@rumeysadoganm
|
Merdivenlerden indiğimde Aysun Hanım'ın gülümseyen yüzüyle bana selam vermesi ve heyecanla masayı hazırlaması Yiğit'ten kaynaklı olmalıydı. "Günaydın," dedim Aysun Hanım'a karşılık. Masa çoktan hazırdı. Köşedeki demliği alarak çayları boşalttım. Aysun Hanım yerini alırken, "Yiğit şirkete geçti kızım, seninle bana doldur sadece," deyip ekmek dilimini sepetten aldı. Çayımı alıp karşısına oturdum. Çok geçmeden Halime ablada gelip masada yerini aldı. Aysun Hanım'ın morali yerindeydi, bu durumu ne kadar hafife alsa da onunda istemediği durumları anlayabiliyordum. Ben ne kadar bu durumun içindeki vahameti bilemesem de anlayabilmekle yetiniyordum sadece. Kahvaltıyı yaptıktan sonra bahçenin ilerisindeki seraya geçtim. Halime abla buradan bana bahsedince ister istemez ilgimi çekmişti. Çiçekleri severdim, onlarla ilgilenmek beni hep mutlu ederdi. İçeride Hasan abi vardı. Gülümsemem arttı. Yanına yaklaşmama rağmen beni fark etmedi. Çiçeklerle öyle ilgileniyordu ki, çiçekler bu ilgiden oldukça memnun gibi duruyordu. Hepsi o kadar güzeldi ki bakmaya da dokunmaya da kıyılmıyordu. "Kolay gelsin." Seslenmemle beni fark etti. Sevimli yüzünde gülümseme oluştu. "Sağ ol kızım, hoş geldin." Yaptığı işe bakındım. Bazı bitkilerin topraklarını değiştirmişti. Bu işi sevdiği belliydi, zaten seradan çıktığı da yoktu. Seraya göz gezdirdim. Umduğumdan daha büyüktü hatta büyüklüğüne oldukça şaşırdım. Hemen ileride meyve sebzeler yer alırken girişe yakın yerde çiçekler vardı. Evin en güzel yeri burasıydı. Zamanımın harcanacağı yeri keşfetmiştim bile. "Hoş bulduk," dedim. "Ben de ilgilenebilir miyim?" Hasan abi bir an duraksasa da kabul ederek köşeye çekildi. Toprağa bulaşmış elini pantolonuna sürtüp, "Sanırım bu işi biliyorsun, sana göstermeme gerek yok," deyince hızla başımı sallayıp, Hasan abi seradan çıktığında ben de önümdeki çiçeklerle ilgilendim. Kalan bitkilerin toprakları değişecekti. Hasan abinin yaptıklarını köşeye çekip diğer saksılarla ilgilenmeye başladım. Hepsi birbirinden güzeldi. Kiminin cinsini biliyor kiminin cinsini bilmiyordum. Yüzümde rahatlatıcı bir gülümseme oluştu. Toprakla ilgilenmek ister istemez iyi hissettiriyordu. Vakitler girdikçe namazımı kılıyor, kimseye görünmeden tekrar seraya geliyordum. Akşama kadar burada kalmıştım. Zamanın nasıl geçtiğini dahi anlamamıştım. Bütün çiçeklerin işi bitmişti. Son kez sularını verip yapraklarını okşadım. "Çiçekleri güzelliğinle soldurma niyetindesin anlaşılan." Öyle bir dalmıştım ki duyduğum ses korkmama neden oldu. Yiğit biraz uzağımda tabureye oturmuş bana bakıyordu. Hızla kendimi toparladım. Saate baktım, epey bir geç olmuştu. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Dün geceki halinden eser yoktu. Daha dik daha keyifli duruyordu. Bütün günün yorgunluğu yüzüne vursa da aslında bu hali bile iyiydi. Parçemleri alnını süslemiş, kravatı gevşeyerek dağınık bir görüntüye mahal vermişti. Elinde duran papatyayı uzatınca hiçbir tepki vermeden sadece papatyaya baktım. Eli hâlâ yara içerindeydi. Papatya ise çoktan koparıldığını gösteriyordu. Ben almayınca yanımdaki kirişe koydu. "İyi bakılan hiçbir şey solmaz." Başını usulca salladı. "Çok doğru." Eli yüzüme doğru uzandı. Bunu istemediğimi bile bile ısrarcı olması benim bütün dik duruşuma zarar veriyordu. Bu yüzden yüzümü geri çektim. Kaşlarım istemsizce çatılırken o sadece bu kızgınlığımı kendi zafiyetine çevirme derdindeydi. Lacivertlerinin arasındaki o parıldamaya ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum. Açıkçası söylemek gerekirse çok güzel bakıyordu. Kanmayacaktım, hatta ona karşı yumuşamayacaktım. "Fakat seni soldurmak değil niyetim." Biraz