@nickinci
|
Huzursuz bir şekilde yerimde kıpırdandım. Kucağımda ki Minik'i arka koltuğa bırakıp nefes alması için camın arasını biraz açtım ve arabadan indim. O kız beni en başından beri huzursuz ediyordu. Huzursuz olduğumda ise... huzursuz ederdim!
Kaşlarım çatık, örgümden firar eden bir kaç tutamı elimin tersiyle iterken öldürücü bakışlarımı arada bir gözleri bana değen Savaş'a yolladım. Eğer aralarında ki mesafe 1 metreden az olursa başta onu sonra da adını dahi ağızıma almak istemediğim o kızı ayağımın altına alırdım.
Savaş'ın arabada bıraktığı paketten bir sigara alıp yanındaki kibritle yaktım. Bu aralar nefes almakta zorlandığımdan sigarayı küçük nefeslerle içmeye başladım. Neredeyse 5 dakikadır hastane kapısının yanında ve birazda küçük olan çam ağacının arkasında ne konuşuyorlardı!? Neyse ki Savaş onu görebileceğim şekilde kenarda duruyordu. Sigara içtiğimi görünce kafasını biraz yana yatırıp gözlerini hafifçe kıstı. Lanet olsun ki bu hareket onu çok çekici yapıyordu. Tek kaşımı kaldırıp başımı iki yana salladım. Onu beklediğimi biliyordu ve artık gelse iyi olurdu yoksa sigaram bitince ben gidecektim. Aksi takdirde sevgilimi daha fazla o kızla muhattap ettiremezdim. İkisinin de iyiliği için. Bakışlarını benden çekmeden hemen önce ona arkamı döndüm. Üzerimde ki kırgınlık yüzünden sigaranın iyi gelmeyeceğini düşünüyordu ve öyleydi de. Hatta bunun için en azından biraz daha iyi hissedene kadar içmemem için beni iyice tembihlemişti de ama ben yine de kafamın dikine gidecektim. O yanıma gelene kadar da kafamın dikine gitmeye devam edecektim.
Sigaramın son nefeslerine geldiğimde belki tek nefeste bitiririm umuduyla dudaklarıma götürüyordum ki birden elimden alınıp yere atılmasıyla biraz irkilmiştim.
"Söz vermiştin!" Gözlerimi devirip kollarımı önümde bağlarken ona doğru döndüm, etrafa sakince göz gezdirdim.
"Gitti mi?" Yüzüne ne kadar alaycı bir gülümseme yerleştirse de sinirlendiğini anlıyordum. Bende sinirliydim. Fazlasıyla...
"Bilerek yapıyorsun değil mi?" Rüzgarın yönüne göre sağa sola uçuşan tutamları kulak arkası yapıp bir adım ona doğru yaklaştım.
"Asıl sen bilerek yapıyorsun!" Şaşırmıştı.
"N- ne yapıyormuşum ben?" Bir de soruyor muydu?
"Onunla konuşuyorsun!" Gülerek ensesini kaşıdı. Şimdi onu kıskandığımı falan düşünecekti. Bu meselenin kıskançlıkla hiçbir alakası yoktu hemde hiç! O kız... lanet olsun! Kıskanıyordum.
"Selin'i çocukluğumdan beri tanıyorum. Tamam benimde ondan çok hoşlandığım söylenemez... ama onu geçtim abisi kardeşim gibidir. Onunla karşılaştığımda görmemezlikten gelemem. Anlıyorsun değil mi?" Hele bi hoşlan! Tek elimi belime koyup onu dinliyormuş gibi yaptım. Hepsi boş laftı. Sustuğunda ise... beni adam akıllı dinlese iyi olacaktı çünkü bir daha bu konuşmayı tekrar etmeyecektim!
"Savaş!" Sakince bir adım öne gidip işaret parmağımı öne uzattım. Ciddi ifademi süzüp sırtını dikleştirdi. Az önce ki o kendinden emin ifadesi bir anda silinmişti.
