Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@rumeysadoganm

Sıcaklar kendini mevsim sonuna sürüklemişti. Bunaltıcı hava biraz daha sakinleşmişti. Bu anları seviyordum. Sonbahara yaklaşmanın verdiği ayrı bir lezzet vardı ve artık halsizliğim vücudumdan yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Bahar aylarını severdim, en çok da sabahın o ilk vakitleri çok iyi hissettiriyordu.


Gözlerimi kapattım ve kuşların cıvıltısını dinledim. Bir yandan yüzüme hafifçe değen rüzgârla gülümsedim. Güne tefekkürle başlamak son zamanlarda alışkanlık edindiğim ve en sevdiğim anlardan biriydi. Birazdan bu an bitecek ve ben gerçek dünyaya dönecektim.


Yavaşça araladım gözlerimi. Artık gün yavaş yavaş ışıyordu. Pencere kenarından uzaklaşıp üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Gün içinde işlerim olduğu için ilk iş odamı toparladım. Odadan çıktığımda mutfaktan gelen sesleri duydum. Sanırım annemde erkenciydi. Gülümseyerek mutfağa yöneldim ve annem fark etmeden hızla köşedeki börekten bir parça alıp ağzıma attım. İkincisini alacakken elimde hissettiğim yanma ile elimdeki börek tekrar yerine düştü. Anneme kaçamak bir bakış attım. Annem ise elini beline koymuş kötücül bir bakış atıyordu. Börek yaptığı sabahlar genellikle böyle olurdu.


"O böreğin hakkı kaldı." Onun aksine gülüyordum. Annem çatalı elinde sallayıp, "Masa kuruldu mu sen önce onu söyle bakayım?" dediğinde minik adımlarla annemden uzaklaşıp, "Belki kendi kendine kurulma kabiliyeti vardır bir bakıp geleyim," deyip köşedeki örtüyü aldığım gibi kaçar adım mutfaktan çıktım. Bu pek iç açıcı bir espri olmadı. Sabahın bu vaktinde bence çok da önemsemek gerekmiyordu. Annemin arkamdan güldüğünü duyabiliyordum ama hiç beklemeden de cevabını çok güzel veriyordu. Peşim sıra, "Masanın kabiliyeti varsa senin de tembelliğin var," dedi. Büyük bir laf atışından sonra anneme bakıp uzaktan öpücük attım. Bu halime hem söyleniyor hem gülüyordu. Kahvaltı anlarını severdim. Özellikle annemin özenle hazırladığı kahvaltılıklar erken saatte de olsa iştahımı arttırıyordu.


Masayı hızla kurmaya başladığımda annemin elimi çabuk tutmak gerektiğine dair söylemleri mutfakla salon arasında mekik dokumama neden oluyordu. Annem benim aksime daha çok seriydi, bense hızlı iş yapmayı sevmezdim. Annemle zıt kutupları paylaşıyorduk.


Masayı büyük özenle kurdum. Annemin söylemleri bu yavaşlığıma pek fayda sağlamadığı gibi yaptığım işe burun kıvırmasa olmazdı. İçeriye önde babam arkada hâlâ uyanamamış olan Yusuf girdi. Ben ve annem gibi babamla Yusuf'ta aynı kutbu paylaştığı söylenemezdi. Gülümseyerek babamı öpüp, Yusuf'un saçlarına ellerimi geçirdim. Saçlarına dokunmamdan hoşlanmadığı gibi ona bu hareketleri yapmam onu hayli sinir etti. Tabii ki bu tavırlarını umursamıyordum. Sonuçta amacım onu sinir etmekti, amacıma da her zaman ulaşıyordum.


"Saçlarımdaki ellerini seviyorsan, uzak tutarsın." Gerçeklikten uzakta olan tehditlerine karşı tekrar ellerimi saçlarının arasından geçirdim. Yusuf elimi tutup ağzına götürerek ısırdı. Bağırmam ile keyfi yerine gelecek ki, sırıtarak, "Beni ciddiye almıyorsun abla," deyip karşıdaki sandalyenin yanına hızla geçip oturdu. Gerçekten acımıştı. Elimdeki kâğıt havluyu yüzüne fırlatıp, "Hain," diye söylendim. İstisnasız her sabah bu kavgalarımız olurdu. Babam Yusuf'un ensesine vurarak yanındaki yerine oturdu. Daha uyanamamış zavallı kardeşim olduğu yerde yalpalanıp hızla kendine geldi. Kıkırdayarak yerime oturdum. Annem elindeki börek tabağı ile gelince iştahla böreğe bakıp ellerimi birleştirdim. Acıktığımda olan iştahımı saymazsak börek gerçekten güzel olmuştu.


