Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@rumeysadoganm

Önümde boylu boyunca bir çaresizlik var. Ben o çaresizlikten öteye gidemiyordum. Yiğit'in bana yaklaşımı, içine girdiğim durum beni sadece kendine çekiyordu. Sebep arıyordum alışmalarıma ama ben o sebepte sadece nedenleri göz önüne seriyordum. Nefret ettiğim adama karşı kızgınlığım sadece çaresizliğe dönüşüyordu.


Bugün Ezgi ile dışarıya çıkabilmiştik. Peşimizde on koruma buna ne kadar hava alma denilirse biz de o kadar hava alıyorduk. Kafeden sıcak kahvelerimizi alıp hemen kafeye yakın sahile geçtik. Kapalı ortamları tercih etmediğim gibi dinginlik istedim kısa bir süre. Büşra'yı da aramış bu tarafa gelmesini söylemiştim. Çok geçmeden o da yanımıza kahvesini alıp gelmişti. Şu an hepimiz sessizce önümüze bakıyorduk.


"Yusuf'la konuştuk." Büşra'ya bakıp, "Ne hakkında?" dedim. Hafiften gülümsediğinde anlamaya başladığım anda heyecanla, "Yoksa," dedim. Başını usulca sallayıp, "Bu akşam sizinkilerle görüşecek," dedi. Heyecanım Büşra gibiydi. Annemin beni akşam arayacağını varsayarak, "Ne ara açıldınız birbirinize?" dedim hafif sitemle. Benim bütün çabalarıma rağmen aralarını yapamamışken bensiz çoktan bu işleri konuşmuşlardı. Omzunu omzuma vurup, "Hadi ama," dedi otuz iki diş sırıtıp. Omuz silkip, "Soracağım o sırığa da," deyince Büşra ile Ezgi bu halime güldüler. Onlara ters bakış attığımda Ezgi Büşra'ya bakıp, "Evde de böyle huysuz, hep böyle miydi bu?" deyince Büşra Ezgi'den geri kalmayarak, "Ooo sen daha neler görmedin," diyerek akılları sıra benimle uğraşıyorlardı. Onlara ters bakış atıp ayağa kalktım. Ezgi aniden olduğu yerde durup, "Baksanıza," dedi ilerideki sokak pilavcısını göstererek. Bize bir şey demeden oraya doğru ilerlediğinde bizde peşinden gittik. Ezgi heyecanla kendine bir tabak alırken Büşra'ya ben de ona ayak uydurduk. İştahla yediğini görünce gülümsedim. İştahı çok iyiydi hatta o kadar yiyip nasıl bu kadar zayıf kaldığını merak etmiyor değildim.


"Bu taraflara her geldiğimde bu amca pilav satıyordu. Çoktandır yememiştim, çok severimde ben." Hem yiyor hem konuşuyordu. O an arka tarafta görüş alanıma Bahadır girdi. İndiği arabanın sahibine el sallayıp vedalaşarak bu tarafa yürüdü. En sonunda bizi görünce şaşırdığını görebiliyordum. Elimi salladığımda yanımıza gelerek, bir Büşra'ya bir bana bakarak selam verdi.


"Sen İstanbul'a geçmemiş miydin?"


"Dün akşam geldim, bir arkadaşın işini halletmem gerekiyordu." Başımı usulca salladığımda, "Otursana," dedim boş sandalyeyi göstererek.


"Yok ben gideyim, hem halletmem gereken birkaç iş daha var. Seni görünce bir geleyim dedim." Bakışlarını benden çektiğinde Ezgi'yle göz göze geldiler. Hızla bakışlarını çekerek, "Görüşürüz," deyip yanımızdan ayrıldı. Kızları arkamda bırakıp Bahadır'ın peşinden gittim. Seslenince adımları yavaşladı ve bana döndü.


"Sakladığınız bir durum yok değil mi?"


"Ne gibi?" Ona sığ bir bakış atıp, "Orasını ben sana soruyorum," diyerek buraya gelişine bir neden aradım.


"Gerçekten yok, dediğim gibi arkadaşın bir meselesi ile uğraşıyorum." İnanmak istemesem de daha fazla irdelemedim. Bahadır'ın yanından ayrılıp tekrar yerime oturarak yarım kalan tabağımı bitirdim. Bunca hengamenin içinde birçok olaydan şüphelenir olmuştum. Şu kısacık zamana neler sığmıştı da ben o kadar paranoyak olabilmiştim?