önceki imamı anlamıştı. "Kendinden emin konuşman ne kadar doğru?" "Sen incinme diye sana dokunmaya kıyamayan bana mı soruyorsun bunu?" "Sana inanmama neden olacak bir davranışta bulunmadığımı sanıyorum." "Sen bana hiç inanmadın ki! Ama ben seni hep anladım." "Bu mu anlamış halin?" Yüzü düştü ama bu durumu uzun tutmadı. "Sen öyle diyorsan öyleyimdir. Madem suçluyum, kabul ediyorum." Arkama geçti. Tek kolu bedenimi sardıktan sonra eli kalbimin üzerinde durdu. Çenesi omzumdaydı. Ne yaptığını anlamaya çalıştığım esnada çoktan beni kendi eksenine almıştı. "Dün gece öyle güzel bakarken inanman ne kadar olasıydı." Başımı çevirdiğim esnada yüzüm tenine değdi. Sertçe yutkundum. Şu an nefes alamadığımı hissediyordum. Sertçe yutkunuşunu fark ettim. Gözleri kapandı, nefesini içine çeker gibi bir hali vardı. Bu yakınlaşmasından ötürü tepkisizleştim. Ben bu olanları hafife alıyordum. Başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu. Daha önceden yabancı bir adamla hiç böyle yan yana gelmemiştik ki. Şimdi bu adam bana bu kadar yakınken bir an elim kolum bağlanıyordu. Hızla kolunun altından çıktım. "Amacın beni etkilemek mi?" Dudağı duyduklarından ötürü kıvrıldı. Bu onun oldukça hoşuna gitmişti. "Etkilemek için çaba sarf etmem." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken o sadece bu durumdan zevk alıyordu. Kendimi bu durumda tuhaf hissetsem de ona karşı etkilenmem söz konusu değildi. Kendindeki egoyu bir zafiyete çevirme derdinden vazgeçmeliydi. "Zaten etkileyemezsin." Bu sefer o kaşlarını araladı. Tekrar etrafımda dönmeye başladı. Elleri iki kolumu kavrarken yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kulağıma doğru dudaklarını yaklaştırmasıyla beraber, "Küçük bir kaçış görüyorum gözlerinde," deyip sesini fısıltıdan ibaret kıldı. Ona dönüp, "Kaçış yok gözlerimde, senden uzak durmayı sen bana gösterdin," dememle bu sefer yüzündeki ifade buz kesti, kesmeliydi de. Hiçbir şeyi hafife alamazdı, bunu unutamazdı. Sıcak bakışlarının altına sığınan o soğukluğun temelindeki gerçeklikte beni görüyordu. Ondaki gördüğüm tek yüz katilliğiydi. Belki beni nedenlerden ötürü buraya getirmişti ama bir adam öldürmesi ona karşı hissettiğim nefretime bir set çekemezdi. "Haklısın," dedi kısa ve net sözlerle. Köşeye bıraktığı papatyayı elime sıkıştırıp, "Sen ne görüyorsan ben oyum," diyerek seradan çıktı. Elimdeki papatya ile kalakaldım. Sözlerim onu yaralıyordu. Ben sadece gerçekleri konuşurken o gerçeklerden kaçıyordu. Lakin buydu benim gördüklerim. Hiçbir şeye kör ve sağır kalamazdım. Ona teslim olursam kaybolurdum. Dakikalarca durduğum yerden ayrılıp eve geçtim. Akşam yemeği için masa kuruluyordu. Aysun Hanım gülümseyerek bana bakıp, "Üzerini değiştir de yemeğe oturalım," dediğinde kurduğu masaya bakıp, "Aç değilim Aysun Hanım, bu akşam için kusuruma bakmayın lütfen, odaya geçeceğim," dedim. Bu sözlerim ile yüzü aniden düştü. Birden bütün isteğim kaçmıştı. Üzerimdeki yorgunluk bir kenara, sadece uyumak istiyordum. "İstersen yukarı gönderebilirim." Başımı olumsuz şekilde sallayıp, "Hayır hayır, hiç göndermeyin," deyip merdivenlere yöneldim. Aysun Hanım'ın peşimden bakması bile umurumda değildi. Bir şeyleri görmezden gelmekten yorulmuştum. Odaya çıktığımda kendimi yatağa attım. Üzerimdeki bu hissizlik kendimi kötü hissettiriyordu. Sağa sola dönmekten yoruldum. Yataktan kalkıp odanın camını açtım. Nefes alamama gibi bir buhranın içerisindeydim. Hızla nefesimi soludum. Aklıma gelenler, benden saklananlar beni olur olmadık bir hisse sürüklüyordu. Kime kızacağımı bile bilmezken babam aklıma geliyor o an. Babamın bana anlatmadıkları, benim bilmediklerim, geçmişten bu yana