...


Küçük çantama koyduğum eşyalarla çantamı kenara bırakıp üzerimi giyindim. Hafızlık belgemi almak için kursa gidecektim. Feracemi giyinip odadan çıktım. Anneme çıktığımı bildirmek için söylenip ayakkabılıktan ayakkabılarımı alıp giyindim. Annem elini havluyla sile sile yanıma geldi. Çıkmadan evvel, "Gelirken ipçiye uğra, Hande sana verilmesi gerekenleri hazırladı," deyince başımı olumlu şekilde salladım


Evden çıkışım uzun sürmedi. Sabahın o güzel havası ile dolmuşa binmekten vazgeçtim. Zaten çok uzak değildi ama yürüme mesafesi de çok kısa sayılmazdı. Yine de hem yürüyüş yapmış olacaktım hem de bu güzel havayı değerlendirecektim.


Yaklaşık kırk dakika gibi bir sürede kursa gelebilmiştim. Kursun önüne gelmem heyecanımı ortaya çıkardı. Kendimi birkaç ay öncesindeki gibi hissettim. Hafız olarak çıktığım kursa ziyaret için gidiyor oluşum tuhaf hissettirdi.


Kursun kapı ziline basmamla çok geçmeden kapıyı Esra açtı. Geçen yıl gelmişti bu kursa, geçte olsa onunla tanışmış, sevmiştim. Munis bir gülümseme ile, "Hoş geldin Zeynep abla," diyerek içeriye girmem için kenara çekildi. Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim. Kendimi emekliye ayrılmış gibi hissediyordum.


"Hoş bulduk güzelim. Ayşe hoca kursta mı?" Ayşe hoca kursun müdürüydü. Severdim kendisini. Çoğu zaman zorlanıp hafızlığı bırakmak istediğimde bana yardımı çok olmuştu. Benimle konuşması, zorluklarla mücadelemde yardımcı oluşu ona karşı sevgi bağımı kuvvetlendirmişti.


"Odasında abla, o da seni bekliyordu."


"Tamam," diyerek yanından ayrıldım. Uzun koridoru aşarak koridorun sonunda duran odanın önünde kendimi buldum. Kapıyı birkaç kez tıklattığımda kadifemsi sesini duyup içeriye girdim. Ayşe hoca yine yüzünden gülümsemeyi hiç eksiltmemişti. Ona baktığımda bir abla şefkati görüyordum.


"Hoş geldin Zeynepçiğim."


"Hoş buldum hocam." Eliyle işaret edip, "Otursana," dedi. Gülümseyerek karşısındaki kadifeyle kaplı sandalyeye oturdum. Ayşe hoca önündeki evrakları doldururken, "Nasılsın bakalım?" demesi beni sessizliğimden uzaklaştırdı.


"İyiyim hamdolsun, siz nasılsınız?" Evrakla uğraşmayı bırakıp bana baktı. "Seni görünce daha iyi oldum." Gülümsedim, bir şey diyemedim.


Çekmecesinden belgeyi alıp bana uzattığında titreyen elimle belgeyi aldım. Yıllarca bu belge için terler dökmüştüm, şimdi elimdeki kâğıt parçası beni baştan aşağı heyecanlandırmıştı. Allah'a şükrettim. Hem hafızlık yapıp hem okumuştum. Şimdi hayallerimin başlangıcı olan yerin tam ucundaydım.


"Allah muvaffak etsin güzel hafize. Hak ettiğin yerdesin artık. Bundan sonrasında ise Kur'an ile yaşayacaksın." Dolu gözlerle gülümsedim. Kur'an ile yaşamak... O kadar değerli bir sözdü ki, bunun için yaşamak ve yaşatmak... Buna layık olabilmek zordu, Allah katında hafızın değerini düşündükçe üzerimdeki yük oldukça çetin bir mücadeleyi bana sunuyordu. Her ne olursa olsun Kur'an ile yaşamak ve yaşatmak bana verilmiş en büyük sorumluluklardan birisiydi. Başarırsam ne mutlu ama başaramazsam bunun vebalini nasıl öderdim bilmiyordum.