Saatler sonra gideceğim evde beni bekleyen gerçeğe artık yabancılaşmıyordum. Dedemin bıraktıkları beni bu duruma sokmuştu. Babam ise beni bu duruma itmişti.


"Zeynep!" Kulağımın dibinde bana seslenen Büşra'ya baktığımda, "Nerelere daldıysan çık da beni uğurla," dedi. Gideceğini anladığımda, "Akşam haber bekliyorum," dedim.


"Bana kalmadan sizinkiler söyler zaten." Ezgi'yle de vedalaşıp gözden kayboldu. Baş başa kalmışken Ezgi'nin ısrarı ile çarşıdaki mağazalardan birkaçını girdik. Ezgi kıyafetlerin arasına dalarken ben de kendimce göz gezdirdim. Tesettür tarafı ilgimi çekince o tarafa yürüdüm. Fakat beni cezbeden pek kıyafet yoktu. Ezgi bana seslenince onun tarafına geri döndüm. Kabinin hemen önüne gittiğimde o da üzerindekilerle çıkıp kıyafetleri gösterdi. Oldukça şık bir kıyafetti.


"Nasıl sence?"


"Güzelde davet falan mı var?" Gülümseyip, "Yokta, uzun zamandır görüyorum bu güzelliği. Almak istedim ama üzerimde bir tuhaf durdu gibi," deyip aynaya bakarak eteklerini çekiştirdi. Kıyafet arkadan bakınca oldukça iddialıydı. Bir müddet kendini izleyip diğer kıyafetleri denedikçe köşedeki pufa oturdum. Bıkkınca Ezgi'ye bakıp, "Beni azad edemez misin?" diyerek soludum. Ben alışveriş yapmayı çok sevmezdim ama Ezgi beni bu durumdan biraz daha soğutmuştu. Ezgi başını köşeden uzatıp, "Az kaldı ya, sabırsızlık yapma işte," dedi fakat bunun üzerine on elbise daha denedi. Hangi birini beğenmesem işi benim uzattığımdan mızmızlanıp dayanamayarak hesabı ödeyip işini bitirdi. Şu an elinde onlarca paket vardı. Yan yana yürüyorduk ve ben şaşkınlıkla elindeki paketlere bakıyordum.


"Evde dolabın kaç tane?" Gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Ezgi bana ters bakış atıp, "Ay var ya, hem Yiğit'in hem de senin diline düşmeyeyim, adama illallah ettiriyorsunuz," deyince omzumla omzuna vurup, "Ama şimdi seninle evlenecek kişinin sonunu gösteriyorum sana," deyip dudaklarımı birbirine bastırdım. Ezgi homurdanarak ilerleyince ona takılmanın oldukça keyfini yaşıyordum. İlerideki arabaya bindik, korumalar arkadaki arabada yerini alınca şoför bey arabayı hareket ettirdi.


...


Yiğit beni mahalleye bıraktıktan sonra gitmişti. Annem yine her zamanki gibi mükellef bir masa kurmuş ilgisini üzerime odaklamıştı. Mutfaktan çıkarak yine kendi odama geldim. Evin dört köşesi özlem doluydu. Şimdi sadece bakmakla yetindiğim odam bomboş kalmıştı. Kafama atılan yastıkla korktum. Gözlerimi kısarak yatağa oturan Yusuf'a baktım.


"O nasıl vuruş mübarek." Sırtını başlığa yaslayıp, "Dalıp gitmişsin, uyandırayım dedim," dediğinde elimdeki yastığı yüzüne çarptım. Yatağın ucuna oturup, "Hain," dedim. Alttan alta gülüp göz kırptı. Yatağın ucuna oturup söylememekte ısrar ettiği bahsi açarcasına boğazımı temizleyerek, "Anlat?" dedim. Beni anlasa da anlamazlığa verdi. Koluna çimdik atıp, "Seni kardeşlikten reddedip Büşra'yı mı alsam," dememle o da benim burnumu sıkıp, "Eee o zaman ne soruyorsun abla, anlatmış işte Büşra," deyince gözlerimi devirdim. Konuyu nereye çekeceğini iyi biliyordu ama ben bunları yemezdim.


