@hellomonstarx
|
Eşyalarımın bir kısmını yerleştirdiğim yurt odamın yabancı görüntüsü üzerinde boş bakışlarımı gezdirirken, aklım tamamiyle boşluktan ibaretti. Birkaç adımda ulaştığım cam kenarından, okulun büyük bahçesinin kalabalık görüntüsünü seyrettim. Ailelerinin varlıklarıyla övünerek birbirlerine üstünlük taslayan öğrenciler gruplaşarak, köşelere ayrışmışlardı. Onlara acıyan gözlerle bakarken yüzümü buruşturdum. Tam bir hafta olmuştu abimin cehennemine yerleşeli. Koca bir hafta boyunca her santimini ezbere bildiğim okulu, ilk kez görüyormuş gibi yüzümde aptal bir gülüşle gezip durmuş, kendime sonradan görme yeni öğrenci profili oluşturmuştum. Arda Gürdal ve aptal sürüsü arkadaşlarını ara ara takip etmiş, aralarında geçen konuşmalara, onlara çaktırmadan kulak misafirliği etmiştim. Erkeklerin arasında dönen muhabbet kelimenin tam anlamıyla iğrençti. Yanlarından geçerken dahil olduğum konuşmaları, sanki kokuşmuş çöp konteynırlarının yanından geçiyormuşum gibi midemi kaldırmıştı. Birkaç kez tıklatılan kapımın tok sesi düşüncelerimi inzivaya davet ederken bedenim korkuyla irkilerek buz kesti. Bu cehennemde nefes aldığım sürece bedenimle bütünleşmiş korku duygusu benden asla ayrılmayacaktı. Kendimi diken üstünde güvensiz hissettiğimden odamın kapısını daima kilitliyordum. Ancak kapıyı kilitlemek dahi içimi rahatlatmaya yetmiyordu. Sanki gökyüzüne gerilmiş ince bir ipin üzerinde dengede durmaya çalışıyordum. Avucumun arasına hapsettiğim anahtarı iki kez ters yöne doğru çevirip kapıyı açtığımda karşımda Umay'ı buldum. Sağ elini havaya kaldırıp kocaman gülümseyerek, "Selam," dedi. Tıpkı onun gibi gülümseyerek karşılık verdim, tek fark benim gülüşüm sahte, onunki içten ve gerçekti. "Dün sınıf başkanı olarak sınıf listesine göz attım ve tam bir saat sonra başlayacak olan kimya dersinde aynı sınıfta olduğumuzu fark ettim." Bedenimin ağırlığını sağ bacağımın üzerine vererek, kaşlarımı sadede gel dercesine umursamazca kaldırdım. Yüzündeki gülümsemesini bozmadan konuşmaya devam etti. Nedense söylediklerinden ziyade dişlerinin düzgünlüğüne ve beyazlığına dikkat kesilmiştim. "Belki derse birlikte gideriz diye düşündüm. Tabii istersen? Hem sana okuluda tanıtabilirim?" Dişleri gerçekten mükemmeldi. Ve yine mi biri bana okulu tanıtmak istiyordu? Artık bu cümleyi duyduğumda kusmak istiyordum. Gözlerimin içine evet cevabını duymak için çırpınan bir ifadeyle baktığında onu reddederek kırmak istemedim. Sanki hayır desem karşımda paramparça olacaktı. Tanrı onu öyle kırılgan bir çehreyle yaratmışki, çehresinden yüreğime damlayan naifliği ona karşı kin gütmeme engel oluyordu. Herkesi düşman bellediğim bu cehennemde, bu kıza karşı gardımı indirmiş, hissettirdiği samimiyetine inanmıştım. "Neden olmasın, on dakika içinde hazır olurum. İçeri gelsene?" İçeri geçebilmesi için kenara çekilirken burnuma dolan çiçek kokusu hoşuma gitmişti. Solgun yüzünde çiçek gibi açan gülümsemesiyle birlikte içeri girdiğinde, hemen ardından kapıyı örterek anahtarı aksi yöne bir kez çevirdim. Kapıyı kilitlemem dikkatini çekmiş olmalıydı ki sorgulayıcı bakışları gözlerime cevap beklercesine bakıyordu. Elimle yatağımı gösterip oturmasını söylediğimde bakışlarını üzerimden çekip yatağıma devirdi, giysi dolabımın sürgülü kapağını yana kaydırarak, okulun her öğrenciye özel olarak diktirdiği lacivert üniformayı alıp tek kelime etmeden banyoya girdim. Üzerimdeki kıyafetleri hızlıca çıkarıp bir kenara koyduktan sonra üniformayı