Ayşe hoca ile epey sohbet ettikten sonra vedalaşarak kurstan çıktım. Ayaklarım yere basmıyordu heyecandan. Ne kadar yakışacaktım bu mertebeye bilmiyorum ama Ayşe hocanın dediği gibi çabalayacaktım.


Yorulduğumu fark edince dolmuşa bindim. İp alacağım yer eve yakındı, bu yüzden gideceğim yere kadar dinlenmiş oldum. Durağa gelmemizin ardından dolmuş bir bir boşaldı. Ben de hemen arka sokakta olan mağazaya geçtim. Annemin siparişlerini alıp mağazadan çıktım


Bir müddet yürüdüm. Yol boyunca tanıdık olan kişilerle kısa kısa sohbetler ettim. Hemen köşedeki marketten su aldım ve yoluma devam ettim. Lakin bir şeyler vardı, takip ediliyormuşum gibi hissetmem normal miydi? Arkamı döndüm ama kimse yoktu. Tekrar yoluma devam etsem de o takip edilme hissi üzerimden gitmiyordu. Tedirgin bir şekilde adımlarımı hızlandırdım. Ara sıra arkama bakıyordum ama kimseyi göremiyordum. İşlek caddeyi geçtikten sonra döndüğüm caddeyle köşeye sindim. Arkaya baktım ama kimse yoktu. Nefesimi düzene sokmak güçtü. Tekrar adım atacakken bir ses kulağıma ilişti. Takip edildiğimi hissettiğimi anlamıştım. Arkamdaki sese yöneldim ama görünürde kimse yoktu. Tekrar önüme dönecekken sesi yeniden duydum. O an merakım ağır bastı. Birkaç adım uzağımda kalan yere geri döndüm.


Sese doğru yöneldim. Geri gitmek istesem de adımlarım benden bağımsızdı. Cesaretim korkuma galip gelirken kalbim korkudan hızla atmaya devam ediyordu. Çünkü duyduğum ses alışık olduğum bir ses değildi.


Köşedeki duvardan başımı uzattığımda gördüklerimle bağırmamak için elimle ağzımı kapattım. Kafamda giriftleşen düşünceler benden bağımsız düşünüyordu. İrileşen gözlerim sımsıkı kapandı.


Yere çöktürülmüş adamın tepesinde duran kişiye baktım. Simsiyah bir kıyafet cani bir adama ancak gidebilirdi. Elindeki silah adamın kafasına doğrultulmuştu. Kaçmak istedim lakin hareketlerim kısıtlanmışçasına olduğum yerde bekledim. Adım atsam düşecek gibiydim. Korkuyordum. Bekleyişimin ardından duyduğum ses bir silah sesiydi. İzbe yerde yankılanan ses bir canın yok oluşuna şahitti. Geri geri adımladım, irademi kontrol edebilmiştim sonunda ama kaçmak istediğimde birinin, "Yiğit Bey, orada biri var," diye bağırması bütün görünmezliğime set çekti. Koşuyordum, ayaklarım acıdı ama ben ne kadar hızlı olabiliyorsam o kadar oldum. Arkama bakmak istedim, yapamadım. Peşimdeydiler, bağırışlarını duyabiliyordum. Rüzgâr tenimi okşarken bir yerden sonra yakmaya başladı. Korku buydu demek ki, ben hiç bu kadar hızlı koşamazdım ki. Kalbim hoyratça çarpıyor, laf dinlemez bir korkuyu yanı başında getiriyordu.


Daha fazla koşamadan bir bedene çarpıp yere düşmem bir oldu. Bakamadım başımda dikelen adama, onlardan biri olduğuna emindim. İki büklüm oldum. Başucumda sessizce bekleyen adama sonunda bakabildim. Lacivert gözleri öfkeli bir bakışla üzerimde geziniyordu. Oydu, bir canı katleden cani... Sürüne sürüne geri gittim. Ayağa kalkıp koşacakken kolumdan tutup kendine çekmesi planlarımı bozdu. Ona yaklaştıkça kokusundaki katillik sızdı burnuma. Çırpındım, boş bir çırpınıştı bu. Kaçmak istedim ama izin vermedi. Sadece çırpınışlarım elindeki tek hamleydi.


