Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@rumeysadoganm

Nereye gittiğimizi bilmeden yol boyunca ilerliyorduk. Şehir dışına çıkmıştık. Ara sıra Yiğit’e soru sorduğumda beni geçiştiriyordu. Geçen eline zorla sıkıştırdığım kolyeyi bana geri verdiğinde olanlarla ilgili olduğunu az buçuk tahmin edebiliyordum. Birçok il geçmiştik. Ankara yoluna girdiğimizi anlayınca merakım biraz daha arttı. İşle ilgili olduğunu söylemişti ama işin içinde yine bana verilen görevler vardı. Boynumdaki kolye bunun örneğiydi. Gittiğimizde ne yapacağımı merak ediyordum aslında. Gün geçtikçe her şey bir bir açığa çıkıyor ve ben bu gerçeklere biraz daha alışıyordum. Alışmamam gereken bunca olaya ben artık tepkisiz kalabiliyordum.

“Ne işimiz var buralarda bir açıklama yapmayacak mısın?” Yiğit kısa bir an bana bakıp, “Artık patron sensin,” dedi. Dudakları ihtişamla kıvrıldı.

“İmza meselesi mi?”

“Biraz da çip meselesi.” Doğru tahmin etmiştim. Yine de benlik olan mesele neydi bilmiyordum. Başımı dışarıya çevirip akıp giden yolu izledim. Olağanca durumun içinde bir gün bunun olacağını bilmem gerekiyordu. Tedirgindim sadece. Bir an önce olup bitsin istiyordum her şeyi. Yabancı kaldığım bu hayat bana ağır geliyordu.

Kalabalık şehir merkezinden uzaklaştık. Büyük bir şirketin önüne geldik. Yiğit arabadan inerken ben de peşinden indim. O ara şirketten birkaç güvenlik önümüze geldi. Bu kadar sıkı güvenliği görmezden gelemiyordum. Korumalar bize eşlik ettiğinde şirkete değil de başka bir girişe yöneldik. Ne olduğunu hâlâ anlayamıyordum. İçeriye girdiğimiz an da karşıdan mütebessim ifadesini takınmış biri geldi. Yiğit’e yaklaşıp, “Hoş geldiniz,” diyerek önce Yiğit’le tokalaşıp ardından bana elini uzattı. Hiçbir karşılık vermeden başım ile selamladım. Adam bu tavrıma bir anlam vermezken elini geri çekip, “Kasa öylece sizi bekliyor,” dedi. Yiğit’e kısa bir bakış attım. Ona baktığımı anlayınca elimi tuttu. Tedirgindim… İsterse en iyi sözleri söylesin yine de rahatlayamazdım.

“Kimse girmedi değil mi o odaya?” Vedat Bey gülerek, “Senin güvenliğinden geçene helal olsun,” diyerek karşılık verdi. Bu söz ne kadar şakada olsa Yiğit’in hoşuna gitmedi. Merak ettiğim o odaya geçtiğimizde gerçekten de kapıda bekleyen adamlar beni bile şaşırttı. Vedat Bey’in dediği kadar vardı. Vedat Bey, dolaptan bir kasa çıkarıp masanın üzerine koydu. Şimdiden bana düşen vazife neyse öylece gözümün önündeydi. Kendimi olağanca kasvetin içinde hissediyordum. Bunu yapmak istemiyordum fakat yapmak zorundaydım. Yapmalıydım, yapmazsam şayet diğer tarafın hükmüne şahit olacaktım. Anladığım şu ki karşı taraf sandığımdan daha tehlikeliydi. Yiğit elimi şefkatle sıkıp, “Hadi,” dedi. Yardım ister gibi baktım gözlerine. Beni bu durumdan kurtarsın istedim ama o beni bu duruma daha çok itti. Gülümseyip benimle beraber yaklaştı kasaya. Kolyeyi işaret ettiğinde kolyeyi boynumdan çıkardım. Yiğit’in anlatımıyla kolye ucunun alt tarafını kilide yaklaştırdığımda klik sesini duymamla beraber kasa açıldı. Yiğit içerisinden birkaç dosya çıkarıp birini bana uzatıp diğerlerini masaya koydu.

