Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 8: Bukalemun

@nickinci

Sabah olduğunda ilk iş doktorun odasına gittim ve ondan bütün bilgileri aldım. Zehirleyici madde bulduklarını ama zamanında geldiğimiz için hemen müdahale edip arkadaşımın hayatını kurtardığını anlattı. Sonuç olarak bol bol su içmesi gerektiğini söyledi.

 

Uyandığında İdil'e bayağı bir yemek yedirmişlerdi. Sonunda öğlene doğru taburcu oldu ve hastaneden çıkmıştık. Yolda giderken İdil'in dikkatimi dağıtması üzerine 2 kere kaza yapma tehlikesi geçirmiştik. En sonunda saçma hareketlerine son vermiş sağ salim eve varabilmiştik. Şimdi ise ben İdil'e çorba yapıyordum. İdil'in en sevdiği domates çorbasını yaptım ve üstüne de selin rendeley- pardon kaşar rendeleyip İdil'e götürdüm. İlk başta istemese de domates çorbası olduğunu görünce ikinci kaseyi bile içmişti.

 

İdil birden oturduğu yerden hızla kalktı ve yüzünü ekşiterek eliyle karnını tuttu. Allahım deja vu yaşıyordum. İdil'e bakarak elini işaret ettim ve "yine mi?" dedim. O da karnında ki eline bakarak konuştu.

 

"Hayır ben iyiyim birden kalkınca ağrı girdi. O değil de kızım bugün pazar. "

 

"Eeee"

 

"Eee si mi var pazar diyorum pazar. Bugün benim maçım var 11 de." Ben onu tamamen unutmuştum. İdil her pazar bende hafta içi bir gün maça çıkıyordum.

 

"Sen bu halde hayatta maça çıkamazsın ki."

 

"Saçmalama Hazal mecburum patronun neler yapabileceğini bilmiyor musun? "

 

"Bu halde nasıl çıkmayı planlıyorsun. Daha doğru dürüst hareket bile edemiyorsun. Yok olmaz. Ben senin yerine çıkarım" dedim.

 

Bunu arada sırada yapardık. Eğer birimiz maça çıkamayacak durumdaysa diğeri onun yerine çıkardı. Benim yerime İdil çıktığı zaman kafes yerine normal maç yapardı ama iki kere yapmak zorundaydı. Patronun kuralları sağlamdı. Ben İdil'in yerine çıktığım zaman ya normal ya da kafes yapardım benim için fark etmiyordu.

 

"Emin misin Hazal? Ben... bilmiyorum içimde kötü bir his var." Evet. Eğer İdil kötü bir şey olacak diyorsa kesin kötü bir şey olurdu.

 

"Ben senin yerine çıkarım maça orada sorun yokta. Sen burada tek başına ne yapacaksın."

 

"Oturup seni bekleyeceğim. Ne yapacağım başka?"

 

"Olmaz!?"

 

"Neden?"

 

Daha yeni ölüm tehlikesi geçirmişken olmazdı. Onu tek başına bırakamazdım.

 

"Yeni çıktın hastaneden tek başına kalma."

 

"Ameliyatlı dikişli bir halim varda ne olur ne olmaz diye tek bırakmasan anlayacağım ama ortada öyle bir durum olmadığına göre sana bay bay."

 

"Olmaz İdil!" Ya birileri eve girmeye çalışırsa. Asla tek bırakamazdım.

 

"Büyük saçmalıyorsun şu an. Bilmediğim bir şey mi var?"

 

"Ha- hayır. Yok öyle bir şey. Senin için diyorum ben."

 

"Abartıyorsun." Asıl durumu söylese miydim acaba? Gerçeği söylemedim diye kızar mıydı? Kızarsa kızsın canından daha önemli değildi ya. Söylemeliydim.

 

"Imm. Bir şey söylemem lazım."

 

Elini kalbine koydu. "Çabuk söyle!"

 

"Bir sorunumuz var."

 

"Ne zaman olmadı ki. Söyle hadi kaldırabilirim muhtemelen."

