Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@rumeysadoganm

Büşra'yla konuştuktan sonra dolaptan çıkardığım kıyafetlerden birini seçtim. Bu gece söz vardı, bu yüzden biraz daha özenli giyindim. Zümrüt yeşili, krep kumaştan karpuz kollu bir elbise seçtim. Onun üzerine açık tonlarında bir şal tercih ederek bütün uzvumu örtecek şekilde bağlayıp hazırlanma işimi tamamladım. Bu gece her şeyin güzel olmasını istiyordum. Bunun ne kadar imkânsız olduğunu bilsem de yine de umut ediyordum.


Odadan çıktığımda ortalıkta kimse yoktu. Aşağıya inmemle ev ahalisinin orada olduğunu gördüm. Beni gördüklerinde ayaklandılar. Yiğit'te şimdi gelmişti. Bu gece daha sportif daha rahat giyinmişti. Köşedeki dolaptan ceketini aldı. Aysun Hanım önden geçerken ben de peşinden ilerledim. Hemen arkamda ve tam dibimde Yiğit vardı. Çok geçmeden de yanımda yerini aldı.


"Ay geldiniz mi? Dondum ya." Betül'le sohbet eden Ezgi bizden önce arabaya bindi. Bu haline gülümsedim. Çocuk gibiydi.


Arabada oluşan sessizlik hepimizin işine gelmişti. Sadece Ezgi ve Aysun Hanım ara sıra konuşuyor ben de onları sessizce dinliyordum. Yiğit'te aynı şekilde sessizce arabayı sürmeye devam ediyordu. Bu gece ayrı bir sessizlik oturmuştu üzerine.


Mahalleye girdiğimiz an yüzümde oluşan gülümseme çoğaldı. Annemlerde evden yeni çıkıyorlardı. Yanlarında Bahadır'ın da oluşu dikkatimi çekti. Son zamanlardır buradaydı. Sonra sorarım diyerek dikkatimi Bahadır'dan çektim. Onların yanına geçtiğimizde annem önce Aysun Hanım'la sonra bizle selamlaştı. Yusuf önce ters ters Yiğit'e bakmıyor çoğu zaman onu görmezden geliyordu. Yiğit zaten kendi halinde arkamızdan bize eşlik ederken babam yanına gidip sessizce bir şeyler söyledi. Kendi aralarında konuşmaları bir benim dikkatimi çekti. Ne konuştuklarını dinlemeye çalışsam da hiçbir şey anlamıyordum. Yüzümü düşürüp önüme döndüm.


"Hadi ama düzelt kaşlarını da heyecanını göreyim." Yusuf ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü engelledim. Lakin bu gece onun gecesiydi, Yiğit'i düşünerek kendine zehir edemezdi. Bu sefer bana ters bakış atıp, "Benimle uğraşma abla," dedi. Burnundan soluyordu. "Ne diye geldi bu?" Bu hali beni üzmeye yetti. Kendimi arada kalmış gibi hissediyordum. "Üzül diye demedim, sadece onu gördükçe sana yaptıklarını hatırlayıp sinirleniyorum." Bir şey demedim. Yanıma gelen Ezgi Yusuf'a bakıp, "Hayırlı olsun," dedi. Yusuf aynı tavrı Ezgi'ye de gösterip soğuk bir sesle, "Sağ ol," dedi. Onun öfkesini hafife almıştım. Şimdide tam olarak ortaya dökmüştü ne hissettiğini. Önden yürüyerek bizden ayrıldı. Yusuf'u ilk defa böyle görüyordum. Bu da benim canımı sıkmaya yetiyordu. Ezgi kolumu sıvazlayıp sanki beni anlar gibi rahatlamam için gülümsedi.


Büşra'ya geldiğimizde heyecanla kapıda karşıladı bizi. O kadar güzel olmuştu ki iri gözleri mutluluktan parlıyordu. Mor bir payetli abiye giymişti. Hatta şaşıracağım durum Hatice'nin de burada oluşuyordu. Onu uzun zamandır görmeyişimle beraber burada oluşunu beklemiyordum bile. Önden bizimkiler geçerken Hatice ile kucaklaştık. Sanırım gevezeliğini bile özlemiştim.


