöktü,
ellerini Aziz'in omuzlarına koydu,
göz hizasına geldi.
"Aziz! Gözümün içine bak. Hadi dostum."
Aziz Ağa nemlenen gözlerini dostuna dikerken, dudakları kımıldadı ama sesi çıkmadı.
Sanki boğazına bir diken oturmuştu da, kelimeler geçemiyordu oradan.
Derin bir iç çekti. Göğsünden kopan o nefes, yılların suskunluğunu içinde taşıyordu.
"Kerim..." dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltıydı.
"Ben... yetişemedim."
O an Kerim'in yüreği paramparça oldu.
Çünkü Aziz gibi bir adam ilk kez bu kadar acizdi, ilk kez bu kadar yenikti.
"Yetişemedim dostum... gözlerimin önünde... Canımdan can gitti..."
Elini kaldırdı, parmaklarının arasından hâlâ Ayşe'nin sıcaklığı akıyormuş gibi baktı.
"Ellerim... tutamadı... koruyamadı..."
Kerim, Aziz'in omuzlarını biraz daha sıktı, sarsmadan.
"Sen elinden gelenin fazlasını yaptın. Ama bazı şeyler bizim elimizde değil dostum," dedi, gözleri dolmuştu onun da.
"Senin yüreğinle savaştığını, onun için nefes aldığını biliyorum."
Aziz, başını eğdi.
Gözyaşı bir inci gibi düştü dizlerine.
"Ben Ayşe'me söz vermiştim... Yaşatacağım diye. Ama şimdi... onun nefesi benimkinden önce kesildi."
Koridorun sessizliği artık matem kokuyordu.
Kerim, bir kelime daha edemedi.
Sadece Aziz'in yanında sustu.
Çünkü bazen, acıya sözcük değil, sadece omuz gerekirdi.
Ve Kerim o gün, dostunun yanında bir dağ gibi sustu.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
Aziz, başını ellerinin arasına almış, hâlâ ameliyathane kapısına kilitlenmişti.
O kapı her açıldığında kader yeniden yazılıyor gibiydi.
Ama bu kez...
Kapı sessizce aralandı.
Doktor, yüzünde soluk bir ciddiyetle yaklaştı.
Aziz ayağa fırladı.
Gözleri yalnızca bir kelimeyi arıyordu:
"Yaşıyor mu?"
Doktor yavaşça başını eğdi.
"Çok zor bir müdahale oldu... Ama eşiniz hayatta. Şu an yoğun bakımda. Durumu stabil."
Aziz, dizlerinin bağı çözülmüş gibi sendeledi.
Sırtı duvara yaslandı.
Elleriyle yüzünü kapattı.
"Şükür..." dedi.
"Allah'ım... şükür."
Doktor bir adım geri çekildi, ama durdu.
Bir yük daha vardı omuzlarında.
Bir sır.
Bir sessizlikle verilmesi gereken bir haber.
"Aziz Bey..." dedi, sesi çatlamış bir mermer gibi.
"Aziz Bey... Eşiniz hamileymiş, biz de müdahale esnasında fark ettik.
Ama maalesef buraya geldiğinizde bebeğin kalp atışı çoktan durmuştu ve ardından kanama başlamıştı.
Biz de durumu kontrol altına almak için tıbbi müdahalede bulunmak zorunda kaldık."
Aziz, olduğu yerde sendeledi.
Bir çift kelimeyle dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi.
Yalpalayan adımlarla geriledi.
Sırtını titreyerek duvara yasladı...
Ama duvar bile taşıyamadı onu.
Dizleri boşaldı.
Bir anda çöküverdi yere, öylece...
Başını ellerinin arasına gömdü.
Avuçlarının içi, gözyaşına dar geldi.
Gözlerinden değil, yüreğinden ağladı.
Göğsünden bastırılmış bir inilti koptu.
Ne çığlık atabildi, ne susabildi.
O an, içindeki bütün dağlar yıkıldı.
"Beklemiştik..." dedi Aziz,
"Yıllardır... bir mucize için dua ettik biz.