"Annemlere anlatmamışsın gibi duruyor." Beni onaylayıp, "Dün gece işim çıkınca anlatamadım," diyerek sözümü tamamladı.


"Hazır ben varken anlatalım işte."


"Tamam, masaya geçelim orada konuşuruz." Başımı sallayarak peşinden yürüdüm. Şu sırtalar Birkaç ay öncesinin dışında farklı bir şey gelişmiyordu. Yiğit'in evi, evin içindeki gelgitler ve kapıdaki korumalar... Çelişen çoğu konularda tek düze bir hayat. Beni ney bekliyordu bilmiyordum ama bugünü arayacağım gibi duruyordu.


Yusuf'un ayağına ayağımla vurdum. Konuyu açmalı, en azından Yusuf için güzel gelişmeler olmalıydı. Yusuf boğazını temizleyip, "Size bir şey demem lazım," diyerek çekingen bakışlarını babamdan kaçırdı. Şu an karşımda Yusuf yok gibiydi. İlk defa bu kadar çekingen, bu kadar utangaçtı. Annem elindeki tabağı önüne koyup, "Hayır olsun oğlum," deyince Yusuf hiç beklemeden, "Sizin de rızanız olursa ben Büşra ile evlenmek istiyorum," dedi. Sanki nefesini tutmuş gibi hızla yanağını şişirip nefesini soludu. Bu haline gülerken annem kocaman tebessüm ediyor babam ise sakinliğini koruyordu. Yusuf'un asıl çekingenliği babamdı.


"Büşra'nın düşüncesi ne?" Soruyu soran babamdı.


"Bugün o da ailesine açacak konuyu." Babamın dudağının kenarı kıvrıldı. "Siz zaten karar vermişsiniz oğlum, bize de rıza vermek düşer," deyip kendince konuyu uzatmamak için tabaktakileri yemeye başladı. Annem heyecanla, "Hafta sonu olursa bu isteme, eksikleri tamamlamamız lazım," diyerek elini ayağına dolandırdı. Uzun zamandır kendimi böyle iyi hissetmemişken keyifle annemi izlemek istedim. O da zaten benim keyfimi yerine getirme derdindeydi.


Yemekleri yedikten sonra birkaç tabak yemek koyup kapıdaki korumalara verdim. Aç olduklarını biliyordum, hazır tüketeceklerdi ama buna razı olmak istemedim. Korumalar minnetle tabakları alırken ben de geri eve geçtim. Annem ortalıkta yoktu. Mutfağa geçerek kahve yaptım. Annemde çok geçmeden yanımda belirdi. Kahveyi görünce, "Özlemişiz elinden kahve içmeyi, hadi alda salona gel," diyerek benden önce mutfaktan çıktı. Tepsiyi tezgahtan alarak salona geçtim. Babam kahveyi görünce elindeki kitabı bırakıp doğruldu.


Önceden her kahve yapışımda babam keyifli sohbetler eder ya güler ya da bu sohbetlerinden ders alırdık. Sırf babamla böyle sohbetler etmek için akşamı bekler, her akşam kahve ritüelini es geçmezdim. Şimdi sessizce içiyordu kahvesini. Aslında konuşacak çok konu vardı, kaçmayı tercih ediyorduk daha çok. Babamın yüzünü gölgeleyen hüzün bize de bulaşmıştı.


Sessizliği bozmadık, kahveleri bitirince saatte epey ilerlemişti. Kapı zilini duyunca içime oturan sıkıntı ile ayağa kalktım. Kapıyı açtığımda merdivenin hemen aşağısında Yiğit duruyordu. Köşedeki eşyalarımı aldıktan sonra annemle babama veda ettikten sonra evden çıktım. Yiğit kısa bir baş selamı ve iki çift kelam ederek arabaya ilerledi. Son kez anneme bakarak arabaya bindim.


"Günün nasıl geçti?" Bakışlarımı dışardan çekerek Yiğit'e baktım. "İyiydi," diyerek kısa cevap verdim. Yiğit başka bir şey sormadı, oldukça yorgun görünüyordu. "Senin nasıldı?" O da benim gibi, "İyiydi," diye karşılık verirken aslında hiçte öyle olmadığını görebiliyordum. Aslında etrafım o kadar yorgun insanlarla doluydu ki yorgunluk temsili bir hal almıştı. Kendimi bu bilince kaptırmak istemiyordum.