"Bırak beni!" Bağırışlarım boğazımı yaktı. Kaşları olabildiğince daha fazla çatıldı. Uzun boyu beni ezecekmişçesine dev etkisi yaşattı. Bu durumda zaten eziliyordum. O bana dokundukça, gözleri bana değdikçe ezilmem bu durum karşısında hafif kalıyordu. Sınırlarıma girmişti. Tenini hissettikçe yandığımı hissettim. Yanmayacaktım hatta biraz sonra ölecektim.


"Çok geç." Sesindeki tını ben katilim edasındaydı. Ona hastı ve ben ondan tiksindim.


"Bırak beni ya, bırak." Kolumu daha fazla sıktı. Korkuyordum, hiç bu kadar korkmamış, hiç bu kadar titrememiştim. Yutkundum, bir fısıltı düştü dilime: "Allah'ım bana yardım et."


...


Fısıldadığım duanın ardından kolumu kavrayan adama baktım. Yüzündeki katıksız öfkeyle her an beni öldürebilirdi. Lacivertleri katilliğinin bir damgası gibiydi. Dediklerim onu hiç panikletmemişti bilakis oldukça rahattı. Bu rahatlık onu değil beni tedirgin ediyordu. "Bırak beni," diye tekrar bağırdım. Adam bedenimi kendine çekip, "Şu an aradığım yerdesin," diye tısladı. O an duyduklarımı anlamaya çalıştım. Ne demekti bu?


Dişlerini sıkmaktan ötürü hareketleri can acıtmaktan başka bir işe yaramıyordu. Gözlerime delici bir bakış atarken cesaretimi toplayıp dizine serçe vurdum. Bunu beklemiyor olacak ki kolumdaki elinden kurtuldum. O kadar ani gelişti ki her şey buradan kurtulmak imkânsızdı.


"Yiğit Bey, polisler buraya doğru geliyor." Korumalardan birinin araya girmesi Yiğit denen adamın dikkatini dağıttı. Hızla koşmaya başladım. Koşmalıydım da! Peşimde oluşundan ötürü ona bakamıyordum. Ara caddeden çıkıp meydana ulaşmam Yiğit denen adamı benden uzaklaştırmıştı. Geriye döndüm, karşıda kalan bedeni kalabalığın içine girmeye cesaret edemiyordu.


"Yakında görüşeceğiz." Bağırarak söylenmesiyle etraftakiler bize baktı. Kimse ne olduğunu bilmediği için hiçbir şey onları rahatsız etmedi.


Koşar adım gözden kayboldu. Polisler yakın olmasaydı belki de peşimde olmaktan çekinmezdi biliyordum ama işin yokuşu bundan ibaretti. Titreyen bedenimi ele geçiren bu korku yürümemde beni zorluyordu. Kollarımı bedenime doladım. Hemen ilerideki caminin lavabosuna gittim. Ne yaşamıştım ben böyle. O adam bana dokunmuştu. O adam bana yaklaşmıştı. Gözlerimden tek tek yaş aktı. Ağlamam şiddetlendi. Feracemi bacaklarımın arasına dolayıp dizlerimi kırdım. Bedenim kendine çekildi. Hıçkırıklarımın ne kadar duyulduğu umurumda değildi ve ben için için ağladım. Bu kadar vahşetin olduğu yerde benim güçsüz bedenimin takati kalmıyordu. Sanki bir kâbusun ortasındaydım fakat gerçekleri yaşıyordum.


Kollarımı birbirine dolayarak yürümeye başladım. Rüzgârın esmesi ile kendime gelebildim. Önce biraz merdivenlerde oturdum. Kızarıklığımın geçtiğine kanaat getirince hiç zile basmadan anahtarımla kapıyı açtım. Eve geldiğim an anneme ait olan poşeti köşedeki masaya koyup hızla odama çıktım. Üzerimi çıkarmadan yatağa giriştim. Uyumak istiyordum, uyuyup uyandığımda bunların kocaman bir kâbustan ibaret olsun istiyordum. Titremem hâlâ geçmemişti. Yorgana biraz daha dolandım. Gördüklerim gözlerimi kapattığında yeniden gözlerimin önünde canlanıyordu. Bir an önce polise gitmeliydim. Olanları anlatmalı, o adamın cezasını bulmasını sağlamalıydım. Bu vahşete kayıtsız kalamazdım. Başka bir vahşetinde ben olmasını istemiyordum.