 

"Kasıtlı olarak zehirlendin."

 

"Ne!? Bu kadarını beklemiyordum. Bu.. bu.. BU ÇOK HAVALI! Aynı filmlerde ki gibi Hazal. Biri beni öldürmeye çalıştı ve ben hayatta kaldım. Kim olduğunu biliyor musun peki?" Gözlerini pörtletip büyük bir heyecanla bana bakıyordu.

 

"Sana inanamıyorum. Tam bir aptalsın. Mega aptalsın. Gidiyorum ben."

 

"Hayır! Dur! Şu an korkmaya başladım."

 

"Aklın başına gelmeye başladı sonunda."

 

"Ayy ben tek kalamam!"

 

"Evet bende onu diyorum sabahtan beri. Kim olduğunu bilmiyorum gizli numaradan aradı ismini söylemedi."

 

"Beraber gidelim o zaman. Ben oda da beklerim."

 

"Karnın ağrımıyorsa, ayağa kalkabiliyorsan gidebiliriz aslında." Evet mantıklıydı.

 

Üzerindeki örtüyü kenara çekip yavaşça ayağa kalktı. Olduğu yerden birden zıplayınca bende olduğum yerde sıçradım. "Ne yapıyorsun be salak?"

 

"Dur bir saniye."

 

Ellerini beline koyup küçük çocukların yaptığı gibi çevirmeye başladı.

 

"Sapa sağlamım ben. Gidebiliriz." Gözlerimi devirip merdivenlere yöneldim.

 

"Hadi sende hazırlan da çıkalım. Az vaktimiz kaldı."

 

Odama çıkıp hemen üstüme spor kıyafetler geçirip saçımı tepeden sıkı sıkı topladım. Kenarda hazır olan çantayı da omzuma atıp aşağı indim. İdil hazırlanmış beni bekliyordu.

 

"Çıkalım hadi "

 

"Su içip geliyorum canım." O su içmeye gidince koltuğa dayanıp bekledim. Hiç beklemediğim bir şekilde kapı zili çalmıştı. Saat geç olmuştu kim olabilirdi ki.

 

Kapı deliğinden baktım ama kimse yoktu. Yavaşça kapıyı aralayıp başımı uzattım ve etrafa göz gezdirdim. Kimse yoktu. Bu saatte çocuklarda kapı çalıp kaçmazlardı herhalde. Tam içeri gireceğim sırada paspasın üzerindeki zarf ilişti gözüme. Bu neydi şimdi.

 

Zarfı yerden alıp tekrar etrafa göz gezdirdim ve içeri girdim.

 

Üzerinde hiçbir şey yazmıyordu.

 

"Kim gelmiş?"

 

"Kimse. Bir tek bu zarf var. Her kimse yere bırakmış ve gitmiş. Üzerinde isimde yok."

 

İdil kaşlarını çatıp zarfı elimden aldı. Bakalım içinden ne çıkacaktı.

 

Küçük bir karta benziyordu.

 

"SANA UZAK DUR DEMİŞTİM!"

 

"Bu ne şimdi ya. Hangimize geldi bu?"

 

"Bana geldi İdil."

 

"Nereden biliyorsun?"

 

"O kız göndermiş işte-"

 

"Hangi kız?"

 

"Şu Savaş'ın sevgilisi var ya. Okulun ilk günü önümüzü kesmişti hani."

 

"Selin mi? Neden böyle bir şey göndersin ki sana."

 

"Yaa ne bileyim. Revirde görmüştür belki ya da onun evinde kaldığımı falan duymuştur. Saçma sapan işler işte. Ver sen bana şu kağıdı." Kağıdı elinden çekip çantama attım.

 

"Saçma sapan şeyler yapmaya kalkışmasında."

 

"Tatlım ben kafes dövüşü yapıyorum. Kim bana ne yapabilir ki." Gözlerini devirip saçını arkasına attı.

 

"Çıkalım hadi geç kalıyoruz."

 

 

Yeraltına indiğimizde ilk önce odaya çıkıp üstüme başıma çeki düzen verdim. Ellerimi de sardığımda oda da işim bitmişti.