gelenler... Oysa zamanlamalı davranılsaydı, yaşanılmayacaklar bizi bu durumdan kurtaracaktı. Ben Yiğit'le tanışmayacak onun bu hayatına girmeyecektim. Suçlu suçuna bulaştırmayacaktı belki de. Gözümden düşen yaş bütün serzenişi dile getiriyordu. Ağlamaktan başka yaptığım ne vardı ki, güçsüzlükten bu yana sadece yenilgimi seyrediyordum. Babamın sadece bekle demesi beklediğimin ucundaki yaşama bir el uzatamıyordu. Gözlerimi kapatıp havayı biraz daha soludum. Dışarıdaki onca korumayı gördükçe aldığım hava bile beni boğuyordu. Banyoya geçtim, saatlerce boğan düşüncelerden sıyrılıp abdest alarak odaya geri döndüm. Köşedeki Kur'an'ı alıp sayfalardan birini açtım. Okumaktan bu yana sayfaya düşen gözyaşlarımda bana eşlik etti. Düşen her bir damla yaş genzimi yakarken sanki yanaklarımda birikerek ağıt yakıyordu benim için. Ayetler dilime inen serzenişi yok ediyor, yüreğimi kaplayan o huzur bir anlığına yok oluyordu. Kur'an'ı kapattığımda yatsı ezanı okundu, namazımı da eda edince yatağa girişip her şeyi unutmak ister gibi uyumak istedim. Uyumak sabahını unutmak değildi oysaki, beni bekleyen bir gerçeği biraz olsun hafifletmekti. Hafifleyen yarama tuz basmayı keserek gözlerimi kapattım. Kendimi karanlığın içinde sakladım, tıpkı saklanacağım yerin en büyük boşluk olduğunu bilerek. ... Dünden bu yana yataktan çıkmamıştım, kahvaltıya inmemiş gelen kahvaltı tepsisine dokunmamıştım. Kendimi toparlamak adına üzerimi değiştirdim. Aynada kendime baktığımda oldukça solgun duruyordum. Zaten beyaz tenli olduğum için hafif bir halsizlikte tenim kötü bir hâl alıyordu. Odanın kapısı açıldı. İçeriye giren Yiğit'ten başkası değildi. Önümdeki seccadeyi rafa koyup onu umursamayarak işlerimi halletmeye başladım. Daha doğrusu onu görmezlikten geliyordum. Elinde kahvaltı tepsisi vardı. Tepsiyi şifonyerin üzerine koydu. Onu görmezden geldiğimi bildiği için önüme geçip beni durdurdu. "Otur şuraya da kahvaltını yap." "Aç değilim." "Ama açsın." Yeniden onu görmezden gelerek yatağa ilerledim. Sessiz kaldım. Şu an kavga edecek hiç gücüm yoktu. Kenardaki kırlentleri düzelttiğim yatağa özenle koydum. Fakat o sessiz kalmamayı tercih etti. Aniden bileğimi kavrayıp çekiştirdi. Berjere oturtup tepsiyi bacaklarımın üzerine koydu. "Öfken sadece bana karşı, kendine değil." Tepsiyi kucağımdan almama izin vermedi. Sadece tepemde dikiliyor, yemem için bana bakışlarıyla emirler yağdırıyordu. "Aç olmadığımı söylemiştim." Yiğit yatağın ucuna oturup, "Aç değilsen de yemek zorundasın. Tepsidekiler bitecek," deyip bakışlarını üzerime daha çok dikti. O böyle bakarken benim yememin imkânı yoktu. "Tamam, öyle bakma. Yiyeceğim." Güldü. Önüme dönerek birkaç lokma bir şeyler atıştırıp tepsiyi tekrar şifonyerin üzerine koydum. "Hazırlan, mahalleye bırakayım seni." Kaçırdığım bakışlarım bu sefer şaşkınlıkla yüzünü buldu. Bunu beklemiyordum. Hatta bu evden hiç çıkamayacağımı zannediyordum. Dudaklarımda yer edinen gülümsemem sevinçtendi. Hatta heyecandan olsa gerek ne zaman ayağa kalktığımı bile bilmiyordum. Yiğit bu tavrıma gülümsedi. Hatta öyle bir gülümsedi ki ilk defa bu kadar güzel güldüğüne şahit olmuştum. "Gerçekten mi?" Başını olumlu şekilde salladığında, "Hemen hazırlanıyorum," diyerek birkaç parça kıyafet aldıktan sonra banyoya geçtim. Giyinmem uzun sürmedi. Odadan çıkışımla Yiğit'i aradım ama çıkmıştı. Gerekli eşyalarımı alıp aşağıya indim, kapı açıktı. Bahçeye çıktığımda Yiğit korumalardan biriyle görüşüyordu. Beni görünce sert yüzü yumuşadı. Yanına yaklaştığımda hareket etti. Onu takip ederek bindiği araca bindim. Arkamızda üç tane araba vardı. "Akşam seni almaya geleceğim, bu yüzden gerekmedikçe evden çıkma olur mu!" Başka