Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@rumeysadoganm

İnsan bir anın içine düştüğünde o an bir zamana hapseder düşünceleri. O düşünceler ya ziyandır ya kaderdir. Ben neresindeydim bu düşüncelerin bilmiyorum. Dün gece yanımda yatan adama karşı koyamayışım ziyana sürüklüyor zannederken kaderimi mi öne sürüyordu onu bile bilmiyordum. Kalbim hüküm yemişçesine atarken kalp atışlarımın sebebine kızamıyordum. Bu hissettiklerim beni korkutuyordu.

Gece onu yanımdan kovarken, hiç olmadığım kadar öfkelendiğimi hatırlıyorum. Şimdide hiçbir şey olmamış gibi papatya getirmesi içinden çıkılmaz durumun tam ortasına atmıştı beni.

Daralan nefesimle beraber yatak başlığına sırtımı yaslayıp elimdeki papatya ile oynadım. Sabah uyandığımda karşılaştığım tek şey bu papatya olmuştu. Düşüncelerimin parmaklarımdan yayılmasına izin vererek her yaprağını tek tek okşadım. Düşüncelerimi bozan kalbime saplanan sızı oluyordu her seferinde. Sadece şu andan öteye giderek reva gördüğüm birçok şey vardı.

Papatyayı suyun içine koyup yataktan kalkarak önce düşüncelerimi kenara atarak kendime çeki düzen verdim. Odadan çıktığımda Yiğit’in odasından gelen öfkeli sesi oraya doğru adımlamama neden oldu. Kapının önüne geldiğimde Yiğit yine birilerine öfkesini kusuyordu. O an kapı açıldı ve göz göze geldik. Bir adım geriye gittiğimde önce bana bakıp akabinde, “Bir şey mi oldu mavi?” dedi. Hesap sormamıştı neden kapıda olduğuma dair fakat ben ona, “Bağırışını duydum,” dedim ondan laf almak istercesine. Karşılık vermeyip odadan çıktığından peşi sıra yürüdüm. “Bir sorun olmalı.” Devam ettim yine bir şey der umuduyla. O sadece, “Hiçbir şey olmadı,” dedi. Üstü kapalı beni geçiştirmesi sinirimi bozuyordu. Ona bakmayı tercih ettim, yine de o bana bakmaktan kaçındı adeti olmadığı halde. Merdivenlerden inerken sadece buradan gitmeyi, telefondaki kişiden hesap sormayı istiyordu. Öylede oldu, dış kapıya ilerlerken, “Telefonda ne geçtiyse, yine oraya gidiyorsun,” dedim. Sesimdeki kırgınlık kaçırdığı bakışlarını bana çevirmesini sağladı. Gözlerindeki o yabancı his biraz olsun uzaklaştı fakat çok sürmeden yabancılaştırıp benden uzaklaştırdı. Üzerine montunu geçirip, “Şirkete geçeceğim sadece,” dedi. Sesi sakindi ama sakinliğinin altında patlamaya hazır bomba vardı. Onu tanıyor, onu anlıyordum artık. Onu durdurmalıyım diye düşündüm ama sonradan vazgeçtim. Beni dinlemeyeceğini biliyordum, yine de ona engel olma isteğim beni dürterken, “Şirket senin için kaçış değil ki,” dedim. Soğuk bakışlarındaki o esintide savruldum. “Artık bir son vermelisin buna.”

Bir şey demeden evden çıktığında öfkeyle soluyup ben de peşinden ilerledim. Beni yanında görünce, “Eve geç Zeynep,” dedi soğukluğunu biraz daha ürpertici hale sokarak. Ne zaman canı sıkkın olsa ismimle hitap ederdi. Bu onun diğer yönüydü. “Geçmeyeceğim.” Ona engel oluyordum, bu engellemelerim onun içindi. Onu düşünüyor olmam gerçekten şaşırtıcıydı. “Betül, Zeynep’in yanında dur.” Betül yanıma gelirken arkasından, “Biraz olsun beni şaşırt Yiğit,” dedim bağırarak. Bıkkın çıkan sesimde artık olayların normale dönüşmesini istiyordum. Bu ne kadar gereksiz bir düşünceyse o düşüncede ona hayatını ispatlamaya çalışıyordum. Beni dinlemeyip arabaya bindiği gibi uzaklaştı. Ona dair sadece araba tekerlerinin çığlık atan sesi kaldı. Bu gidiş kıyamete gidişti. Ona karşı ne zaman ılısam o yine beni şaşırtmayarak bu haline kızmamı sağlıyordu. Öfkemi alarak eve geçtim. Aysun Hanım birkaç günlüğüne şehir dışına çıkacağını söyleyip benimle vedalaştıktan sonra evde Halime abla ve benden başka kimse kalmadı. O da zaten akşam olunca müştemilata geçiyordu. Ezgi geldiğinde kahvelerimizi yapıp bahçeye geçtik. Karşılıklı oturduk çardakta.

“Yine gitti,” dedim Ezgi’ye kısa bir bakış atıp. Anlamadığı için, “Kim?” diye sordu.

“Yiğit. Yine bir şeylere sinirlenip öfkesini çıkarmaya gitti.” Ezgi fincanını masaya koyup, “Ne olmuş ki, demedi mi sana bir şey?” dediğinde omuzlarımı düşürdüm. “Bilmiyorum, sadece bağırışlarını duydum.”

“Belki düşündüğün gibi değildir.” Başımı olumlu şekilde sallayıp, “Beni geçiştirmek mi bu?” diye sordum. “Ben her şeyin farkındayım.” Öyle olmasını isterdim ama benim isteklerim çok da geçerli olmuyordu. “Olmamak için gözümün de kalbimin de kör olması lazım.” Gördüklerimden, yaşadıklarımdan sonra katı kesiliyordu kalbim. Bu kadar hengamede yine de Yiğit’e kendimi kaptırmam beni o hengameye daha çok sürüklüyordu. Kapılıyordum ve bunun için kendime engel olamıyordum.

“Zeynep, bir şey diyeceğim ama kızma.” Ne diyeceğini gayet iyi biliyordum. Ne zaman Yiğit hakkında konuşsak konu ikimizle bitiyordu.

“Ezgi, yine başlama lütfen.”

“Ya sadece soruyorum, ufacıkta olsa farklı hissetmiyor musun?” Zihnimi yiyip bitiren düşünce buydu aslında. Ufacıkta olsa…

“Peki, ben sana bir şey desem…” Sorgular gözlerle baktı. “Mesele dediğin gibi olsa ben Yiğit’e karşı bir şey hissetsem…” Işıl ışıl oldu o an gözleri. Yüzüne canlılık geldi. Ben onun bu kadar ciddi olduğunu düşünmüyordum ama o beni yanıltmıştı. “Sence bu sevginin bedelini nasıl öderim?”

“Yiğit.” Usulca söylendi. Bir an dalıp gitti. Aklına ne gelmişti bilmiyorum ama uzaklara dalıp gittiğini fark ettim. “Ben senden öncesinde Yiğit’in hayatına çok müdahil değildim, hatta onun ne kadar katı olduğunu biliyordum. Ama bedel ödeyecek biri varsa ikinizde ödüyorsunuz. Sana geçmişi bir tek o gösterecek, o zaman karar verirsin Zeynep. Sadece şunu söyleyeyim, o seni çok güzel seviyor.” Sesi buruk çıktı. Başka bir şey diyemedim. İnsan nasıl severdi sahi? Aşk nasıl bir duyguydu. Kızsan da öfkelensen de sonrasında tek bir hamlesiyle yüzünün gülmesi miydi? Ya da bazı zamanlar yakınındayken nefesinin kesilmesi miydi? Bunlar değildi bence. Ben sadece alışkın olmadığımdan böyle hissediyordum. O bir yabancıydı, bu yüzdende Allah’ın bana verdiği ar duygusundan bunları hissediyordum. Eğer aşk olsaydı hissederdim. Hissederdim değil mi?

“Hiç aşık oldun mu Ezgi?”

“Bir keresinde olmuştum ama ergenlik işte…”

“Şimdi peki, aşk hakkında ne düşünüyorsun?”

“Bilmem, çok güzel bir şey olmalı.” Bunu ben de bilmediğim için cevap veremedim. Sadece korktuklarımla sınanmak istemiyordum. Bakışlarını benden çekerek telefonuna gelen bildirimle ilgilenmeye başladı. Sanırım onunda artık bir cevabı yoktu. Oturduğum yerden kalkarak acıkan karnımı doyurmam için mutfağa yöneldim. Akşam vaktine çok zaman kalmamıştı ve ben kahvaltı yapmadığım için acıktığımın yeni yeni farkına varıyordum. Akşam Yiğit’le aynı evde baş başa kalmamız beni geriyordu bir yandan.

Ezgi bana yardım etmek istediğinde son anda işinin çıkması ile bana veda edip evden ayrıldı. Halime ablayı da dinlenmesi için gönderdim, zaten çok bir iş yoktu. Yoruluyordu bütün gün, hem ev hem de korumaların yemeği derken. Akşam namazını kıldıktan sonra kendime ufak bir tabak hazırlayıp yemeğimi yedim. Yemeği yedikten sonra kahvemi yapıp salona geçtim. Televizyon açarak kanalları dolandığımda ilgimi çeken belgesel ile köşeme kuruldum.

Saatler geçmiş, benim gözlerim kapanmaya başlamıştı. Saate baktığımda 00:30’du. Televizyonu kapatıp panoramik pencereden dışarıya baktım. Korumalardan başka kimse yoktu. Bu gece korumalar biraz daha artmış, yoğunluk biraz daha çoğalmıştı. Yiğit’ten haber yoktu, zaten ne zaman haber vermişti ki? Sıkıntıyla telefona bakıp durdum. Belki mesaj atar umuduyla beklentiye girmiştim ama bu sakinlik beni çileden çıkarıyordu. Zaten sabahtan kalan kızgınlığım vardı ama merakım bunu bile umursatmıyordu.

Odaya geçtiğimde uyuma isteğim tamamen yok oldu. Kendimi itelediğim bu histe salona geri döndüm. Aramalı mıydım? Bunu yapmayacaktım. Avucumun içinde telefonu vurup camdan dışarı bakmaya devam ettim. O an kapı çaldı. Endişeyle kapıya baktığımda, “Benim Zeynep Hanım, Betül,” diyen sesle rahatladım. Uyumadığımı biliyordu. Kapıyı açtığımda yorgun ifadeyle bana baktı.

“Bir isteğiniz var mı diye gelmiştim, rahatsız etmedim umarım?” Sanırım uyumadığımı görünce gelmek istemişti. Yiğit sayesinde evin bu kadar fazla gözleniyor olması oldukça normaldi. Umutsuzca omuzlarımı düşürüp, “Yok sağ ol, içeriye gelsene,” dedim. Çekingen bakışları beni bulduğunda gülümseyip, “Hadi gir,” dedim. Dediğimi yapıp içeriye gelerek benim gibi ayakkabılarını çıkardı. Salona geçip oturdu. Ona kısa bir süre baktım. Benden küçük olmalıydı. Ne kadardır Yiğit’le çalışıyordu bilmiyordum ama bu hiç de kısa vadeli gözükmüyordu.

“Kahve?” Sorum ile bana baktı.

“Hiç zahmet etmeseydiniz.” Kaşlarımı çatıp, “Ne zahmeti!” dedim. “Hem şu sizli bizli hitapları bıraksak.”

“Ama...” Ters bir bakış atınca sözü yarıda kaldı. Hem sevmiyordum mesafeli davranmayı ve bu gece en azından birinin bana eşlik etmesi iyi olacaktı.

“Betül, lütfen. Kızıyorum. Hem uykum yok, kız kıza sohbet ederiz.” Göz kırptığımda kocaman gülümsedi. Bu yaklaşımım onu mutlu etmeye yetmişti. Başını usulca sallayıp, “Peki,” dedi. O da benimle mutfağa geldi. Kasılmış vücudunun gevşediğini görebiliyordum. Betül’e göz ucuyla baktığımda oldukça güzel kızdı. Uzun boyluydu. Sarı saçlı, ela gözlüydü. Ne yuvarlak ne de uzun yüz hattı vardı. Yanaklarındaki gamzeler onu güldüğünde sert mizacından uzaklaştırıyordu. İş zamanında genelde ciddi biriydi. Şu an nadir gördüğüm o gülümsemesi onun güzelliğini bir kez daha fark etmemi sağladı.

“Anlatsana kendini biraz.” Hem kahveyi yapıyor hem de merak ettiklerimi soruyordum. Önce konuşmada zorlansa da bana biraz daha alışıp uzak tavrını kenara bıraktı.

“Ailemi uzun zaman önce kaybettim. Tatillerde kendime ait evimde zaman geçiriyorum. Kendi başıma, sade bir hayatım var. Zaten çoğu zaman buralardayım.”

“Seni daha önceden görmemiştim burada.”

“Önceden şirkette güvenlik işiyle meşguldüm, Yiğit Bey senden bahsedince haliyle kendimi burada buldum.” Gülünce gülüşünün altındaki o imayla kaşlarımı aralayıp, “Anlaşma yaptınız yani,” dedim imasına karşılık. Kahvesini önüne koyup tabureye oturdum. İmama rağmen bozulmadı.

“Bir nevi...” 

“Kendimi habersiz işlerin içinde buluyorum. Ketumluğunuz beni öldürecek.” Betül gülümseyip kahvesinden bir yudum aldı. Şirkette nasıl bir iş yoğunluğu vardı bilmiyordum ama buraya gelince çok da serbest olduğu söylenemezdi. Her ne kadar benim için iyi olmuş olsa da onun için büyük bir risk addediyordu burası. “Bu gece ketumluğunu bir kenara atabilirsin mesela.” Neyden bahsettiğimi anlayınca kollarını iki yana açıp, “Beni sürdürmek mi niyetin Zeynep? Söylersem neler olacağını sen biliyorsun,” deyip bakışlarını benden kaçırdı. Öyleydi, Yiğit bu konu hakkında konuşulmasını sevmiyordu. Özellikle konu bensem bu olanların dışında kalmamı istiyordu.

“İyi ya devam edin böyle, ben de böyle sürprizlerin ortasında bir gün ölüvereyim.” Dudağımı büzüp, “Vebalim olacaksınız vebalim,” dedim. Serzenişle çıktı sesim. Çocuk gibi kollarımı birbirine dolayıp yüzüne ikna edici bir şekilde baktım. Betül güldüğünde, “Hiç gülme öyle,” dedim. Hem kahvelerimizi içiyor hem de birbirimizi tanıyorduk. Betül’ün hayatında kimse yoktu, bu yalnızlığı beni üzmüştü. O alışmış gibi dursa da, eksikliğini yaşadığını görüyordum. Kendi kendine kurduğu dünyaya dâhil olmak istercesine, “Sık sık yapalım bu sohbetleri,” dedim. Yeni birileriyle tanışmayı seviyordum. Betül’de buna dâhildi. Minnetle bana bakıp, “Teşekkür ederim,” dedi. “Uzun zamandır böyle vakit geçirmemiştim.” Buruk sesinde farklı bir durum vardı ama o kadarını soramadım. Sanki bir şeyler yaşamış, hâlâ da yaşıyormuş gibiydi.

Sohbetimizi kesen sabah ezanı oldu. Bu saate kadar oturmamız beni şaşırttı. Saatin bu kadar hızlı geçeceğini tahmin etmezdim. Betül izin isteyerek evden çıktığında ben de namazımı kılıp yattım. Beklediğim kişi gelmemişti, beni yalnız bırakışından ötürü geldiğinde neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. En azından bu gece gelmesini isterdim.