 

"Hazal?"

 

"Hımm."

 

"Kaç kilosun?" Gülerek İdil'e baktım.

 

"Nereden çıktı şimdi bu?"

 

"Söyle bir sen."

 

"51"

 

"Vay bee."

 

"Ne oldu?"

 

"Bende senin gibi zayıf olmak istiyorum."

 

"Sen zaten zayıfsın. 2 yıl düzenli olarak spor yaptın. Yani fit bir vücudun var."

 

"59 kiloyum." Oha o kadar var mıydı?

 

"Kesinlikle göstermiyorsun."

 

"Bende senin gibi zayıf olmak istiyorum ama yemek yemeyi çok seviyorum. En sevdiğim şey yemek yemek." Arkamı dönüp elimi ağzıma bastıra bastıra güldüm. Bunu görmemesi gerekiyordu. Eğer görürse büyük ihtimalle ağlayabilirdi.

 

"Hatırlıyor musun küçükken diş tellerim takıldığında ilk gün ağrıdan bir şey yiyememiştim ama-"

 

"Ama ikinci gün ağlaya ağlaya et yemiştin." Sadece çorba İdil'i kesmemişti ne kadar yeme desek de gizli gizli bir köşede yemek yerken bulmuştuk. Tabikii de ağlama seslerini takip ederek bulmuştuk. Ne gündü ama gülmekten karnımıza sancılar girmişti. En sonunda babam İdil'i alıp doktora götürmüştü.

 

"Sence çok mu kiloluyum?"

 

"Yaa hahah İdil sus Allah aşkına."

 

"Söyle hadi dışarıdan nasıl görünüyorum merak ediyorum."

 

"Çok güzel görünüyorsun. Geç şu aynanın karşısına bak bir kendine. Bir kere en başta doğal sarışın ve yeşil gözlüsün. Ayrıca boyun uzun ve kilolu değilsin."

 

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

 

"Evet öyle düşünüyorum. Hem yalan söylediğimi bile düşünsen etrafında ki oğlanlara bak. Hepsi etrafında pervane oluyor."

 

"Tamam tamam inandım. Gel sarılacağım."

 

Kollarımı açıp gelip beni kucaklamasını bekledim. Sıkı sıkı birbirimize sarılırken bizi bölen kapıya gelen yeni çocuktu. "Hazır mısın?"

 

"Önce Köstebekle konuşmam gerekiyor odasında mı?"

 

"Evet."

 

"Tamam sen çık ben gelirim birazdan."

 

Çocuk odadan çıkınca son kez kendimi kontrol ettim. Hazırdım.

 

"Sen burada mı bekleyeceksin?"

 

"Tabikii de aşağıda seni izleyeceğim."

 

"Tamam kapşonlunu geçir başına tanımasınlar seni. Birde köşede bir yerlerde dur yüzünü de gizle."

 

"Tamam Hazaal. Git hadi sen bende inerim birazdan."

 

"Tamam dikkatli ol."

 

Odadan çıkıp merdivenlerden iki kat indim.

 

Köstebek, patronun bir numaralı adamıydı. En az patron kadar onunda her şeyden haberi olurdu. Hatta bazıları patronun varlığından bile haberdar değildi. Burada ki çoğu kişi köstebeği bilirdi.

 

Maçları ayarlayan kişi de Köstebek olduğu için ona bugün ki değişikliği söylemem gerekiyordu.

 

Sonunda kapısının önüne geldiğimde iki kez kapıyı tıklattım

 

"Gir."

 

İçeri girip kapıyı arkamdan kapattım önüme döndüğümde içeride Savaş vardı. Karşılaşmasak şaşırırdım zaten. Gerçi bir şeye şaşırmıştım zaten. Masanın başında oturuyordu çünkü.

 

"Köstebek nerede?" Şaşkınlığım her halimden belli oluyordu.

 

"Ne yapacaksın Köstebeği?" Soruya soruyla cevap vermek artık bizim klasiğimiz olmuştu.

