Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@rumeysadoganm

Çabaladığımız zamanda saniyeleri hesaplayamıyorduk. Hayal ettiklerimiz gerçekleşecek diye umarken hayatımıza giren bazı gelişmeler kaderin bize sunduğu diğer yöndü. Belki hayır sandıklarımız şer olabiliyorken bazen de şer sandıklarımız hayır olarak hayatımızı değiştirebiliyordu. Ben hangisindeydim bilmiyorum. Şer sandıklarımın sınavını mı yaşıyordum onu da bilmiyordum. Bu ev, hayatıma giren bu insanlar beni çetrefilli duruma sokabilirken bazen onlardan kaçışımın bir geri dönüşünü yaşıyordum.


Kapıldığım düşüncelerin sancısıyla elimi kalbimin üzerine götürdüm. Şu birkaç ay içinde yaşadıklarımın en sancılı zamanlarındaydım. Kalbimin Yiğit'e alışmasından korkuyordum. Bana bakışları, fısıldadığı onca sözler sanki ruhumda bir yerde yaralı yanımı okşuyordu. Büyük konuşmak istemiyordum hiçbir zaman ama sınavım zannettiğim adamın kaderim olmasından çok korkuyordum.


Bugünkü tembelliğim düşüncelerime daha çok katık oluyordu. Üzerimdeki tembelliği atarak yataktan kalktım. İlk işim yatağı toparlamak oldu. Eğer ilk yatağı toparlamazsam yine yatacağımı biliyordum. Sonraki işim pembe ayıcıklı pijamalarımdan kurtulmak oldu. Banyoya geçtiğimde dağılmış saçımın haliyle yüzümü buruşturdum. Sabahları bu kadar çirkin olmayı nasıl başarıyordum bilmiyordum.


Odaya geri dönüp hazırlanarak mutfağa geçtim. Halime abla kahvaltıyla uğraşıyordu. Tabaktaki peynirden ağzıma tıkıp, "Hayırlı sabahlar abla," dedim. Halime abla güleç ifadesini hiç eksiltmeden, "Günaydın canım," dedi.


"Yardım edeyim mi?" 


"Aslında her şey tamam fakat ekmekler duruyor, kesebilirsin." Hızlıca köşedeki poşeti alıp tezgâha koydum. Kesme tahtasını köşeden alarak ekmekleri özenle kestim. Sepete doldurduğum ekmekleri masaya taşıdığımda Aysun Hanım'ı gördüm.


"Hayırlı sabahlar," deyince bu sabahki neşeme oldukça şaşırmıştı. Aslında ben de kendime şaşırıyordum fakat kendimi toparlamam gerekiyordu. "Hayırlı sabahlar kızım." Karşı sandalyeye oturunca ben de karşısında yerimi aldım. Yiğit'te çok geçmeden masaya geldi. Siyah bir takım giymişti. Siyah gömleği takımıyla uyum sağlarken bu sefer kravat takmamıştı. Bu bile onu şık göstermeye yetmişti.


"Günaydın," diyerek yanımdaki sandalyeye oturdu. Annesine gülümserken benim alttan elimi tuttu. Elimi çekemedim, bu yüzdende çok çabalamadım.


"Hafta sonu Yusuf'un sözü var, sizde benimle gider misiniz?" Aysun Hanım'ın sunduğum teklifle gözleri parladı. Ona yaklaşımım onu mutlu ediyordu. Yiğit'e baktı kısa bir süre, ağız ucuyla, "Tabii istersen sen de," dedim. İkisi de kabul edince, "Geçen gün gelen kızla mı?" dedi, olumlu şekilde başımı salladım. Kahvaltıyı yaptıktan sonra Yiğit işe gitmişti. Kapı zilini duyduğumuzda Aysun Hanım kapıya yöneldi. Gelen Meral Hanım'la Ezgi'ydi. İçeriye girdiklerinde önce Aysun Hanım'a akabinde bana sarıldılar. Salona geçtiklerinde çok geçmeden Halime abla kahve yapıp getirmişti.