nereye gidebilirdim ki zaten. Annemlerle zaman geçirmeyi o kadar özlemiştim ki, bu özlemle akşam vakti zaten hemen gelirdi. Torpidoya elini uzattı. İçerisinden bir kutu çıkarıp bana uzattığında anlamsızca elindeki kutuya baktım. "Senin." Bana uzattığı bir telefon kutusuydu. "Benim telefonum nerede?" "Senin telefonun bu artık." Kutuyu almadım. Kendi telefonum neredeydi bilmiyorum ama yeni bir telefon fikri her yönüyle bana kısıtlama getirecekti. "Yeni bir telefon istemiyorum." Nefesini sertçe soluyup telefonu kucağıma koydu. Lakin bunu kabul etmeyecektim. "Sana yeni bir telefon isteyip istemediğini sormadım. Bunu kullanacaksın artık." Göz devirip telefonu torpidoya geri koydum. Yiğit bana bakarken yüzündeki öfkeyi görebiliyordum. "İstemiyorum," dedim bana verdiği kısıtlamanın ardındaki emrivakiyi yok edercesine. "Zeynep, o telefon sende kalacak. Bir şeyi on defa söyletmek hoşuna mı gidiyor?" Tekrar telefonu elime sıkıştırdı. Çalan telefonla beraber ikimizde aradaki husumete son verdik. Yiğit gergin bir şekilde telefonla konuşurken ben de telefonu kutudan çıkarıp açtım. Daha önceden açılmıştı telefon. Telefonu çantanın ön gözüne koydum. Mahalleye giriş yaptık. Biraz ilerledikten sonra kendi evimi görünce gözlerim doldu. Öyle özlemiştim ki bana dair her şeyi, evimin uzaklığını iliklerime kadar hissetmiş oldum. Yiğit evin önünde durduğunda kapıyı açtım. Daha inemeden, "Akşam beş gibi burada olurum," dedi. "Kapının önünde birçok adam olacak, bir şey olursa beni ararsın." Hiçbir şey demeden son kez gözlerine bakıp indim. Kapıya ulaştığımda hâlâ bana bakıyordu. Korumaların hepsi burada kalacağına göre kendisi tek gidecekti. Kapı ziline bastım. Bir dakika geçmeden kapıyı annem açtı. Beni görmeyi beklemiyordu. Yiğit'in içeriye girdiğime kanaat getirdiği an hızla evin önünden ayrıldı. Anneme hızla sarıldım. Annemin benden farklı yoktu. Salona geçtiğimizde artık ikimiz de sakindik. Çok geçmeden babam da salona geldi. Beni görünce en az annem kadar şaşırdı. Fark ettiğim tek şek heybetinin nasıl süzüldüğüydü. Babam yakışıklı bir adamdı. Yaşına göre saçlarındaki tek tük beyazlık yerini daha çok beyazlığa vermişti. Ben sarışın olarak anneme benziyordum babam ise esmer siyah saçlı ela gözlü bir adamdı. Şimdi ise karşımdaki adam çökmüş bir vaziyetteydi. Hızla sarıldım, kırgındım babama ama kırgınlığıma özlem daha çok ilişmişti. "Hoş geldin kızım." Sesindeki yorgunluk yüreğimi sızlattı. "Hoş bulduk," diyebildim sadece. Kırgınlığımı bir kenara bırakıp sarıldım. Şu an için sadece buna ihtiyacım vardı. Annem ara sıra gözleri dolu dolu konuşuyor babam ise sorularını sorup içinde yaşadığım durumu sorguluyordu. "O gün beni göndermek istediğinde bu duruma düşmemden korktun değil mi baba?" Susmak istemedim daha fazla. İçimde biriken onlarca sorudan sadece bunu sorabildim. Cevabını ikimizde biliyorduk, o gün de bunu konuşmuştuk ve ben yine de aynı şeyi tekrarladım. Babam gazetedeki bakışlarını aniden çekip öylece yüzüme baktı. "Madem böyle bir durum vardı, anlatsaydın. Ben seni yargılamazdım ki." Yargılamazdım, hatta oturur bir çare bile düşünürdük. Belki olaylar bu raddeye gelmezdi. Susmadım. Yiğit kadar babamda da suç vardı ve ben o suçta sadece Yiğit'e kızgınlığımı dile getiremezdim. Babamın da hesap vermesi gerekiyordu çünkü. Birine susup birine aslan olamazdım. Ki suçu başlatan dedemlerken... "Deden," dedi sesindeki yok olmuş cesaretle. "Yiğit'in babasıyla önceden tanışıyorlarmış. Bu sırrın vebalini bana yükleyen dedendi. Sana söylemek istedim ama bu olaydan öncede birkaç adamın bizi rahatsız etmesi seni korkutsun istemedim. Eğer öğrenirsen o adamı sorgulardın." Bunları bana anlatsın