“Bu dosya sen de kalacak, daha sonra sana bunu açıklayacağım. Diğerine ise senin imzan gerekiyor.” Eğilip dosyaya baktım. Dosyada eski bir tarih vardı. Üzerinde Mahir Bey’in ismi vardı. Amcasıydı Yiğit’in ve tuhaf olanı da bütün hisselerin Mahir Bey’in üzerinden çekilmesiydi.

“Onu imzalarsan Mahir’le aramdaki bağ azalacak.” Mahir Bey’e amcam bile demiyordu. Aralarındaki husumeti bilmediğimden merakım dosyalarla daha çok kabardı.

“Bunu kabul etmezsem peki?” Yiğit hiç düşünmeden, “O gördüğün görüntülerden daha kötü bir görüntü hep önümüzde olacağını gösterir,” diye cevap verdi. “Bu dosya saklıydı Zeynep, senin bu sürece gelmen dosyayı gün yüzüne çıkardı.” Sebepsizce imzaladım dosyayı. Belki de güven meselesiydi bu. Yiğit'e ilk defa güvenmemin verdiği korkuyu yaşıyordum yine de güvenmekten başka çare bulamıyordum. Bu olduğum yer onun yüzündendi çünkü. Babasının bana bıraktığı kolye yüzündendi. Kolye sadece beni korumakla kalmıyordu, bir anahtardı da hatta bir parmak izi. Saklı kasaları açan, sadece bana özel bir kolye… Ve o kolyede gizli bir bilgi daha vardı ki, işte onu ben de bilmiyordum. Yiğit beni kendine çevirip, "Babamın garantisi sendin. Eğer imza benim üzerime olsaydı ne yapıp ederler bana imzayı attırırlardı” deyince yüreğime sıkıntı oturdu. Lakin Mahir Bey neden yapsındı ki bunu? Sessizce inşirah okuyup cevap vermeden odadan çıktım. Yiğit’le Vedat Bey’de peşimden çıktıklarında bu gece burada kalacağımızı öğrenmem hiç iyi olmamıştı. Vedat Bey kendilerinde misafir olmamızı isteseler de Yiğit kesinlikle kabul etmedi. Bu da benim işime gelmişti zaten. Otele geçecektik fakat Yiğit otelden önce birkaç mekân gezmemizi istedi. Benimde kapalı alana girme isteğim yoktu. Sessiz sakin bir yere gitme isteği olsa da arkamızdaki korumalardan ötürü bu isteğimi es geçtim. Sanırım hayatımız bundan ibaretti bundan sonra. Özgürlüğümü özlemiştim.

Eymir Gölü tarafına geçtik. Göle yakın yerdeki banklardan birine oturduk. Bakışlarım karşıyı bulurken elimde hissettiğim ağırlıkla yan tarafıma bakmak zorunda kaldım. İrademi zorlasam da bu olanaksızdı. Gözlerim dolduğunda hızla bakışlarımı çektim.

“Dolan gözlerinin müsebbibi benken, sana nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum.” Söylediği sözde bir karşılık bulamadım. Sebebi oyken sensin diyemedim. Önceden olsa derdim ama şimdi hislerimdeki roller bile değişmişti.

“Sana kızmam gerekiyor değil mi?” Hafiften gülerek başını salladı. “Sana neden kızamıyorum peki?”

“Çünkü sana büyü yaptım.” Burukça gülümsedim. Şu an duygusallık falan kalmamıştı.

“Biliyor musun, bir ara yüzüne yumruk çakmak istemiştim.”

“Yüzümü bozmana müsaade edemem.”

“Bunu bana mı diyorsun?” Dirseğini banka yasladıktan sonra bana bakmaya devam etti. Keyifli bir gülüşü yüzüne yerleştirdi. Buna ben de dahil oldum.

“Benim vurduğum yerde gül açar diyorsun yani.” Ben de onun gibi dirseğimi banka yasladım. Ben gayet rahat oturmuştum ama o banka sığamadığı için oturuşunu biraz daha genişletti.

“Ona sen karar ver.”