"Geçen gün bir şeyler olmuş Aysun abla, ablam rahatsızdı gelemedim de." Ben sessizce onları dinlerken Aysun Hanım, "Gözdağı vermek istemişler, çok şükür bir sıkıntı olmadı," dese de o bile konuşurken zorlanıyordu.


"Sen nasılsın canım, Ezgi anlattı her şeyi çok geçmiş olsun."


"Teşekkür ederim, iyi olmaya çalışıyorum," dedim. Aysun Hanım gibi sesime gerçekçilik katamıyordum. Meral Hanım zaten çok fazla soru soran biri değildi bu yüzden kasmam gereken durum olmuyordu. Ezgi ile beraber verandaya geçerek oturduk. Meral Hanım'ın hatırlattıkları biraz önceki neşemi benden almış dün akşamki olanları hatırlatmıştı. Gelgitler yaşamak beni yoruyordu.


"Solgun gözüküyorsun." Dudağımda buruk bir tebessüm vardı.


"Bilmem, öyle miyim?"


"Kaçma artık Zeynep, sen kaçtıkça hep önüne düşecek olanları geciktirme."


"Kaçtıklarımın hesabını yapamıyorum artık. İnan bana ne hissettiğimi bile bilmiyorum." Ezgi biraz daha öne eğilip, "Yiğit'se mesele onu ben bile anlayamıyorum bazen," demesi tartımı hep bozuk çıkarıyordu. "Fakat o sen varken çok farklı biri oluyor Zeynep. Onun hayatında hiç kimse olmadı, ilk sana bakarken onu başka Yiğit olarak görmek eski Yiğit'in yaralarını sarıyor. O seni çok seviyor bunu görebiliyorum." Eski Yiğit ve benimleyken olan Yiğit... İkisi de derin bir meseleydi. Eski Yiğit'i tahmin edebiliyordum belki benimleyken farklı biri olabiliyordu ama o hep eski Yiğit'ti. Değişen bir durum olmadığı gibi onu iyi eden bensem beni iyi eden o olamıyordu. Birbirimize tezat oluşumuz en çok beni yıpratıyordu.


"Benim yaramı kim saracak Ezgi. Ailemden aldığım yaralar, Yiğit'in üstüne daha çok deştiği yaralara saracak bir el bulamıyorum." Ezgi gülümseyip, "Bunu sahiden söylüyor musun? Sen farkında değilsin ama gözlerinin içindeki o ışığı görebiliyorum," demesi birden irkilmeme neden oldu. Kaşlarımı çatıp, "Yok öyle bir şey," dedim. Güldü. "Kaçamayacak kadar geç artık," dediğinde kendimi bu konuşmaya kaptırmamalıydım. Şayet Ezgi'yi dinlersem hipnotize olabilirdim. Kabullenecek durum yokken Ezgi'nin bu çabası oldukça kendine has heyecanındaydı. Kollarımı birbirine sarıp, "Ezgi," dedim hafiften kızarak. Ezgi bana hiç iyi bakmıyordu bu yüzden onunla bu konuyu konuşmak yerine, "Hafta sonu gidiyorsun benimle değil mi?" dedim. Ezgi onaylarcasına başını sallayıp diğer konuya geçiş yapacakken, "Hadi içeriye gidelim üşüdüm," diyerek ayaklandım.


Arkamdan gülerek bakıyordu, arkama bakmadan kaçar adım salona geçtim. Aysun Hanım'la Meral Hanım'ın bakışları üzerimdeydi. Meral Hanım'la Ezgi giderlerken Aysun Hanım'la baş başa kalmıştık.