istemiyordum. Zaten o gün söylemişti, bana sadece bilmediklerimi söylemeliydi. "O yüzden dedemle aranız bozuktu," diyerek geçmişi önümüze serdim. "Ama şimdi daha kötüsü oldu. Günlerce ben bu kadar korku yaşamazdım." Dedem birkaç yıl evvel bizim evde vefat etmişti, o seneler babamla aralarında soğuk rüzgârlar esiyordu. Başını usulca salladı babam. Boynumdaki kolyeye uzandığında ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Kolyeyi gömleğimden dışarıya çıkartıp ucundaki taşı gösterdi. "Bu kolye ucu Sinan Bey'in hayatına mâl olan tek çip kızım. İçerisinde ne var bilmiyorum ama Sinan Bey dedene emanet ederken bu çipin içerisindeki bilgiyi de dedene emanet etti. Daha sen küçükken sana taktı çünkü Sinan Bey'in amacı her ne ise sır onunla beraber giderken Yiğit'te bu sırrın tek mirasçısıydı. Çünkü bu çipin sahibinin sen olduğunu karşı taraf biliyordu. Yiğit'in amacı hem seni korumak hem de o çipten kurtulmaktı. Çipe de senin parmak izini yerleştirdi. Bir tek sen kullanabiliyorsun." Dehşete düştüm, bu kadar hengâmenin ortasında dedemden yadigâr kaldığını zannettiğim kolyede hayatımın olmasını öğrenmem benim için büyük yıkım oldu. Bakışlarımın düşmanı oldu kolye. Boğazımdan çıkarmak istesem de babamın anlattıkları buna mani oldu. Boğazımda düğüm olmuş nefesimi güçlükle soludum. Ömrüme vurulmuş prangada, kilidimi çoktan boğazıma takmışlardı. Mecalim kalmadı öğrendiklerimin ötesindeki gerçekleri duymaya. Sertçe yutkundum, bahşedilmiş hayatın ortasında kalakaldım. Küçük bir umutla babama baktım. Babam benden de bitik durumdaydı. Elimin üstüne elini koyduğunda elimi hızla çektim. Babamdan duyduğum her yeni bilgi beni sırtımdan vuruyordu. Bunu yapan bilenlerdi. Bildiklerini benden saklayanlardı. "Ben ne kadar düşünürsem düşüneyim hiçbir şey değişmeyecek. Ömrümce o adamın emrinde yaşayacağım." Babam hızla gözlerime baktı. "Senin mafya dediklerin benim ölümümü sizin elinizde kararlaştırmış zaten." Ayağa kalktım. Tepeden bakmaya devam ederken son kez; "Ama biliyor musun baba, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." diyerek bir zamanlar gülerek girdiğim odama şimdi ağlayarak girdim. Peşimde babamın ziyan ettikleri sözlerini bıraktım. Odanın ortasında kalakalırken özlemimde bile bir şeylerin eksikliğini yaşadığımı hissettim. Kendimi bildim bileli yaşadığım bu odada yabancılık hissettim. Öyle bir histeydim ki ben kabuğumdan çıkamayan bir yalanın kırılmasını yaşıyordum. O yalan beni kuşattıkça eksildiğimi hissediyordum. Ne yazık ki bana kimse bu konuda ışık tutmuyordu. Yatağa otururken kapı açıldı. Annem içeriye girerken hızla nemli gözlerimi kuruladım. Annem tam yanıma oturup ıslak yanağımı okşadı. Onu üzmemek için gülümsedim. Başarısız bir eylemdi bu, sadece konuyu uzatmak istemiyordum. "Anne sen biliyor muydun?" Başını iki yana salladı. "Ben de Yiğit'i öğrendikten birkaç gün sonra öğrendim. Baban anlattı her şeyi." Nefesimi güçlükle soludum. O kadar büyük bir çıkmazdaydım ki, elimi kolumu bağlamışlardı resmen. Annem sırtımı sıvazladı. Ona sokulmak istediğimde hiç tereddütsüz beni sessizce bekledi. "Biter zannettiklerimiz bizi bitirmesin kızım. Baban çok üzgün. Dedenin bıraktıkları onu nasıl kötü hissettiriyor bilmiyorsun. Mecburdu susmaya." Cevap vermedim. Annemin dizlerine başımı koyup, "Yorgunum anne," dedim. Yorgundum, üzerimdeki bunca yükten ise nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Elim ayağım bağlanmış gibiydi, hiçbir çarede kendimi bulamıyordum. Annem usulca eğilip başımdan öptü. Elleri nazikçe başımda dolanırken, "Sabır büyük bir imtihan, imtihanımız çetin biliyorsun. Alt üst olan hayatımızın kimin elinde olduğunu da biliyorsun. O varken