Yavaşça yataktan kalktım. Gözlerim hâlâ acıyordu. Kapıdan çıktığım anda annemle göz göze geldim. Endişeyle yanıma gelip, "İyi misin sen?" dedi. Zorda olsa kendimi toparlayıp, "İyiyim anne," dedim. İnanmamıştı. "Gerçekten iyiyim. Yürüyerek geldim yoruldum biraz." Annem bir süre bakışlarını üzerimde gezdirip, "Öyle olsun bakalım," dediğinde bugünlük kendimi toparlamalıydım. Yarın ilk işim emniyete gitmek olacaktı. Lakin nasıl gidecektim onu bilmiyordum. O adamın her an peşime düşmesi gibi bir ihtimal vardı.


Annemle mutfağa geçip akşam yemeği için hazırlık yapmaya başladık. Annem bir şey demiyor ben de sessizliğimi koruyordum.


"Kızım." Annemin sesi ile irkildim. Ağzımdan çıkan sadece, "Hı," oldu.


"Köşedeki yağdanlığı uzat diyorum sana on dakikadır." Yağdanlığı anneme uzatıp tekrar önümdeki çorbayı karıştırmaya başladım. Çorba piştiğinde altını kapatıp ekmekleri kesmeye başladım. Annemde yemekleri tabaklara koyuyordu. Ara sıra bana bakıyordu. Toparlanmalıydım. Bugün için onları telaşa sokmak istemiyordum. Tedirgin olurlar, beni bu tedirginliğin içinde daha fazla endişeye sokarlardı.


Masayı kurduğumda babamda kapıdan içeriye girdi. Babam iki sokak ötedeki mahallenin imamıydı. Öğlen namazından yarım saat önce çıkar yatsıyı kıldırıp öyle gelirdi. Akşam yemeğini ise Yusuf ona götürürdü. Mesafe çok yakın olmasa da fazla uzak sayılmazdı. Fakat babam o arayı değerlendirir camide ilimle uğraşırdı. Bazen namaz araları da geldiği oluyordu.


Babam elini yüzünü yıkayıp geri geldi. Yusuf odasından çıkma teşrifi bulursa gelecekti. Yanına gidip kapıyı çalmadan içeriye daldım. Elindeki telefondan bakışlarını çekip bana baktı. Ona böyle hamlelerde bulunmam kızdırıyordu ama ben de onu kızdırmayı seviyordum.


"Yavaş yavaş, dingonun ahırına mı giriyorsun!" Biraz önceki halimden silkindikten sonra laf atma çabasına girdim. "Ahır gibi kullandığın için diğer türlüsünü düşünmüyor değilim." Hem etrafı gösterdim hem de havasız kalan odanın camını açtım. Odayı o kadar dağınık kullanıyordu ki, bazen içerisinde ben bile kayboluyordum. Yusuf köşedeki yastığı fırlattığında kenara çekildim. Iskalamasından ötürü sırıtıp, "Hiç ekmek yememişsin anlaşılan, seni aşağıda bekliyoruz belki isabet ettirirsin bundan sonra," deyip koşar adım odadan çıktım. Arkamdan söylendiğini duyuyordum. Arkama dönüp, "Musakkaların şimdiden kalmayacağı ihtimalini belirtmek isterim," diye bağırdığımda odadan hızla çıkması kahkaha atmama neden oldu. Yusuf sweatshirtimin şapkasını kafama geçirerek laf atma çabalarına karşılık verdi. "Kardeşe laf atmanın had cezası olmalı bence." Söylediği söz üzere hiç sevmediği hareketi yapıp saçlarını karıştırmaya yeltendim. Boyu benden uzun olduğu için yetişemeyeceğim bir hareketle geri çekildi. Yüzümü buruşturdum ve, "Dev etkisine karşıyım kardeşim," dedim. Ardından gülmesi arttı, bana doğru eğilip, "Duyamıyorum seni abla," dedi. Bu hareketiyle beni basbayağı cüce kategorisine almıştı. Ben onu ne zaman gıcık etsem onunda benden aşağı kalır yanı yoktu.