"Korumalar hep böyle dibimde mi olacak?" Bıkkınlığımı dile getirmemden ötürü Yiğit bana sadece ya onaylarcasına başını sallıyordu ya da sessizliğini koruyordu. Yine olumla başını salladığı andaydı.Konuşmak için dudaklarımı araladığımda telefonu çaldı. Teleskobikte duran telefona kaydığında gözüm ekranda yazan isim Serkan'dı. Yiğit airpodsunu kulağına takıp bir süre karşıdaki kişiyi dinledi. Ağzından küfre yakın sözler çıktığında hızla susup bana baktı. Sessizce kendi kendine küfredip, "Akşam bu konuyu detaylı konuşuruz Serkan," dedi sert bir dille. Tekrar dinledi, tekrar bağırdı.


"O dilini kestirtmesin, ne demek söylemeyeceğim. Serkan, sen boşuna mı gittin oraya?" Kaçamak bakışlarımı sert mizacından çekme gereği duydum. Konu neydi bilmiyorum ama oldukça ciddi bir meseleydi. Karşıdaki kişiye demek istedikleri benim yüzümden yarım kalıyor bu da Yiğit'in işini zorlaştırıyordu. Kulaklığı köşeye koyup arabayı hızlandırdı. Akşam evde olmayacaktı anlaşılan. Öfkeliydi, şu an bakışlarının hedefinde öfkesi vardı. Telefonda görüştüğü kimdi bilmiyorum ama Yiğit'in işlerinde yardımcı olan biri gibi duruyordu.


Yan profiline baktım, kavisli kaşları, yüzünün kemikli ve keskin hatları onu farklı bir havaya bürürken sanki öfkesi ona has gibiydi. Siyah perçemleri alnına düşmüş bütün hıncını sert yüzünden alır gibi onu oldukçatezat bir görünüme bürümüştü.


"Kendimi senin gözünde görmem korkutmalı mı yoksa uzun uzun baktığın kadar hayran mı bırakıyorum?" Aniden söylediği sözle gözlerim kocaman açıldı. Dudağı kıvrılırken hızla bakışlarımı ondan çektim. Bu kadar uzun mu bakmıştım?


"Hiçbiri," dedim başımı camdan tarafa çevirirken. Yerin dibi yoktu ki girseydim.


"O zaman?" 


"Daha ne kadar işin içindeki tehlikeden uzak kalabileceğimi düşünüyordum." Biraz önceki konuşmasını kastedince o da oldukça sakin bir cevapla, "Seni tehlikeye sokmadığımı biliyorsun," deyip yüzüne ciddiyeti yerleştirdi. Kendimi hep bu anda hissediyordum ama o hiçbir zaman beni bu sözlerden uzaklaştıracak bir alan sunmuyordu. "Daha birkaç gün öncesinde ölüyorduk neyin güveninden bahsediyorsun ki bana?" Gözlerini kapatıp soludu. Ona karşı anlayışlı olmak istesem de ister istemez kendimi bu durumda buluyordum. Belki bizi bu duruma iten ailelerimizdi ama Yiğit bana bir şeyler derken bazı durumları kendince tartmasına öfkeleniyordum. "Ha dur bir dakika, senin bundan haberinde yoktur şimdi."


Araba aniden durdu. Yiğit bileğimi kavrayıp kendine çektiğinde gözlerindeki katıksız öfke beni içine hapsediyordu. "Benden nefret ediyorsun anladım ama senin nefretin senin iyiliğin içinse o öfkene razıyım. Ama şunu unutma, mecburuz ve sen bu mecburiyette benim yanımda olmandan başka seçeneğin yok." Biraz daha kendine çekip dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. Sessizce, "Ama ben sana değil senin her zerrene mecburum," deyip burnunu yüzüme koyup soludu. Sertçe yutkundum, kaçmak ister gibi harekette bulunsam da elini sırtıma koyup gitmeme izin vermedi. "Bir gün kaçamayacak duruma geleceksin."