üzerime geçirdim. Tam bel hizasında biten beyaz bir gömlek üzerine, okulun adı ve amblemi işlenmiş koyu lacivert bir ceket ve dizlerimin fazlaca üzerinde olan kıvrımları beyaz şeritlerle desenleştirilmiş koyu lacivert bir etek. Odamda birinin olduğunu bilmenin verdiği rahatsızlıkla oyalanmadan banyodan çıkıp Umay'ın yanında soluğu aldım. Umay, tesettürlü bir kızdı. Burada geçirdiğim bir hafta içerisinde benimle tanışmak isteyen ilk kişi Umay olmuştu. Fazlasıyla sıcak kanlı ve sevecen gelen tavırları vardı. Başında lacivert bir şal, üzerinde dizlerine uzanan, okulun adı ve amblemi işlenmiş bir giysi ve altında koyu lacivert kumaş bir pantolon vardı. Güzel bir kızdı. "Ben hazırım, hadi çıkalım" dediğimde bal rengi gözleri üzerimde gezinmeye başladı. Baştan aşağıya süzdüğü bedenime yüzünden hiç eksiltmediği gülümsemesiyle bakarak ayaklandı. "Üniforma sana çok yakışmış." Başımı eğip üzerime sanki ilk defa bakıyormuş gibi bakarken kendimi zorlayarak dudaklarımı kıvırdım. Abim yattığı hastanede gözlerini açana dek içten gülmek bana haramdı. Onsuz mutlu olduğum her an boğazıma bir yumru gibi oturuyordu. Canım abim... Pürüzlü çıkan sesimi engel olamayıp, "Teşekkür ederim," diye kısık sesle mırıldandım. 🎐🎐🎐 Aradan geçen koca bir yarım saatin ardından okulun ortak piano ve keman derslerinin verildiği salonu, kapalı havuzunu, özel resim derslerinin verildiği, tıpkı bir sergi havasında dekore edilmiş resim salonunu bir hafta içinde dördüncü kez gezmiş bulunmaktaydım. Tam deneylerin yapıldığı laboratuvar sınıfını anlatırken cep telefonun saatine bakmış ve derse on beş dakika kaldığını öğrenmiştik. Şimdiyse üzerimize sinen yorgunluğa rağmen kalan gücümüzle koşarcasına adımlar atarak kimya dersine yetişmeye çalışıyorduk. Merdivenlerden birer ikişer inerken nefes nefese kalmıştım. Kimya sınıfı giriş kattaydı, biz okulun beşinci katındaydık ve aşağıya adeta ışınlanarak on dakikadan daha az bir sürede inmiştik. Merdivenlerin sonunda duraksayarak nefesimi düzene sokmaya çabaladığım o dakika koridorda yankılanan gürültüye merakla kulak kabarttım. Boğuşma ve tetikleme sesleri geliyordu. Sanırım birileri kavga ediyordu ve etrafında biriken meraklı kalabalık bağırışarak kavgayı kızıştırıyordu. Umay'ı arkamda bırakarak seslerin geldiği yöne doğru hızlı adımlarla ilerledim. Haklıydım. Koridorun geniş ağzını kaplayan şakşakçı öğrenciler kahkalarla bağırıyor dudaklarından "göster ona, oo, vur" gibi kışkırtıcı kelimeler dökülüyordu. Kalabalığın arasına sessizce katıldığımda parmak uçlarımda yükselerek kimin kavga ettiğini görmeye çalıştım. Gördüğüm manzara karşısında yüzümde tek bir mimik oynamazken kalbim bir yanar dağ gibi yanıp, kaynıyordu. Arda Gürdal. Gözlerimin önüne serilen hırçın ifadesine hiç şaşırmamıştım. Onu iki yıl önce yüzünde yine aynı ifadenin yer edindiği, korkudan neredeyse bayılacak duruma geldiğim o gün tanımıştım. Abimin gözlerimin önünde zorbalığa uğradığı o gün... Öfkeden gözü dönmüş, aklının varlığını unutan bir ruh hastası gibi bir biri ardına acımadan geçiriyordu yumruklarını yakasından sıkıca tuttuğu öğrenciye. Yüzü kan ve kızarıklıklarla dolmuş öğrenciye içim acıyarak baktım. O öğrencinin kanlı sureti bir anda gözlerimin önüne abimin sureti olarak göründüğünde yerimde duramayıp kalabalığın arasına doğru birkaç adım attım. Fakat attığım üçüncü adım kolumu sıkıca kavrayaran bir el sayesinde havada asılı kaldığında, başımı elin sahibine doğru çevirdim. Umay'ın uyarı dolu