"O kız sana... AŞIK!" Bunu biliyordu. Bunu bildigine adım gibi emindim. Kendini her fırsatta ona iteleyen kızı görmemesi imkansızdı. O yüzden hiç şaşırma rolü yapmasına gerek yoktu.
"En azından benim yanımda yapma." Omzuna çarparak hızlı adımlarla hastaneye yürürken bana yetişmesi zor olsun diye kalabalığın içine karışıp kapısı kapanmak üzere olan asansöre yetiştim. Son anda içeri girerken Savaş'ı gördüm ama o gelene kadar asansör kapanmıştı bile. Bana yetişmesi için 15 katı koşarak çıkması gerekiyordu. Sinsice gülümsedim. Eğer asansörden indiğimde onu göremezsem ayrıca bir trip atabilirdim.
Ara ara katlarda dura dura sonunda 15. Kata yani en üst kata çıkabilmiştik. Benimle birlikte koca asansörden 3 kişi inerken etrafıma baktım. Ortalıkta yoktu. Patronun odasının olduğu koridora girerken sık sık arkama bakıyordum. Her neyse sonuçta 15 kat az değildi gelirdi bir kaç dakikaya. Odanın önüne geldiğimde kapıyı hafifçe tıklattım. Gel sesini duyduğumda kapıyı aralayıp içeri girdim. Artık Patrondan- Levent amcadan korkmuyordum. O sadece Yeraltında Patrondu. Artık benim için ise Levent amcaydı.
Beni gördüğünde gülerek ayağa kalktı bende hafif tebessüm ederek masaya yaklaştım. Yanıma gelip beni kucaklarken bende samimi bir şekilde ellerimi sırtına götürdüm. En başta aramızda oluşan güvensiz bağlar artık sıkı, kopmaz bağlara dönüşmeye başlamıştı.
"Seni gördüğüme sevindim. O günden sonra..." birbirimizden ayrılınca tekli koltuğa geçtim. O da masa başına oturmak yerine karşıma oturmuştu.
"Daha iyiyim." İnanması için gözlerimi kapatıp gülümsedim.
"Bir gün bu gerçeklerle yüzleşecektim. Artık daha fazlasına hazırım." Başını yukarı aşağı salladı.
"Sonuçlar için geldim... Çıktı değil mi?" Hafifçe kaşları çatılırken kapıya doğru baktı.
"Benim hayta nerede?" Gülerek arkama yaslandım.
"Merdivenleri kullanmayı tercih etti." Bir şeyler olduğunu anlamış gibi masasına uzanırken güldüğünü gördüm.
"Sana açıldı mı?" Yanaklarım kızarmaya başlamıştı. 3 günlüğüz dememek için kendimi zor tuttum. Başımı utancımdan önüme eğerken anlımı kaşıdım. Savaş'la konuşsa daha iyi olacaktı. Hem... bana olan hislerini nereden biliyordu? Yoksa babasına bahsetmiş miydi?
"Güzel." Sırıtarak arkasına yaslanırken dosyayı incelemeye başladı. O sırada odanın kapısı gürültüyle açılmış ve Savaş nefes nefese odaya dalmıştı. Gülerek yüzümü başka yöne çevirirken Levent amca gözlüğünün üstünden ona bakıyordu.
"Hayırdır?" Savaş anlamamış gibi karnını tutarken odanın ortasına doğru adımladı. Kendini üçlü koltuğa atıp iyice soluklandı.
"Kızım şuna bir su ver kendine gelsin." Savaş istese vermezdim ama Levent amca dediği için kalkıp sebilden plastik bardağa su doldurup ona uzattım.
"Geliyorum 5 dakikaya bir yere ayrılmayın." Levent amca odadan çıkarken hala bardağı ona uzatıyordum.
"Alsana!"
