Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bölüm 18: Hayat

@nickinci

Elimi alnıma götürüp ağrıyan başımı ovalarken bir yandan da gözlerimi kırpıştırıp yapışan kirpiklerimi birbirinden ayırdım. Dün gece onu beklerken uyuya kalmış olmalıydım. Başımı yasladığım duvardan ayırırken yüzümü buruşturdum. Boynum tutulmuş olmalıydı. Duvardan ayrılıp sırtımı dikleştirdiğimde bir şey kucağıma düşmüştü. Kaşlarım şaşkınca havaya kalktı. Ceketini üstüme örtmüş...

 

Duyduğum çıtırtı sesiyle karşıya baktım. Sobayı yakmıştı. O ise geniş sandalyede kıpırtısız bir şekilde oturmuş gözlerini hiç kırpmadan camdan dışarıya bakıyordu.

 

"Hiç uyumadın mı sen?" Bir kaç saniyeliğine bana bakıp tekrar önüne döndü.

 

"Birinin nöbet tutması gerekiyordu." Başımı sallayıp önüme döndüm. Karşıdaki aralık kapı dikkatimi çekmişti. Küçük bir lavabo görüyordum. Elimi yüzümü iyice yıkasam iyi olacaktı. Omzum, boynum ve en çokta gerdanım kurumuş kanlar içindeydi.

 

Yerde biri yıkılmış olarak duran topukluları ayağıma geçirip kemerini bileğime gevşek bağladım. Uyandığımdan beri aklımın bir köşesinde dolaşan düşünce huzursuzluk veriyordu. En iyisi söyleyip kurtulmaktı.

 

"Dün gece için özür dilerim. Sanırım sorulmaması gereken bir soruydu." Nefes bile almadan vereceği cevabı bekledim. Ne olur tersleme. Ne olur tersleme.

 

"Ceketi giy istersen hava yeterince soğuk." Anlaşıldı bu konu hakkında tek bir kelime dahi etmeyecekti. Tamam belki konuşmak istemiyordu ama böyle davranması kendimi suçlu hissetmemi sağlıyordu. Oysa ben suçlu hissettiğim için değil bu konuda ona kırılmadığımı belli etmek onun kendini iyi hissetmesini sağlamak için özür dilemiştim. Her neyse. Uzatıp da ortamı iyice germeyecektim.

 

Ceketi yana bırakıp ayağa kalktım. Umarım lavabodan su akıyordur. Kapıyı biraz daha itekleyip içeri girdim. Burada sadece lavabo vardı. Üç adım önümde bir kapı daha vardı sanırım orası tuvaletti. Her neyse orada işim yoktu. Elimi yüzümü iyice yıkayıp suratımda ki makyajdan ve kanlardan kurtulmak istiyordum.

 

Musluğu yavaşça çevirdim. Akıyordu. Güzel. Avcumu suyun altına götürmemle soğuk elim suyunda soğukluğuyla iyice donmuştu. Parmaklarımı hissetmiyordum.

 

Avucuma suyu doldurup yüzüme çarptığımda titreyerek kendime gelmiştim. Dağ suyu falan mıydı bu? Birkaç defa yüzümü yıkadıktan sonra makyajdan tamamen kurtulmuştum. Elim kendiliğinden yana uzandı ama boş döndü. Havlu yoktu tabi. Aynadan kendime baktığımda korkunç gözüküyordum. Yüzümde damla damla duran tanecikler boynumdan aşağı doğru süzülüyor ama rengi kırmızıya dönüyordu.

 

Hissetmediğim elimi suda biraz ıslatıp omzumu temizlemeye başladım. Elimle ne kadar ovalasam da bir türlü geçmiyordu. Şaka mı bu? Vücuduma böyle yapışıp kalmayacaktı herhalde. Ayrıca bu başkasının kanıydı. Üstümde durmamalıydı. Tırnaklarımla derimi yırtarcasına tırmaladım. Sanki derimin altına kazınmış gibiydi. Hiç çıkmayacakmış gibi.

 

Aynadan kendime baktığımda korkuyla bir adım geri gittim. Dün o ölen adam ağzı kanlı bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım. Bu gerçek değildi. Sadece olayın etkisindeydim. Bu sadece beynimin bana oynadığı bir oyundu. Yavaşça gözlerimi açıp aynada kendimle göz göze geldim. Belki de adam ölmemiştir. Belki birisi yardım etmiştir, bekli ambulans gelmiştir.