 

"Söylemem gereken bir şey var."

 

"Unuttun mu? Ben sana bir daha buraya inme demiştim."

 

Kollarımı önümde bağlayıp tek kaşım havada ona baktım.

 

"Hayır. Hatta çok iyi hatırlıyorum bende 'benim patronum sen değilsin.' demiştim. Unuttun mu?"

 

"Yeraltın'a inerek başına büyük bela açtın kafes güzeli."

 

Hıh. Sen söylemesen ben fark etmemiştim zaten.

 

"Köstebek gelecek mi?"

 

"Geç otur gelir birazdan." Masanın önünde ki koltuklardan birine oturdum ve ellerimi önümde bağladım. Yan tarafımda olduğu için bana baktığını hissedebiliyordum. Bu biraz rahatsız ediciydi. Dönsene önüne be adam. Neyse ki çok uzun sürmemişti. Eline telefonunu alıp arkasına yaslandı.

 

Yaklaşık 10 dakikalık bir bekleyişin ardından Köstebek hala gelmemişti ve ben üşümeye başlamıştım. Neyse ki kapşonlumu belime bağlamıştım onu hemem üzerime geçirip beklemeye devam ettim. Duvarda ki saate baktığımda maça 15 dakika kaldığını gördüm. Artık gelse iyi olurdu eğer ona haber vermezsem maça İdil çıkmak zorunda kalırdı. Ama böyle bir şey imkansızdı. O halde çıkamazdı kesin kaybederdi. Ve bizim kaybetmek gibi bir lüksümüz yoktu.

 

Kapının dışından ayak sesleri gelmeye başlamıştı. Sonunda içeri Köstebek girmişti. İlk başta buraya çok sık inmediğim için bana şaşırdı sanmıştım ama o Savaş'a şaşırmıştı. Bir iki saniye ayakta kalıp ona baktı sonra bir şey demeden benim karşımdaki koltuğa oturdu.

 

Savaş'ı yerinden kaldırmadığına göre o burada gerçekten büyük biriydi bende buna şaşırmıştım. Ben onu sadece maçları izlemeye gelenlerden biri olduğunu tahmin ediyordum.

 

Önce Savaş'a bakıp kafasıyla bir şeyi onayladı. Oysa ki hiç konuşmamışlardı.

 

"Ne işin var burada tatlı şey." Gözlerimi devirdim. Bana böyle söylememesi için bir kaç uyarıda bulunmuştum ama patronun adamıydı işte burada her istediğini yapabilirdi.

 

"Bugün bir değişiklik oldu."

 

"Ne zaman olmadı ki. Söyle hadi."

 

"İdil'in yerine ben çıkacağım bugün."

 

"Son 1 aydır çok fazla değişiklik yaptınız olmaz." Hızla öne eğilim.

 

"Ne demek olmaz! Olmak zorunda!"

 

Adam yerinden sinirle kalkınca bende kalktım ve önünde dikildim. Gerçi ne yapacaktım ki. Eğer bir şey yapacak olursa karşı koyamazdım yasaktı. Kuralları çiğnersem daha kötüsü başıma gelecekti.

 

"Sen az önce bana bağırdın mı?" Bir iki adım yaklaşıp bana tepeden bakmaya başladı.

 

"Melih! Otur." Bu sefer bağıran Savaş'tı. Göz ucuyla ona baktım eğer bir şey söylemeseydi Köstebek kesin canımı yakacak bir şey yapacaktı. Yani ona teşekkür borçluydum.

 

"Sende otur Hazal." Ben oturunca Köstebekte yerine oturdu ama bu kaşlarını çatıp bana sinirli bir şekilde bakmasını değiştirmedi. Göz ucuyla ona baktım. Böyle bakmaya devam ederse konuşamazdım.

 

"Sen çık dışarı." Köstebek arkasına yaslanıp bu sefer bıyık altından gülmeye başladı. Gerizekalı. Koltuğun kenarından tutunup kalkacağım sırada tekrar konuştu.

 

"Melih dışarı çık."