"Bırak," dedim sesimin cılızlığında. "Bırakırsam kendi dünyamda kaybolurum," diyerek biraz daha nefesini çekti. "Kokun beni sakinleştiren tek yer." Sırtımdaki elini çekti. Geri çekildiğimde bana bakıp güldü. Yanıyordum şu an, yüzüm alev topuna dönmüştü. Evin önüne geldiğimizi yeni fark ettim. Boğulan nefesimle beraber kendimi hızla dışarıya attım. Kendimi düştüğüm yerden çıkarmak istesem de Yiğit'in gülüşünü görüp tekrar o yere çakılıyordum. Koşar adım eve geçtim. Aysun Hanım'ı görünce selam verip odaya çıktım. Çantayı köşeye koyduğumda aynada kendimi gördüm. Şu an kıpkırmızıydım. Gözlerimi kapatıp, "Hayır," dedim kendi kendime. "Kendine gel Zeynep." Elimi kalbimin üzerine koyup, "Sen de sakin ol," diyerek aynanın karşısından çekildim. Banyoya geçip işlerimi hallettikten sonra çalan telefonumla çantamdan telefonu çıkardım. Bilinmeyen bir numara oluşu beni tedirgin ettiğinde içinde bulunduğum durumu göze alarak telefonu sessize aldım. Çok fazla ısrarla çalmamıştı telefon. Lakin gelen mesaja kadar...


"Dedenin bıraktıklarından ötürü senin sorumlu olman ne üzücü mavi kız." Bir süre ekranla bakıştım. Kaskatı kesildim hatta betim benzim atmıştı. Numara kimindi bilmiyorum ama elimden çekilen telefonla irkildim. Ne zaman odaya geldiğini bilmediğimden ne kadar süredir telefonla bakıştığımı da bilmiyordum. Yiğit'in öfkeli bakışları telefondayken, "Kızılbaş," diye tısladı sessizce. Telefonu elinde sıkıyordu. Bana bakmadan odadan çıkarken evde yankılanan ses çok geçmeden kendini belli etti. Merdivenlerden inebildiğini anlayabiliyordum. Ben de odadan çıkarak aşağıya indim. Bahçe kapısı açıktı. Oraya doğru yöneldim. Yiğit korumalarla konuşuyordu. Çok geçmeden telefonda birini arayıp arabaya binerek uzaklaştı. Odaya çıkıp feracemi giyindikten sonra tekrar aşağıya indim. Korumalardan birinin yanına gidip, "Yiğit nereye gitti?" dedim. Koruma cevap vermedi. Anlaşılan sıkı tembih almıştı. "Beni oraya götüreceksiniz."


"Zeynep Hanım, lütfen. Yiğit Bey'in kesin emri var." Kaşlarımı çatıp, "Ne emri ya? O zaman şimdide ben emrediyorum," desem de beni fazla umursadıkları söylenemezdi. Öfkeyle soludum.


"Fırat ne oluyor koçum burada." Efe'nin sesini duyunca hızla ona doğru döndüm. En azından Efe'ye söylersem beni oraya götürürdü. "Yiğit apar topar çıktı Efe, mesele benimle ibaret ama ne olduğunu öğrenmem gerekiyor. Beni oraya götürür müsün?" İlk defa böyle bir şey yapmak istiyordum. Normalde gidişi beni ilgilendirmezdi ama bu sefer olanları öğrenmem gerektiğini düşünüyordum.


"Yenge, Yiğit bizi çiğ çiğ yer."


"Efe, yalvarmıyorum. Siz götürmezseniz ben gitmenin yolunu bulurum." Efe elini ensesine götürüp birilerini aradı. Yiğit'i aradığını biliyordum. Ama telefonu cevapsız kaldı.


"Ne dedi en son?"


"Telefonuma mesaj gelmişti. Kızılbaş mı dedi tam anlayamadım ama ben orada olmazsam hiçbir taş yerine oturmayacak biliyorum." Efe onaylarcasına başını sallayınca, "Önce bizimkilere mezar yerimi ayarlamalarını söyleyeyim sonra çıkalım," deyince ciddi konunun üzerine bile güldürmeyi başarıyordu. "Söz ben ayarlayacağım sana mezar yeri," deyip arka koltuğa oturdum. Öne Betül geçti. Yiğit Betül'ü benim için ayarlamıştı. Mahremiyet çizgimi en azından öğrenmesi beni bir yönden mutlu etmişti. Bunu düşününce tuhaf bir şekilde dudaklarım kıvrıldı. Hızla toparlandım. Bazen kendimi kaybettiğimi görebiliyordum.


