@romantikyazar
|
Oturduğum kafede, gün batımı eşliğinde nefis deniz manzarasını bir süre izledikten sonra, siyah gözlük camlarımın ardından yaklaşık on metre ötedeki gençlere baktım. Her zamanki siyah limuzin yanaştığında kaldırımın biraz gerisinde bekleyen koyu renk takım elbiseli koruma kapıyı açıp üç kız ve iki erkekten oluşan arkadaş grubunun yerleşmesini bekledikten sonra, kendisi de ön koltuktaki yerini aldı. Uzaklaşan arabanın ardından keyifle gülümsedim. Onları takip etmek gibi bir niyetim yoktu. Nasılsa bu gece onları tekrar görecektim. Üç gündür Sicilya'nın Palermo şehrinde şirin bir otelde kalıyordum. Bu gece, daha önceki gecelerde olduğu gibi dışarı çıkacak ve şehrin en hareketli gece kulüplerinden biri olan Vincenzo'ya gidecektim. Kıyafet şartı olan kulüp, pahalı zevk anlayışı ile üst tabakaya ait gençlerin eğlendiği son derece lüks bir mekandı. Alışkın olmadığım bu lüks hayatın içine entegre olmak, kendimi biraz daha rahat hissedebilmek ve üst tabakaya ait gençlerin davranışlarını izlemek için gerek İstanbul'da, gerekse burada, birkaç gece dışarı çıkmışlığım vardı ancak bu gece hepsinden önemliydi ve rolümü çok iyi oynamam gerekiyordu. "Hai un altro desideri?" (Başka bir arzunuz var mı?) Yanımda beliren garsonun, düşüncelerimi bölen kalın bariton sesini duyduğumda hafifçe irkilsem de gülümseyerek başımı salladım. "No grazie, potresti potare il conto per favore. (Hayır, teşekkür ederim, hesap lütfen) Başıyla önümdeki tabağı gösterdi. "Spero che vi piacciate il deserto" (Umarım tatlıyı beğenmişsinizdir) "Onestamente questo e il piu delizioso dei cannoli, ho mai mangiato." (açıkçası, şimdiye kadar yediğim en lezzetli cannoli). Dürüst olduğumu göstermek için ricotta peynirli ve kremalı hamur tatlısının son lokmasını ağzıma atarak çok beğendiğimi belirten bir hareketle sözümü tamamladım. "Magnifico" (Muhteşem) Memnun bir ifadeyle başını sallayan garson bir süre sonra masaya döndüğünde hesabı ödeyerek kalktım. Hafif meltem saçlarımı savurduğunda, artık iki ton koyu renk olan saçlarımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bu renk değişikliğine, farklı bir saç kesimi, bir de marka kıyafetler eklendiğinde yepyeni bir görüntüm olmuştu. Suat ağabeyin tavsiyesine uyup yaptığım değişiklikler beni görevime hazırlamış, bambaşka bir kimliğe bürünmemi kolaylaştırmıştı. Kısacası, görevi aldığımın on gün sonrasında bundan böyle yaşayacağım İstanbul'daki yeni eve yerleştiğimde artık değişmiş ve tek başımaydım. Ertesi günü de ilk adımları atarak Sicilya'ya gelmiş, Hayalet'in kızı Melisa'ya yaklaşmak için yeni kimliğimle harekete geçmiştim. Annemden ayrılıp Sicilya'ya gelene kadarki bir haftada boş durmamıştım. O sürede, belirlenen otele yerleşmiş, gerekli kıyafet alışverişlerinin yanında, günlerimi dosyaları inceleyerek ve taktiklerimi belirleyerek, gecelerimi de bar ve gece kulüplerinde gözlemleyerek geçirmiştim. Kaldığım lüks otelde iki gece üst üste verilen sosyetik düğün kokteyline bile davetli gibi katılmış birkaç kişiyle sohbet ederek yeni kimliğime kendimi alıştırmıştım. Bundan sonra bir süreliğine