Bir nefes... bir gülüş...
Ama böyle mi öğrenecektim ben?!"
Ellerini başına götürdü.
Parmakları, çaresizliğin pençesi gibi saçlarına saplandı.
Sonra birden...
Kendine sertçe bir darbe indirdi.
"Ben koruyamadım!" diye haykırdı.
"Ne eşimi... ne evladımı... ben koruyamadım!"
Kerim hızla yanına çöktü.
"Yapma dostum! Ne olur!"
Kollarıyla Aziz'in ellerini tutmaya çalıştı.
Ama Aziz sarsılıyordu, elleri her an bir kez daha kendine inmeye hazırdı.
Elif de yanlarına diz çöktü, gözyaşları içinde yalvarıyordu:
"Yapma Aziz... Allah rızası için yapma böyle... Ayşe seni ister şimdi, dimdik durmanı ister!"
Ama Aziz, onları duyacak hâlde değildi.
Sanki bir uğultunun içinde yalnız başına kalmıştı.
Bir çığlık koptu boğazından, yere kapanmış bedeninden değil, yüreğinin tam ortasından:
"Daha ona ninni söyleyecektim!
Daha adını bile koyamamıştık biz..."
Kerim, Aziz'i kollarından tutarak kendine çekti.
Sarılmaya çalıştı, ama Aziz'in göğsü hâlâ hıçkırıklarla inip kalkıyordu.
"Bak dostum... buradayız. Yanındayız. Ama sen yıkılırsan, Ayşe neye tutunur?!"
"Ne olur toparlan... ne olur dostum..."
Elif titreyen sesiyle dua etmeye başladı.
Aziz dizlerinin üzerine çökmüştü,
Ama birileri, onu o karanlıktan söküp çıkarmaya çalışıyordu artık.
İnsan sesiyle, sevgiyle, gözyaşıyla...
Aziz hâlâ yerden kalkmıyordu.
Gözleri boşluğa dalmış, yüzü acıyla buruşmuştu.
İçinden öyle bir sancı kopuyordu ki;
Gözyaşları yerine kanı aksın isterdi,
Acısı dinsin diye.
Ve dudaklarından, yüreği kan revan içinde kalmış bir kalbin feryadı yükseldi:
"Evladımı, sevdiğimi koruyamadıysam niye yaşıyorum?"
─────✧❅✦❅✧──────❅•
Ayşe, sızlayan gözlerini ağır ağır hastane odasının loş ışıkları altında açtı. Başta ne olduğunu anlamak için etrafına dalgın dalgın baktı; beyaz duvarlar, titreyen tıbbi cihazların hafif bip sesleri ve pencereden süzülen soluk gün ışığı... Gözleri pencerenin yanındaki sandalyeye takıldı. Orada Aziz, sessizce oturuyor, yorgun ve endişeli bakışlarıyla onu izliyordu. Kalbi derin bir ürpertiyle çarparken, huzurla korku arasında gidip gelen bir dalga hissetti.
"Aziz..." dedi Ayşe, sesi hafifçe titreyerek,
Aziz, gözündeki yaşın izini silmeden yerinden kalktı. Yavaş adımlarla Ayşe'nin yanına geldi, ellerini nazikçe omuzlarına koydu. Soğuk elleri, Ayşe'nin titreyen bedeninde biraz olsun sıcaklık arıyordu.
Ayşe, karnına hafifçe dokundu, gözleri dolu dolu Aziz'e baktı. "Aziz... burada, koca bir boşluk var sanki. Dokundukça nefesim kesiliyor," dedi, sesi kırılgan ve çaresizdi.
Aziz Ağa, usulca eğildi, Ayşe'nin alnına nazikçe bir öpücük kondurduktan sonra, titreyen elleriyle karısının yüzünü tuttu. Gözleri dolu doluydu, sesi kırık ve hüzünlü çıktı:
"Sizi koruyamadım... Affet."