"Biraz konuşalım mı kızım?" Başımı usulca sallayıp bütün dikkatimi ona verdim. Ezgi'den sonra şimdide Aysun Hanım başlamıştı. Onların isteği Yiğit'in iyiliğiydi ama o iyilikte yanan ben olacaktım. Aysun Hanım kendini toparlayıp bakışlarını yüzüme daha çok odakladı. Onu, ilk defa bana böyle bakarken gördüm. Yüzünde çaresizlik vardı.


"Dün gece Yiğit'i bahçede gördüm. Sabah vaktine kısa bir süre vardı. Saatlerce dikildi olduğu yerde. Ondan önce seslerinizi duymuştum ama mesele her zamanki mesele zannedip pek irdelememiştim ta ki onu yalnız bırakmak için içeriye girecekken gördüklerime kadar. Çaresizce çırpınıyordu Zeynep, hali sessizliğinin içindeki boğulan yerdi. O soğukta havuza girdi, belki bir saat belki daha fazla havuzda kaldı." Aysun Hanım'ın bunları söylemesi ile gözünden yaşlar akmaya başladı. "O iyi değil, iyi olmayacakta biliyorum ama sen varken o biraz daha iyi. En azından o seninleyken gülüyor, seninleyken bu evde kalıyor. Sen yokken o da yoktu Zeynep." Ne diyeceğimi bilmezken Aysun Hanım'ın, "Onu iyi edecek senken onu iyi etmeni istesem çok mu şey isterim senden? İstersen ayağına kapanayım ama o iyi olsun yeter ki," diyerek çaresizce akıtmaya devam etti gözyaşlarını. Bir annenin feryadıydı bunlar, o anneye elimi uzatmamı isterken bir elimi de Yiğit'e uzatmamı istiyordu. Girdaba düşerken kendimi karanlıkta buluyordum. Dolan gözlerim Aysun Hanım'a eşlik etti. O anneydi ben ise bir anneye yetemeyecek kadar çaresizdim.


"Ben ne yapabilirim bilmiyorum. Belki sizin dediğiniz gibi elimi Yiğit'e uzatırım ama o uzatılan elde yanarım Aysun Hanım. Yiğit'i iyi edebilir miyim bilmiyorum, o kendi alıştığı dünyada bana sadece karanlığı bahşediyor. Her kaçışım yine dönüşümü ona sağlarken ben kaçmaktan vazgeçemediğim gibi onu bu karanlıktan kurtarabilecek en son kişiyim," diyerek ayaklandım. Yukarıdan Aysun Hanım'a bakıp, "Siz uzatılan elimin cellâdını sunuyorsunuz bana," dedim. Elimden daha fazla gelmesini ben de isterdim. Yiğit'in iyi olmasını ben de isterdim ama ben iyi değilken kimseyi iyi edemezdim. Merdivenlere yönelirken Aysun Hanım yine seslendi. Ona baktığımda oturduğu yerden kalkarak yanıma yaklaştı. "Yine de teşekkür ederim, en azından onun eve gelmesine neden oluyorsun." Benden önce merdivenleri çıktığında arkasından öylece bakakaldım. Geçmişlerine bir ket vurmuştu. Benden önceki yaşamını merak ettim, neler yaşamıştı da bu duruma gelmişti bilmiyordum. Bir yanı yaralıydı fark edebiliyordum.


Merdivenlerden yavaşça çıkarak odaya döndüm. Kendimi tuhaf hissetmiştim Aysun Hanım'la konuşunca. Elimi kalbimin üzerine koyup sıkışan kalbime baskı uyguladım. Dedikleri, yalvarışları sızıya mahal olmuştu, o bir anneydi ona hak vermekten başka bir şey yapamıyordum ama ben o haklılıkta yanan taraf oluyordum.