kaderin hiçbirinden kaçılmaz güzel gözlüm. Allah'a dayadık sırtımızı o günü geldiğinde bizi bu durumdan çekip alır. Gören o, bilen o, sen sabrettikçe mükâfatını verecek olan da o. Belki çok zor ama sabredeceğiz," demesiyle huzursuzluğumu bir kenara koydum. "İçeriye geçelim, en azından babanla güzelce konuşursun. Hem en sevdiğin yemekler var, benden demesi." Yattığım yerden doğrulup tebessümle başımı salladım. Annem önden çıkarken ben de kendimi toparlayıp peşinden gittim. Masaya kaydı gözüm, bütün hazırlıklar en sevdiğim yemeklerden oluşuyordu ve annem yine her zamanki gibi bütün maharetini ortaya dökmüştü. Daha geleli iki saat olmuştu ve annem bu kadar hızlı nasıl bunları hazırlamıştı bilmiyordum. Babam ellerini yıkayıp geldiğinde masaya oturduk. "Nasıl zayıflamışsın öyle, tabağını dolu dolu göreceğim ona göre." Gülümsedim. Daha tabağı doldurmaya kalmadan kendisi hızla tabağımı doldurmaya başladı. Gözlerim kocaman açılırken, "Anne ufacık midemin bunları alabileceğini düşünmedin değil mi?" dememle daha fazla doldurdu tabağımı. "Aaa dur unuttum," deyip mutfağa koşar adım gidip hızla döndü. Elindeki börek tabağı gözlerimi korkuttu. "Anne mide fesadı geçirteceksin bana." "Olmaz bir şey. Onlar hep bitecek." Kaşlarım mahzun bir eda ile kıvrılıp, "Acı bana," dedim. Bu halime gülümsediğinde şirinlik yapıp birazını geri koydum. Masadaki sessizlik babama bakmamla devam ediyordu. Düşünceli bir tavırla yemeğini yerken aslında düşüncelerinin sıkışıklığından kurtulmaya çalışıyordu. Onu anlamak istiyordum ama yapamıyordum. İçimde bitmek tükenmek bilmeyen o kırgınlık baş gösteriyordu. Yemekleri yedik, mutfağı toparladık. Yiğit'in gelmesine çok bir zaman kalmamıştı. Kapı zilinin sesiyle oturduğum yerden kalktım. Açtığım kapının ardında Büşra vardı. Söylendiğine göre burada olduğumu korumalardan anlamıştı. Sessizce söylendiğine göre kapıdaki adamlara kızmış olmalıydı. "Adamlarda patronu gibi cins." Bu haline kıkırdadım. Ters bir bakış atınca dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Boş ver adamları hadi geçelim." Mutfağa girdik. Büşra ile mutfakta oturmayı severdik. Kahve yapıp içtiğimiz zamanlar çoktu. Ben kahve yaparken Büşra bana sorularını sıralamaya devam ediyordu. "O adam sana kötü davranmıyor değil mi?" Büşra olayları derinlemesine bilmediği için ona bir şey anlatamıyordum. "Davranmıyor," diyerek cevabımı kısa kestim. Daha fazlasını sormak istese de beni sıkıştırmakta istemiyor bu da beni oldukça rahatlatıyordu. Yiğit hakkında konuşmak istemiyordum, zaten konuşacak bir söz bahiste olamazdı. Kahveleri yapıp oturdum. "O kız, Ezgi miydi neydi? Aranız iyi gibi." "Onunla kötü anlaşmam imkânsız, cana yakın biri. Sen de tanıdıkça anlaşırsın." Başını sallayıp, "İyi bari, o evde kaldıkça ben senin için endişeleniyorum," diyerek dudağını büzdü. Elini kavrayıp, "Seni boşuna bu kadar sevmiyorum," dedim. Gülümsedi, gülümsedim. Belki çok fazla arkadaşım yoktu ama Büşra benim için kardeşten az değildi. Bu zamana kadar beni benden daha çok düşündüğü gibi, beni sevmesi şükredebileceğim nedenlerden biriydi. "Daha ne kadar kalacaksın orada, keşke gitmesen artık." İç çektim. 