 

"Ne yapıyorsun sen?" Olduğum yerde sıçrayıp bileğimi tutup indiren Savaş'a baktım.

 

"Ne?"

 

"Kendini tırmalamaya devam edersen onların yerini seninkiler alacak."

 

"Üzerimde kalmasını istemiyorum." Tek kaşı hafifçe yukarıya kalktı biraz da şaşırmış gibi bir hali vardı.

 

"Aynaya baktığında ne görüyorsun?" Sorduğu soruyla şaşırmıştım. Bir süre cevap veremedim. Göz ucuyla aynada kendime bakıp gözlerimi kendimden kaçırmıştım ve bu anda yaşadığım his... tarif edilemezdi.

 

"Canavara benziyorum." Sesim kısık ve çaresiz çıkmıştı. Bir suçlu gibi başımı yere eğmiştim ve gözlerim çoktan dolmuştu.

 

"Ben ise çok farklı bir şey görüyorum." Yanağımdan süzülen bir damla yaşı avcumun içiyle silip ona baktım.

 

"Ne görüyorsun?"

 

"Birisi seni öldürmeye çalıştı ama sen hayatta kaldın. En önemlisi katil değilsin."

 

Tek elimi başıma koyup o dar yerden çıktım.

 

"Katil mi? Adamın ölüp ölmediğini bilmiyoruz bile. Belki yaşıyordur."

 

"Gerçekten buna ihtimal veriyor musun?" Gözlerimi kocaman açıp baktım.

 

"Neden olmasın!"

 

"Adamı kalp hizasından vurdum." Dehşet içinde ona baktım.

 

"Çok güzel rahatlatıyorsun gerçekten!" Karnıma giren küçük ağrılar kendimi daha da kötü hissettiriyordu.

 

"Nereye gidiyorsun?" Olduğum yerde durdum ama elimi kapının kulbundan çekmedim.

 

"Hava alacağım biraz."

 

"Dışarısı tehlikeli." Her yer tehlikeliydi. Dışarıda silahlı bir adam olsaydı eğer camdan da bize ateş edebilirdi. Tabi böyle bir şey olmaması dışarıda bir adamın olmadığı anlamına gelmezdi ama... Her neyse sadece hava alacaktım.

 

Kapıyı açıp dışarıya bir adım attığımda soğuk anında etrafımı sarmıştı. Keşke ceketi al dediğinde alsaydım. Aslında... O katil olma meraklısının ceketini falan istemiyordum.

 

"Yine neye sinirlendin sen?" Soruyor muydu birde? Gülerek başımı iki yana salladım. Yine derken?

 

Ben burada iyi düşünüp adamın ölmediğini düşünmeye çalışırken yani katil olmadığımızı düşünürken o gelmiş kurtulma ihtimali yok diyordu. Amacı beni bu girdiğimiz yoldaki fiziksel acılardan kurtarıp vicdan azabına falan mı sürüklemekti.

 

"Adam öldüyse bile tetiği çeken bendim. O adamın katili benim bunu mu duymak istiyorsun?" Ağzım açık bir şekilde arkamı döndüm.

 

"Bunu nasıl bu kadar rahat söyleyebilirsin!? Bir insanın hayatına son vermek senin için bu kadar kolay mı? Sanki hayatında bunu defalarca yapmış gibi konuşuyorsun-" aklıma gelen şeyle bir an duraksadım.

 

"Daha önce birini öldürdün mü?" Olduğu yerde kollarını birbirine bağlayıp sırtını kapıya yasladı.

 

"Bu ilk değildi." Kalbim tekleyince ondan bir adım uzaklaşıp arkamı döndüm. Derin bir nefes alıp akıllıca düşünmeliydim.

 

"Nasıl bu kadar soğukkanlı olabilirsin?"

 

"Küçüklüğümden beri öğretilen şey bu. Patronun oğluyum ben ne bekliyordun?"

 

"Onun oğlu olabilirsin ama onun gibi değilsin. Kendi korumasını ayakkabısı kirli diye öldürdüğüne şahit oldum. Ama sen beni korumak için ateş ettin. Başka türlüsünü düşünmek istemiyorum." Ona olan güvenimi kaybetmek istemiyordum ama o... bunu zorluyordu.

 

"Bak-" duyduğum sesle sevinçle arkamı döndüm ama istediğim manzarayı göremedim. Arka arkaya gelen iki siyah arabadan sadece şoförleri inmişti.

 

"Öykü nerede?"

