46. Bölüm

31.part 2

Avin Mirza
avinmirza12

Ayşe’nin sözleri, son darbeyi vurmuştu.

Bir kalbin sustuğu yerden susmuştu Azîz.

Odanın duvarları üstüne kapanmış gibiydi;

ne kapı vardı çıkılacak, ne pencere açılacak.

Kırık aynalarda parça parça bir suret kalmıştım geriye kime ait olduğu bile meçhul.

 

Ayağa kalkarken, dizleri sanki toprağın içindeydi.

Yerdeki acıyı da, gökteki duaları da çekip almıştı bedeninden.

Pantolonuna sildiği elleri kanlıydı.

Ama o kanı gizlemek ister gibi değil,

sanki içinden sızanı dışına yazmak ister gibiydi.

 

Gözü kundağa takıldı.

Ayşe’nin elinden kayan, toprağa bulanmış,

artık bir örtü değil, suskun bir kefendi o.

Beyazı kararmış,

hayatla bağını yitirmiş bir ten gibi serili duruyordu yerde.

 

Diz çöktü.

Parmaklarını yere sürdü.

Toprağı yokladı usulca, bir mezarın başında dua eden çocuk gibi.

Islaktı toprak.

Ama bu bir canlının nemi değil,

kayıp bir sesin gözyaşıydı belki.

 

O avuç avuç toprağı kundağın içine yerleştirdi.

Sanki bebek değil,

kendi suskunluğunu sarıyordu içine.

Bir yorgan değil artık,

bir veda örtüsüydü o kumaş.

Ve Azîz, ilk kez babalığını gömmüştü içine.

 

Ayağa kalkarken sırtında bir dağ vardı.

Oda hâlâ Ayşe’nin kokusunu taşıyordu.

Bir annenin gitmeye meyilli nefesinden arda kalan yas gibi.

Sanki her eşya, her duvar

“geç kalındı” diye haykırıyordu.

 

Kundağı göğsüne bastırdı.

Acıyı içeri almadı bu kez.

Sadece derisine değdi.

Ama onun derisi çoktan içten içe boşalmıştı.

Teninde değil, kemiğinde sızlıyordu artık.

 

Ve yürüdü.

 

Konağın taş döşemeleri ayaklarının altında dile gelmişti sanki.

Her adımda yankılanan bir iç çekiş…

Her adımda biraz daha eksilen bir adam.

 

Koridorun sonunda durdu.

Xece Hanım’ın kapısı.

Yıllarca gururun, törenin, suskunluğun ardına saklanmış bir anne.

Ama Azîz o an, bir ağanın değil,

annesinin kapısındaydı.

 

Elini kaldırdı.

Ama kapıyı çalmadı hemen.

Bir kundağı daha sıktı göğsüne.

O kundağın içinde bir bebek değil,

çığlığı içine gömülmüş bir erkek çocuk vardı.

 

Kapı açıldı yavaşça.

Xece Hanım pencerenin önündeydi.

Güneş, beyaz başörtüsüne vurmuş,

onu taştan bir heykele benzetmişti.

Dönmedi hemen.

Sadece içeri dolan sessizliği dinledi.

 

Azîz, bir çocuğun sesiyle konuştu:

“Canım yanıyor Xece Hanım…

Bir kere dizlerinde uyutsan ya beni…”

 

Sözler odaya yayılmadı.

Çünkü o odada, merhamet yankı bulmazdı.

Sadece suskunluk büyürdü.

 

Xece Hanım ağır ağır döndü.

Gözleri bir hançer gibiydi.

Sanki yüzündeki kırışıklıklar bile

acı yerine öfkeyle çizilmişti.

 

Sesi geldi,

sanki bir taş yuvarlanıyordu bozkırda:

“Ağasın sen!

Bir evlat kaybettin diye diz çöküp sızlanmaya hakkın yok!

Böyle zayıflık gösterdiğin sürece,

bu konağın adı bile kalmaz!”

 

Bir nefes aldı.

Ama o nefes, bağışlamaya değil,

vurmak için güç toplamaya benziyordu.

 

“Gözlerimin önünde çöken bir adam değil…

Ölüye toprak atan bir bey olmalıydın sen!

Ayakta kalacaktın!

Sızlamayacaktın!

Yıkılacaksan bile…

Kimsenin önünde değil,

kendi mezarının içinde yıkılacaktın!”

 

Azîz’in başı eğildi.

Ama bu bir teslimiyet değildi.

Bir oğul, annesinin gölgesinde bile barınamamıştı.

O an, yalnızlığı kabullendi.

 

Elindeki kundak daha da ağırlaştı.

Çünkü o kundakta artık

bir bebek değil,

bir soyun son duası yatıyordu.

 

Azîz’in başı hâlâ eğikti.

Xece Hanım’ın bakışı bir dağ gibi dikilmişti önüne;

soğuk, eğilmeyen, kıpırtısız bir yargıç gibi.

Oysa Azîz, o an sadece bir oğuldu.

Ne ağaydı ne bey…

Ne kadın kurtarabilmişti onu,

ne çocukluğundan kalma o tek hayal.

 

Dudakları kıpırdadı.

Bir kelime…

Yıllarca söylemeye direndiği,

dilinin ucuna bile gelmesine izin vermediği bir kelime.

"Anne..."

 

Ama söyleyemedi.

Yutkundu.

Sanki o kelimeyi söylediği an,

bütün duvarlar yıkılacak,

buzdan kaleler çatlayacak,

ve Azîz, o gözyaşlarını tutamayacaktı.

 

Derin bir nefes aldı.

Göğsü, elindeki kundak gibi ağırdı.

Toprak hâlâ içindeydi.

Evladının düşen sesi, hâlâ içindeydi.

 

Gözlerini kaldırmadan fısıldadı:

“Bir adam gömüldü içime Xece Hanım…

Ama kimse mezar taşı dikmedi.”

 

Sonra döndü.

Kapıya yöneldi.

Adımları sessizdi ama her adımı,

geçmişin bir çatlağından geçiyor gibiydi.

Çünkü o kapıdan çıkan artık bir evlat değildi.

Ne annesine sığınabilmiş,

ne kadınını yaşatabilmiş,

ne de kendine baba diyebilmiş bir adamdı.

 

Kapının tokmağına uzanırken,

son kez durdu.

O beyaz kundağı göğsüne daha sıkı bastı.

 

Ve iç

inden sadece şu geçti:

 

“Beni ilk düşüren sen miydin, Xece hanım

Yoksa ben mi hiç doğrulamadım?”

 

Kapıyı açtı,

ve konağın sessizliğine karıştı.

 

       

 

Bölüm : 29.06.2025 22:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...