Yatağın üzerinde duran papatyaya yürüdüm. Papatya solmaya yüz tutmuştu. Yatağın ucuna oturup parmaklarımın arasında papatyayı sevdim. Sırt üstü yatağa uzanıp elimi kaldırarak alttan papatyaya bakarak, "Sen de solmuşsun," dedim buruk bir sesle. "Koparılmışsın dalından." İç çektim. Parmaklarım her bir yaprağında dolanınca gözlerim doluyordu. Cenin pozisyonunu alarak papatyayı göğsüme dayadım. Bana ne oluyordu bilmesem de kendimi eskisinden uzakta hissediyordum. Bu his ne kadar tehlikeliydi bilmiyordum. Sadece daha fazla düşünmeyecektim.


...


Seradaydım, beni bir tek burası huzurlu hissediyordu. Çiçeklerle ilgilenirken, ellerimi toprağa sokarken bütün huzursuzluğum toprakla beraber yok oluyordu. Sık sık gelir olmuştum ve bu durum son zamanlardaki evin o karartısını üzerimden çekmişti.


"Kolay gelsin papatya hanım." Ezgi, yanıma gelerek köşedeki kirişe oturdu. Ona yandan bakış atıp, "Sen bana imalarda bulunacağına gel de şu toprak poşetini uzat," deyince oturduğu yerden kalkarak uzağımdaki poşeti uzattı. Boş saksıyı çiçeklendirdiğimde Ezgi bana gülümseyip, "Nasıl huzurlu gözüküyorsun öyle," dedi. Bende aynı şekilde gülümseyip, "Sanırım burası başarıyor bunu," deyip göz kırptım. Toprak insanı dinginleştiriyordu. Üzerimdeki kasvet, zihnimdeki düşünceler biraz da olsun benden uzaklaşıyordu. Ezgi'de boş saksılardan birini alıp, "Ben de bir deneyeyim madem," deyip benim yaptıklarımı yapmaya başladı. Bu haline gülümseyerek önüme döndüm. İşimiz bitmiş ellerimizi yıkayıp salona dönmüştük. Sehpanın üzerinde kahvelerimiz ve yanında ufak tatlılarımız vardı. "Halime abla yine içimizden geçenleri okumuş sanırım," dediğimde Ezgi ile beraber gülüştük. Koltuklara yerleşip kahvelerimizi yudumlarken Ezgi yine bana uzun uzun bakıp, "Bir çiçekler bir de seni şu kahve güldürüyor, sanırım kıskandım," dedi.


"İkisi de ince noktam sanırım." Ezgi'de kahvesini yudumlarken kapı çaldı. Ben kalkacakken Halime abla benden önce davranıp kapıyı açtı. Daha kimin geldiğini merak edemeden Efe'nin sesini duydum. Çok geçmeden yanımıza gelince neden geldiğini merak etmeye başladım bu sefer. Çok geçmeden Yiğit'te belirdiğinde ikisinin de bakışları bize kaydı.


"Selam hanımlar." Efe neşeli bir sesle boş olan koltuğa oturdu.


"Selam, hayırdır siz bu saatte eve gelmezdiniz." Ezginin sorusuna Yiğit cevap verdi. "Evde çalışacağız."


Efe Ezgi'nin tabağını alıp yemeye başladı. Ezgi ters ters Efe'ye bakıp, "Hey ne yapıyorsun ya?" diyerek tabağa uzandı ama Efe izin vermedi. Kocaman böldüğü dilimleri hızla ağzına götürdü.


"Sen kilo alırsın şimdi, hem göz hakkı." Ezgi kaşlarını çatıp, "Seni elindeki çatalla delik deşik ederim, ne demek kilo alıyorsun," deyip Efe'nin elinden tabağı aldı. Bu hallerine güldüm. Onları tanıdığımdan beri birbirleriyle kavga etmekten başka bir şey yapmıyorlardı.


"Senin iyiliğin için konuşuyorum güzelim." Ezgi bu sözlere asla kanmıyordu. Hatta keyifle tatlısını yiyordu. Gülüşüme bir son verdiğimde Yiğit'in beni izlediğini fark ettim. Hafiften bana gülümseyince bakışlarımı hızla kaçırdım. Efe çalışacakları odaya çıkarken Ezgi'de peşinden çıktı. Tabakları mutfağa taşıyıp makineye dizdim. Arkamı dönmemle Yiğit'e çarptım. Sendelemem ile iki kolumu yakalayıp düşmemi engelledi.