ismim Lara Berkan olacaktı. Yeni kimliğime göre babam Harun, sırf macera olsun diye gittiği Amerika'dan dönmemiş, orada tanıştığı Yeliz ile evlenerek bir aile kurmuştu. Tatiller dışında yıllarca Türkiye'ye dönmeyen Harun ve eşi Yeliz, elim bir trafik kazasında öldükten sonra 14 yaşındaki kızları Lara, yani ben, bir bakıcı ailenin yanında yaşamaya başlamış ve bu sene üniversiteden mezun olmuştum. Bir ay önce aldığım bir mektup bana İstanbul'da yaşayan babaannemin vefat ettiğini, hayli yüklü mal varlığının bana kaldığını ve en kısa zamanda Türkiye'ye gelmem gerektiğini bildirdiğinden, en azından bir yıl burada yaşamayı denemek üzere İstanbul'a gelmiştim. Dikkatli gözlerin araştırması durumunda pek çok açık nokta olmasına rağmen, geçerli sayılabilecek bir kurguydu. Bu da alışkın olmadığım zengin hayatındaki muhtemel tökezlemelerimi de, arkadaş ve çevre yoksunluğumu da açıklamama yardımcı olacaktı. Sonuçta kurguya göre Amerika'daki son sekiz yılımı sosyal hizmetler gözetimindeki orta halli bir ailenin yanında geçirmiştim. Lüks yaşama kolay adapte olamamam normaldi. Deniz kenarında bir süre yürüdükten sonra hava kararmaya başladığından adımlarımı sıklaştırdım. Ana caddeyi geçip otelime giden sokaktan döndüğümde sol köşede bir çiçekçi gördüm. Rengarenk saksılar içindeki çiçekler evimizin bahçesini ve onları özenle büyüten annemi hatırlattığında bir an yüreğim sıkıştı. Altı ay annemi göremeyecektim. Suat ağabeyin de, eşi Tülay ablanın da onu asla yalnız bırakmayacağını biliyordum. Yine de, o evde geceleri yalnız olacağını bilmek beni çok üzüyordu. Görevi aldıktan sonra eve gittiğimde en zor olan, o zarfı alıp açmaktı. Annemin parmak uçlarının izlerini gördüğüm o zarf, tam ortası hafif nemli o zarf. Belli ki bana vermeden önce iki ucundan sıkı sıkı tutmuş, içinde yazılanları hissetmiş gibi, endişeyle iki damla göz yaşı akıtmıştı. Altı aylık bir görev için iki gün içinde Avustralya'ya gideceğimi bildiren mektubu ona okuduktan sonra, on saniyeliğine donup kaldığı trans halinden çıkıp dikkatli bakışlarını gözlerime dikmiş ve büzdüğü ağzından sadece iki kelime çıkmıştı. "Sağlam dön." Anlamıştı, her şeyin bir kurgu olduğunu, gitmem gerektiğini anlamıştı. O yüzden hiçbir şey sormamış, dudaklarında titrek bir gülümseme ile yemek servisine başlamıştı. Hüzünlü anları zihnimden kovup otelin lobisine girdim ve resepsiyona yaklaştım. "Stanza 416 per favore" (Oda 416 lütfen) "Ecco la tua chiave Signorina Berkan" (Buyurun anahtarınız Bayan Berkan) Anahtarı uzatan resepsiyon görevlisi benden bir iki yaş küçük gibi görünüyordu ama anlaşılan bu onun üç gündür flört etmesine engel değildi. Dudakları, esmer teninde daha da beyaz duran dişlerini ortaya çıkaran bir gülümsemeyle kıvrılırken gamzeleri iyice çukurlaştı. Gözlerini bir an bile yüzümden ayırmadan ağır hareketlerle anahtarı uzatıp, çapkınca göz kırpmayı da ihmal etmedi. Kadrajına aldığı her kızın yüreğini hoplatacak kadar yakışıklıydı, ben hariç. Hiçbir zaman flört edebilen biri olmamıştım. Kısa süreli çıktığım erkek arkadaşlarım olsa da, onları bir süre sonra gerek tavırları, gerekse de karakterleri açısından çok sığ bulup çabuk sıkılmıştım. Sırf hoşça vakit geçirmek için asla özel ilişki peşinde koşmadım. Bu görevde de tavrımı değiştirmeye niyetim yoktu. Adının Carlos olduğunu öğrendiğim resepsiyon görevlisine pabuç bırakmayıp asansöre doğru yürüdüm ve odamın olduğu dördüncü kata çıktım. Kafamdaki kurguyu ve alternatifleri tekrar zihnimden geçirerek koridorun sonuna kadar yürüdüm. Otomatik hareketlerle kapıyı açıp odama girdim ve ayakkabılarımı çıkardım. Gözlerimin önünde bu gece olabilecek sahneler uçuşurken kendimi sırt üstü yatağa attım. Fazla zamanım yoktu. Bir an önce Melisa'nın güvenini kazanıp kendimi doğum günü partisine davet ettirmeliydim. O eve ve çevreye girebilmek için bu fırsatı değerlendirmeli ve iyice hazırlanmalıydım. Çünkü bu gece niyetim kulüpten içeri girip güzelce vakit geçirmek ve hepsinden önemlisi hedefimle tanışmaktı. Saat on buçuktan önce orada olmak için hazırlanmam gerekiyordu. Ilık bir duş alıp çıktıktan sonra gardrop kapağını açıp gece giyeceğim kıyafeti çıkardım ve dikkatle yatağın üzerine serdim. Siyah kumaşın ipeksi yumuşaklığı ellerimden kayıp giderken göğüs dekoltesini süsleyen kristal taşlar pırıldadı. Altına giyeceğim siyah topuklu ayakkabı ve uygun gece çantamı da çıkarıp aynanın önüne geçtim. Saçlarımı elimdeki havluyla kurularken bronzlaşmış tenime baktım. Günlerimin bir kısmını plajda ve denizde sörf yaparak geçirmeme rağmen, göğüs dekoltemde ve omuzlarımda herhangi bir bikini izi yoktu. Elbette bunu rüzgar sörfüne borçluydum. On seneyi aşkındır yaptığım sörf sayesinde vücudumdaki kaslar sertleştiğinden, faydasını akademide öğrendiğim jujitsu ve nindokai gibi dövüş tekniklerini çalışırken görüyor olsam da, rüzgar sörfünü çok sevmemin tek nedeni bana verdiği kas gücü değildi elbette. En önemli faydalarından biri de, eşsiz bir bronzluk sağlamasıydı. Çocukken tatilimin büyük bölümünü Bodrum Yalıkavak'ta geçirirdim. Sörf yapmayı öğreten Melih amca, hem yakın arkadaşım Yasemin'in babası, hem de dayımın liseden arkadaşıydı. Ağır yelkenleri kaldırmaya çalışırken Yasemin'le ikimiz belki yüzlerce kez suya düşmüştük. Nihayet dengemizi sağlamayı birer gün arayla başardığımızda, on iki yaşın verdiği coşkuyla sahilde kimseye aldırmadan çılgınlar gibi dans etmiştik. Yasemin'i hatırladığımda ister istemez dudağım bir gülümseyişle kıvrıldı. Onunla en büyük zevkimiz sörf tahtalarımızı kapıp denize açılmaktı. Gözlerden uzak, ıssız bir koyun açıklarında yelkenlerimizi suya bırakır ve üstsüz olarak güneşlenirdik. Bu sayede bedenimizin üst kısmında asla bikini izi olmazdı. Bu da değiştirmediğim bir alışkanlığımdı. Bakışlarım tek omuzlu ve diz üstünde biten dar kesim elbiseye tekrar kayarken keyifle başımı sallayıp memnun memnun gülümsedim. Bu gece her şey mükemmel olmalıydı. Üç gündür Melisa'yı izlemiş, gün içindeki alışkanlıklarını öğrenmeye çalışmıştım. Bir otelde kalmak yerine, arkadaşlarıyla son derece lüks bir villada tatilini geçirdiğini öğrendiğimde hedefime nasıl yaklaşacağımı planlamak tahminimden biraz zor olsa da, alışkanlıkları değişmeyen bir yapısının olması işimi biraz daha kolaylaştırdı. Ne yapacağı belli olmayan bir kız değildi anlaşılan. Öğlen yemeklerini bugün oturduğum kafenin karşısındaki lokantada yiyor, gece de Vincenzo isimli eğlence kulübüne gidiyor ve arka köşedeki özel locaya oturuyordu. Sanırım eğlenmek için bu kulübü seçmelerinin en büyük nedeni mekanın sahibi olan Miguel'di. Aralarındaki ilişkiyi tam olarak çözemesem de, Melisa, Miguel'den hoşlanıyor gibi görünüyordu. İnsanların omuzlarına dokunarak sağladığı fiziksel temas seksüel bir hareket değil, o kişiyle aralarındaki ruhsal iletişimin dostane olduğunu gösteriyordu. Zaten genç kızın dikkat çekici zarif hareketlerinin yanında sahip olduğu yumuşak bakışları, onun duygusal ve hassas biri olduğunun başlı başına kanıtıydı. Dosyada yazılanlara göre, babasının hayırsever kurumlarına yüklü bağışlar yapmasını sağlayan Melisa'ydı. Özellikle kimsesizler, sokak çocukları ve aileleri tarafından terkedilmiş çocuklara dayanamıyordu. Görünen o ki, yardımseverliği ve duygusallığı en hassas noktasıydı. Ben de ona bu yönüyle yaklaşmaya karar vermiştim. Saç uçlarımı maşayla kıvırdıktan sonra, çok abartmadığım hafif makyajımı da tamamlayıp giyinmek üzere kalktığımda saat dokuz buçuktu. Zaman kaybetmek istemediğimden akşam yemeğimi odada yemiş, planladığım ayrıntıları bir kez daha gözden geçirmiştim. Yarım saat sonra aynadan bana gülümseyen kişi, yirmi üç yaşında, kendinden emin ve son derece şık Lara Berkan'dı. Vincenzo'dan içeri girdiğimde yoğun bir kalabalık yoktu. Melisa ve arkadaşları da henüz gelmediğinden, barda daha önce belirlediğim tabureye oturdum. Beni fark eden barmen hemen yanıma yaklaştı. "Cosa bevi?" (Ne içersiniz?) "Tequila Sunrise" Otelden çıkmadan önce Suat ağabeyin deyimiyle, 'midemi kalaylamak' için içtiğim yarım fincan zeytinyağının sarhoş olmamı engelleyeceğini bildiğimden rahattım. Barmen yan bir sırıtışla kaşlarını oynattı. "Qualcuno probabilmente vuole divertirsi stasera" (Birilerinin canı bu gece eğlenmek istiyor herhalde) Gülerek karşılık verdim. "Questa è la mia intenzione" (Niyetim bu). Barmen içkimi hazırlarken yan gözle beklediğim grubun içeri girdiğini fark ettiğimde, salona sırtımı döndüm. Daha iyi görebilmek için barın arkasındaki aynaya bakıp yansımadan izlemeye başladım. Melisa yine çok şıktı ama her zamanki keyfi yok gibiydi. Miguel yanlarına gidip selamlaştığında Melisa kısa bir kucaklaşmadan sonra hemen geri çekildi. Anlaşılan cennette sıkıntı vardı. Duygusal bir sorun işimi çok daha kolaylaştıracaktı demek ki. Yanından ayrılmayan arkadaşları ile eğlenirken korumaları hemen yandaki locada oturuyor, Melisa'yı bir an bile gözlerinin önünden ayırmıyordu. Arada Miguel gençlerin yanlarına uğruyor ve bir içki içip sohbet ettikten sonra işine dönüyordu. Bir saat sonrasında hala aradığım fırsat elime geçmemişti. Düşüncesizce davranışlar yerine, sabretmem ve ani hareketlerden kaçınmam gerektiğini biliyordum. Barmenin önüme bıraktığı ikinci içkiyi elime alıp bir süre dans eden gençleri izledim. Yalnız olup olmadığımı soran ve içki ısmarlamak isteyen üçüncü adamı da yanımdan gönderirken göz ucuyla locayı göz hapsinde tutmaya devam ediyordum. Melisa birden yanındaki arkadaşının kulağına bir şeyler fısıldayıp ayağa kalktı. Arkasından hareketlenen korumayı bir el hareketiyle durduran Melisa kaçamak bir bakışla merdivenlerden yukarıya baktı. Miguel'in odası yukarıdaydı. Bir an oraya yönlenecek gibi olduysa da adımlarını bana doğru çevirdi. Tam istediğim gibi. Koruma bu sefer temkinli davranıp genç kızı epey geriden takip etmeye başladı. Hemen tabureden inip Melisa'dan önce tuvalete gittim. Bir kabine girip gözlerime iki damla limon suyu eklediğim suni gözyaşı sıktım ve yanaklarımdan akmasına izin verdim. Limonun yakıcı sızısı gözlerimi daha da sulandırırken, geriye birkaç hıçkırık ve iç çekme kalmıştı. Sifonu çekip kabinden ağlayarak çıktığımda Melisa aynanın önünde makyajını tazeliyordu. Göz teması kurmadan çantamı açıp içinden bir mendil çıkardım. Bakışlarının beni izlediğinden emindim. "Stai bene?" (İyi misiniz?) Sesindeki yumuşaklık ipeksiydi. Bir iki kere daha içimi çektikten sonra zorla cevap verdim. "No, io non sono" (Hayır, değilim) diyerek hıçkırdıktan sonra düşmekten korkar gibi iki büklüm sırtımı duvara dayadım. Tepki anında geldi. "Sei malato?" (Hasta mısınız?) Sarhoş olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. "È il tuo mal di stomaco?" (Mideniz mi bulanıyor?) İtalyancası kesinlikle aksansızdı. Belki de gerçek babaannesi ve İtalyan akrabaları ile sandığımızdan daha fazla görüşüyordu. Burnumu temizleyip hemen cevap verdim. "No, no, non sono ubriaco" (Hayır, hayır sarhoş değilim). Sonra türkçe kendi kendime fısıldadım. "Kahretsin!" Bir an beni duymadığını sandım, şansımı bir daha denemeden iki üç saniye bekledim. Türkçe bir kelime daha fısıldayacakken buna gerek kalmadı. Yumuşacık sesiyle sordu. "Türk müsün?" Başımı büyük bir şaşkınlıkla hızlıca kaldırıp yüzüne baktım. "Sen de mi?" Küçük bir kahkaha attı. "Brütüs değilim ama ben de Türk'üm." İnce zekasına hayran kalmıştım. Espiriyi hemen yakalayıp elimin tersiyle göz yaşlarımı temizledim ve hafifçe gülümsedim. "Ben de Sezar değilim zaten." Birbirimize bakıp gülüştükten sonra dostça omzuma dokundu. Beklediğim hareket buydu. Tavırları çok daha ilgiliydi. "Gel bir yüzünü yıkayalım." "Çok incesin ama ben hallederim. Birazdan toparlanırım." diyerek tekrar burnumu çektim. "Seni bu halde yalnız bırakamam." "Ben çocukluğumdan beri yalnızlığa alışkınım. Sanırım kaderim bu." dedikten sonra boğazımdan bir hıçkırık koptuğunda kolunu biraz daha sıkıp şefkatle omzuma doladı. "Etrafımızda dostlarımız ve ailemiz olsa da hepimiz kendi içimizde yalnızız." Bunu beni mi, yoksa kendisini mi düşünerek söylediğini anlayamayıp şaşırsam da belli etmedim. Sözleri kulağıma çok samimi gelmişti. "Özür dilerim." dedim mahçupça. "Ne için?" "Seni de üzüp, muhtemelen eğlenmeye geldiğin bu gecede, içindeki filozofu dışarıya çıkarttığım için." Ne kast ettiğimi anlayan zeki bakışları neşeyle pırıldadı. Kolunu omzumdan çekip elini uzattı. "Melisa." Limon suyunun hala yaktığı ıslak bakışlarımla gülümsedim. Yanağımı silip, diğer elimle tokalaştım. "Lara." |
0% |