"Bitirdin kızım beni." Gülerek yanına otururken bardağı dizime koydum.
"Koştun mu?" Başını yasladığı yerden bana çevirdi.
"Hoşuna gidiyor değil mi bu halim?" Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken gülerek ona döndüm.
"Hangi halin?" Eliyle kendini baştan aşağı gösterdi.
"Bu. Sana yetişmek için 15 kat aralıksız koşmuş halim." Nefesi yavaş yavaş düzene girerken gözlerini kapattı. Evet. Peşimden koşması hoşuma gidiyordu. Her kızın hoşuna giderdi. Dirseğimi başını yasladığı yere koyup başımı elime dayadım.
"Çok mu yoruldun?" Yüzümde istemsizce salak bir gülümseme belirirken başını tekrar bana doğru çevirdi. Hemen cevap vermedi bir süre yüzümü inceledi. Bazı şeyleri yeni fark ediyor gibiydi. Ya da her detayı aklına kazımak ister gibi. Ya da... bilmiyorum bir şey gibi işte. İlk defa böyle anlamlı bakıyordu.
"Sen... hayatımda gördüm en güzel gülümsemeye sahip olabilirsin." Gülümsemem daha da büyürken yanağımı gıdıklayan telleri elimin tersiyle geriye ittim. Heyecanlanmıştım. İlk defa bana iltifat ediyordu. Derin bir nefes alırken birden dirseğimin kaymasıyla öne doğru düştüm. Yüzümü düzeltirken boğazımı temizleyip arkama yaslandım. Off!
"İç şunu içiyorsan!" Bardağı ona doğru uzattım. Kaymanın etkisiyle birkaç damlası bacağıma dökülmüştü. Sırıtarak bardağa uzanırken bakışlarını benden hiç ayırmıyordu. Ben ise dimdik, ifadesiz karşıya bakıyordum.
Bardağı kavradığı anda elimi çekmek istedim ama yapamadım. Bardakla birlikte elimi de tutmuştu. Bakışlarımı elime indirirken birkaç defa çekmeyi denedim ama olmadı.
"Bıraksana!"
"İç demedin mi?" Elimi de bardakla beraber kaldırmaya başladı.
"Savaş! Sinirlendirme beni." Tek omuzunu yukarı kaldırıp indirdi.
"Yeni bir şey değil." Elimi de kendisiyle beraber çekerken artık pozisyonumda değişmeye başlamıştı. Amacı neydi bunun?
"Savaş...?" Gittikçe elimi çekerken bardağı ağzına değil daha da ileriye uzaklaştırdığını gördüm. Durumun ciddiyetini yeni kavrayabilmiştim. Üzerine çıkmamak için omzuna tutundum.
"Ne yapıyorsun?" Elimi hala uzaklaştırırken gittikçe üzerine doğru eğilmeye başlamıştım. Tek dizimi koltuğa koyup omzunu tutmaya devam ettim. O bu halime gülerken ben hala ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım.
"Biri gelecek şimdi bırak elimi!" Ne kadar ciddi görünmeye çalışsam da gülmeme engel olamadım.
Kolunu uzaklaştırabildiği kadar uzaklaştırdığında başını yasladığı yerden kaldırdı. Burunlarımızın değecek kadar yakın olduğumuzu fark ettiğimde derin ve titrek bir nefes aldım. Şimdi anlamıştım.
"Bırak dedim sana..." yarım yamalak gülümserken gözlerim önce dudaklarıma kayan gözlerine sonra da soğuktan gelip içerinin sıcaklığında kızaran dudaklarına kaydı.
"İyi miyiz?" Derin bir nefes alıp anın etkisinden çıkmak için gözlerimi devirdim.
"İyiyiz." dedim yarım ağız. Bir an önce bırakmasını istiyordum. Şikayetim yakınlığından değildi her an babasının bizi böyle görmesiydi. Savaş normal duruyordu ama ben... dışardan bakıldığında onun üstüne çıkmış arsız bir kız gibiydim.