 

Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silinirken bu kez arkasına yaslanıp gülen bendim.

 

Bu sefer sinirli sinirli Savaş'a baktı. "Sen kimi kimin odasından kovuyorsun!"

 

"Sen kimin mekanın da kime hesap soruyorsun!" Adam burnundan soluyarak dışarı çıktı. Kafam iyice karışmıştı. Bildiğim kadarıyla bizim patron en fazla 50 yaşında kır saçlı bir adamdı yani Savaş patron değildi ondan kesin emindim. O zaman Savaş burada Köstebekten üstün ama patrondan düşük bir mevkide olmalıydı.

 

O dışarı çıkar çıkmaz Savaş'a döndüm. Birbirimize hep ters düşsek de beni koruması hoşuma gitmişti.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Yürek yedin herhalde ben olmasaydım işin bitmişti."

 

"Ne yapayım o olmaz deyince birden tepem attı."

 

"İdil neden çıkmıyor?"

 

"Şaşırttın beni. Her şeyi biliyorsun da İdil'in neden çıkamadığını mı bilmiyorsun?"

 

Hafifçe kaşlarını çatarak baktı. "Yine ne yaptınız?"

 

Gerçekten zehirlenme olayını bilmiyordu. Ve ben az daha büyük bir pot kıracaktım.

 

"Yapmadık bir şey. Ne yapacağız. Hasta da biraz o yüzden dedim. Hani her durumumuzdan haberin oluyor ya ondan."

 

"Biliyor musun?"

 

"Neyi?"

 

"Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun." Ben. Ben mi beceremiyordum?

 

"Gerçeği anlat ne oldu? Ya da sen yorulma ben öğrenirim zaten birazdan." Çok güzeeel. Bir de bunu öğrensin. Zaten hakkımızda bir şeylerden şüpheleniyorlar. İyice gözleri üzerimizde olurdu artık.

 

"Ben gidiyorum sen ne öğrenmek istiyorsan onu öğren."

 

"Bekle."

 

Arkama baktığımda sandalyeden kalkmış buraya doğru geliyordu.

 

Önde o çıkarken birden elimi yakaladı ve beni de yanında sürükledi. Bu neydi şimdi? Bir ona bir elimize bakıyordum.

 

"Ne yapıyorsun? Bıraksana elimi!"

 

"Köşeyi dönene kadar sabret biraz." Elim şimdiden terlemişti. Anlamadım neden böyle bir şey yaptığını. Köstebeğin yanından geçerken adam bir elimize bir Savaş'a bir de bana baktı. O da en az benim kadar şaşkın gözüküyordu.

 

Yanından geçtiğimiz insanlar göz ucuyla bize bakıp tekrar önlerine dönüyordu. Kendi aralarında fısıldaşmaya başlıyorlardı.

 

Sonunda köşeyi dönünce elimi kendisi bırakmıştı. "Neydi şimdi senin bu yaptığın? Elimi tutmak için kimden izin aldın?"

 

"Eğer bu taş şehirin içindeysek kimseden izin almama gerek yok. Sen benden bir şeyler için izin alacaksın."

 

"Ayrıca sinirleneceğine bence sevinmelisin çünkü az önce patronunun oğluyla beraber gözüktün. Artık Köstebek dahil kimse yanına kolay kolay yaklaşamaz." Patronun oğlu mu?

 

"Ne?"

 

"İkinci kez seni kurtardım bukalemun. Bence artık bana borçlusun." İşaret parmağını burnuma koyup beni ittirdi ve gitti. Bukalemun mu?

 

Elimi yavaşça yanağıma koydum. Ben kızarmış mıydım? Hayır bence burası sıcaktı. Hızlı hızlı merdivenlerden yukarı çıktım. Borçlandığımı söylemişti ama ben nasıl... ödeyecektim ki?

 

Bir kenarda durup biraz soluklandım. Savaş patronun oğluydu ve herkesin içinde elimi tutmuştu. Beni korumasına mı sevineyim yoksa adımı daha çok çıkarmasına mı sinirleneyim bilememiştim.