Araba çok geçmeden şirketin önünde durdu. Şirketle olan alakasını merak etsem de Efe'nin beni getirme nedenine şimdilik sessiz kaldım. Şirkete girdiğimiz anda ürperdim.


"Yenge sen Yiğit'in odasına geç, birazdan ben Yiğit'i yollarım." Başımı usulca salladığımda Betül'le beraber Yiğit'in odasına çıktık. Ruhum daralıyordu. Köşede Yiğit'in ceketini gördüm. Köşeye fırlatılmıştı öylece. Denizin manzarasını alan büyük camekânın yanına ulaştığımda akşamın o muhteşem manzarasının denizle bütünleşmesini izledim. Huzurun olduğu yerde kocaman huzursuzluk yatıyordu. Burada daha fazla kalamıyordum. Yiğit'i bulmalıydım. Koridora çıktığımda Betül'ü köşede gördüm. Ondan kurtulmalıydım. Betül'e seslenip, "Kahve bulma şansın var mı?" dedim. Cebindeki telefonu çıkarıp birilerini aradı ama istediği kişiye ulaşamayınca tekrar denedi. Yine başarısız olunca, "Benim buradan ayrılmamam gerekiyor Zeynep Hanım," deyip etrafta gezdirdi bakışlarını.


"Merak etme, odadayım ben. Bir şey olmaz."


"Peki," dedikten sonra yanımdan uzaklaştı. Onun gittiğine kanaat getirince ben de bilmediğim koridorda gezeledim. Şirketi hiç gezmemiştim. Hatta koridor başı adamlar vardı ve ben buradan nasıl ayrılacaktım bilmiyordum. Birkaçı telefonda görüşüyordu, hatta biri Yiğit Bey -2. katta deyince zafere ulaşır gibi gülümsedim. Aklıma gelenle asansöre bindim. İçimdeki sese itimat etmek istedim. Asansörün -2 tuşuna bastığımda asansör çok geçmeden beni -2 ye ulaştırdı. Karanlık ve ürpertici koridor adımlarımı kısıtlamaya yetiyordu. Hemen ileride korumalar ve Efe vardı. Başka yöne ilerlediğimde farklı bir mekân keşfettim. İçeriye girdim, kimsenin olmaması iyi hissettirmişti. Oda oldukça büyüktü. Birçok elektronik cihazlar ve oldukça lüks kamera ve bilgisayarlar vardı. Büyük bir camekân gördüm, duyduğum sesler ve bu camekân beni daha çok meraklandırdı. Camekâna ilerledim. Gördüklerimle dehşete düştüm. Yiğit bir adamın tepesinde kendinden geçmiş bir vaziyette duruyordu. Üzeri kan içerisindeydi. Ses çıkarmamak için elimle ağzımı kapattım. Beni görmüyordu büyük ihtimalle ama ben onu böyle görmekten bu kadar çok korktum. Sesleri dinledim bir müddet.


"Bana bak piç kurusu, ölüm istemiyorsan ölüme yaklaşmayacaksın." Adam homurdanarak bağırdı. Ağzı bantlıydı büyük ihtimalle. "Patronuna söyle, mesajı attığın parmaklarını bir bir keser önüne meze diye sunarım." Sesindeki gazap adamı korkutmaya yetmişti. Adam olduğu yerde debelenirken Yiğit artık bir hamlede bulunmuyordu. Bütün öfkesini almış gibiydi. Adama doğru eğilip, "Birinin daha kanı dolanırsa elinizde, bu sefer bu kadar sakin kalmam," deyip adamın yüzüne bir darbe indirip gömleğine değer kanla gömleğinin kolunu sıvazladı. Yanındaki adama dönüp, "Paket yapıp kurdeleyin, Çok sevgili kızılbaşın hediyesi olsun," dedikten sonra odadan çıktı. Bu sözler çok ağırdı. Birinin kanı daha akmasın demek istemişti. Nasıl bir yönü vardı bilmiyorum ama bu sözler onun vahşetindeki diğer yüzü ortaya çıkarıyordu.


Köşedeki sandalyeye oturdum. Bacaklarım tutmuyordu artık. Nefes alamıyordum, hatta şu an kendime hâkim olamıyordum. Elimi göğüs kafesimin üzerine koydum. Gözlerim kararıyor ve ben olduğum yerde hareketsiz bir şekilde bekliyordum. Odanın kapısı açıldı. İçeriye giren kişi Yiğit'ti. Beni görünce olduğu yerde kalakaldı. Beni burada görmeyi beklemiyordu. Hatta bu halim dikkatini çekecek ki hızla yanıma geldi. Ben ise acıdan onu dahi göremiyordum. Gözlerim karardıkça öleceğimi hissettim.


"İyi misin?" Cevap veremedim. Şu an sadece nefes almak istiyordum. Neden böyle olduğuma dair bir fikrim yoktu. Yiğit nefes almam için eşarbımı gevşetti ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Sandalyede oturamayacağımı anlayınca yere çöktüm. Sırtımı duvara yaslayıp bacaklarımı uzattım.


"Zeynep, hadi nefes almaya çalış." Ama yapamıyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, gözlerimden sıcak yaşlar boşalıyordu. Aklımdakiler gözlerimin önüne geldikçe daha fazla krize giriyordum. Yiğit su getirdi, önce yüzüme çarptı. Bir dakika falan böyle sürdü. Yavaş yavaş kendime gelmiştim. Şu an terin suyun içindeydim. Yavaşça Yiğit'e baktım. Endişeliydi ve tedirgindi.


"İyi misin biraz daha?" Cevap vermedim. Bakışlarım üzerinde dolandı. O iseaklına gelir gibi elindeki kanı saklamak istercesine ceplerine soktu ama üzerindeki kan onu saklayamıyordu. Dolan gözlerim bir bir aktı. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Aynı şekilde ben de kalktım. Kaşları çatıktı, gözleri üzerimde oluşu ondan kaçacak yerimi kısıtlıyordu.


"Sırf mesaj attı diye adamı öldürecektin." Sesim zar zor çıktı. Ona şu an ne desem boştu. Başını iki yana sallayıp, "Bilmediklerin var," dese de adam öldürmenin adam dövmenin hiçbir bahanesini önüme süremezdi. Cebinde duran elini tuttum. Boğazıma kocaman bir yumru oturmuştu. "Bu kan, bu yara gazabının temsili. Sen birini dövüyor ya da öldürüyorsun ne değişir?" Elini çekmek istedi bu sefer ben izin vermedim. "Söylesene Yiğit, kan kokusuyla mı hayatını idame ettireceksin." Hızla elini çekti. "Kim getirdi seni buraya?" Lafı değiştirmesi öfkeme biraz daha katık oldu. Bana bir cevap vermek zorundaydı. Beni anlamaya çalışmalıydı. "Sen beni korumak istiyorsun peki beni senden kim koruyacak?" Yüzüne düşmüş öfke bir anda silindi. Elini uzattığında geri çekildim. Kuş gibi titriyordum. Ondan hiçbir zaman korkmadığımı söylerken nasıl da yanılmıştım. "Korkuyorsun benden." Elinin kan oluşunu umursamadan bana uzattı. "Sana zarar vereceğimi nasıl düşünürsün?" Olduğum yere sindiğimde bana yaklaşıp bedenimi kolları arasına aldı. "Ben sana değil zarar vermek, kendime verdiğim zararda bile sırf sen varsın diye yok sayıyorum." Kollarından çıkıp, "Yiğit," dedim ona karşı yol olmak istercesine. "Teslim ol, bu yaptıklarının hiçbir açıklaması yok." Yumuşak bakışları anında sertleşti. Bunu dememi beklemiyordu. İlk zaman onu şikâyet edişim aklıma geldi. Öfkelendi. O kadar çok öfkelendi ki içerideki halinden farkı yoktu. Odadan çıkarken beni arkasında bırakmayı umursamadan yanıma korumalardan birini yönlendirdi. Sesini duyabiliyordum. Olduğum yerde sadece bekledim. Kendimi çok kötü hissediyordum. Oturup saatlerce ağlamak istiyordum. Yanıma gelen Efe ile artık buradan ayrılmam gerektiğini fark ettim. Tekrar araca geçtik. Yol boyunca ona söylediğim son sözü düşündüm. Ben mi çok katıydım bilmiyorum ama bir şeyler beni bu raddeye getiriyordu. Onu yargılamıyordum sadece onun daha fazla bu duruma düşmesini istemiyordum.