Bakışlarını gözlerime çıkardı ve cıkladı. "İçten değildi bu."
"İyiyiz Savaş ne yapmamı istiyorsun?" Yüzüne serseri bir gülüş yerleştirdi.
"Sen biliyorsun." Şaşkınlığın etkisiyle tek kaşımı yukarı kaldırdım.
"Saçmalama burada mı?" Gülerek dudaklarımı ısırdım. Benden imkansızı istiyor gibi bir şeydi. Daha elimi tuttuğunda kendimde kalamıyordum onu nasıl öpecektim.
"Evet." Duyduğum ayak sesiyle arası açık kalmış kapıya baktım. Panik bütün vücudumu sararken gözlerimi kırpıştırdım.
"Biri geliyor!" Panikle geri çekilmeye çalışmama rağmen beni bırakmadı.
"Sen bilirsin." Elini uzaklaştırabilirmiş gibi biraz daha ileri itti be ben... neredeyse onu öpecek kadar yaklaşmıştım bile.
"Baban geliyor!" Heyecanla fısıldadım. Fakat istediğini almadan bırakmayacağını biliyordum. Pislik! Bıkkınlıkla bir nefes verip eğildim.
Dudaklarımı sertçe ona yapıştırıp yavaşça hareket ettirdim ve birkaç saniye bekledim. Bunu yaptığıma inanamıyordum. Tatlı bir sinirle geri çekilirken gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Oldu mu?"
"Oldu." Bıraktığı anda yerime otururken tam o sırada Levent amca da içeri girmişti. Göz ucuyla Savaş'a bakarken keyifle sırıttığını gördüm. Sabahtan beri istediği şeyi almıştı birde bunu ona ben vermiştim. Tabii ki de keyifli olacaktı. Şimdi sıra keyfini bozmaya gelmişti.
Levent amca masasının başına oturup dosyamı incelerken hafifçe Savaş'a doğru kayıp kulağına eğildim.
"İyice alıştın sen buna." Elini koltuğun üzerine koyduğum elimin üzerine getirip tuttu.
"Senin de hoşuna gitti değil mi?" Hafifçe kıkırdadım.
"Savaş..." başparmağımla elini okşadım.
"Hmm."
"Bir daha avcunu yalarsın." Kendimi geri çekip arkama yaslanırken elimi de ondan çektim.
Ciddi ifademi takınırken göz ucuyla bile bakmadım. Ama bozulduğuna emindim. Ona bakmasam da yan tarafımdan bana baktığını hissediyordum. Bu uyarımı ciddiye alsa iyi olurdu. Sürekli beni öpmek isterse ve bunu her defasında başarırsa zamanla aklımı kaybedebilirdim.
"Sonuçlarına baktım." Heyecanla öne eğilirken Savaş'ta yerinde kıpırdanmıştı. Elimi terleyen enseme götürdüm. Evet...
"İyisin." Ellerini iki yana açıp arkasına yaslandı. Derin bir oh çekerken gülerek Savaş'a baktım. Hasta değildim.
"Neden burnu kanıyor o zaman?" Savaş'ı onaylarcasına başımı salladım. Evet o nedendi o zaman?
"Kan değerlerin çok düşük." Elinde ki dosyaları masaya bıraktı ve eline boş bir kağıt ile kalem aldı.
"Bünyen zayıf o yüzden bayılıyorsun. İlaç yazıyorum şimdi bunu düzenli olarak kullanmak zorundasın." Başımı hızlıca salladım. Not kağıdını Savaş'a doğru uzatırken hemen kalkıp aldı.
"Sen nereden alacağını biliyorsun." Başını sallayıp yerine oturdu. Hastanede kaydım olmadığı için reçeteyi eczaneye veremezdim. Yasa dışı yollarla halletmek zorundaydık ama bu anlaşılan onlar için alışılagelmiş bir şeydi.