 

"Onlarla başka yerde buluşacağız." Ne demek başka yerde buluşacağız. Bir an önce yanlarında olup sıkı sıkı sarılmak istiyordum.

 

Genç çocuklardan biri yanımıza gelip Savaş'a arabanın anahtarını uzattı.

 

"Buyur abi. Bunlarda istediklerin."

 

"Ne istedin?"

 

"Temiz birkaç parça eşya." İyi düşünmüş. Bu üstümdekilerle daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum.

 

Poşetlere üstten bakıp birini elime tutuşturdu.

 

"Önce sen giyin." Başımı sallayıp içeriye girdim. Soba az da olsa odayı ısıtmıştı.

 

Poşeti açtığımda karşıma çıkan şeyle yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Demek poşetin bana ait olduğunu buradan anlamıştı. Çamaşırı askısından tutup havaya kaldırdığımda etiketi de aşağıda sallandı. Güzel. Demek ki temizdi fakat... numarasını tutturmaları bir tesadüf müydü? Boğazımı temizledim. Umarım öyledir.

 

Poşeti somyaya boşaltıp içinden çıkanlara baktım. Pantolon, kazak, çorap ve çamaşırlar, saç tokası ve... bot? Hemen uzanıp numarasına baktım. Gerçekten mi!? Bu iş tesadüften çıkmak üzereydi. Her neyse yeterince yorgundum bir de bununla uğraşıp yorulamazdım.

 

Elimle elbisenin fermuarını bir süre yakalamaya çalıştım. Şekilden şekile girdikten sonra sonunda biraz olsun indirebilmiştim. Camdan uzak bir köşeye gidip yeni kıyafetleri üzerime geçirdikten sonra botları da ayağıma geçirip derin bir nefes verdim. Rahatlamıştım. Poşetten çıkan tokayla da hızlıca saçımı topuz yapıp topukluyu ve elbiseyi poşete tıktım. Güzelim elbise ne hale gelmişti.

 

Aynanın önünden geçerken gözüm boynuma takılmıştı. Dediği gibi biraz daha zorlasam boynumu kanatacaktım. Kızarıklıkların üstüne soğuk parmaklarımla dokununca kendimden ürperdim.

 

Hızlıca kendimi dışarı atıp hiçbir şey yokmuş gibi etrafa bakındım. Savaş az ileride sigara içiyordu.

 

"Başka var mı?" Sigarayı neredeyse 2 yıldır içiyordum ama bağımlısı değildim. Genelde gergin olduğum anlarda bir tane içerdim.

 

Uzattığı paketten bir tane çekip aldım. Sigara dudaklarımın arasında yerini bulurken elim elindeki çakmağa gitti ama o elimi es geçip sigaramı yakmaya yeltendi. Bir şey demedim. Sigaramı yakmasına izin verdim sadece hava rüzgarlı olduğu için elimi sigaranın etrafına siper yaptım. Bu hareketin gerçekleştiği 3 saniyenin 1 saniyesinde göz göze gelmiştik ve bu... çok farklı hissettirmişti.

 

"Arkada ki arabayla gideceğiz. Al şunu." Uzattığı arabanın anahtarını aldım.

 

"Sen geç klimayı aç geliyorum birazdan." Başımı sallayıp eve girene kadar arkasından baktım. Gelen çocuklardan biri kapıda nöbet tutar gibi bekliyordu diğeri ise ortalıkta gözükmüyordu.

 

Arabaya gidene kadar sigaram yarıyı çoktan geçmişti. Daha fazla içmek istemediğime karar verip yere attım ve ayakkabımla parçalanana kadar ezdim. Ne kadar üzerime kokusu sinse de arabayı çok kokutmamak için son kez temiz havayı ciğerlerime çekip ağzımdan soludum. Dediği gibi arabaya binince anahtarı kontağa taktım ve klimayı açtım. Kış aylarındaydık ve montsuz bir gece geçirmiştik. İç organlarım yavaşça çözünürken arabanın sıcaklığı mayıştırmıştı.

 

Yarı baygın gözlerle etrafa bakarken kulübeden onun çıktığını gördüm. Gözlerim yavaşça açılırken ona öyle baktığımı görmemesi için etrafa bakmaya başladım ama gözlerim sık sık ona değiyordu.

 

Tamam. Ne giyse yakışıyordu anlaşılan. Onu ilk defa siyahtan farklı bir renkle görüyordum. Oysaki sadece bordo kazak giymişti. Böyle davranmaktan vazgeçmeliydim. Arabaya bindiğinde başımı yasladığım camdan hiç çekmeyip etrafa bakmaya devam ettim. Off! Bu durum çok boktandı.