kızgın bakışları sakın oraya gideyim deme der gibi ateş saçıyordu. Kulağıma yaklaşarak fısıltıyla, "Ne yapıyorsun Melisa? Oraya gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırarak başımı hayır anlamında hareket ettirdim. Umay kolumdan tutmaya devam ederek beni kalabalıktan uzaklaştırdığında yüzü solgun ve oldukça endişeli görünüyordu. Korkuyor muydu? Benim için mi? "O çocukta kim?" diye sordum sanki kim olduğunu bilmiyormuş gibi. Gözlerimin içine derin bir korkuyla baktı. "Arda Gürdal," dedi gözleri etrafı kolaçan ederken. "Bu okulun sahibinin torunu. Onu tanımıyor olman garip." Sözlerindeki şüpheci kelimeler şapkalarının içerisinden gül yerine çekip çıkardığı silahın namlusunu alnıma dayadığında, umursamaz bir sırıtmayı yüzüme yerleştirip anında yok ettim. "Arda Gürdal'ı tanıyorum ancak onu daha önce hiç görmemiştim." Sözlerime karşılık yumuşayan ifadesi tekrar tedirginliğin ayak uçlarına düşmüştü. "Onun işine sakın karışayım deme Melisa. Gülerek geldiğin bu okuladan, "Neden öyle dedin, daha önce kim böylesine saygın bir okuldan evine perişan bir halde döndü?" Bakışlarını yere düşürüp yanlış bir şey söylemiş gibi mahçupca eğdi başını. Kafamın içinde abimin yoğun bakım ünitesindeki görüntüleri can bulurken, gözlerimin yanmaya, boğazımın düğümlenmeye başladığını hissettim. Sinirle avuç içlerime geçirdiğim tırnaklarım avuç içlerimde acı bir uyuşukluk hissi yaratmıştı. Saniyeleri bir asıra döndüren o zaman diliminde, öfkeyle yanan gözlerim Umay'ın hafif kırmızıya boyanmış kalın dudaklarının arasından dökülecek sözcükleri büyük bir hırsla bekliyordu. "Şey..." Kalbimi yaralayacak olan sözcüklerin önünü kesen gürültü git gide bulunduğumuz yere doğru yaklaşırken, Umay'la birlikte birkaç adım geriye giderek kenara çekildiğimizde gürültünün geldiği yöne doğru çevirdik başımızı. Gelen Arda Gürdal ve şakşakçılarından başkası değildi. Kan lekelerine bulanmış beyaz gömleğinin düğmeleri acımasızca yumruğunu geçirdiği çocukla boğuşurken kopmuş olmalıydı. Zavallı çocuk bir cehennem zebanisine gücünün yetmeyeceğini biliyor olmalıydı. Hangi akla hizmet onun karşısında durmuştu ki? Arda elinin tersiyle dudağının kenarını sileceği sıra bakışları bizi buldu. Daha çok Umay'ı... Yanımıza yaklaşarak, gevşek bir tavırla, "Naber Umay," deyip Umay'ın yanağından makas almaya çalıştı, ama Umay ondan hiç beklemeyeceğim bir tepki verip geri çekilerek Arda'nın elini havada bıraktı. Umay'ın bu hareketine karşı Arda'nın sinirlenip, kuduracağını düşünsemde öyle bir şey olmadı. Gözlerimin önünde yaşanan bu tuhaf anın her saniyesi kafamın içine kazıdım. Umay'ın gözlerinin içine arsızca bakıp, sırıtarak yoluna devam eden Arda'ya gözden kaybolana dek bakmayı sürdürdüm. Bakışlarımı bir kez daha Umay'a çevirdiğimde başının önüne eğik olduğunu gördüm. Bu ikisi arasında bir şeyler vardı. Acaba Arda Gürdal, Umay'a aşık olabilir miydi? Dudaklarım şeytani bir tebessüme kucak açarken avuç içimi Umay'ın sırtına koyarak sıvazladım. Koridorun sonundan gelen boğuk iniltiler kulağımda can çekişirken, Umay'ı orada bırakıp, kavganın yaşandığı yöne doğru koşar adımlarla ilerledim. Fayanslarla döşenmiş zeminin üzerinde kanlar içerisinde yatan çocuğun hırpalanmış bedenine ulaştığımda, etrafı kontrol edip dizlerimin üzerinde eğilerek çocuğu doğrulttum. "İyi misin?" Yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken baygın gözlerinin ağırlığını göz kapaklarımın üzerinde hissettim. "İyi gibi mi görünüyorum?" Ciğerleri