"Bundan sonra stres en büyük düşmanın. Şimdi iyisin ama ileride başına büyük belalar açabilir." Stres... en büyük düşmanım beni hiçbir zaman yalnız bırakmayanımdı.
"Sana gelince." Savaş'a baktı. Bu... pek hoş bir bakış değildi.
"Onu üzecek en ufak bir şey yaptığını duyarsam... sen biliyorsun neler yapabileceğimi."
Ben keyifle arkama yaslanıp ona bakarken o da rahatsızca yerinde kıpırdandı. Levent amcanın beni bu kadar çabuk sahiplenmesi artık şaşırtmıyordu. Hikayenin tamamını bilmesem de ben ona emanet edilmiş sayılırdım. O da bana sahip çıkmak istiyordu bunu hissedebiliyordum. O gün hikâyeyi anlatırken gözlerindeki şefkati görmüştüm.
"Sende benim öyle bir şey yapmayacağımı biliyorsun." Birbirimizi üzmeyi hiç istemezdim ama her ilişkide muhakkak bir pürüz çıkardı. Sevdiğimiz şeyleri yapabilmek için sevmediğimiz şeyleri yapmak zorunda kaldığımız zaman işte o zaman üzülecektik. Kırılacaktık. Belki yaralanacaktık. Yeri gelecekti parçalanacaktık. Ama biz; biz olmayı bırakmayacaktık.
Hesap, kitap, taktik yapmamıştım, sadece hissettim, içimden geleni yaptım. Gönlümden geçtiği gibi davrandım. Sonu nasıl biterdi bilmiyorum ama biz açılışı güzel yapmıştık.
⚫
Kararmak üzere olan gökyüzünde Ay'a baktım. Hilal şeklini almıştı bile.
"Doğum günün ne zaman?" Sorumla birlikte vitesle beraber tuttuğu elimi okşadı.
"Doğum günlerini sevmiyorum." Tıpkı benim gibi... Derin bir nefes alıp başımı arkaya yaslarken ona baktım.
"Sorumun cevabı bu değil ama." Hafifçe gülerek yola bakmaya devam etti.
"19 Aralık." 19 Aralık... 1 aydan az bir süre kalmıştı.
"Neden kutlamıyorsun?" Lütfen anlat. Lütfen anlat. Lütfen anlat.
"Abimden sonra... artık içimden kutlamak gelmiyor." Anlıyordum. İnsanı en çok kaybettikleri ve kaybetmeye korktukları yarım bırakırdı. Kaybettiklerimizin pişmanlığı bizi kaybetmeye korktuklarımıza daha çok bağlar. Onları kaybetmemek için fedakarlıklar yapamaya zorlanırız. En azından onları yanımızda tutabilme şansımız vardır. Ama kaybettiklerimiz... insanı en çok onlar yarım bırakır. Bende yarım kalmıştım. Kalbimin yarısı anne ve babamla birlikte toprağa gömülmüştü. Benim bir yarım hep topraktaydı ve bu acı hiçbir zaman kapanmayacak bir yaraya sahipti. En azından hafifletebilirdim. Yanımdakilerle...
Birbirine kenetli olan ellerimizi havaya kaldırıp elimi öptü. Gülümsedim. Amacım onu üzmek değildi.
"Şuradan sağa döneceksin." Elimle işaret edip arkada uyuya kalan Miniğime baktım. İçeride ki sıcaklık onu mayıştırmış olmalıydı.
"Burası." Belki de burası şehrin en merkezi, en nezih sitesi olabilirdi. Babam zamanında burayı yatırım için almıştı. Bugünlerde kullanılacağı kimin aklına gelirdi ki.
Arabayı istop ettirince arabadan indik. Benim tarafıma gelirken etrafa da göz gezdiriyordu.
"Fena değilmiş."
"Tabii ki de öyle! Ben istedim burasının olmasını."