 

"Neden bir şeyler saklıyormuşsun gibi hissediyorum?" Gözünün görmediğini hissediyordu. Özel bir gücü falan mı vardı? Bir şeyleri anlamakta üstüne yoktu.

 

"Yok bir şey. Etrafa bakınıyorum sadece." Arabayla geri geri giderken yolun düzensizliği yüzünden araba çok fazla sallanıyordu. Sağlığım için başımı camdan çekip arkaya yatırdım. Boynum ağrıyordu.

 

"Bukalemun?" Yola bakmaya devam ettim.

 

"Efendim?"

 

"Bugün çok durgunsun?" Gecemiz çok güzel geçtiği için olabilir mi acaba? Zihnimde gözlerimi devirdiğimi hayal ettim.

 

"Normal değil mi?" Bir süre sustum.

 

"Aslında... ben hep böyleydim zaten. Sessiz ve sakin."

 

"Sessiz ve sakin?" Küçük gülme mırıltısıyla ona doğru döndüm.

 

"Bu zamana kadar neyimi gördün?" Tek kaşımı kaldırıp sorgularcasına baktım. Yandan bir bakış atıp tekrar yola döndü.

 

"Birkaç gece önce benimle çılgınlar gibi dans etmek istemeni mi söylesem yoksa başımı şişirip dikkatimi her dağıttığında üst üste içkileri kafana dikip gecenin sonunda üstüme kusmanı mı?" Yanaklarım anında kızarırken dişlerimi birbirine bastırıp önüme döndüm.

 

"Bunların hepsini sadece yarım saatte yaptığını da unutmamak gerek."

 

"Tamam tamam. Anladım. Sus!"

 

"Seni eve bırakana kadar da hiç susmamıştın." Utanç bütün vücudumu hapsederken aynı zamanda bunu hatırlattığı için öfkeden kuduruyordum.

 

"Sus!" Kollarımı birbirine bağlayıp suratsız bir şekilde yolu izledim. Araba kullanıyor olmasa yüzüne bir yumruk geçirmiştim anında.

 

"Bukalemun?" Sesinde alay vardı. Bu sefer kendimi tutmadım. Bir hışımla ona doğru dönüp kenarda gözükmeyen elimi yumruk yaptım. Sinir edecek bir cümle kurduğu anda karnına darbe alırdı.

 

"Ne var!" Resmen burnumdan soluyordum. Bana doğru döndüğünde şaşırmıştım ama bunu hiçbir şekilde belli etmediğime emindim. İlk defa bana böyle gülüyordu.

 

"Sadece kemerini tak diyecektim." Yavaşça önüme dönüp arkama yaslanırken kemerimi taktım. Aklım gülüşünde kalmıştı. Bana böyle gülmemeliydi ve benimde aklım kalmamalıydı.

 

Kaşlarımı çatıp yolu izlemeye devam ettim. Eski ben olmalıydım. Sert, ifadesiz ve her şeye hayır diyen Hazal olarak kalmalıydım. O ise bana normal insanların davrandığı gibi davransa da bir şekilde beni yumuşatmayı başarıyordu ve bu beni sinir ediyordu. Benim hayatımda duyguya yer yoktu ama onunla her göz göze gelişimde vermem gereken bütün tepkiler tersine tepiyordu.

 

Köy yoluna benzeyen yoldan çıkalı neredeyse 5 dakika olmuştu. Karşımıza çıkan ilk benzinliğe arabayı çekti.

 

"Marketten birkaç atıştırmalık alacağım özel bir isteğin var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım. O lafını açana kadar acıktığımın bile farkında değildim.

 

Markete girip kısa süre içinde elinde kese kağıdıyla çıktı. Çok yorgun görünüyordu. Gözlerinden uykusuz olduğu çok belliydi. Bu halde araba kullanmasına izin veremezdim. Arabaya yaklaşınca kemerimi çözüp dışarı çıktım.

 

"Ne oldu?" Bir şey demeden kucağındaki kese kağıdını ve tek parmağında sallanan arabanın anahtarını kaptım.

 

"Arabayı ben kullanacağım sen ise biraz uyuyacaksın." Tek kaşı hafifçe havaya kalkmıştı. Bu hareket ikimiz arasında çok popülerdi.