"Bunların hesabını tek tek alacağım, şimdilik susuyorum." Gülümsedim.


"Sana meze sunmam Haticeciğim."


"Hepiniz hainsiniz kızım." Tiriplerine rağmen gülüşerek içeriye girdik. İçerideki hareketlilik Büşra'nın heyecanı ile daha fazla hareketleniyordu. Yanıma geldi. Elleriyle ateş basan yüzünü serinletmeye çalışıyordu. "Kalbim duracak gibi." Heyecanlı heyecanlı konuştu.


"Yusuf'un da sana bakarken kalbi duracaktı adeta."


"Ya, sahi mi?" Onun bu haline gülüp, "Sahi," dedim. İç çekerek, "Nasıl yakışıklı olmuş öyle," deyip göz ucuyla mutfak kapısından salona baktı. İçi gidiyordu Yusuf'u görünce. Aralarındaki eşsiz duyguyu ben bile hissettim.


"Kardeşim diye demiyorum, pek yakışıklıdır." Büşra şu an bulutlarda gibiydi. Yüzündeki gülümseme hiç solmamıştı. Kahveleri yaptıktan sonra içine koyulan tuzla beraber sinsi sinsi gülüştük.


İsteme olurken içeriye geçtik. Büşra kahveleri dağıtmış içilen kahvelerle beraber bakışlarımız Yusuf'a kaymıştı. İçtiği kahveden ötürü kıpkırmızı olurken bu haline gülüyorduk. Büşra'ya göz ucuyla bakıp kahvesine geri döndü. Babam ön bir konuşma yaptı. Bir baba şefkati asla kayınpeder tarafına dönmeden sanki Büşra'ya bir babanın baktığı gibi bakarak istemeyi yaptı. Arada bana baktığında gözlerim doldu. Konuşması o kadar içtendi ki hissettiğim eksiklik yüzüme çarpmışçasına ağlamamak için direndim. O an Yiğit'le göz göze geldiğimizde hızla göz içlerime baskı uygulayıp akmamasını sağladım. Uzun uzun bana bakması gözlerimdeki o hissi görebildiğini gösteriyordu.


Hasan amca dolu gözlerle Büşra'ya baktı. Yüzünde hüzün, kıyamamazlık vardı. İç çekerek, "Allah bahtiyar etsin," deyip sözü kısa tuttu. Büşra ile Yusuf sadece mahrem olan kişilerin elini öptüğünde ben de yüzük tepsilerini getirdim. İkisi de titreyen ellerini uzattılar. Yüzükler takılmış, dualar eşliğinde kurdele kesilerek babam tarafından dualanmıştı. Yusuf öyle güzeldi ki, bakışlarındaki edebi sevdim. Birbirlerine bakmamak için uzaklaştılar. Biliyorlardı ki birbirlerine baksalar bakışlarını birbirlerinden hiç çekemeyeceklerdi.


Aysun Hanım, Ezgi, Yiğit bir bir tebrik ederlerken benim bakışlarımın adresi dönüp dolaşıp akşamdan beri beni seyreden Yiğit'i buluyordu. Sanki bana bakarken dünya onun için duruyordu. Benim kaçışım ise bakmam gerçeğine pek de etkili olmuyordu. Mutfağa geçerek masanın kurulması için yardım etmeye başladım. Arada içerideki muhabbete kulak misafiri oluyordum. Gecenin en merak konusu ise düğün tarihiydi.


Ezgi yanıma geldi. Dirseği ile kolumu dürtüklemesi, imalı bakışlarıyla bir bütünlük kazandı. "Seninki senden alamıyor gözlerini," demesi ile kulağıma kadar kızardığımı hissettim. Benden başkası da fark etmişti demek ki. Ezgi'ye bakmadan, "Yok öyle bir şey," dedim. Sert bir dille konuşmak istesem de başarılı olamıyordum ne yazık ki. Ezgi alayla, "Yok oylo borşoy," deyip beni kızdırmak için elinden geleni yapıyordu. Zaten başından beri beni ona itiyorlardı. Korkuyordum da bir yandan, bu sözlerden etkilenmek istemiyordum. Zaten çok çabuk kaptırabilen biriydim. Birinin bana karşı hisleri benim için fazlasıyla zorlayıcı oluyordu.