Ayşe, bir an için donakaldı. O sözlerin anlamını tam kavrayamadı; kafası karışmıştı, gözleri Aziz'in yüzünden kaçtı. "Ne demek istiyorsun, Aziz? Neyi koruyamadın?" diye fısıldadı, sesi umutla ve korkuyla karışık.
Aziz'in dudakları titredi. Yutkundu ama kelimeler boğazında düğüm oldu. Gözlerini Ayşe'nin ellerinde sabitledi; o narin parmaklarda, tutunacak bir dal arar gibi.
"Bir can vardı Ayşe..." dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltıydı. "Senin kalbinin altında atan bir can... Bizim hikâyemizin sesi... Onu... onu kaybettik."
Ayşe'nin yüzü soldu. Gözbebekleri büyüdü, nefesi kesildi. Başını yavaşça çevirip tavana baktı; gözleri bir noktada sabitlendi. Sanki bir yıldız düşmüştü içine... sanki gece, içinden geçmişti.
"Hayır..." diye inledi. "Hayır, olamaz..."
Bir anda yatakta doğrulmaya çalıştı, kollarını havada savurdu, sanki içindeki acıyı dışarı atmak ister gibi. Kalp monitörü hızla sinyal vermeye başladı, sesler yükseldi.
"Benim o kadından ne farkım kaldı?! Ha?!" diye bağırdı. Gözleri boşlukta ama sesi ciğerinden kopuyordu. "Ben de anne olamadım! Ben de konuşamadım! Koruyamadım! Sustum, içime attım, yavrumu da içime gömdüm!"
Gözyaşları yanaklarına değil, yüreğine akıyor gibiydi. Saçlarını çekmeye çalıştı, elleriyle göğsüne vurdu.
"Ben de onun gibi oldum... Ben de onun gibi oldum..." diye tekrarlıyordu delirmiş gibi.
Aziz fırlayıp yanına gitmek istedi ama hemşireler ve doktorlar odaya doluştu. Bir hemşire, Ayşe'yi sabit tutmaya çalışırken doktor, sakinleştirici hazırlıyordu.
"Bırakın! Dokunmayın bana! Çocuğumu aldınız, içimi söktünüz siz! Çığlığımı bile duymadınız!"
Aziz bir adım daha attı ama hemşire kollarıyla onu nazikçe durdurdu, "Lütfen beyefendi... durumu çok hassas..." dedi titrek bir sesle.
Doktor sakinleştirici iğneyi uyguladı. Ayşe'nin bedeni yavaş yavaş gevşedi ama gözleri hâlâ açık, tavanı delip geçiyordu sanki. Dudakları son bir kez kıpırdadı:
"Ben annemden kaçtım... ama kendime yakalandım..."
Sonra gözkapakları ağırlaştı, yavaşça kapandı.
Aziz başucuna çöktü. Onun avuçlarını tuttu, öptü... ve başını oraya yaslayıp sessizce ağladı.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
Ayşe konağa adım attıktan sonra hiç konuşmamıştı. Aziz, onun yanında ama uzağında yürüyordu. Ayşe bir odaya yönelmedi. Hiçbir eşyaya bakmadı. Sadece ağır ağır, bilinçsizce salonun ortasında durdu.
Bir süre öylece kaldı. Sonra, birden başını kaldırdı. Derin bir nefes aldı ama içine dolmadı. Elini yavaşça karnına götürdü, sanki hâlâ oradaymış gibi bir şeyi aradı... orada bir boşluk vardı. Ve işte o anda, o boşluk çığlık attı.
Bakışları keskinleşti. Dudağını ısırdı, nefesi sıklaştı. Sonra ansızın fısıltı gibi çıkan ama odanın tamamına yayılan o söz döküldü:
"Orada kalamaz..."
Aziz irkildi.
"Ne... ne demek istiyorsun, Ayşe?"
Ayşe yavaşça ona döndü. Gözleri nemli ama donuktu.
"Orada kalamaz dedim... O, orada... soğukta... yalnız..."
Sesi çatallandı.
"Bize ait olan hiçbir şey öyle bırakılmaz. Gideceğim."
Aziz adım attı ona doğru.