 

"Gideceğimiz yeri bilmiyorsun." Gözlerimi devirdim.

 

"GPS denen bir şey var." Daha fazla konuşmak istemediğim için onu dinlemeden arabanın önünden dolaşıp şoför koltuğuna oturdum. Aldıklarını incelerken aşağılara sıkışmış bir çikolatayı hemen kaptım.

 

Savaş benden birkaç saniye sonra arabaya binip belinden silahını çıkardı ve torpido gözüne koydu. Hala alışamamıştım şu silahlara.

 

O GPS'si ayarladıktan sonra aynayı kendime göre ayarlayıp yavaşça benzinlikten ayrıldım. O sürerken yol boş olduğu için 100'le gidiyordu ben onun yanında ilk defa araba sürdüğüm için 80'le gitmeye başladım. Biraz heyecanım vardı bir an önce uyusa iyi olurdu.

 

"Buraya gelince beni uyandır." Gösterdiği yere bakıp başımı salladım. Yola çıkalı neredeyse 5 dakika olmuştu ve hala gözlerini kapatmamıştı. Göz ucuyla ona baktım. Kendi kendime gülüp boğazımı temizledim.

 

"Savaş?"

 

"Hım?"

 

"Kemerini tak." Yüzümün ifadesiz kalması için elimden geleni yapmıştım ve bunu başarmıştım. O ise bana yandan bir bakış atıp kemerini taktı. Güldüğünü hissediyordum.

 

Bir müddet yola devam ettikten sonra aynaya bakma bahanesiyle arada ona da bakıyordum. Gözleri kapalıydı. Güzel. Şimdi biraz daha rahatlamıştım. Hızımı azıcık daha arttırıp yola öyle devam ettim. GPS gideceğimiz yeri 1 saatlik yol olarak gösteriyordu. Bu sürede az da olsa uykusunu almış olurdu. Gözüm tekrar ona takıldı daha doğrusu saçlarına. Çok güzel duruyordu. Parlak ve yumuşak. Elim kaşınmaya başlamıştı. Saçlarına dokunmak istiyordum. Parmaklarımı yavaşça aralarında gezdirip okşamak istiyordum. Resmen imkansızı istiyordum. Ama... neden bunu istiyordum ki?

 

Derin bir nefes alıp önüme döndüm. Hayatıma girdiği ilk günden beri değişmiştim ve değişmeye de devam ediyordum. İnsanlar sadece benim izin verdiğim kadar hayatımda kalırdı. Yani beni değiştirmesine izin vermiştim. İsteseydim bir şekilde onu hayatımdan çıkarabilirdim. Demek ki istememişim. Tüm bunların tek bir açıklaması vardı. Uzun zamandır kendime itiraf edemiyordum ama artık anlamıştım. Ondan hoşlanıyordum. Ama bunun küçük bir hoşlantı olduğuna emindim ve bu şekilde kalması için elimden geleni yapacaktım.

 

Uzun zaman önce kendime söz vermiştim. Eğer hayatıma birisini alacaksam beladan tamamen kurtulup normal bir hayat süreceğim zaman normal bir insan olacaktı bu. Bu kişi kesinlikle Patronun oğlu değildi. Bu iş bittiğinde bütün bağlarımızı kopartıp kendi yolumuza bakacaktık. Bu işin sonunda ondan isteyeceğim tek şey beni ve İdil'i Yeraltından kurtarmasıydı. Babasıyla konuşup bu işi halledebilirdi.

 

Göz ucuyla GPS'e baktım. Az daha yol ayrımını kaçırıyordum. Yola sağ taraftan devam ettim. İlerledikçe asfalt kötüleşiyor ve taşlı yola dönüşüyordu. GPS'e göre tam burada durmam gerekiyordu. Yol burada tekrar ikiye ayrılıyordu. Arabayı istop ettirip arkama yaslandım. Yol 45 dakika sürmüştü. Sağıma baktım. Onu uyandırmam gerekiyordu.

 

"Savaş?" Tepki vermedi.

 

"Savaş uyan." Güzel dalmış olmalıydı.

 

"Geldik." Uyansana! Nasıl uyandırabilirdim ki?

 

Kemerimi çözüp ona doğru döndüm. İşaret parmağımla omzuna dokunup ittirdim onu.

 

"Savaş? Uyan." Yaklaşıp kulağına fısıldadım. Hareket edince hemen geriye gelip eski pozisyonumu aldım.

 

Gözlerini kırpıştırdı. "Geldik." Başını yasladığı yerden kaldırmayıp önce saatine sonra bana baktı.