"Çiçekler yüzünde açmış bugün." Dedikleri ile genzime kaçan tükürüğümle öksürmeye başladım. Masadaki sürahiden su doldurup uzatarak, "Helal helal," dedi. Göz devirip suyu içtim. Benim aksime o neşeliydi. Bugün sakin geçmişti anlaşılan. Yorgun gözükmüyordu ve yüzünde sakin bir ifade vardı. Ona ters bakış atıp, "Öldürme niyetindesin sanırım," dedim. Alttan alta gülüp, "Yok ya, o kadarını yapmam," deyince yanından geçerek merdivenlere yöneldim. Peşim sıra geliyor, bir yandan bakışlarını üzerimde çekmiyordu. Bu beni oldukça rahatsız ederken Yiğit bunu biliyormuşçasına daha fazla bakmakta ısrar ediyordu.


"Bana bakmayı keser misin?" Merdivenleri çıktığımızda nefesimi tutmaktan soluk soluğa kalmıştım. Benimle uğraşmak için elinden geleni yapıyordu.


"Sen de şu inadı bırakır mısın?" Ben inat değildim, o üstüme geliyordu sadece. Hem ne inadı yapmıştım ki? Odaya doğru yönelmeden evvel son kez bakıp, "Benimki mi inat, bu konuda seninle yarışamayacağımı bilmen gerekir," deyip kapıyı açtım. Yiğit bir şey demeden çalışma odasına girdi. Girmemle tekrar kapı açıldı. Yiğit kapıyı hırsla kapatıp, "Amacın ne?" dedi. "Artık yok mu öfkenin bir sonu?" Şaşırarak kaşlarımı araladım. Oldukça ciddi duruşundan ötürü, kendince bir cevap bekliyordu. Aslında bu öfke değildi, sadece onun sabrını taşırmıştım. Benden bir hamle bulamayınca elini kolunu bağlamıştım. Bedenlerimiz birbirine oldukça yakındı. Elini kaldırıp uzattığında bir iki adım geriledim.


"Öfkeli değilim." Yılmışlık vardı ifadesinde dediğim kelimeleri duyarken. Kolumu tutup kendine çekti. Şuan burnumun dibindeydi, biraz daha yaklaşsa teni tenime değecekti. Gözleri önce gözlerimi ardından dudağıma kadar varan her hattı inceledi. Öyle bir bakıyordu ki bakışlarına takılı kaldım.


"Nefret dolusun. Bu sadece seni değil beni de yakıyor, niyetin beni yakmak mı?" Sertçe yutkundum. Elini kalbimin üzerine koyup, "Bana burayı vermemek mi?" deyip biraz daha kendine çekti beni. Zayıf bedenim iri bedeninde ufalmıştı adeta. Kokusunu bu kadar hissederken konuşma yetim sıfıra iniyordu. Ben değil o konuşuyordu ve ben sessizliğimden ilk defa korkuyordum. Parmaklarını dudağımın kenarına getirip sevdi. Titriyordu gözbebekleri.


"Beklerim." Fısıltılı çıktı sesi.


"Bekleme desem." Dudağı burukça kıvrıldı.


"Umut ederim." Zafiyetinin ardını göremiyordu.