'Keşke' diyemedim. Artık buna dair inancım kalmamıştı. O evden kurtulamayacağımı geçmişte bana sunulan hayatla anlamıştım. "Bakalım, hayırlısı. Sen neler yaptın?" "Ben ev okul uğraşıyorum işte." Okul deyince yüzüm düştü. Okulumun yarım kalması, hayallerim, bana dair ne varsa hepsi bir sebep uğruna bitmişti. "Ya üzül diye demedim. Hem ben inanıyorum, yeniden eskisi gibi hayatına devam edeceksin." Gülümsedim. Gerçekleri bilseydi bunları diyemezdi. Yine de pek konudan bahsetmedim. "Neyse ben gideyim artık, annemle akşam pazarı yapacağız," deyip ayaklandı. Onunla ben de kapıya kadar geçtim. Babamı görmemle Büşra'ya dışarıya kadar eşlik ettim. Korumalar engel olsa da ters tepkimle geri çekilmek zorunda kaldılar. Babam biriyle konuşuyordu. Biraz dikkat kesildiğimde bu babamın rahatsızlığında ilgilenen Emre Bey'di. Kendisi doktordu. Birçok sefer muhatap olduğumuzdan babamla iyi anlaşırlardı. Bir ara babamdan bazen evde bazen camide ilmi dersler almıştı. Babama bir poşet uzattı. Onları bir müddet izledim. Hararetli ne konuşuyorlardı bilmiyorum ama elindeki ilaç poşeti görünce endişelendim. Babam bu tarafa döndü. Yorgun bakışları benimle kesişti. Poşeti cebine sıkıştırıp eve geçti. Büşra ile kısa kapı sohbetinden sonra vedalaştık. Eve girmeden evvel ismimi duymamla durmak zorunda kaldım. Arkamı döndüm, bana yaklaşan Emre Bey'e sorgular gözlerle baktım. "Buyurun?" dedim mesafemi koruyarak. Önce korumalara bakıp akabinde bakışlarını benim üzerime dikti. Korumalar ise bize biraz daha yaklaştı. Onlara sorun olmadığını belirttim ama beni dinlemeyip Emre Bey'i uzaklaştırmak istediler. "Size sorun yok dedim, duymadınız mı?" Bu sefer sesim sertleşti. Geri çekilmek zorunda kalsalar da yine de yakınımdaydılar. "Konuşabilir miyiz birkaç dakika?" Emre Bey korumalardan bakışını çekip bana döndü. "Ne hakkında?" Şaşırdım, benimle konuşabileceği ne olabilirdi diye düşünürken, "Babam," dedim aniden. "Ona bir şey mi oldu?" Başını olumsuz şekilde sallayıp, "Hayır hayır, Abdullah abi gayet iyi. Biraz tansiyonunda sıkıntı var ama ciddi değil," dese de şüphe bir kere gelip bulmuştu beni. Zaten bakışlarından az da olsa bir şey anlamıştım ama çözememiştim. "Peki, o zaman?" Elini ensesine götürüp sıkkınca ufaladı. Bakışları arada korumalara kayıyordu. "Birkaç seferdir babanla konuştum Zeynep. Her ne kadar meseleyi bana söylemese de ben sanırım anladım. Korumalara da bakılırsa, sıkıntı..." "Hiçbir sıkıntı yok." Arkadan gelen sesle irkildim. Yiğit'ti bu. Öfkeyle yanımıza gelip hızla elimi eline aldı. Bakışları Emre Bey'deydi. Öfkelendiğini sıktığı elimden anlıyordum. Emre Bey'de Yiğit'ten farklı değildi. "O zaman korumaların anlamı ne?" Aniden soru sorması ile Yiğit nefesini sertçe soludu. Zaten her şeye hemen sinirlenebilen bir yapıdaydı. "Bu sizi alakadar etmez. Hadi Zeynep eşyalarını al gidiyoruz." Emre Bey sessiz kaldı. Bakışlarının odak noktası olmamdan ötürü Yiğit, "Siz de sizi alakadar etmeyen yerden uzak dursanız iyi edersiniz," diyerek kapıya yaklaştı. Emre Bey uzatmadan son kez ikimize bakıp yanımızdan ayrıldı. Olayın büyümemesi beni rahatlatsa da Yiğit'in homurtularını, korumalara bağırmasını duyuyordum. Annemlerle vedalaşıp evden çıktım Daha ne zaman gelirdim bilmiyordum ama bu birkaç saatte olsa bana iyi hissettirmişti. Yiğit beni arabada bekliyordu. Tedirginlikle arabaya bindim. Yiğit arabayı hızla hareket ettirdiğinde boşluğuma gelerek biraz sarsıldım. Çabuk davranıp olduğum yere sabitlendim. Yiğit bana bakmadan, "Sana evden çıkmamanı söylemiştim," dedi. Sesi yüksek çıkmasa da sertti. "İstersen kendimi bir odaya tamamen hapsedeyim, sen gelir bana canın istediği zaman hava aldırırsın." Bu haline anlam veremezken bana bu kadar otorite kurması sinirlerimi bozuyordu. Arabanın hızını arttırdı. Yüzünde korkutucu bir ifade vardı. Çatılan kaşlarıyla beraber elini köşeli çenesine götürüp sıktı. "Benim ne demek istediğimi biliyorsun Zeynep." Bilmeyecektim. Bilmek istemiyordum. Hesap sorması oldukça sinirlerimi bozuyordu. "Bilmek istemiyorum artık, yoruldum anlamıyor musun?" Sesim onun gibi yüksek olmasa da sertti. Araba aniden durdu, bunu beklemiyordum ve boşluğuma gelmesinden ötürü sarsılmama engel olamadım. Kapı