"Pekii... söyle o zaman? Önemli bir şeyi arıyorsun ilk ne tarafa bakarsın?" Kollarımı önümde birleştirip biraz düşündüm.
"Hmm... İnsanlar onlar için önemli olan şeyleri hep bir tarafa kaldırır. Kimsenin bulamayacağını düşündükleri yerlere. Kuytu köşelere bakarım." Güldü.
"Yani Anıl'ın gözü önündesin." Demek istediğini anladığımda gülerek bir adım ona yaklaştım.
Elimi yanağına koyup hafifçe okşadım. Beni gerçekten tanıdığını sanıyorsun Kılıçoğlu...
"Bir şeyleri kuytu köşelere saklamak salak insanların yapacağı salakça bir hatadır. Eğer bir şeyi gerçekten saklamak istiyorsan onu göz önüne koymalısın." Güldü.
"Aferin güzel yer." Tek kaşımı kaldırıp gülümsedim. Kalbim sadece o yanımdayken her şeye üstün geliyordu bunun dışında hiçbir şey mantığımın önüne geçemezdi.
Arka kapıyı açıp horlayan Minik'i kucağıma aldım. Savaş'ta bagajdan Minik için aldığımız eşyaları çıkarıyordu.
"Artık seni yıkamanın vakti gelmedi mi? Hı?" Gıdığını okşarken yavaştan kendine gelip göz kırpıştırmalarını izledim.
"Şuna baksana... çok tatlı değil mi?" Savaş'ın yanına gidip ona Minik'i gösterdim. Göz ucuyla umursamaz bir şekilde bakıp onaylayan bir ses çıkardı. Gözlerimi devirip eve doğru yürümeye başladım. Köpeği kıskanacak hali yoktu değil mi?
Bahçeye adımımı attığım anda evin kapısı açıldı ve İdil homurdanarak elindeki çöp poşetleriyle konteynera doğru yürüdü. Yine ne oluyordu? Kapıya geldiğimde Minik'i yere bırakıp içeriye doğru iteledim. Savaş'ta elindeki poşetleri yere bırakmıştı.
"İçeri gelmek istemediğine emin misin?" İdil yanımızdan geçip içeri girdiğinde Öykü'yle laf sataşmasına başlamışlardı bile. İkimizde gülüp önümüze baktık.
"Başka bir zaman bana odanı gösterirsin." Ağzım şaşkınlıkla açılırken omzuna vurdum.
"Terbiyesiz! O yüzden çağırıyorum sanki seni." Gülerek yaklaşıp anlımı öptü.
"Gitmem gerek." Başımı salladım. Biliyorum işleri vardı.
"Dikkat et kendine ve... beni düşün." Güldü.
"Seni düşünürken ne kadar dikkatli olabilirim." Doğru. Kendimi onun yerine koymama gerek yoktu. Onu düşünürken yemek bile yiyemiyordum dalıp gidiyordum hayallere.
"Görüşürüz." Elindeki küçük ilaç poşetimi alıp onu uğurladım. Kapıya bıraktığı iki poşeti de alıp içeri geçerken bağrışmalar gittikçe artıyordu.
"Senin yüzünden!" İdil elini böğrüne koyup şaşkınlıkla Öykü'ye baktı.
"Ne!? Benim mi? Asıl senin yüzünden gittiler. Resmen kovdun çocuğu be!"
"Ben mi!?" Şimdi de Öykü elindeki toz bezini bırakıp aynı hareketi yapmıştı.
"'Bu senin saniyede kırdığın güvenlik şifrelerine benzemez Bora çekil ben kırarım yumurtayı.' diyen bendim sanki." Ne yumurtası be!?
"Hah! Peki şuna ne demeli!? saati ayarlar mısın diye çocuğa sesleniyorum ta oradan bağırıyorsun 'Boşa harcadığın bir dakika, ömründen çaldığın bin dakikadır.' diye"
Elimi utancımdan yüzüme kapattım. "Gerçekten bunu yaptınız mı?"