“Vuruşunla ayların acısını çıkaracakmışsın gibi bakıyorsun, bu yüzden tercihi sana bırakamam.” İlk defa karşısında kıkırdadığım için hızla kendimi toparladım. O çoktan buna kapılıp gitmişti.

“Baban?” dedim yüzlerce bilinmezliklerin içinde cevabımı arar gibi. “Dedemle nasıl tanıştı?” Yiğit bunu beklemiyor gibi bir müddet duraksadı. Vereceği cevap belki bana göre çok basitti ama o ne hissediyor bilmiyordum. Kısaca ona baktım. Yüzü düştüğünde, “Daha önceden tanışıklıkları yokmuş. Tesadüfen olmuş birbirlerini tanımaları.” Belki ona göre bir tesadüfen tanışıklık olabilirdi ama bana göre kaderimin en belirleyici yeriydi onların tesadüf sandığı tevafuklar. Allah bana o kaderde neyi sunmuştu bilmiyordum fakat bir sınavın yükünü taşıyordum.

“Bu kadar mı?”

“Babam, şirketin işlerini yaparken birkaç olaydan şüphe etmiş. O zamanlar daha dedem yeni ölmüş. Babamda o işlerden anlıyormuş ama birkaç hesap kitap yaptığında Mahir amcamın olaylarıyla denk gelmiş. Mahir amcam paragöz bir insandı. Babamın, dedemin yerine geçmesi onu oldukça öfkelendirmiş. Bu da onun hırsına neden olmuş. Annemin babası ve Ünal Kızılbaş ile iş yapınca babamın bütün planladıkları alt üst olmuş. O gün babama kurulan kumpas önce bir kazaya neden olmuş. Bütün korumalar ölünce babam oradan kaçabilmiş. Fakat vurulmuş. Yaralı bir şekilde yolu sizin mahalleye düşmüş. Kaçabileceği yer yoktu fakat gördüğü cami onu oraya sürüklemiş. Camiden çıkan dedene denk gelince deden babama yardım etmiş. O ara ağır yaralı olduğu için caminin önünde düşmüş. Ta ki tam bir hafta sonra kendine gelene kadar. Deden hastaneye götürmek istemiş ama babam engellemiş. O an evinize götürmüş. Bir hafta baygın yatmış. Uyandığında ise gerisi malum; seni görmüş. İşte o an bütün olanlar orada başlamış.”

Anlattıkları ile bir an duraksadım. Yiğit ise ifadesizce karşıya bakmaya devam ediyordu. Babasına yapılan o kumpasta amcasının olması oldukça acı vericiydi. Demek ki bu yüzden Mahir Bey’e hiç amca demiyordu. Hatta Sinan Bey bu yüzden imza işlerini bana yüklemiş. “Dedem nasıl güvenebilmiş, aklım almıyor. Neden kabul etmiş?”

“Ailenle bir süre görüşmüş, güvenmiş onlara. Özellikle baban babama çok yardımcı olmuş. Bir süre sonra mecburen o kolyenin sahibi sen olmuşsun.” Dehşetle gözlerimi açıp, “Bu nasıl hikâye? Ve benim hiçbirinden haberim olmaması... Bu kadar olaydan sonra neden bir insan kendisine iyilik yapan birini bu hayatın içine sokar ki! Nasıl güvenmiş, şu ana geleceğimi nereden bilmiş? Ve bana nasıl güvenmiş? Ya böyle biri olmasaydım? Ya sana zarar verecek biri olsaydım?” deyip yüzümü düşürdüm. Onlarca soru çıktı dilimden. Yıllarca peşimizde bir tehlike varmışta ben hiçbirinden haberim olmamış. Dedemin kendince yaptıkları bugünün perdesini aralamıştı.

“Amcam her şeyi öğrenmiş. Sizin aileyi ve o gün olanları. Korkmuş, babamın her şeyi anlattığını düşünmüş. Bir de…” O an sustu. Bir şeyde takılıp kaldığı an başka bir gerçekle daha yüzleşeceğimi anladım. “Dedenin geçmişi pek temiz değilmiş. Hatta bir ara çok borca girmiş. Babam dedenin borçlarını ödemiş. Borçlu olduğu kişi ise Ünal Kızılbaş’mış. Babam ise bunun karşılığında o kolyeyi korumasını istemiş.”