"Geldik yenge." Daldığım yerden çıkarak arabadan indim. Efe'nin bakışlarını es geçip eve ilerledim. Yol boyunca ara sıra bana bakıp iç çektiğini fark ettiğimde ona hiçbir şey sormadım. Eve geçtim, Aysun Hanım uyumuştu. Sessizce merdivenlerden çıkarak odaya girdim. Üzerimdeki bu histe kendimi yorgun hissediyordum. Üzerimi çıkardım hatta başörtümü dahi çıkardım. Saç diplerim sızım sızım sızlıyordu. Saç diplerime masaj yapsam da geçmeyecek gibi duruyordu. Banyoya geçip duş aldım. Saçlarımı kurulamak istemedim. Hiçbir şey yapasım yoktu. Yatağa girdim, hiçbir şey umursayacak halde değildim. Yiğit neredeydi, kızgın mıydı hiçbiri umurumda değildi. Gördüklerim beni sarsmıştı. Şimdi yaşıyordum düşündüklerimi. Kefareti ödeyecek, arta kalan yanımla her şeyi arkamda bırakacaktım.


...


Hissettiğim dokunma ile gözlerimi hafifçe araladım. Yanımda oturan Yiğit'in bakışları yine bendeydi. Gece lambasını açmıştı. Yüzünü zorlanmadan görebiliyordum. Her gece uyurken yanıma geliyor, sanki gelmese bir şeylerden hep kaçıyordu. Üzerini bile değiştirmemişti. Yıkadığı elindeki yaralar fazlasıyla can acıtıcı duruyordu.


"O adamların nasıl biri olduğunu bilmiyorsun, öğrenme de zaten." Yattığım yerden doğrulduğum anda saçlarım yanlara doğru döküldü. Yiğit'in bakışları saçlarıma kaydığında ilk defa görüyor oluşu onu bir süre duraksattı. Şu an saçlarımın açık olması bile umurumda değildi. Elini saçlarıma götürüp, "Çok güzel," dedi. Akabinde bir tutam alıp burnuna götürdü. Neredeyse dakikalarca bu halde kaldık. Parmaklarının arasından usulca döküldü saçlarım. Parmakları yüzüme yapışan saçlara gitti. Onları tutup kulağımın arkasına sıkıştırdı. Başını omzuna eğip yüzümü seyretti. Sanki karşısında bir manzara vardı ve o manzaradan gözlerini alamıyordu.


"Beni kendinle cezalandırıyorsun mavi. Her ne kadar seni istesem de sen benim kıyametim oluyorsun." Gülümsedi. Yanaklarımı sevdi usulca. Geri çekilmediğimi görünce keyiflendi. Geri çekilmek istemeyen bendim, biraz da hislerimdi.


"Seni cezalandırmıyorum, bunu sen de biliyorsun. Seni sevmeyeceğimi bile bile kendini bana kaptırdın. Asıl ceza seninki Yiğit." Oturduğu sandalyeden kalkarak tam karşıma oturdu. Dışarıdan vuran sokak lambasının ışığı yüzüne yansıyor gözleri o ışıkta daha farklı bir tona bürünüyordu. Kaçıyor muydum ondan bilmiyorum ama o bana böyle baktıkça farklı bir hisse bürünüyordum.


"İnsan kıyametinden kaçamaz ki." Doğruydu lakin beni böyle tasvir etmesi doğru değildi. Cevap vermediğimi görünce burukça gülümsedi. Gülüşü silinince oturduğu yerden kalktı. Kapıdan çıkmadan evvel bandönmeyerek, "Her ne kadar kıyametin olsan da kaderime verilmiş bir mükâfat bu," dedi. Gözden kayboldu. Kıpırdayamadım. Sessizce, "Cezam mısın mükâfatım mı bilmiyorum," diyerek fısıldadım. Dudaklarım azda olsa kıvrıldı, ceza sandıklarım belkideaderimdi.


Loading...
0%