"Ya sevmezsem." Duraksadı, bu dediklerim onun hassas yanıydı. "Sevmezsen şayet," dedi ademelmasını belirginleştiren yutkunması ile. "Giderim." Güçsüzleşti. "Gider, bir daha çıkmam o mezardan." Kendini yok sayıyordu. Kendi enkazına elleriyle toprak atıyordu. Bu onun en güçsüz yanıydı. Gazabı bensizken şiddeyliydi. Ben olduğumda yanında gazabından geriye kalan külleri oluyordu. O sadece kendisiyle yakıyordu bildiklerini, buna ben varken engel olabiliyordu. Parmağını çenemin altına koyup yüzümü kaldırdı. Dudakları o kadar yakındı ki yüzüme, burnunu yüzüme sürtmekten kendini alıkoymadı. Hatta biraz daha ileriye gitse öpebilirdi. Gözlerimi kapatıp, "Aklımdaki düşünceleri girifleştiriyorsun," dedim. Bu itirafım ile yüzüme yaslı dudağı kıpırdadı. Sıkı sıkı kavradığı belimi daha fazla kavradı ki ondan kaçmamı istemiyordu.


"Ben de akıl kalmadı ki." Ciddi bir atmosfer harcıyordu dibimde dururken, benim ondan farkım olmadığı gibi. Tıpkı benimde aklımın kalmadığı gibi... Kalbimin hoyratça çarpması gibi... Aslında en az onun kadar efor harcıyordu kalbim.


"Hem," dedi sözüne devam ederek. "Gözlerin, kokun, tenin aklıma mani oluyor." Gülümsedi, gülümsememek için kendimi zor tuttuğum gibi. Etkileyemeyecekti beni, buna izin vermeyecektim. Ne kadar başarılı olabilirdim ki? Öyle bir bakıyordu ki lacivertleri mavilerime gece oluyordu.


"Bunu yapmamalıyız." Dinlemedi. Başımdaki örtüyü çekti. Ardından toplu olan saçlarımı tokasından kurtardı. Parmakları saçlarımda gezindi, daha sonra boynumda. Soludu tekrar nefesini. Yutkundum. Şu an kollarından çıkamazsam daha çıkamazdım.


Boşluğuna geldiğinde geri çekildim amacı beni nefessiz bırakmaktı. Yüzüne yerleştirdiği o gülüşte bile nefessiz kalacak hâle düşmüştüm.


"Git lütfen." Daha fazla dursun istemedim yanımda.


"Sadece birkaç adım uzağına." Kastettiği sözle, "Şu an git de, nereye olursa olsun," dediğimde geri geri adımlayıp bir yandan elini ensesine götürerek ufaladı. Keyifle bana bakıyordu, nasıl hissettiğimi çok iyi anlamıştı. Odadan çıktığı gibi nefesimi düzene soktum. Dengesizdi bu adam, kendi dünyasında bir bana bu kadar başka olabilirken diğer yönü bu yönüne alışmamda beni zorlayacaktı. Elimi yanağımdan çekip kalbimin üzerine götürdüm.


"Sen de kendine gel," diye çemkirdim sanki karşımda beni duyan bir varlık varmışçasına. Yatağa uzandım. Komodinin üzerinde duran telefonu alıp bir müddet sosyal medyada gezindim. Uzun zamandır telefondan bağım koptuğu için telefonla uğraşmak gelmiyordu içimden. Sırt üstü yatağa dönüp tavanla bakıştım bir süre. Kapının tıklatılması ile içeriye çok geçmeden Ezgi girdi. Yattığım yerden doğrulup yatağa bağdaş kurdum. Karşıma oturduğunda mesainin yorucu geçtiğini anlayabildim.


"Seninki yine hülyalardaydı." Ne dediğini önce anlamasam da saniyesine dank etti. Hafiften dudağım kıvrıldığında hızla düzelttim. Ezgi'den hiç kaçmayan bu tavrım, "Bak sen maviye," dedi Yiğit'in lafını dile getirerek. Bu tavrına göz devirdim. Onu artık ciddiye almıyordum. Gülüşü daha çok çoğaldı ama ben onunla ilgilenmiyormuş gibi yaptım. Yanağımı sıkıp, "Kızardın, hiç kaçma öyle sende de var bir şeyler," diyerek burnuma minik bir fiske vurdu. Şu an Ezgi'nin imalı bakışlarına maruz kalmışken bu anı hep yüzüme vuracaktı. Ezgi'ydi bu çünkü.