kulpundan tutundum. Bana doğru yaklaştı. Nefesini hissettim. Bazı zamanlar böyle beklemediğim an yaklaşmasına engel olamıyordum. "Sana hiçbir zaman kafes vaat etmedim." Parmakları çenemdeydi. Çenemden kavrayıp kendisine bakmamı sağladı. Dokunuşu nahifti, bakışlarındaki öfke ise sönmüştü. "Ama baskım seni olanlardan korumak için." Oysa konumuz Emre Bey'di. Bu söyledikleri ile olanlar birbirinden tamamen uzaktı. Beni kimden koruyup korumayacağını bilebilecek akıldaydım. "Kapıdaki kişiyi tanıyordum, bunun neresinde tehlike?" "Kimseye güvenmemen gerektiğini öğrenmelisin artık. Mesele ortadayken asıl şimdi bunu yapmalısın." Alayla kıvırdım dudaklarımı. Gözlerine acımasızca bakıp, "Ne kadar doğru dedin," dedim. Ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı. Ürpertici gözlerine uzun uzun baktım. Sık kirpikleri arasında duran lacivertleri bütün zerremde dolandı. Geri çekildi. Arabayı yeniden hareket ettirdi. Bu sefer ikimizde konuşmadık. Yol boyunca kendi düşüncelerimde kaybolup durdum. Ara sıra kaçamak bakışlarım oluyordu, bazen de istemsizce uzun uzun yüzüne bakıyordum. O kadar tuhaftı ki, eğer bu adam normal bir hayatın içerisinde yaşayan biri olsaydı ne düşünürdüm bilmiyordum. Bazı zamanlar bu yaşadıklarıma kader demekten öteye gidemiyordum. Eğer bana yazılan kaderde Yiğit varsa ben imtihanımla nasıl başa çıkardım bilmiyordum. Allah'a onun kaderim olmaması için dua ettim. Bu yaptığım yanlış mıydı hiçbir fikrim yoktu. Allah'a isyan etmekten korkuyordum. Araba durunca ben de daldığım düşünceleri bir kenara attım. Bunları düşünmek beni çok yoruyordu ve ben artık ne olacaksa bir an önce olsun istiyordum. Yine de eski sabırsızlığım yoktu, bütün imtihanım Allah'tandı ve ben buna sebat gösterip bekleyecektim. Yiğit benden önce indi. Eve girmedi. Sırtı bana dönük olsa da hedefi bendim. Yavaşça indim arabadan. Bana bakmasa da ben ona baktım. "Ne zaman bitecek?" Bu sefer bana döndü. Artık ikimizde sakindik. Yüzündeki o ürpertici ifade yoktu, bu yüzden de rahatça konuşabiliyordum. "Bilmiyorum." Sesinde ilk defa farklı bir tını vardı. Âdemelması yutkunuşuyla belirginleşti. Boğazında düğümlenen o hissi biliyordum. Ona yaklaştım. Ona karşı nasıl yaklaşacağımı bilmezken o bana yaklaşımlarında hep bir yerden eksiltiyordu. Rüzgâr başlamıştı, hafiften ürperdiğimde eve gitmek istedim bir an ama gitmedim. Bu sefer yanında yerini aldım. İkimizde artık karşı manzarayı izliyorduk. O, ince kıyafetlerle duruyordu. Sabahki ceketi üzerinde yoktu. Siyah bir gömlek vardı üzerinde. Kolları hafif katlanmıştı. Kolundaki saat dikkatimi çekti, aslında epeydir dikkatimi çeken bir unsurdu. Onu gördüğümden beridir kolundaki saati kullanıyordu hep, saat eski bir saat olduğunu hafif çiziklerinden görebiliyordum. Saçları rüzgârda savruldukça gözleri kısılıyordu. O, benim aksime oldukça dingin duruyordu. Onu göz ardı edip, "Bilmediklerimin sözünü veriyorsun bana," dedim. Bakışlarını yere çevirip bir müddet öyle kaldı. Ellerini pantolonunun cebine koyduktan sonra nefesini düzene sokar gibi gökyüzüne bakıp soludu. "Sana biteceklerden sonrakinin sözünü verdim, bitecek günün sözünü değil." "Sen de korkuyorsun değil mi?" Bana baktı. Uzun boylu olduğu için ona bakmam rüzgârın arasında güçtü. Cevap vermedi. Korkuyordu ve korkmak onun lügatinde acizlikti. Bu yüzden susmayı tercih etti. " Cevap vermeyeceğini anlayınca eve doğru yürüdüm. Onu arkamda bırakırken, "Sözümün teminatı seni artık rahatlatsın," diyerek son kez konuştu. "O teminatın sözünü aldım," diye fısıldadım kendime. Bitmesini umut ederek girdim yabancı eve. Sahiplenemediklerimde biten umutlarım vardı. Şimdi ise umudum yeniden yeşerdi. |
0% |