Gözlerimi devirip, "Ne!" dedim. Kalçasını tezgâha yasladı. Bana büyük bir umutla bakıyorken şimdi daha fazla ciddileşti. Ona bakmamaya özen gösteriyordum, bu benim için büyük bir kaçıştı. Ezgi'ye kalsa hemen gönlümü açmamı isterdi ama ben her yönüyle buna engel olmayı başarıyordum.


"Ne, ne! Kızım aç şu kapalı gözlerini, senin de bakışların farklı değil görmüyor musun?" demesi ile duraksadım. Zaten içim içimi yiyordu. Ben kabullenmeyecektim bunları.


"Ezgi, lütfen. Kalbini kırmak istemiyorum." Ciddileştiğim an gülümsemeyi bıraktı. Ben öyle çıkışınca daha fazla konuşmadı, ben de kendi işime döndüm. Düşünmeyi bıraktım. Ne Ezgi'nin dediği gibi bir şey vardı orta da, ne de aklım bana oyun oynayacaktı.


İçeride oluşan kargaşa ile elimdeki bıçağı tezgâha bırakıp salona koştum. Babamı görünce hızla o yana gittim. Babam tekli berjerde yakası açılmış, annemin endişeli hareketleri altında kendinden geçmişti. "Baba," dedim korkuyla. Hastaneye gitmek isteyen annemi babam durdurup Yusuf'a döndü. "Oğlum Emre'yi arada bilgi al," demesiyle geçen günkü konuşmaları aklıma gelince endişelendim. Yusuf babamın dediğini yapıp Emre Bey'i aradı. Emre Bey her ne kadar bilgi verse de gelip bakacağını söyleyip telefonu kapattı. Bakışlarım hâlâ babamdayken, babamın bizi yatıştırmaya çalışması yüreğimdeki sızıyı yok edemedi. Koltuğun koluna oturup, "Baba, bir şeyin yok değil mi?" diye sordum. Sesim titriyordu. Aklım gidiyordu. Kaybetme hissi yüreğime tebelleş olunca endişemi yok sayamıyordum.


"Araba evin önünde sizi hastaneye götürelim böyle olmaz." Konuşan Yiğit'ti. Evet, bence de öyle olmalıydı. Babamda aynı şekilde bakıp, "Tansiyonum düşmüştür yine," dese de bu rahatsızlığının tansiyonla ilgili olmadığını fark edebiliyordum. Ellerini tutup getirilen kolonyadan sürdüm. "Bir şeyim yok kızım merak etme." Tepki vermedim, sadece aklımdakilerin gerçek olmamasını istiyordum. Emre Bey gelince kenara geçmek zorunda kaldım. Emre Bey uzun uzun babama baktı. Hepimizin meraklı bakışları ondaydı. Hatta bir an önce konuşsun istiyorduk. "Öğlenki ilacını aksattığını söyleme bana Abdullah abi," dedi önce. Babam, "Unuttum be evladım," dediğinde Emre Bey sahte kızgınlıkla, "Ama seni kaç kere aradım be abi," dese de babam sadece unuttum deyip geçiştiriyordu. Emre Bey babama geçici bir iğne vurup oturduğu yerden kalktı. Bütün gözler üzerindeydi. Bakışları beni bulduğunda, "Bize açıklama yapacak mısınız?" diye sordum. Emre Bey'de babam gibi bize üstü kapalı sözler söyledi. Verdiği cevap gerçekçi değildi. Israr etmedim, şimdilik sorumu askıya aldım.


Emre Bey gitmek istediğinde Canan teyzelerin ısrarı ile yemeğe kaldı. Mutfağa geçtim. Gördüklerim hâlâ beynimin içindeydi. Babama bir şey olsa dayanamazdım. Yüreğim biraz daha sıkıştı. Babamın hali beni üzüyordu. Sakladıkları ise daha fazla üzüyordu.