 

"N-niye öyle bakıyorsun?" Topuzumdan fışkıran birkaç tutam saçı kulağımın arkasına aldım.

 

"Yok bir şey." Bir süre sessiz kaldım.

 

"Ne taraftan devam edeyim?"

 

"Devamı fazla karışık. Yer değiştirelim." Başımı sallayıp indim arabadan. Yan yana geçerken hiç yüzüne bakmadım. Durduk yere utanmıştım. Lanet olsun. Utanınca yanaklarım kızarıyordu ve o bunu hemen anlıyordu. Derin bir nefes çekip arabaya bindim.

 

Yola sol taraftan devam etti. İki tarafımızda büyük ve sık ağaçlarla kaplıydı. Dediği gibi yol çok karışıktı. Sürekli ikiye ayrılan yoldan bir sağa bir sola dönerek devam ediyorduk. Bir müddet ilerledikten sonra yol kenarında park edilmiş siyah bir araba vardı. İki kişi arabaya yaslanmış sohbet ediyordu. Bizi gördüklerinde küçük bir baş selamı verdiler. Savaş'ta onlara karşılık verip yola devam etti. Yaklaşık 5 dakika sonra büyük ve ürkütücü bir evin önünde durmuştuk. Buraya gelene kadar yolda dizili en az 10 tane bu şekilde araba vardı. Evin bahçesinde saymadığım kadar çok koruma vardı. Bu kadar büyük bir önlem alınması beni daha çok korkutmuştu.

 

"Neden öyle bakıyorsun?" Sesi arabanın içini doldurduğunda şaşkınlıkla ona baktım.

 

"Başımızda ki şey sandığımdan daha büyük bir bela olmalı." Yandan bir bakış atıp önüne döndü.

 

"Şimdilik." Arabadan inince bende inip peşinden onu takip ettim. Evin kapısı gıcırdayarak açıldı. İçerisi dışarıya göre daha sessiz ve sakindi. Hatta çok sessizdi. Kapıdan girip bir kaç adım ilerledikten sonra sağdaki kapıdan içeriye girdik. Salon büyüklüğündeki odayı normal bir koltuk takımı ve televizyon kaplamıştı.

 

"Hoş geldiniz." Merdivenin başında dikilen Bora'ya hafifçe gülümsedim. Savaş Bora'nın yanına giderken bende odaya tamamen girip etrafı inceledim. O sırada arkamdaki bir kapının açılma sesini duyunca o tarafa doğru döndüm.

 

"Hazalcım." Gülerek yanıma gelen Doruk'a karşılık olarak bende gülümsedim.

 

"Dünden sonra daha iyi misin?" Elini bir dost gibi omzuma koyup sıktı. Bu üzerimdeki gerginliği az da olsa atmıştı.

 

"İyiyim." Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Buraya çok yabancıydım.

 

"Seni kızların yanına götürmemi ister misin?" Hemen başımı onaylarcasına salladım. Onlara çok ihtiyacım vardı.

 

Doruk'u takip edip merdivenlerden yukarı çıktım. Ev büyüktü hem sağ tarafta hem de sol tarafta karşılıklı birkaç oda vardı. Biz sağ tarafa dönüp sondan ikinci odanın kapısına geldik.

 

"Bir şeye ihtiyacın olursa çekinme yanıma gel." O gittikten sonra bir süre arkasından baktım. En son başına silah dayamıştım ama o sanki hiç bu olay yaşanmamış gibi çok samimi davranıyordu.

 

Boğazımı temizleyip kapının kulbunu kavradım ve aşağıya doğru indirdim. Kalbim hızlı çarpmaya başlamıştı. İçeriye birkaç adım atınca çift kişilik yatakta yan y ana oturmuş İdil ve Öykü ile göz göze geldim. Hızla onlara doğru giderken gözlerim çoktan dolmuştu. Beni ilk karşılayan İdil oldu ardından ayrılmamızı beklemeden Öykü'de bize katıldı. Benimle birlikte onlarda ağlamaya başlamıştı. Üçümüz de çok korkmuştuk.

 

"İyi misin? Yaralandın mı?" Hızlı hızlı konuşan Öykü'ye bakıp başımı hızla iki yana salladım.

 

"Siz iyi misiniz?"

 

"İyiyiz." Yatağa oturunca derin bir nefes alıp verdim. Hepimiz iyiydik. İçim rahatlamıştı.

