Sadece rüyaydı ama kim için?
+
Aralarından sadece biri sonsuzluğa karışmıştı ama neden hepsi sonsuzluğun yalnızca azap getirdiğini düşünüyordu? Kadın gitti ve geride yarım kalmış bir aile bıraktı. Parçası olduğu bir aile. Kendisinden geriye yalnızca bir sandık dolusu mektup kalan kadın arkasında bırakacağı enkazın en başından beri farkındaydı. Bunu istememişti, istemiyordu da ama zorundaydı. Gerçekten zorundaydı. Bu somut zincirlerin bedeninde oluşundan kaynaklı bir zorunluluktu. Bu zorunluluğu kendisi seçmemişti ya da uzun uzun düşünüp çoğunluğun iyiliği için yapmak zorundayım gibi bir kanıya da varmamıştı. Silahlar vardı, zincirler vardı ve silahlar alnında yaslıyken zincirler bileklerindeydi. En kötüsü ise zincirler kalbini ele geçirmişti, kalbi de ağzı da zincirliydi.
Ve işin acısı, gerçekten öleceğini düşünüyordu; ta ki bambaşka bir gerçeklik onu ızdırap veren kollarına alana kadar.
Ne yapacağını bilmiyordu.
Kusursuz bir planın içine düşmüştü, bir yandan perişan olan ailesinin yaşadıklarını düşünüyor bir yandan da sahte cenazesinde olanları izlediği anlar gözünün önünde gitmiyor ona krizler geçirtiyordu.
Her şey o kadar gerçekti ki, neyin sahte olduğunu neyin rüya olduğunu anlayamıyordu. Gerçekten bir rüyanın içinde olmalıydı.
+
"Baba," dedi on dokuzuna böyle bir günde basmış genç çocuk içindeki öfkeyle baş etmeye çalışarak. "Annem ölmedi."
"Biliyorum babam," dedi otuzlarındaki adam, biliyordu ama bunu öğrenene kadar çektiği azap hâlâ yerli yerindeydi. Oğlunun sahip olduğu öfkeye kıyasla çok daha fazlası vardı içinde ve büyük bir kinle, kucağında tuttuğu on beş aylık minik kızını uyandırmamaya çalışarak kısık sesle konuştu. "Biliyorum oğlum."
Devam etti. "Ve onu geri alacağız."