"İyi misin?" Büşra'da benim gibi hüzünle bana baktığında usulca başımı sallamakla iktifa ettim. Salatayı yapıp masaya taşıdığımda kızlarda diğerlerini getirdiler. Masa hazırdı ve herkes yerlerine kuruldu. Arada bakışlarım babama kaydı, iğne vurulunca biraz daha toparlamıştı ama bu durum içten içe beni üzüyordu. Babam gülümsemeye gayret ediyor bir şey olmadığına bizi ikna ediyordu. Lakin iş hiç öyle değildi. Sandalye çekip oturdum. Hemen diğer köşeme ise Yiğit oturdu. Bakışları Emre Bey'deydi. Adama dövecekmiş gibi bakıyordu. Çünkü sebebi Emre Bey'in arada uzun uzun bana bakışıydı.


"Bakma o tarafa." Kaşlarımı çatıp, "Sen de sakin ol," dedim. Sakin olmak yerine daha fazla öfkeleniyor, bakışlarını Emre Bey'den çekmiyordu. Önümdeki böreği zar zor yedim. Yiğit tabağına daha dokunmamıştı. Ayağına ayağımla vurup, "Herkes sana bakıyor Yiğit," dedim fısıltı ile. Önüne dönüp kocaman parçayı bir ısırışta yedi. Ağzı dolu bir şekilde, "Zeynep, bence dayağı hak ediyor," demesi ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an oldukça komik duruyordu.


"Neyse ne, hadi yemeğini ye."


"Siz hiç dokunmadığınız tabağınıza Aysun Hanım." Annem ayağa kalkıp Aysun Hanım'ın tabağına biraz daha sarma koydu. "Gerek yoktu Leyla Hanım, doydum ben." Annem Aysun Hanım'ın dedikleri ile daha fazla bir şey koymadı. Masada sohbet koyulaşmış, Yusuf'la Büşra'nın nikâh tarihine kadar kararlaştırılmıştı. Her şey hızla ilerlerken ben bu hıza pek yetişemiyordum. Daha doğrusu bu heyecanlardan oldukça uzaktım.


Masayı toparladıktan sonra kızlarla beraber balkona geçtik. Büşra parmağındaki yüzüğe bakıp sırıtarak, "Allah'ım rüya gibi," deyip iç çekti. O an Yusuf'la Bahadır'da yanımıza gelince Yiğit'in elinde telefonla dışarıya çıktığını gördüm. İstemsizce arkasından bakakalırken hemen balkon tarafına yürüdüğünü gördüm. Sinirliydi ve telefondaki her kimse onu daha fazla sinirlendiriyordu.


Diğer gençlerde gelmişti. Bakışlarım Bahadır'a kaydı. Şu son zamanlarda iyice dikkatimi çekiyordu.


"Bahadır, dönmemişsin."


"Tayin dönemleriydi biliyorsun, amcamla babam burayı yazmam için ısrar ettiler. Zaten ben de İstanbul'da bunalmıştım." Daha sonra aklına gelmiş gibi, "Hem sen de bu yönden bizi bilgilendireceksin," dedi. İkimizde o ara Ezgi'ye baktık. Ezgi Bahadır'ın yaptığı ima ile bozulmuştu. Hatta Bahadır'ın kendisini bile suçladığını görebiliyordu. Lakin kızamazdım Bahadır'a, sonuçta işini yapıyordu.


"Merak etmeyin, biz Zeynep'i sizin ima ettiğinizden fazla düşünüyoruz. Hem unuttunuz mu bunun sorumlusu sadece amcamla Yiğit değil, dedenizde sorumlu." Sert çıkan sesi kendine kolay hâkim olabilen bir yapıda olmadığını gösteriyordu. Bahadır kaşlarını çatıp, "Dedemiz hayatta olsaydı inan onu da suçsuz saymazdık," diyerek cevapsız kalmadı. Araları oldukça gergin geçerken, "İşinde titiz olan bir memur, ah gözlerim yaşardı," dediğinde Bahadır bu sefer daha fazla sinirlendi. Lafın mesleğine gelmesi hiç hoşnut etmemişti onu.