 

"Yeraltında bir sorun yaşadın mı?" Öykü gözünde biriken yaşı elinin tersiyle sildi.

 

"Hayır. Hatta hiç korkmadım biliyor musun?"

 

"Sana yapabilirsin demiştim." Gerçekten onunla gurur duyuyordum. Onun gibi narin bir kızın bunu başarması çok büyük bir işti.

 

"İdil sen neredeydin? Nasıl geldin buraya?"

 

"Sen baloya gitmeden önce Bora aramıştı. Balo salonunun kameralarına bağlanıp sizi izledik. Hatta silahlı garsonları da biz fark ettik." Elini başına koyup iki yana salladı.

 

"Felaket bir ortamdı. Oradan sapasağlam çıkman bir mucize. Siz oradan ayrılınca bizde başka bir kapıdan ayrıldık."

 

"Herkes iyi yani?"

 

"Sayılır." Kaşlarım çatılmıştı.

 

"Sayılır?"

 

"Selin'in abisi yaralanmış ama durumu iyi." Bu üzücü bir haberdi. Bizim yüzümüzden başkaları da zarar görmeye başlamıştı.

 

"Tamam. Olanlar oldu artık. Bundan sonra sonra ne yapıyoruz?" Bundan sonrasını bende bilmiyordum.

 

"Burada güvendeyiz."

 

"Ama hep burada kalmayacağız değil mi? Bir şeyler yapmamız gerekiyor."

 

"Öykü biliyorum çok korkuyorsun ama neler olup bittiğini bilmeden bir şey yapamayız. Anıl peşimde eve gidemeyiz."

 

"Kim bu adam kim! Ne istiyor?" Oflayarak başımı yastığa koydum.

 

"Neyse sakin olalım. Bulacağız bir hal çaresini."

 

"Yorgunsun değil mi?" Hafifçe başımı salladım.

 

"Gel." İdil başımı kaldırıp dizine koydu.

 

"Saçımı okşasana." İdil saçımı okşamaya başlayınca Öykü de yanıma uzanıp belime sarıldı.

 

"Bu ev ve dışarıdakiler çok korkutucu neyse ki beyaz atlı prensim burada." Hafifçe eline vurdum.

 

"Öykü sırası değil!" Cevap vermek yerine belime daha sıkı sarıldı.

 

"Sustum."

 

İdil saçlarımla öyle güzel oynuyordu ki anında mayışmıştım.

 

"Sıcak su var istersen." Dudaklarım kendiliğinden yukarıya doğru kıvrıldı. Sonunda güzel bir haber almıştım.

 

 

Banyonun bütün çekmece ve dolaplarını talan ettikten sonra bir elimde havluyla odaya girdim.

 

"Kurutma makinesi yok mu?"

 

"Yes." Odanın ışığı bir kaç kez yanıp söndükten sonra tamamen gitti.

 

"Elektrikler mi gitti?" Çift kişilik yatağın tam ortasında ellerini ve kollarını açarak yatan Öykü'ye baktım. Gözünü açma zahmetinde bile bulunmamıştı.

 

"Yes." Hayattan bıkmış bir şekilde yatağın köşesine oturdum. Neden güzel giden her şey güzel sonla bitmiyordu.

 

Islak saçlarımı düzgünce taradıktan sonra havluyla kurutabildiğim kadar kuruttum.

 

"Öykü?"

 

"Yes." Gözlerimi devirdim.

 

"Salak mısın?"

 

"No." Tekrar gözlerimi devirdim.

 

"İdil nerede?"

 

"Hava almaya çıktı." Ne?

 

"İdil ve hava almak? Doğru mu anladım?"

 

"Yes." Aklıma gelen fikirle gözlerim kocaman açıldı.

 

"O çocukla buluşmaya çıktı değil mi?" Elimdeki tarağı ve havluyu bir hışımla kenara bırakıp ayağa kalkacaktım ki Öykü benden daha hızlı davranıp arkamdan kollarımı hapsedecek şekilde sarıldı ve arkaya doğru yatırdı beni. Bu kız bu kadar güçlü değildi.

 

Tek eliyle iki elimi de tutup diğer eliyle göğüsüne yaslı başımı okşamaya başladı.

 

"Şiştt sakin ol. Sakin."

 

"Öykü köpek miyim ben? Hemen bırak beni!"

 

"Sadece 5 dakika. Bence seni tutabilirim." Boşta kalan elimle kolunu tırmaladığımda kısık sesli acı dolu nidasıyla geriye doğru çekildi.