“Neden baban? Ünal Kızılbaş tehdit etmemiş mi dedemi? Sonuçta çipi alabilirdi.”

“Bu olanlardan önce olmuş bu borç olayı. Tesadüf denen yerde aslında ortak bir mesele varmış.” Şaşkınlığım gittikçe artıyordu. Bu nasıl bir gerçekti böyle. Dedemin sıkıntılı biri olduğunu biliyordum ama bu kadarda derin bir mevzu olduğunu düşünmüyordum. Bunca hengamenin içinde aklıma takılanla, “Yaptıkların, beni bir bilinmezlikte zorladıkların o kadar can acıtıcıydı ki. Sen anlatmak yerine silah dayadın bana Yiğit. O an anlatsaydın belki çok başka halde olabilirdik,” dedim. Başını usulca salladı. Aslında o an ikimizde anlatamayacağını çok iyi biliyorduk. Özellikle bunu babamın anlatması gerekiyorken Yiğit’ten beklemem ne kadar doğru olurdu bilmiyordum. Lacivertlerindeki o öfkenin bana bakışındaki ton daha açık hale bürünmüştü. Gözlerinde ölü bir adam varken bana bakınca o ölü adam diriliyor gibiydi.

“Sen benden kaçıyordun. Babanla konuştum ama o da seni kaçırmayı denedi. Gelmezdin, orada olay çıkarırdın,” deyip kısa kesti konuşmasını. Başka bir şey demedi. Daha fazla irdelemek için dudaklarımı aralayınca, “Kalkalım mı?” deyip sözümü kesmesi başka soru sormamamı istemesiydi. Dediğini yaptım. Oturduğum yerden kalkıp ilerledim. Yiğit beni susturmuştu ama içinde büyüttüğü o boşluk hiç susmayacaktı. Ben de susmayacaktım belki de. Arabaya bindiğimizde gelen telefonla meşgul olurken ben de Ezgi’nin mesajlarına cevap verdim.

“Senin kereste geldi sen çıktıktan on dakika sonra.” Söylediği tabirle kıkırdadım. Yiğit güldüğümü görünce hızla elimi ağzıma götürdüm.

“Neden gelmiş?” diye sorduğumda, “Yine hesaba çekecek beyefendi,” diye cevap verdi. Bir şey yazmadan telefonu cebime koydum. Aniden araba durdu. Önce üç araba dolusu insan aşağıya indiklerinde silahlarını bize doğrulttular. Endişeyle Yiğit’e baktığımda kaşları çatıldı. Telefonu teleskobiğe koydu. Endişeyle bana baktı. Korkumu anlayınca da, “Sen arabada kal Zeynep,” deyip arabadan indi. Elimi hızla çarpan kalbimin üzerine koydum. Arabadan inmek istesem de kapı kilitliydi. Arabanın yan tarafı korumalarla çevrildi hemen. Öne doğru bir adam geldiğinde bütün silahlar Yiğit’e doğrultuldu. Sesleri duyabiliyordum. Öndeki adamın gözleri bana kaydı. Yiğit hızlı davranıp, “Çek o gözlerini,” diye bağırdı adama. Adam kimdi bilmiyordum. 30 yaşlarında gibi duruyordu. Yüzünde ise aşağılayıcı bir ifade vardı.

“Zafiyetini bu kadar belli etme Soydan,” deyince Yiğit öfkeyle adama yaklaştı fakat diğer korumalar izin vermedi. Yiğit bu duruma sinirleniyordu. Onlara bakarsak bizim taraftaki korumalar daha fazlaydı. Yiğit belindeki silahı hızla çekip ona doğrultan bir adamı hiç düşünmeden vurdu.

“Sana, bana gözdağı vermemen gerektiğini kaç defa söyleyeceğim Ekrem?” Ekrem denen adam eliyle adamlarına sakin olması için uyarı yaptı. Neden aynı karşılığı kendisi vermiyordu ki?

“Ben de sana Ankara’ya ayak basmaman gerektiğini ne kadar söyleyeceğim?” Soruya soruyla karşılık vermesi Yiğit’in hoşuna gitti. Yan profilinden ifadelerini rahatça görebiliyordum.