"İstersen ben..."
Ayşe başını iki yana salladı.
"Ben taşıdım onu. Ben hissediyorum hâlâ. Gözümle görmeden, ellerimle almadan... içim durmaz."
O an sesi titredi.
"İçim... susmaz."
Aziz başını eğdi. Anladı. Bu, bir bebeği almak değil sadece. Bu, annesiz bırakılmış bir hayata, anne olma hakkını geri alma savaşıydı.
Ayşe kapıya yöneldi.
Ve Aziz, bu kez kapıyı o açmadı.
Çünkü bu yol, artık Ayşe'nin yürüyüşüydü.
.....
Aziz, hastane koridorlarında yürürken elleri titriyordu. İçinde ne bir çığlık vardı ne bir kelime. Sadece tarifsiz bir sessizlik taşıyordu. Gömleğinin cebinde Ayşe'nin hastane bilekliği... bir hatıra gibi, bir kefaret gibi duruyordu.
Her adımı yüreğine saplanan bir bıçak gibiydi. Gömleğinin yakası gevşekti, gözleri uykusuzluktan çökük. Gözlerinin önünde hâlâ Ayşe'nin o geceki haykırışı vardı:
"Ben anne olamadım!"
Durdu. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı, sonra birden yönünü değiştirdi. Hastanenin arka katındaki küçük idari bölüme yöneldi.
Doktorun kapısına geldi. Tıklamadı önce. Birkaç saniye durdu, başını duvara yasladı. Sonra derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.
Doktor başını kaldırdı.
"Aziz Bey?" dedi şaşkınca.
Aziz içeri girdi. Gözleri cam gibi duruyordu. İçinde kırılmış, ama hâlâ dimdik duran bir adamın bakışı...
"Bebeğimi istiyorum," dedi Aziz. Gözleri kıpırtısızdı, sesi boğuk ama netti.
"Toprağa koyacağım onu. İsimsiz, sahipsiz bırakmayacağım. O bizim evladımızdı."
Doktor bir an durdu, başını önüne eğdi.
"Aziz Bey..." dedi yavaşça. "Tıbben... o henüz"
Cümlesini tamamlayamadı. Çünkü Aziz'in gözleri bir babanın değil, yaralı bir dağın gözleriydi.
"Yaşayamadı diye yok sayamazsınız onu," dedi Aziz Ağa babanın en zor kabulenişi belkine içinde ki çığlığın feveranıydı.
"Toprağa vermek istiyorum," dedi Aziz. "Adını koymak istiyorum. Kimliğine yazamadım ama kalbime yazacağım. Bana... bebeğimi verin."
Doktor yutkundu, elleri titredi.
"Ama Aziz Bey, o... bir doku parçası kadar küçük. Öyle... öyle ki... bir mendilin köşesine bile sığıyor."
Aziz'in dudakları titredi. Gözyaşını tutmadı artık.
"Sığsın," dedi. "İçime sığdı da... bir mendil mi fazla?"
Doktor derin bir nefes alıp gözlerinde ki gözlüğü çırakıp masaya bırakırken:
"Bakın anlamıyorsunuz"
"Biliyorum," dedi Aziz. "Küçüktü. Ama bizimdi. Yaşayamadı belki, ama yaşanmamış gibi susamam ben."
Bir anlık sessizlik oldu. Odanın duvarlarına bile bir ağırlık çöktü.
"Bir adı yok," diye fısıldadı Aziz, "ama bir mezarı olsun. Kalb
ime gömmekten fazlasını hak ediyor."
Bir sessizlik oldu.
Doktor, derin bir iç çekti. Gözlerini kaçırdı.
"Peki..." dedi sonunda, neredeyse fısıltıyla. "Peki Aziz Bey..."
Ardından bir kutu getirdi. İçinde pamukların arasına bırakılmış küçücük, minicik bir peçete parçası... pamuklara sarılı bir umut, bir kalp atışı kadar kırılgan.
Aziz, kutuyu elleriyle alırken sanki dünyayı taşıyordu. Göğsüne bastırdı.
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |