@romantikyazar
|
Melisa beklediğimden çok farklı biriydi. Görevi ilk aldığımda onu şımarık, babasının parasını orada burada su gibi harcayan, burnu partilerden çıkmayan züppe biri sanmıştım. Ancak şu üç günde hakkında çok şey öğrenmiştim. Melisa, hayal ettiğimin tam tersi olan her şeydi. "Şimdi daha iyi misin?" "Sayende daha iyiyim. Bu anda beni yalnız bırakmadığın için sağ ol." Suni göz yaşı görevini fazlasıyla yerine getiriyor, rolümü oynamamı kolaylaştırıyordu. Mendille yanaklarımı silmek isterken elimi tuttu. "Bana bırak." diyerek mendili elimden aldı. "Sayende ben de kafamı biraz dağıttım." Yumuşak hareketlerle mendilin bir ucunu işaret parmağına dolayıp akan rimelimi temizledi. "Kafa mı dağıttın? Yapabileceğim bir şey var mı?" diye merakla sordum. "Önemli değil, sadece tatilimin bitmesine üzülüyorum." Mendili son bir defa göz altıma sürüp çöpe attı. "Babam aradı. En geç iki gün sonra Türkiye'ye dönmemi istedi." 'Baba' kelimesini duyunca elimde olmadan burnum sızladı. Ya gözlerim bu sefer gerçekten doldu, ya da şu mereti fazla sıkmıştım gözlerime. Melisa'dan bir adım uzaklaştım. "Şanslısın. En azından dönmeni bekleyen birileri var." Ela gözlerinden bir hüzün bulutunun geçtiğini görür gibi oldum. "İçeride çağırmamı istediğin arkadaşın filan var mı?" Lavaboyu sıkı sıkı kavrayıp başımı eğdim. "Sana kimsem yok dedim!" Ellerimi yumruk yapıp aynaya baktım. Bu ani tepkime anlam veremediği için birden hareketsiz kaldı. Ne düşüneceğini, nasıl yardım edebileceğini bilemiyor gibi gözleri yüzümde dolaşıyordu. Tam kararını vermiş omzuma dokunacakken kendimi geri çekip bir adım uzaklaştım. "Sesim sert çıktığı için özür dilerim." dediğimde yüzündeki ifade ne kadar dağıldığını belli ediyordu. Ama son bir hamlem daha vardı. Üzgünce başımı salladım. "Kimsem yok." dedim yeniden. "Yalnızlığımdan başka." diyerek son yaşlarımı da elimin tersiyle sildim. "Şimdi otelime dönerim zaten. Hoşça kal Melisa. Tekrar teşekkür ederim." diyerek kapıya doğru yürüdüm. Arkamdan dağılmış bir ses tonuyla seslendi. "Hoşça kal Lara." dedi dalgınca. "Ayrıca unutma! Yalnızlığımızı paylaşacak birini bulana kadar hepimiz yalnızız." Titrek bir gülümsemeyle başımı sallayıp derin bir nefes aldım, ardından sırtımı dikleştirip kapıyı açtım. Hemen dışarıda Melisa'yı bekleyen koruması ile kısaca göz göze gelip yüzümü görmesini sağladım, sonra da bakışlarımı indirerek yanından geçtim. Çıkış kapısından dışarıya adımımı attığımda görevlinin çağırdığı taksiye binip kaldığım otelin adını verdim. Resepsiyondaki çocuğun beğeni dolu bakışlarını umursamadan anahtarı alıp odama çıktım. İçeri girer girmez topukluları ayağımdan fırlatarak rahatlamaları için parmaklarımı oynattım. Balkon kapısını ardına kadar açıp nefis manzaranın verdiği hazla, denizin tuzlu kokusunu içime çektim. Saniyeler geçtikçe hafiflediğimi hissettim. Bir süre sonra keyifli küçük dans hareketleri ile odaya girip mini bardan bir kadeh kırmızı şarap doldurup boy aynasının karşısına geçtim. Uzun zamandır kehribar rengi gözlerim bu kadar parlamamıştı. İçlerindeki sarı yeşil hareler daha da belirginleşmişti. Bronz tenim sayesinde alev almış gibiydiler. Bu, gururun pırıldamasıydı. Yüzüme yayılan zafer dolu gülümsemeye engel olamadan kendi kendime fısıldadım. "İlk aşama başarıyla tamamlandı. Artık içerideyim." O gece, uzun zamandır ilk defa rahat bir uyku çekmiştim. Tüm sabah bundan sonraki adımlarımı düşünmüş, ince ince detaylandırmıştım. Her hareketim doğal olmalıydı. Bundan sonra yaşanacaklara ben sadece ortam hazırlayacaktım ancak adımları atan taraf onlar olacaktı. Sabah balkonumda içtiğim kahveden sonra giyinip sahilde biraz yürümüş, manzaranın keyfini çıkara çıkara fotoğraf çekmiştim. Öğle yemeğini yiyeceğim lokantaya girdiğimde sadece iki masanın dolu olduğunu gördüm. Bir gece önce odamda alelacele yediğim sandviçten başka, bu saate kadar mideme giren sadece sabah içtiğim kahveydi. Gece içtiğim iki alkollü kokteyl ve otel odamdaki bir kadeh kutlama şarabı hariç tabii. O yüzden açlığımı iyice giderecek bir makarna yemeye karar vermiştim. Yeni müşteri karşılamanın mutluluğuyla gülümseyen kırk yaşlarındaki garson, dip taraftaki bir masayı işaret etse de ben arkadaşlarımın geleceği bahanesiyle kapıya yakın altı kişilik yuvarlak masayı tercih ettim. Bu sandalyelerin yarım saat içinde dolmasını umuyordum, yoksa yeni bir plan yapmam gerekecekti. "Alfredo Fettucini e un bicchiere di vino bianco per favore" (Alfredo Fettucini ve bir kadeh beyaz şarap lütfen) Arkadaşlarımı beklemeden yemek sipariş etmeme şaşıran garson yine de saygıyla eğilip mutfağa doğru gitti. Beklerken yan taraftaki duvar dibinde duran gazetelikten bir dergi çıkarıp sayfalarını karıştırmaya başladım. Magazin haberleri geçen haftaya aitti ve Roma'da düzenlenen bir defileyi manşet yapmıştı. İş ve moda dünyasının ünlü isimlerinin görüntüleri ile dolu olan resimler nedense hiç ilgimi çekmediği için, şöyle bir baktım. Dudağımı bükerek birkaç sayfa daha çevirdiğimde kapıdan gelen gürültüyle başımı o tarafa çevirdim. Bir grup genç, gülüşerek içeri girmeden önce takım elbiseli bir koruma öne geçip lokantanın içlerine doğru yürüdü. Muhtemelen niyeti mekanın güvenli olup olmadığını kontrol etmekti. İlgisizmiş gibi görünerek başımı tekrar dergiye eğmiştim ki, o beklediğim tanıdık sesi duydum. "Lara! Bu ne tesadüf?" Soru sorar gibi bakışlarımı kaldırdığımda Melisa'nın gülen yüzüyle karşılaştım. Bu sabah, keyfi yerine gelmiş gibiydi. Bal rengi saçlarını serbest bırakmış, ela gözlerini ortaya çıkaran hafif bir makyaj yapmıştı. "Melisa?" diyerek heyecanla ayağa kalktım. Koruması anında müdahaleye hazır bir şekilde yanaştığında Melisa onu bir bakışı ile durdurdu. "Lara'yı tanıyorum Oğuz." Koruma saygıyla başını eğip iki üç adım geri attı. Bu adam hiç konuşmaz mıydı? Nereye baktığı belli olmasın diye taktığı siyah gözlüklerin ardındaki simayı görmeyi çok isterdim. En azından Türk olduğunu öğrenmiştim. Bakalım işinde göründüğü kadar iyi miydi? Dikkatimi tekrar Melisa'ya verdim. Üzerinde beyaz bir şort ve askılı sarı bir tişört vardı. Önü açık ve ayak bileğinin etrafında uçuşan rengarenk şifon tünik ona çok yakışmıştı. Ayağında düz sandaletler olmasına rağmen boyu 1.75 civarıydı. Gerçekten yanındaki iki kızı gölgede bırakan bir güzelliği, insanın içini ısıtan samimi bir havası vardı. Gelen arkadaş grubunu planladığım gibi masama davet etmek isterdim ama korumanın dikkatli bakışları temkinli olmamı gerektiriyordu. Teklif Melisa'dan gelmeliydi. "Dün için sana yeterince teşekkür edemedim Melisa." dedim mahçup bir ses tonuyla. "Lafını etmeye bile değmez. Esas ben teşekkür ederim." derken elini boşver anlamında salladı. Neden teşekkür ettiğini soracakken birden, "Yalnız mısın?" diye sordu. Benim tepkisizliğimi yanlış değerlendirip dünkü konuşmalarımızı aniden hatırlamış ve yaptığı gaftan rahatsız olmuş gibi ağırlığını diğer ayağına verdi. "Yani demek istediğim beklediğin kimse var mı?" "Hayır yok, ben..." "Melisa böyle ayakta mı dikileceğiz?" Sözümü keserek sorusunu soran sarışın kız sinirlendiğini belli edercesine ayağı ile ritim tutmaya başladı. Melisa hemen arkadaşına döndü. "Simgeciğim bu kadar kaba olmak zorunda mısın? İstiyorsan git sen bir masaya otur. Ben Lara ile oturup sohbet etmek istiyorum." dedikten sonra herkesin şaşkın bakışları altında karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. İşte bunu hiç beklemiyordum. "Ama..." Adının Simge olduğunu öğrendiğim kız utancından kıpkırmızı kesildiğinde Melisa'nın grubundaki esmer genç adam müdahale etme gereği duydu. "İstersen fazla uzatma Simge." Ardından bana döndü. "Müsaade var mı?" Saçları kuzguni siyah olan adamın haşin ve insanın içine işleyen gri renkli dikkatli bakışları gözlerime tutunduğunda sırtım ürperdi. Tehlikeli ve karanlık bir tarafı vardı sanki. Derin bir nefes alıp, masayı gösterdim. "Elbette tabii buyrun." Bu umduğumdan daha kolay olmuştu. Gülümseyerek elimi uzattım. "Bu arada ben Lara." "Memnun oldum. Ben Artuğ." Parmaklarımı kavrayan eli çok güçlüydü. Başım omzuna geldiğinden, ona bakmak için kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Belki de zamanında basketbol oynadığından boyu bu kadar uzundu. Bu, gücünü de açıklıyordu. Ama ben de güçlüydüm. Bunu saklama gereği duyduğumdan elimi hemen çekip parmaklarımı ovdum. "Herkesin elini bu kadar sert sıkar mısın?" Cevap vermeye tenezzül etmeden yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. İlk intibama bir de 'kendini beğenmiş' sıfatını ekledim. Melisa, kumral olan genç adamın fısıldadığı bir şeye kahkaha atarak diğer arkadaşlarını da tanıştırdı. Önce kumral genci gösterip, "Mert" dedi, ardından diğer kızı gösterip "Ceren" dedi. Her ikisinin de elini sıkıp "Ben de Lara." dedikten sonra tekrar masaya buyur ettim. Mert'i de Ceren'i de ilk görüşte sevmiştim. Birbirlerine benzemeseler de, dikkatli bakıldığında aynı kaş ve göz yapısına sahip oldukları görülüyordu. Yüz kemikleri bile benziyordu. Tahminimce kardeşlerdi, veya kardeş çocuklarıydı. Mert'in Ceren'e karşı bir ağabey gibi korumacı tavırları bu düşüncemi destekler nitelikteydi. Elbette bu tespitlerim, sadece şimdinin değil, üç günün ürünüydü. Ardından korumaya dönüp, "Siz de buyurmaz mısınız?" diye masumca sorduğumda şaşırma sırası ona gelmişti. Neredeyse Artuğ kadar uzundu ama mesleği gereği epeyce yapılıydı. Ancak genel olarak onu rahatsız edici bulmamıştım. İfadesi sert gibi dursa da, yüz hatları yumuşaktı. Melisa içten bir gülümseme ile Oğuz'a baktı. "Haydi ama, bir kere de ayrı gayrı yapmasan olmaz mı?" "Ama Melisa Hanım..." diye itiraz etmeye başlayan korumayı Melisa yine bir eliyle susturdu. El hareketi emir verdiğini belli etse de, konuşurkenki yumuşaklığı aksine hiç otoriter değildi. "Bugün son günümüz. Bir günlüğüne kendine tatil versen ve keyfine baksan? Gel otur işte şu masaya. Hep beraber sohbet edelim, lütfen." Melisa her hareketi ile beni şaşırtmaya devam ediyordu. Oğuz daha fazla itiraz etmenin anlamsızlığını kavramış olacak ki yan masadan bir sandalye çevirip Simge ile solumda oturan Mert'in arasındaki masa başına yerleşirken, bana doğru başını sallayıp "Teşekkür ederim." diye mırıldandı. O esnada sağ tarafımdaki yönetim odasından çıkan takım elbiseli bir adam, doğrudan Melisa'ya bakarak bize doğru geldi. Orta yaşlardaki adam yanık teniyle tipik bir Sicilyalı'ydı. Kollarını açarak, "Melisa! Benvenuto mio bambino!" (Hoş geldin çocuğum!) diyerek, ayağa kalkan Melisa'yı samimi bir şekilde kucakladı. "Lo ero in Colombia. Sono tornato oggi. E 'bello vederti prima di partire" (Kolombiya'daydım. Bugün döndüm. Seni gitmeden gördüğüm iyi oldu) Melisa'yı iki yanağından öpüp kulağına bir şey fısıldadı. "Zio Vincenzo! (Vincenzo amca!) diyerek utangaçça gülümseyen Melisa'nın yanakları hafifçe pembeleşti. "Ma tuo figlio non pensa la stessa come te." (Ne yazık ki oğlun aynı şekilde düşünmüyor). "Spero che un giorno si vede realmente Miguel." (Umarım bir gün Miguel seni gerçekten görür) Anlaşılan gece kulübünün sahibi Miguel, bu adamın oğluydu. Melisa üzgünce başını sallayıp, "Non ci credo" (Hiç sanmıyorum) dediğinde adam sevecenlikle yanağını okşadı. "Egli verrà a suoi sensi" (Aklı başına gelecektir) "Grazie zio Vincenzo" (Sağ ol Vincenzo amca) dedikten sonra ekledi. "Non dimenticare la mia festa di compleanno" (Doğum günü partimi unutma) "Sarò lì" (Orada olacağım) diyerek genç kıza bir kez daha sarıldı. "Adesso dovrei andare" (Şimdi gitmeliyim) diyerek sahne şovu yapar gibi kollarını iki yana açtı. "İl mio ristorante è al vostro servizio, buon appetito. Addio" (Lokantam hizmetinizdedir, afiyet olsun. Hoşça kalın) Şimdi taşlar biraz daha yerine oturmaya başlamıştı. Melisa'nın neden sadece bu lokantada yediği ve neden sadece o kulüpte eğlendiğini anlamıştım. Bu mekanlar güvenli olmalarının yanısıra, ona bir nevi aile sıcaklığı sunuyordu. Hepimize birden başıyla veda ederken herhangi birimizle göz kontağı kurmayan Vincenzo'nun bakışları bir anlığına, küçücük bir anlığına, Simge'nin gözlerine değer gibi oldu ama Simge'nin tepkisini yakalayamadım. Kapıdan çıkan adamın arkasından bakıp, onu zihnimde kategorize ederken, masadaki herkesin birbirleriyle sohbete devam ettiğini farkettim. Bir kişi hariç : Üzerimdeki delici bakışlarını hissettiğim Simge. Masaya oturduklarından beri sadece Ceren'le sohbet eden Artuğ, beni şaşırtarak Melisa'ya döndü. "Lara ile ne zamandır tanışıyorsunuz? Daha önce bahsettiğini hatırlamıyorum." Derinden gelen hırıltılı sesinde kinayeli bir tını vardı. Anında Artuğ'a karşı temkinli olmanın iyi olacağını düşündüm. "Dün gece kulüpte tanıştık." Melisa'nın dürüst cevabı masanın ortasına bomba gibi düştü. Aynı anda herkes susmuş, tüm sesler kesilmişti. Neden şaşırdıklarını düşününce onlara hak verdim. Henüz dün tanıştığı, hakkında hiçbir şey bilmediği bir kızla, üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden aynı sofrada oturup sohbet ediyorlardı. Bu hiç akıllıca değildi. Üstelik sürekli korumasıyla gezen Melisa Hanoğlu için ölümcül sonuçlar doğurabilirdi. "Dün?" Simge inanmazlıkla sormuştu bu soruyu. Bu tek kelimelik sorunun altında verdiği mesaj açıktı : Daha dün kulüpte tanıştığın, ne olduğu belli olmayan bir kızla nasıl olur da arkadaşlık yapabilir? Bizi aynı masaya nasıl oturtabilirsin? Dile getirilmemiş bu yargıyı diğerleri de paylaşıyor mu diye hızlıca gözlerimi gezdirdim ama yanımda oturan Artuğ hariç olumsuz bir hava sezmedim. O da tüm soğukkanlılığını konuşturup tepkisiz kalmaya devam ediyordu. Mert ve Ceren, hikayenin geri kalanını dinlemek için belli ki can atarken, Simge burnundan tuhaf bir ses çıkardı. Hızlıca beni süzüp arkadaşına döndü. "Hangi ara?" diye ısrar etti. Simge'nin hal ve hareketleri kesinlikle sinir bozucuydu. Koyu renkli kaşlarından, sarı saçlarının boya olduğu belliydi. İnce dudakları hırslı olduğunu göstermekle beraber yüzündeki en rahatsız edici yeri gözleriydi. Solgun bir mavi olan renkleri çok suni görünmekle beraber, zehirli oklar fırlatıyordu adeta. Üstelik anlamadığım bir nedenle bu okların hedefi bendim. Elektrikli sessizlikten rahatsız olduğum için ben açıklamaya başladım. "Melisa'yla ben lavaboda karşılaştık. Kendisi benim-" Sözümü tamamlamaya fırsat vermeden Melisa atıldı. "Üzerime içki döküldüğünde lavaboya gittim. Sağ olsun Lara elbisemdeki lekeyi yıkayıp kurutmama yardım etti." Açık vermemem için yüzüme sevimli sevimli gülümseyip uzandı ve elimi tuttu. Bu kız bakışlarıyla konuşuyordu adeta. Göz kontağımızı kesmeden sözlerine devam etti. "Dün gece iyi ki oradaydın. Yoksa ne yapardım bilmiyorum." Uyarırcasına elimi hafifçe sıktı. Dediğim gibi bu kız bakışlarıyla konuşuyordu ve ben de bu konuda çok iyiydim. Utanarak başımı hafifçe yana eğdim. "Yok canım, o kadar da büyütülecek bir şey değil. Kim olsa yardım ederdi." dediğimde gözlerimiz sessizce anlaştı. Yıllardır birbirimizi tanır gibi, bir sırrı paylaşır gibi, birer dost gibi. |
0% |