"Seni var ya!" Ayağımdaki terliği alıp önden kaçarken ıskalamadan fırlattım. Terliği alıp bana geri fırlattı. Terliği ayağıma geçirip mutfağa yöneldim. Köşeden sürahiyi alıp masaya geçtim. Yemeğe başladık. Hepimiz sessizdik. Babam masada konuşulmasını pek sevmezdi. Biz de babama uyar sessizce yemeklerimizi yerdik.


Önümdeki tabakla bakışırken aklıma tekrar düşmüştü bugün. Ne yapacaktım onu da bilmiyordum. Korkuyordum. Zihnimde dolanan ihtimaller tükenmek bilmiyordu. O ihtimallerde ben de vardım. Haberlerde o kadar çok cinayet vakası ile karşılaşırdık ki, tedirginliğim bu yüzdendi.


Lacivert gözleri üzerimde dolaşmıştı. Tiksinmiştim dokunduğu yerlerimden. O gözlerde derin bir acımasızlık vardı. Karanlık bir hayatın benim ölümüme neden olacak kadar ihtimaller doluydu.


İştahım kaçtı. Bir ya da iki kaşık ancak yiyebildim. Annem beni fark ediyor, bakışlarını üzerimden çekmiyordu. Onunla göz göze gelmemeye çalışıyordum. Biliyordum ki ona baksam her şeyi belli ederdim.


Masadan herkes kalkınca yiyemediğim tabakla beraber mutfağa geçtim. Getirdiğimiz tabakları makineye doldurdum. Çayı demlediğimizde anneme yorgun olduğumu söyleyip odaya geçtim. Aklımdakilerden uzaklaşmak istiyordum artık. Aklımdakilerden uzaklaşmak, tedirginliğimden sıyrılmak istiyordum. Yapamıyordum, umursamaz davranmak çok zordu. Kendimi neye hazırlamalıydım bilmiyorum.


...


Emniyetin önüne geldiğimde ayaklarım olduğu yerde beni durdurdu. İçeriye girecektim ve o adamın yaptıklarını anlatacaktım. Cesaret ederek merdivenlerden çıktım. Birkaç polis memuru yardımcı oldu bana. Beni yönlendirdikleri yere gelip kısa bir bekleyişten sonra olanları anlattım. İşlediği suçun nerede geçtiğini söyledim. Soyadını bilmesem de onu anımsayabildiğim kadarıyla anlatıp emniyetten çıktım. Şu an kalbim oldukça hızlı atıyordu. Elimi kalbimin üzerine koyup, "Geçecek," dedim. Geçecekti, o adam cezasını bulacak bütün korkular uçacaktı.


Hızla yürüdüm. Caddeleri aştım, sokaktaki kalabalığı arkamda bıraktım. Durağa geldiğim an dolmuşta çok geçmeden geldi. Hızla köşeye oturdum. Tedirgindim. Sanki izleniyormuşum gibi hissediyordum. Bu kesinlikle paranoyaklıktandı.


Çantamdaki titreşimi bacağımda hissettiğim an irkildim. Sessize aldığım telefonumu hatırlayıp çantaya uzandım. Çantamdan telefonu çıkardım. Bilinmeyen bir numaradan mesaj vardı. Mesaj kutusunu açtığımda kalbim dengesizce attı.


"Düşüncesizliğin sonun olacak." Mesaj kısa ve netti. Bu kesinlikle o adamdandı. Takip edildiğim hissi gerçekti anlaşılan. Takip ediliyordum, üstüne üstlük telefon numaram ele geçirilmişti. Ama nasıl? Nasıl olurdu bu? Elimdeki telefonu sıktım. Parmak boğumlarım bembeyaz kesilmişti yüzümle uyum sağlar gibi. Bir belaya bulaşmıştım ve ben o belada kendi sonumu düşüncelerimde büyüttüm. Büyütülmeyecek gibi değildi, ben bir katile kafa tutmuştum. Oradan kaçıp gitmeliydim, o gün şu an yaşanmış olsaydı yine kaçar mıydım onu da bilmiyordum ya.


Loading...
0%