"Bu sizin yaşam alanınıza girmiyor, bu yüzden konuşurken kelimelerinize dikkat edin." Ezgi'nin gözleri doldu. Olduğu yerden doğrulup, "Hayvan," diyerek balkondan çıktı. Büşra peşinden giderken ben de Bahadır'a dönüp, "Ayıp ettin Bahadır," dedim. "Kızın suçu bile yok." Bahadır, "Zeynep, sahiden bunu diyor musun?" dedikten sonra o da balkondan Yusuf'la beraber çıktı. Büşra Ezgi'yi Yusuf'ta Bahadır'ı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ben aralarına girmedim, hem onları sakinleştirecek söz ben de yoktu. Arkama döndüm, Yiğit hâlâ telefonda konuşuyordu. Birden önündeki taşa vurdu. Bağırışını duyuyordum ama uzakta olduğu için ne dediği anlaşılmıyordu. Bu gece her ne kadar güzel olsa da bir o kadar gergindi. Önce babam, sonra olanlar... Hiçbirine yetişemiyordum. Bazı zamanlar çekip gitmek istiyordum; kimsenin olmadığı, beni kendimle yalnız bırakabileceğim bir yere... Hissizce soluduğumda yanıma biri geldi. Başımı gelen kişiye çevirdiğimde Emre Bey'le göz göze geldim. Yanında durmak istemediğimden dolayı olduğum yerden doğrulup yanından geçtim.


"Zeynep." İsmimi telaffuz etmesinden ötürü ufak bir an duraksadım ama onunla burada durma gibi bir niyetim yoktu. Olay istemiyordum çünkü. Hele ki bu manzaraya Yiğit'in şahit olmasını hiç istemiyordum. Ne kadar anlamamak için dirensem de bu geceki bakışları niyetini belli etmişti. "Benden kaçman için bir neden yok."


"Sizden kaçtığım falan yok." Mesafeli çıktı sesim. Onun aksine ben oldukça gergindim. Hem onunla ne konuşabilirdik ki? "Sadece bu gece olaysız geçsin istiyorum." Açık açık konuşacaktım. Bu benim için en büyük iyilik olurdu.


"Ondan mı korkuyorsun?" Kaşlarımı çatıp, "Ne alaka?" dedim. Bu ithamı neye göre söyleyebilirdi? Dışarıdan nasıl gözüküyordum ki bu kanıya varabilmişti? Yanıma yaklaşıp, "Her şeyi görebiliyorum sadece," demesi, "Bu sizi neden ilgilendiriyor?" diye sormama neden oldu. Cevabı ikimizde biliyorduk. En azından benim gibi konuşurken açık olmasını istiyordum.


Emre Bey sakince gülüp, "Beni alakadar etmez ama babanız abim gibidir, onun bu halinden ötürü size bunu sorma gereği duydum," demesi düşündüğümün aksini çıkarmadı. Beni geçiştirmesine gerek yoktu, açık açık konuşmalı ve benden uzak durmalıydı. Ses tonu, duruşu her şeyi ele veriyordu. Zaten bu onun kişisel alanı dışındaydı. Önüme geçerek, "Ben sana yardımcı olurum," deyip bakışlarını ben de daha fazla odakladı. Bu durum fazlasıyla rahatsız ediciydi. Yan tarafından geçecekken eliyle kapı pervazını tuttu. Boyu uzun olmadığı için yüz ifadesini görebiliyordum. Bakışlarındaki o hisle rahatsız olarak geri çekildim. "Kendini feda ediyorsun, bunu görebiliyorum ama ben sadece dediğim gibi seni bu durumdan kurtarabilirim."


Ses tonu sınırlarımı aşıyordu. Şu an bu olanların bir an önce bitmesini istiyordum. Evet, bu durumdan kurtulmak istiyordum ama bu durum Emre Bey'de haddi olmayan durumları öne seriyordu.


"Çekilir misiniz? Sizden yardım istemiyorum." Diğer taraftan geçecektim ama yine diğer tarafı tutması ile bana engel oldu.


"Zeynep." 


"Ne Zeynep!" Bağırdım. "Çekilin önümden yoksa içeridekileri başımıza toplarım." Dudağı kıvrıldı. Şu an sabrım taştığı için bunu yapardım. Bu geceyi bile umursamazdım.