 

Bir de bukalemun demişti bana. Adamın önünde girmediğim şekil kalmamıştı. Tam bir bukalemundum. Off ne diyorum ben ya. Artık böyle seslenmeyecekti herhalde. Lakaplardan nefret ederdim.

 

Yukarıdaki gürültü yavaş yavaş kulağıma ilişince kendime gelip yukarı çıktım. Bir an önce maçı bitirip olanları İdil'e anlatmalıydım.

 

Maçın yapılacağı salona girince ringte beni bekleyen 2 adamı gördüm. Sırayla işlerini bitirip çıkmalıydım artık buradan. Adamların karşısına geçip yavaşça süzdüm onları.

 

"Önce hanginiz başlamak ister?" Adamın biri gülüp arkamda ki birine işaret verince kafes yukarıdan büyük bir gürültüyle aşağı düştü. Bir dakika nasıl?

 

Arkamı dönüp kenarda beni izleyen Köstebeğe doğru bağırdım.

 

"Normal olacaktı." Bana bakıp yavaş yavaş gülmeye başladı.

 

"sürpriz yapmayı severim tatlı şey." dedi ve arkamda ki adamları işaret etti.

 

Hızlı bir şekilde arkamı döndüm ve olduğum yerde kaldım. Sanırım İdil'in içindeki kötü his gerçekleşiyordu.

 

Şu anda resmen aynı kafesin içinde ben ve karşımda ise goril kadar iki tane adam vardı.

 

Ben buradan canlı çıkamazdım ki. Tamam güzel dövüşüyorum ama bir tanesini zar zor hallediyorum. Sonuçta bunlar da sütten çıkmış ak kaşık değildi ki. Adamın kolundaki kas kafam kadar lan! Hızlı bir şekilde kalabalığa göz gezdirdim ama İdil'i bulamadım.

 

Dışardan bir adam başla diye bağırdığında ikisi de önce birbirilerine bakıp sonra üstüme doğru gelmeye başladılar. Son kez etrafa göz gezdirip yutkundum ve önüme dönüp odaklanmaya çalıştım. Belki adamlara odaklanırsam bir sonraki hamlelerini tahmin edebilirdim.

 

Adamlar üstüme gelirken biri arkada durdu diğeri biraz daha bana yaklaşıp önümde durdu. Ve ilk hamleyi yaptı. En azından ilk hamleyi yapacak kadar salak değildim. Adam üst üste yumruk atmaya çalışırken hepsinden kurtuldum. Diğeri bir şey yapmıyordu. Bu sırada aklıma güzel bir fikir gelmişti. Ya bu hamleden başarılı çıkacaktım ya da en kötü bir yerlerim kırılırdı.

 

Adam hala bana yumruk atmaya çalışırken planımı devreye soktum. Tam bana yumruk atacakken bileğinden tuttum ve kolunu ters çevirerek tam dirseğine tekme attım. İşte bu kadardı adamın kolunu kırmıştım. Adam kolunun acısıyla yere düştü ve kolunu tutarak bağırmaya başladı. Diğer adam benden böyle bir şey beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla yerdeki adama baktı. Sonra bana bakarak kaşlarını çattı ve gürleyerek üstüme gelmeye başladı. Korkuyla yutkunarak birkaç adım geri gittim. Bende kendimden böyle bir şey beklemiyordum ama... Adrenalin işte. Adam üstüme gelirken bende boş durmadım ve adamın üstüne doğru yürüdüm. Hiç beklemeden diz kapağımı değerlisine geçirdim ve yüzüne yumruğumu geçirdim ama adam bir gram bile etkilenmemişti. Ben adama şaşkın bir şekilde bakarken halter kaldırır gibi beni havaya kaldırdı ve hızlı bir şekilde yere attı. Off bu kötüydü. Ağzımdan acıyla bir inleme çıktı. Bitmiştim.

 

Hala yerde yatarken adam üstüme doğru geldi ve tam önümde durdu. Bu sırada kolunu kırdığım diğer adamda ayağa kalkmıştı. Kesin bitmiştim.