sökülüyormuşcasına içli içli öksürmeye başladığında avucumu sırtına yerleştirdim. Ne yapacağım hakkında en ufak fikrim yoktu. Dudaklarımı endişeyle birbirine bastırdım. "Özür dilerim, çok saçma bir soruydu." Baş parmağını patlamış dudağının üzerine değdirirken acı bir ah döküldü yarılmış dudaklarının arasından. Hissettiği acının aynını içimde hissetmiştim. Sanki o yumruklar benim üzerime inmiş gibi... "Önemli değil." Sırtını yasladığım duvardan hareketlenerek kalkmaya çalıştığında kolundan tutarak destek oldum. "Nereye?" diye sordum merak içinde. Tek bir adım atacak hali yok gibi duruyordu. "Yurda, odama gideceğim." Parmaklarımın arasından sıyrılarak kurtulan kolunun ardından iki adım gerisinden onunla birlikte yürüdüm. Tek başına atacağı birkaç adımda yere yığılacağını biliyordum ve tamda düşündüğüm gibi de oldu. Dengesini kaybederek yere düşeceği sıra tüm gücümle kol ve omzunu tutarak düşmesine mani oldum. O sırada yüzündeki garip ifadesiyle karşımızda duran Umay'ı gördüğümde, "Yardım etsen?" diye sordum kelimeleri ağzımda ezerek. Ondan hiç beklemeyeceğim sözcükleri dillendirmeden önce, endişeli bakışları neredeyse üzerime yığılmış durumda olan çocuğa değdi. Başını hayır dercesine sağa sola hareket ettirip, "Yapamam. Yardım edemem," deyip koşarak gözden uzaklaştığında, yere düşmemesi için büyük çaba sarf ettiğim çocuk güldü. Kaşlarımı çatarak ağırlığı altında ezildiğim çocuğa, "Önce bir lavaboya git istersen?" dedim önerimi reddetmeyerek sessizce kabul ettiğinde kolunu başımın arkasından dolayarak bedeninin ağırlığını, bedenimin üzerine ekledim. Ağırdı ancak taşıyamayacağım kadar değildi. Erkeklere ait olan lavaboya onunla birlikte girip elini yüzünü yıkamasında yardımcı olduktan sonra ceketimin cebindeki peçete ile yüzündeki kanları temizledim. Kafamın içi Umay'ın neden kaçıp gittiğine takılı kalmışken, onun beni izlediğini farkında değildim. "Adın ne?" diye sordu ben peçeteyi patlamış kaşının üzerine bastırırken. "Melisa, senin?" "Çınar." Dağılmış yüzüne aldırmadan gülümseyerek devam etti. "Memnun oldum Melisa. Ama bana neden yardım ediyorsun? Benim yüzümden başına dert alacaksın. Keşke sende onun gibi kaçıp gitseydin." Söylediklerine karşılık umursamazca omuzlarımı silktim. "Bir nedeni yok. Hem benim kitabımda kaçıp gitmek diye bir şey yazmıyor." dediğimde gözlerimiz buluştu. Oysaki bilmiyordu kimse içimde yanıp tutuşan nedenleri, o nedenleri var eden adamı. Bu cehenneme ayak basmamı sağlayan zebaniyi. Bilmiyordu ve kimse bilmeyecekti. Ceketimin cebinde zamansızca titreyen telefonumun ekran kilidini açarak gelen mesajı içimden okudum. "İyi misin?" Parmaklarımı tuşların üzerinde hızlıca gezdirerek mesajı yanıtlayıp gönder tuşuna bastım. Çınar, aynanın karşısında musluk başlığına tutunarak destek alıyor, aynadaki aksine bakıyordu. "İyiyim, hemde hiç olmadığım kadar iyi." Telefonu tekrar ceketimin cebine koyup, Çınar'ın yanına yaklaştım. "Yurda kadar sana eşlik etmemi ister misin?" Koyu kahve gözleri, gözlerimin içine sen ciddi misin der gibi bakarken, kolumu beline sarıp, yürümesine yardımcı oldum. Gözlerime yerleşen karanlığın vaad ettiği dehşet-i hücum henüz oyunun başlangıcıydı. Arda Gürdal'ı nereden vuracağımı bulmuştum ve onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak, yarattığı cehenneme gömecektim. İki yıl önce yanmaya başlayan ateşi, onun bezekar bedenini ateşe atıp kül ederek söndürecektim. Ve o, yanıp kül olurken ben yalnızca seyredecektim. |
0% |