"Daha ne kadar inat edeceksin?"


"Sen daha ne kadar inat edeceksin." Bu sefer konuşan ben değildim. Emre Bey arkasını dönemeden yüzüne yediği yumrukla geri savruldu. Olayın hızıyla çığlık attım. Hızlıca Yiğit'in önüne geçip, "Dur Yiğit!" dedim. Durmuyordu, beni görmüyordu hatta. Göğsünden itekleyip, "Lütfen, insanları başımıza toplama Yiğit," dediğimde bakışları bana kaydı. Biraz önce ben Emre'yi böyle tehdit etmiştim ama Yiğit'in çıkardığı olay bambaşkaydı. Lacivertlerindeki gazap daha tehlikeli bir hâl almıştı.


"Bu puşt seni sıkıştırıyor görmüyor musun? Ulan kırarım o kollarını." Beni kenara çekecekti ama izin vermedim. Zaten çoktan olay çevresi genişlemişti, şimdi ise buna son verilmeliydi.


"Lütfen, yalvarıyorum bak." Burnundan soluyup, "Zeynep, bari bu sefer beni sakinleştirme," dediğinde sesi oldukça yüksek çıktı. Engel olacaktım, durum ne olursa olsun beni dinlemeliydi. Gözlerini kapatarak soludu. Bakışlarını Emre Bey'e dikip, "Umarım bir daha karşıma çıkmazsın," dedi. Son kez Emre Bey'e öfkeyle bağırıp bileğimden tuttuğu gibi çekiştirdi. Canım acıyordu ama o farkında değildi. Gözü dönmüştü bir kere, konuşsam da beni dinlemezdi. Balkona dolan ailemle durmak zorunda kalsak da Yiğit'in kimseyi görmeyen gözü sayesinde tekrar çekiştirildim.


"Dur orada Yiğit." Konuşan babamdı. Fakat Yiğit babamı bile duymuyordu. Beni çekiştirmeye devam ederken babam, "Sana dur diyorum," deyince bu sefer Yiğit babamın kararlı sesiyle durmak zorunda kaldı. Bu gece hiç olmadığı kadar öfkeliydi. Babam bir Emre Bey'e bir bize bakıyordu. Emre Bey getirilen peçete ile kırılan burnuna baskı uyguluyordu. Şu an ona hiç üzülmüyordum, bunu kendisi istemişti. Olacakları biliyordu. O da tıpkı Yiğit gibi sinirliydi ama bu siniri Yiğit'e karşıydı.


"Anlatacak mısın olanları?" Emre Bey yanımıza gelip, "Öfkesiyle bir cehennem yaşatıyor, neyini anlatsın Abdullah abi," dedi. Yiğit, Emre Bey'in üzerine yürüdüğünde babam onu engelledi. Elinde olsa tekrar sert bir yumruk atardı.


"Ya da dur bir dakika, babanı abim gibi seviyorum deyip nasıl yürüdüğünü mü anlatayım?" Yiğit'in geri verdiği cevap babamın Emre Bey'e, "Doğru mu bu Emre?" diye sorguya çekmesini sağladı. Emre Bey önce duraksadı. Vereceği cevap onu bir hayli zorlasa da, o gerçekçi olmayan cevabı ile, "Öyle şey mi olur Abdullah abi, ben sadece Zeynep'in içinde bulduğu durumu anlamaya çalışıyorum," demesi babamı bile inandırmadı. Bu yüzden, "Bizim ailevi meselelere ben karar veririm sen değil. Seni severim ama yanlışını kabul etmem," diyerek sert ama bir o kadarda sakin bir üslupla cevap verdi. Emre Bey sinirlense de belli etmeyerek evden çıktı. Babama karşı gelemiyordu, babam ise diğer türlüsüne müsaade etmiyordu.


"Ezgi inin aşağıya gidiyoruz." Ezgi başını usulca sallayıp odadan eşyalarımızı alıp geldiğinde herkese veda edip çıktık. Aysun Hanım'la Ezgi bize pür dikkat bakıyorlardı. Aysun Hanım, konuşmak istiyordu ama bir yandan çekiniyordu. Arabaya bindiğimizden beri hiç kimse konuşmadı. Aysun anne ile Ezgi Yiğit'ten çekiniyorlardı. Benimde konuşasım yoktu zaten. Başımı kapıya yaslayıp dışarıyı izledim sessizce.