...

Üç gündür evde Halime abladan başka kimse yoktu. Yiğit yoktu, en önemlisi de Ezgi’nin de kayboluşuydu. Evden çıkmama müsaade edilmiyordu. Aysun Hanım ise işinin biraz daha uzadığını haber etmesi huzursuz etti.

Dışarıdaki araba sesleri Yiğit’in geldiğinin habercisiydi. Çok geçmeden içeriye Yiğit geldi. Yorgun gözüküyordu. Beni gördüğünde önce duraksadı ardından merdivenleri hızlı hızlı çıktı. Peşinden gitmedim, ona soracak hesabım kalmamıştı benim. Neyi sorabilirdim ki artık? Bunca soru birikmişken bu yaptıklarında, tek bir cevaba sığdıramazdım olanları. O bana verecekti cevabı ben ise verene kadar bekleyecektim.

Onu umursamamaya çalışarak kendi odama geçtim. Saatler boyunca sesi çıkmadı. Sinirleniyordum artık. Bana karşı umursamazlığına anlam veremiyordum. Saatler geçti, uyudum uyandım ama o benden yine kaçtı. Ben sadece susmakla kaldım. Sabah namazını kıldıktan sonra salona indiğimde alt kattan gelen sesle oraya yöneldim. Alt katta spor salonu vardı. Ben daha önceden inmemiştim alt kata ama Halime ablanın evi anlatışından ötürü biliyordum nerede ne olduğunu. Yiğit’i gördüm. Üzerinde şorttan hariç bir şey yoktu. Önce bakmaktan kaçındım. Kaslı vücudu terin içinde kalmıştı. Bedenine iyi baktığını anladım. Kalbimin atışını dizginleyip ona bakmamaya özen göstererek yanına ilerledim.

Bütün öfkesini kum torbasından çıkarır gibi bir hali vardı. Beni görmedi, kum torbasına vurmaya devam ederken yan tarafında durup, “Cezayı kum torbası mı çekiyor yoksa daha hırsını alamadın mı?” diye sorduğumda kum torbasını durdurup bana baktı. Ona kısa kısa bakıp bakışlarımı hızla kaçırıyordum. Elini terli saçlarının arasından geçirip saçlarını terden arındırmak ister gibi savurdu. Elinin tersiyle alnını silip, “Verilen ceza kum torbasından ötede,” dedi.

“Sana göre,” dedim beni kastettiğini bilerek. Yüzüne baktığımda hiçbir emareye denk gelemedim. Bu sefer yorgunluk vardı bakışlarında. “Bana göre olsaydı cezadan ötede bir halde olurdum,” deyince havluyu alıp terini sildi. Yine beni görmezden geliyordu. Küsmüş müydü yani, hem de bir çocuk gibi. Neydi bu tavırlar! “Ne bekliyorsun?” dedim ona karşılık. “Kaç gündür gelmiyorsun, sonradan bana bunu ceza olarak mı tabir ettiriyorsun? Bencilsin Yiğit Soydan, kendini üste çıkarabilecek kadarda arsız.” Hınç dolu sesim sonlara doğru yükseldi. Elindeki su kupasını öfkeyle sıkıp parçaladı. Kan zeminde yerini alırken dehşetle eline baktım. Ne yaşamışsa oldukça öfkeliydi.

“Doğru,” dedi kendini haklı çıkarmayarak. “Bencilim.” Sesi sertleşti. “Üste çıkabilecek kadarda arsız.” Üzerime doğru yürüdü. Sertçe yutkundum, ürperiyordum bu yaklaşımıyla. “Birini öldürebilecek kadarda katil.” Hepsini bana karşı koz olarak kullanıyordu. Duvarla bütünleşen sırtım kaçacak yeri yok etti. Parmağını köprücük kemiğimin üzerine koyup, “Ama,” dedi silikleşen sesle. “Bir sana bencil olmak, arsızlığımı yüzüme çarpıyor.” Parmağını geri çekip elini yan tarafına düşürdü. Bu sefer üzerime gelmeyip geri döndüğünde, “Bana bencil olman beni iyi hissettirmiyor, aksine beni bu durumdan alaşağı ediyor,” diyerek benimde ona karşı yenilmişliğim söz konusu olmadı bu sefer. O soğukluğunda beni ürpertiyor ben ise onun bu soğukluğuna ket vuruyordum.