 

"Az önce ne demiştin?"

 

"Bıktım ikinizden de! Bu ilişkide en çok zararı ben görüyorum. Ne haliniz varsa görün!" Bu sırada kapı iki kere tıkanınca Öykü olduğu yerden hızla gelip arkama sığındı.

 

"Bu adamlardan çok tırsıyorum."

 

"Şiştt! duyacak. Ben bakarım." Kapıyı yavaşça aralayıp gelene baktım. Koridorda sürekli adamlar bir aşağı inip bir yukarı çıktıkları için ellerindeki fenerler ortalığı yeterince aydınlatıyordu. Yüzüne bakmama gerek kalmadan kokusundan tanımıştım zaten. Aklımdan geçen düşünce ile kendimi tokatlamak istedim. Kokusundan mı? Kokusunu ne zaman almıştım ki onu bu şekilde tanıyabiliyordum? Bu sorunun cevapları tek tek zihnimden geçti. Dans ederken yeterince yakındık, bana kapşonlusunu da vermişti, ceketini üstüme örtmüştü sonra... ona otoparkta sarıldığımda da kokusunu hissetmiş olabilirim. OF!

 

"İyi misin?"

 

"Evet." Neyse ki yanaklarımın kızarıklığını göremiyordu. Başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktım.

 

"Konuşalım mı biraz?"

 

"Olur." İçimden kendime bildiğim bütün küfürleri ettim. Sanki bunu sormasını bekliyormuş gibi anında cevap vermiştim. O da anlamış olmalı çünkü bu küçük gülümsemenin başka açıklaması olamazdı. Lanet olsun!

 

"Gel." Kapıyı kapatırken Öykü bana tek kaşını kaldırarak imalı bir şekilde bakıyordu. Tamda bunun tartışmasını yaparken gelmek zorunda mıydı?

 

Koridorda arkasından onu takip ederken ışıklar gelmişti. Merdivenlerden inip salon gibi olan yere geldik burada durmayıp mutfağa girdi.

 

Belimi mermere dayayıp kollarımı önümde bağladım. Kenardaki sürahiden bardağa biraz su doldurup önüme doğru itti.

 

"Bu ne için?"

 

"Fazla gergin görünüyorsun. İyi gelir." Gergindim çünkü burada ki ortam çok gergindi. Sürekli bir yerlerden siyah takımlı belinde silah olan adamlar çıkıyordu. Sonuçta her günüm böyle geçmiyordu.

 

"Bak... bu kadar adam gerekli mi?"

 

"Rahatsız eden mi oldu?"

 

"Hayır... öyle demek istemedim. Hiç konuşmuyorlar ve her yerden çıkıp duruyorlar. Ayrıca silahları var. Dokunsak vuracaklarmış gibi tipleri var. Bu durum biraz garip. Kızlar korkuyor." Hafifçe güldü. Ben komik bir şey göremiyordum.

 

"Sen korkmuyorsun yani?" Başımı hafifçe yana yatırıp baygın bir şekilde baktım.

 

"Tabii ki de korkmuyorum!" Bu da soru muydu? Tabii ki de korkuyordum.

 

"Anladım." Başını yavaş yavaş aşağı yukarı salladı. Tabii ki de anlamıştı yalan söylediğimi. Sıkıntılı bir nefes verip önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına aldım.

 

"Bu gece adamların çoğu gidiyor." Bardaktaki suyu kafama diktim.

 

"Peki biz ne zaman gidiyoruz?" Bana doğru dönüp bir adım yaklaştı. Neyse ki özel alanıma girmemişti aksi takdirde fazlasıyla saçmalıyordum.

 

"Daha zamanımız var."

 

"Peki bir planımız var mı?"

 

"Plan şimdilik hayatta kalmak." Bardağın dibinde kalan suyu da kafama diktim. Hayatta kalmak.

 

Eski hayatımı özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. En azından eskiden gülerdim bu aralar yaptığım tek şey ise ağlamaktı. Burada kalacağım süre zarfında doğru planı yapmalı ve bir an önce uygulamaya geçmeliydim. Daha fazla Savaş'tan yardım alamazdım. Benim yüzümden başka insanların canı yanmamalıydı. Derin bir nefes aldım. Bu kadar olmasa da hayatımın zor olmasına alışıktım. Madem tekrar gülmek istiyordum o halde hayatta kalmalıydım. Çok zor olamazdı.

Loading...
0%