"Senin hiç işin yok mu? Gidip onlarla ilgilensene."


"Yo, işim gücüm sensin artık."


"Hah ha, ne komik ne komik."


"Komik değilim, sizciyim."


"Deli." Tatlı tatlı sırıttı. Bu haline başımı salladım. Saat epey geç olduğu için kalkmak zorunda kalmıştı. Efe'nin kendisini bırakacağını söyleyip bizim götürmemize gerek kalmadığını belirtip evden çıktılar. Üzerime pijamalarımı geçirip yatağa giriştiğimde kapı açıldı. Hızlıca gözlerimi kapattım. Adımlarını duyabiliyordum, bu ana kaç kez şahit olmuşken ürpermem hiç geçmiyordu. Nefesimi tuttuğum anda yan tarafımdaki çöküklük ile tuttuğum nefesim bana zorluk çektiriyordu. Parmakları saçlarıma gittiğinde bir tutam aldı. Saçlarımı öptüğünü anlayabiliyordum. Bu sefer bana biraz daha yaklaşıp, "Uyumadığını biliyorum," dedi. Gözlerimi açmak yerine sımsıkı kapattım. Boyun girintime soktuğunda dudaklarını hızla ondan çekildim. Bu kadarına izin veremezdim. Bana dokunması zaten istemediğim durumlardan biriydi.


"Sana dokunabilirsin demedim." Ondan uzaklaşmam onu biraz önceki tavrından uzaklaştırıp ciddi bir tavra bürüdü. "Odaya her gelişin bu kadar yakınımda olmamı sağlayamaz Yiğit." Birden değişen ruh halim onu şaşırttığı kadar beni de şaşırttı ama ona kapılmak istemiyordum. Onu kendimden uzak tutmam gerekiyordu. Ona kapılırsam onun gibi olurdum ve bu beni hiç olmadığı kadar yaralardı.


"Bana alışırken neden yine benden uzak durmaya çalışıyorsun?" Onun sorduğu soru tamda yaşadığım buhrana cevaptı. O soruyordu onun sorusu benimde kendime sorumdu aslında. "Sana alışmak istemediğimden, sen bana uzak duramıyorsun bunu anlıyorum ama benim senden uzak durmam gerekiyor Yiğit. Durmazsam önümdeki sen uçurumum olursun." Bozuldu, bu gece beklentisi ona yakın olmamdı. İş istediği gibi gitmemişti, gitmeyecekti de. Sırlar ortaya döküldü diye onu vicdanımda suçsuz kabul edemezdim. Belki bu olanlarda suçu yoktu ama işlediği günahlar olanların ötesine giden bir suçtu.


"O uçurumda uzatan el hep ben olacağımım da biliyorsun." Başımı iki yana sallayıp, "Uzatılan elin hükmünde yanarım," diyerek onun bendeki yerine hüküm koydum.


"Senden önce yanan benken mi?" Yanan, yakan sadece o değildi, sevgisi de buna katık oluyordu. O söylemese de kapıldığı yerde beni ondan öteye çekiyordu. Sustum, sustu. Yataktan kalkarken tepeden bana bakıp, "Yine de yakan değil, yanan olacağım. Sırf savrulmasın diye korum, senden uzakta da yanmaya razıyım." Odadan öfkeyle çıktı. Gidişi sertti. Onu kendimden uzaklaştırdığım anda öfkesi kendini bitiren tek unsurdu. Yanağıma doğru süzülen yaşla çoktan yanmaya başladığımı anlamam güç olmadı. Uçurumdan düşüyordum ama uzatt

ığı eli tutmuyor, itiyordum. Sebepler sonuçların katiliydi, bunu kendi hükmümde daha fazla zorlaştırabiliyordum.


Loading...
0%