Yaralı eline doladığı havluyu sıkıp, “Hiçbir şey seni o duruma sokmuyor, sen kendini değil beni alaşağı ediyorsun düşüncelerinle,” dedi. Benden uzaklaştığında ben de odaya çıktım. Beni suçlu göremezdi. Bunları hak etmiyordum. Ne dersem hepsinde haklıydım. Üzerime ferace giyinip evden çıktığımda sabrımı sınayan korumalara, “Yeter artık!” diye bağırdım. Korumalardan birkaçı kenara çekildiğinde Betül geldi ama onu da görmek istemiyordum. Bu evden birkaç saatte olsa uzaklaşmak, yalnız kalmak istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Sadece yalnız kalmaya, düşünmeye, kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı. Kaç aydır ya evde ya mahalledeydim. Bu beni gerçekten yoruyor, dibe çekiyordu.

Gücümün kalmadığı noktadayken Yiğit geldi. Onu görmek bu halimin en dibine soktu beni. Suçlayıcı ifadesi hiç kaybolmamıştı. Kaç gündür kendimi frenlemeye çalışıyordum fakat yine de ben suçlu oluyordum.

“Sakın,” dedim eli havada kaldığında. “Buradan gideceğim ve sen bana engel olmayacaksın.”

“Beni istemiyorsun madem, Betül’le Kerem senin ardında olacak.”

“Ben mi anlatamıyorum Yiğit, istemiyorum. Artık beni bir alana hapsetmekten vazgeç.” Yiğit sabır dilenir gibi mırıldanıp bileğimden tuttuğu gibi beni köşeye çekiştirdi. Korumalar çevremizden bir bir uzaklaşırken, “Asıl ben mi anlatamıyorum?” dedi. “Sana bu alanı sunan ben miyim Zeynep?” diyerek bağırdı. “Anla şunu artık, anla ki her yere yetişmekten vazgeçeyim.”

“Uğraşma o zaman.” Boynumdaki kolyeyi çıkarıp eline sıkıştırdım. Artık birilerinin garantisine sığınmak istemiyordum. Özellikle boynumdaki kefaret zaten beni ölüden farklı hissettirmiyordu. “Mesele bu, ama ben bu kolyenin bana sunduğu hayattan nefret ediyorum.” Yiğit kolyeyi elime sıkıştırıp, “Bu senin elinde değil,” diyerek kolyeyi takmamı istedi ama takmadım. Bana kolye değil zincir bağlamışlardı. Bundan sonra hür olmadığımı söylüyorlardı. “İstemiyorum ya, ben ne bu kolyeyi ne de beni kurtaracak garantiyi istemiyorum. Öleceksem ben ölürüm size ne!” Onu arkamda bırakıp eve geçtim. Buradan çıkışım yoktu, kendimi sıkıştırdığım bu dört duvar sunduğum o gülüşlere bir set çekiyordu. Kapıyı kilitleyip yatağa oturdum. “Allah’ım dayanma gücü ver,” diyerek duadan başka yapabileceğim bir şeyimin olmadığını anladım. Akan gözyaşlarımın canımı yaktığı andaydım. Yiğit’e karşı tavrım belki fazlaydı ama ben bu olanlara dayanamıyordum artık.

Dua olmasaydı içimi kime dökerdim? Rabbim bana belki bir kapı açmıyordu ama daha güzel kapılar için bekletiyordu. Benim şer sandıklarım aslında imtihanımdı. Bu imtihanı hakkıyla verirsem o zaman hür olacaktım.

Loading...
0%