 

Yere çarpmanın etkisiyle dudağımın kenarı sızlamaya başlamıştı. Acı beni kedime getirmişti. Asla pes etmeyecektim. Ben hala yerde yatarken önümdeki adam tam yüzüme yumruk atacaktı ki sağa doğru yuvarlanıp hemen ayağa kalktım. Adamın yumruğu boşa çıkmıştı. Bende bu boşluğundan yararlanıp etrafımda hızla dönüp tekmemi suratına geçirdim. Hızımı hiç bırakmadan kolunu kırdığım adamın sırtına zıplayıp kafasını yumruklamaya başladım. Zaten bir kolu kırık olduğu için onu kullanamıyordu. Tek elle de beni üstünden atmaya çalışıyordu ama başarısızdı. "Bayıl artık!" Ben hala adama yumruk atarken diğeri gelip tekrar beni yere fırlatmıştı. Bu sefer sırtım demirlere çarpmıştı. Demirler sırtımdan içeri geçmiş gibi hissediyordum. Canım o kadar acıyordu ki ayağa kalabileceğimden bile emin değildim. Gözümü açtığımda adamlardan biri yerde yatıyordu. Neyse ki birini indirmiştim. Bu da gurur vericiydi.

 

Şimdi biri gitti biri kalmıştı. Fakat bende de güç kalmamıştı. Diğerini halletmem bir mucize olurdu. Demirlerden tutunarak yavaşça yattığım yerden kalktım. Arkamda bir nefes hissedince kendimi tüm gücümle yana doğru attım. Bayılmamak için ayakta zor duruyordum. Adamın acı feryadını duyunca gözlerim biraz açılmıştı.

 

O salak elini demir parmaklıkların arasına mı sıkıştırmıştı yoksa ben mi yanlış görüyordum. Gülmek istedim ama vücudum o kadar ağrıyordu ki. Dışarıdaki adam üçe kadar saydığında diğer adam elini çıkartamadığı için maç bitmişti. Ben kazanmıştım. KAZANMIŞTIM! İnanılır gibi değildi. Siktir! Kazanmıştım!

 

Adam son gücüyle kendini geri çekince elini kafesten çıkarmıştı ama bileği de yerinden çıkmıştı buna emindim. Kafes yavaş yavaş açıldığında etraftaki insanlar deli gibi adımı bağırıyordu. Burası sanki eskisine göre bir üç beş kat daha mı artmıştı yoksa bana mı öyle geliyordu.

 

Başım dönmeye başlayınca kendimi zar zor kafesten çıkardım ve arka kapıya doğru yürümeye çalıştım. Bu tarafta ön tarafa göre daha az insan vardı. Yanından geçtiklerim adımı haykırıp duruyordu. Onlar bağırdıkça başım daha çok ağrıyordu. "Susun!"

 

Neyse ki bizlere dokunmaları yasaktı.

 

Bir an önce buradan çıkmam lazımdı. İdil'in beni bulması gerekiyordu.

 

Arka kapıdan çıkıp merdivenlerin başına geldim. Çıkabilirdim. Demirden tutuna tutuna çıkmaya çalıştım ama vücudum o kadar ağrıyordu ki bacağımı bile hareket ettirememiştim artık.

 

Bir elimi karnıma koydum. Karnıma büyük bir tekme yemiştim. Midemin dışarıya çıkmadığına şükretmeliydim. Tekrar denedim çıkmayı bir iki basamak çıkmıştım ki arkamdan birinin beni tuttuğunu hissettim.

 

"Bırak kendini bukalemun." Beni kucağına aldığında başım omzuna düşmüştü. Gözlerimi açmaya zorlamadım çünkü kim olduğunu biliyordum. Bana yardım ediyordu belki de iyi birisi olabilirdi.

 

"Bu 3 oldu." dedim duymasını umarak. Tişörtünü tutan elim yavaşça gevşedi ve kucağıma düştü.

 

Gerisi karanlıktı.

Loading...
0%