Ezgi'yi eve bıraktıktan sonra biz de eve gelebilmiştik. Odaya çıkarak önce namazımı kıldım. Saat neredeyse 02:00 olmuştu. Düzensizleşen uykum, yorulan ruhum artık beni dirençsiz bir hale bürümüştü.


İç sıkıntımı bir tarafa atıp boş sürahiyi alarak odadan çıktım. Suyumu doldurduktan sonra odaya geri döndüğümde odada Yiğit'i buldum. Tekli berjerde oturmuş öne eğilerek dirseklerini dizlerine yaslamış öylece yere bakıyordu. Beni görünce yavaş yavaş dikleşti. Onu görmezden gelerek yatağa ilerledim. Sürahiyi başucumdaki komodine koyduğumda arkamdan gelişini tam dibimde durunca anladım.


"Çıkar mısın, yatacağım." Kolumu kavrayıp kendine çevirdiğinde yan tarafından geçerek diğer tarafa geçmek istedim ama birkaç adım attığım anda beni durdurdu. Gazabı sönmüştü ama ben öfkeliydim.


"Konuşalım çıkacağım." Kolumu elinden çekip, "Konuşmak istemiyorum," dedim.


"Ben de konuşacağız dedim."


"Ya sen öfkeni alıp bir odaya kapanamıyor musun? İstemiyorum dedim neyini anlamıyorsun?"


"Sakin mi dursaydım? Akşamdan beri sabrım sınanıyor zaten, bir de sen gelmişsin bana öfkelisin diyorsun."


"Senin bu öfkelerinin söneceği yer ben olmayacağım. Git kendi kendine sakinleş. Ben kavgadan da, senin bu tutumundan da nefret ediyorum." Yatağa geçip uzandım. "Çıkarken ışığı örter misin?" Beni dinlemeyip yanıma yattı. Gözlerim kocaman açılırken, "Ne yapıyorsun sen?" dedim. Güldü, o an insafsızlığı yine kalbimi çileden çıkardı.


"Bu gece öfkemi senin kokunda söndüreceğim." Dirseğini yastığa dayadığında aklıma gelenle komodinin üzerinde duran dolu bardağı alıp yüzüne savurdum. Aniden irkilince, "Bence de sönmelisin," dedim. Elimdeki bardağı alıp fırlattığında korkuyla sıçradım. Çok fena bakıyordu ve ben geri geri gidiyordum, o ise benim üzerime geliyordu. Omuzlarımdan ittirip yatağa yatırdığı anda kollarını mengene gibi bedenime sardı.


"Ama bu yaptığın karşılıksız kalmaz." Başını göğsüme koyup, "Cezanı çekeceksin," dedi. Sakinleşmesi beni rahatlatsa da bu kadar sakin olması şaşırttı. Kıpraşacak alan bile vermezken boğuk bir sesle, "Saçmalıyorsun," dedim. "Sana yanımda yatabilirsin demedim." Üzerime eğilip, "Ama su atarken göze aldın," diyerek gözlerini kapatıp nefesini soludu.


Başını kaldırıp bana bakarak sırıttı. "Hadi karıcığım rahat davran artık." Tekrar başını göğsüme yaslayıp, "Benim çok uykum var," dedi. Buradan gitmemin mümkünatı yoktu. Birkaç dakika geçtiğinde uykuya daldığını gördüm fakat ben uyuyamıyordum. Kolu katiyen gevşemiyordu. "Yiğit, dedim fısıltıyla. Duymadı beni. Kolunu üzerimden çekmek istediğimde, "Uyu mavi," dedi mırıltılı bir sesle. Nefes alamıyordum. "Böyle yapışırsan nasıl uyuyayım," dedim yarı kızgın yarı fısıltılı sesle. Yiğit'in dudağının kenarı kıvrıldığında benimle oynadığını görebiliyordum.


Loading...
0%