"Benim bir şey yaptığım yok. Yok!" İdil yanımdan geçip Minik'e iğrenir gibi baktı ve yukarı kata çıktı.
"Ne oluyor?" Öykü temizlik işini bırakıp yanıma geldi. Biraz mutsuz gözüküyordu.
"Çocuklar gitti."
"Evet onu görebiliyorum."
"Sorun şu ki gitmelerini istemiyordum çünkü..." gülümseyerek boşluğa baktı.
"Ne oldu?" Gülerek belimi tezgaha yasladım.
"Eski evden valizimi alıp merdivenlerden inerken biraz zorlandım. Sonra Doruk geldi yardıma. Valizi alırken elime dokunda sonra durdu ve... bana bakıp gülümsedi. Sanırım artık bu dayanılmaz cazibeme karşı koyamıyor." Gülerek etrafıma baktım. Bu kadar kısa sürede beklemiyordum açıkçası. Bu gönül meseleleri neden bu kadar hızlı gelişiyordu?
"İyi ki ayrı eve çıkmışız."
"Ama ondan ayrılmış oldun?"
"Ama çıkmasaydık bu olay yaşanmayacaktı." Elindeki bezi tezgaha bıraktı.
"Benden bu kadar. Senin eşyalarını sonda ki odaya bıraktık." Tam gideceği sırada omzunun üstünden bakıp fısıldadı.
"En büyük odayı kendine aldı ve evin babası gibi davranıyor. Eğer sabah kalktığımda da bu şekilde devam ederse kendimi tutmam yolarım." Kesin bir ifadeyle konuşup yukarı çıktı. İdil hep böyleydi. Her şeyde kendini ön plana atar, patron gibi davranırdı. Bundan hiç şikayetçi değildim çünkü uğraşmak istemiyordum ama ne kadar bir takım işlerle o ilgilense de son söz genelde benden çıkardı.
"Minik? Neredesin?" Elimle alkışlayıp sese gelmesini sağladım.
"Miniiik?" Kuyruğunu sallayarak pıtı pıtı ayaklarımın dibine geldi.
"Takip et beni." Poşetleri alıp merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım arada arkamı da kontrol ediyordum geliyor mu diye. Bu köpek çok akıllıydı.
Bana ayırdıkları odaya girince keyifle gülümsedim. Oda kuruluydu ve güzel bir düzeni vardı. Açık renk duvar, açık renk mobilyalar ve minik penceresiyle çok hoş gözüküyordu. Beni en çok mutlu eden şey ise kendine ait banyosu olmasıydı.
Poşetleri kenara bırakıp odaya tekrar göz gezdirdim. Sadece tozların alınması ve çarşafların değişmesi gerekiyordu. Güzel fazla bir iş yoktu. Hemen banyoya gidip dolapları karıştırdım. Buraları doldurmam gerekecekti. Yastığın kılıfını söküp biraz ıslattım ve odayı temizlemeye başladım.
Çok vaktimi almamıştı sadece 2 saatçik. Yorgunluktan kendimi yatağa atarken kızlardan aldığım temiz nevresim takımının kokusu iyice mayıştırmıştı. Ama malesef daha işim bitmemişti.
"Gel bakalım. Sıra senin temizliğinde." Minik'i kucağıma alıp banyoya soktum. Sıcak su küvete dolarken aldığımız temizlik malzemelerine baktım. Şampuan ve... ne işe yaradığını bilmediğim bir alet. Tarak gibi bir şeydi.
"Suyla aran nasıl bakalım?" Onu kucağıma alıp suyun içine bırakırken çırpınmaya başladı. Sular yüzüme sıçrarken kendimi geri çektim.
"Heyy!" Gülerek kendimi korumaya çalışırken sonunda onu suyun içine bırakmıştım. Anlaşılan sudan hoşlanmıyordu. Benim gibi...