“Kafanı koparmaya gelmediğime dua et.” Ekrem bu sefer cevap vermedi. Elindeki silahı bana doğrulttu. Yiğit düşündüğümün aksine oldukça rahattı.

“Ekrem, celladına karşı büyük oynuyorsun.”

“Oyunu sen başlattın Yiğit.” Yiğit alayla dudağını kıvırdı. Suratında dehşet bir ifade vardı aslında. Hiç düşünmeden bir el ateş açtı. Ekrem omzunu tutarak inledi ama hiç düşünmeden bir el ateşte bana açtı. Ben korkuyla köşeye sinerken düşündüğümün aksine camdan kurşun girmedi. Ekrem’in aklına gelmemişti bu ve şu an nasıl paniğe kapıldığını görebiliyordum. Elim ayağım titriyordu. O kurşun bana denk gelebilirdi. Yiğit bu yüzden sakin olmalıydı. Bu sefer birkaç silah sesi daha duydum.

Önde Efe arkada birkaç adam Yiğit’e yaklaştı. Öndeki adam öfke ve korku karışımının ağır bastığı duyguyla öylece donup kaldı. Bunu beklemiyor olacaktı. Yiğit ise beklediğimden de sakindi.

Korumalar karşı tarafın adamlarını engellediğinde Yiğit adama yaklaştı. “Diz çök,” diye bağırdı öfkeyle. Adam hiç tereddüt etmeden diz çöktü, çünkü korkuyordu.

“Ekrem Demir,” diye bağırdı silahı Ekrem denen adamın kafasına yerleştirip. Ben hâlâ ne olacak diye beklerken Yiğit adamın bacağına bir el ateş açtı. Şu an izlediklerim sinirlerimi geriyordu. Bir an aklına gelmiş gibi bana baktığında çatılmış kaşları düzeldi. Yüzünde tanık olduğum o ifade ikilemdeydi. Beni arka plana atıp, “Kim gönderdi lan sizi?” dedi çenesine silahı dayarken. Ekrem, hiçbir cevap vermedi fakat korkusu iki taraflıydı. Konuşsa gönderen kişinin gazabına, konuşmasa Yiğit’in gazabına uğrayacaktı. “Konuş it,” dedi daha fazla adamın çenesini sıkıp. “Canın her türlü tehlikede.” Ekrem, “Ünal,” deyince bu sefer iplerin koptuğunu düşündüm. Bir an duraksadı yine, bana baktığında adamın başındaki silahı çekip gergin yüzünü sıkkınca ufaladı. Öfke hâli biraz daha arttı. Önce ellerini saçlarının arasına sonrada ensesine götürdü. Öfkesini almak ister gibi havaya bir el ateş açıp bağırdı. Ben olmasam adamı öldürecekti eminim. Kendini tutar gibi, “Sabır,” diyerek bağırdı. Adamın diğer bacağına da sıktı. Ardından tekrar bir el ateş açtı. Elimle yüzümü kapattım. Bu olanlara şahit olmak kadar berbat bir durumun ortasındaydım. Korkum onun her hamlesinde biraz daha artıyordu.

“Efe, sen halledersin. Yarına kadar sağ kalsın.” Sesi biraz öncekine nazaran çatallıydı. Efe korumalara talimat verdi. Adamın iki kolundan tutup taşıdılar. Yiğit, Efe ile konuşup arabaya bindiğinde ona bakmamaya özen gösterip köşeye sindim. Bana dokunmak istediğinde kenara biraz daha çekildim. Havada kalan eli inmesiyle akan gözyaşlarımı hızla itekledim. Ben daha önce böyle vahşet görmemiştim. Ben bu hayatın içindeki bu kiri kabul edemezdim. Yiğit direksiyona vurup sessizce küfürler savurduktan sonra arabayı hızla hareket ettirdi. Otele gelene kadar tek bir söz söylemedim. O da zaten konuşmadı. Sadece ara sıra bana bakıyor sessizce bir şeyler söylüyordu. Otele gelmemiz çok uzun sürmedi. Onu beklemeden önden yürüdüm. Bana yetişti. Odalar çoktan ayarlanmıştı. Bu yüzden bu işlerle uğraşmak zorunda kalmadık. Sessizliğimiz asansörde de devam etti. İkimizde birbirimize bakmamaya çalışıyorduk. Odanın önüne geldik. İkimizde odalara çekilecektik ama bu sefer izin vermedim. Açtığı kapıdan kolunu tutarak itekledim. Bana zorluk çıkarmadı hatta oldukça rahat bir şekilde içeriye girmemizi sağladı.