"Çok kısa sürecek tamam mı?" Hemen şampuanlayıp hızlıca duruladım. Boynunu okşarken elime bir şey takılmıştı.
"Bu da ne?" Bir ipe benziyordu. Ucunda, tüylerinin arasında kaybolmuş bir amblem vardı.
"Kaçtın mı sen?" İpi makasla kesip kenara attım. Onu havluyla beraber kucağıma alırken yatağa oturdum.
"Miniğim... senin sahibin mi var yoksa?" Başını karnıma sürtüp küçük mırıltılar çıkarmaya başladı.
"Merak etme bırakmayacağım seni. Artık benimsin." Burnunun ucuna küçük bir öpücük kondurup havluyla kuruttum biraz.
"Sıra bunda." Elimdeki tarağı gösterip salladım. O ise kuyruğunu salladı. Tüylerini tararken yavaş yavaş kurumaya ve kabarmaya başlamıştı bile. Gittikçe şişerken parmaklarımı arasından geçirdim. Yumuşacıktı...
Miniğin işi bitince yatağını hazırladım. Aldığımız küçük yuvarlak yatağı yere, başucuma koydum. Miniğide içine koyup üzerine kalın bir battaniye örttüm. Kombi şimdilik çalışmıyordu ve evin içi buz gibiydi.
Valizimden özlediğim kışlık pijamalarımı giyip yorganın altına girdim. Biraz üşütmüş olabilirdim. Burnumu çekip gözlerimi kapadığım sırada gelen mesaj sesiyle hemen dirildim. Bu yeni telefonumda sadece üç numara kayıtlıydı. İdil ve Öykü yazmayacağına göre Savaş'tı. Heyecanla uzanıp komodinin üzerindeki telefonu aldım.
'İlacını içtin mi?' Ahh! Tabi ya artık ilaç kullanıyordum değil mi? Hayır dersem söylenecekti o yüzden cevap vermeden önce hızlı adımlarla aşağı inip mutfağa girdim. Etrafı gizlice kontrol ederken tezgahın üzerinde unuttuğum ilaç poşetini aldım. Suyla birlikte hapı yuttuktan sonra koşarak merdivenleri çıkıp kendimi yatağa attım ve telefonumu elime aldım. Off! Sadece 5 dakika olmuştu mesaj atalı cevap vermeyince üst üste mesaj atmış hatta bir kere aramıştı bile.
Aramak yerine mesaj atmayı tercih ettim. Şimdi arasam ilaç için sürekli tembihleyecekti onu atlatamıyordum da sesimden her şeyi anlıyordu.
'Evet içtim.' Mesajı gönderince yalan söylememenin huzuruyla başımı yastığa koydum.
Tabii ki de teyit etmek arayacaktı... açıp kulağıma dayadım.
"Neden yalan söylüyormuşsun gibi hissettim?" Gözlerimi devirdim. Yalan değildi!
"Neden sana yalan söyleyecekmişim?"
"Söylemezsin değil mi?" Artık şu soru cümlelerinden çıkabilir miydik?
"Söylesem anlamıyorsun sanki?"
"Bukalemun İçtin mi? İçmedin mi?" Gülümsedim. Şüpheye düşmüştü. Buna pek alışık olmadığına emindim. Neydi şu üçüncü kural... Hah! Kaçan kovalanır taktiği.
"Biliyor musun...? Çok uykum geldi. Yarın tekrar konuşuruz. İyi geceler." Telefonu kapatıp rahatsız edilmemek için titreşimden de çıkardım. Sorularına yanıt alamadığı için şu an sinirden köpürdüğüne emindim. Keyifle soluma dönüp elimi başımın altına koydum.
Imm... ne demişti o Hah! Seni sinir etmek hoşuma gidiyor. Derin bir nefes alıp keyifle verdim. Demek böyle bir hismiş. |
0% |