“Kimdi o adamlar?”

“Tanıştığımız ilk günü hatırlıyor musun?” Sorduğu soruyla başımı salladım. Ama ben de ona soru sormuştum ve cevabımı bekliyordum. “İşte o gün seni takip eden adamın patronu.” Şaşırmadım hatta bu cevaba karşı oldukça sakindim. Ne tuhaftı, bağırıp çağırsam rahatlayacaktım.

“Şimdi ne istiyorlarmış.”

“Bugünü, o imzanı atmanı.”

“Nereden haberi olmuş?”

“Zeynep, sence haberlerinin olması imkânsız mı?” Değildi. Kuş uçsa hepsinin haberi oluyordu. Ne biçim bir hayattı bu?

“Vurmak neden Yiğit, başka çözüm bulman daha insancıl değil mi?” Merhamet onun lügatinde yoktu. Ama ben merhametten ziyada başka yöntem istiyordum. Çare ölüm değildi.

“Ölmeyi tercih eden onlar mavi, ben bir şey yapmıyorum.” Sesi durgundu. “Merak etme, önüne geleni öldüren biri değilim. Benim de insafım var.”

“Peki neden?” Elimden tutup beni yatağa oturttu. Önüme diz çöktüğünde ciddi bakışlarım yüzündeydi. Usulca sevdi ellerimi.

“Onların kimseye acıması yok Zeynep. Sana anlatamadığım o kadar mesele var ki, sen bunları yaşadıkça göreceksin.” Omuzlarım düştü. Çöktüğü yerden kalkıp yanıma oturdu. Başımı göğsüne yaslarken aslında kendiside bu durumdan hoşnut değildi. “Yine de seni bunlardan uzak tutacağım.” Uzak kalabilir miydim orası şüpheliydi. Bu yüzden düşünmemeye çalıştım. Kimin nasıl biri olduğunu bilmiyordum, gördüklerimle artık karar vermek istemiyordum.

Gitmek için ayaklandım. Yiğit bileğimden tutup gitmeme izin vermedi. Tepeden ona baktım. Gitmemi istemiyordu ama gitmeliydim. Biraz kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı.

“Hiç iyi şeyler yaşamadın biliyorum ama bu gece yeniden bana bir adım atmanı istemem çok mu olur?” Ona bir adım… Bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum. Aşk denen şey bu muydu? Hissettiklerim ne raddedeydi? Ona bakarken ona koşmak istemem miydi?

“Bunu neden yapayım?” Ayağa kalkıp karşıma geçti. Bunu yapmamı ne kadar istediğini biliyordum. “Bana söz vermiştin hatırlıyor musun? Her şey bitince beni bırakacaktın.” Başını aşağı yukarı salladı. Aslında bunu istemiyordu. Elinde olsa beni hiç bırakmazdı. Ona şu an bir adım atsam o bana yüz adım atardı.

“Bırakacağım ama sadece seni.” Bunu diyeceğini biliyordum. “Peki sen zihninden beni kapı dışarı edebilecek misin?” Cevap yoktu. Edebilecek miydim sahi? Cevabım yoktu. İşte o an anladım, ne onu ne de zihnimdekileri kapı dışarı edebilirdim. Işıl ışıl olan gözlerini görünce cevabını aldığını anladım.

“Ben cevabımı aldım, yine de şu an kalmak istemezsen gidebilirsin.” Teklifi beni ikilemde bıraktı ve benden beklenen şaşırtıcı hamle bu gece burada kalmam oldu. Evet, artık kaçamayacağımı biliyordum. Bu yüzden feracemi çıkarıp köşedeki berjere oturdum.

...

Yiğit kapıdaki görevli ile konuşurken ben otelin restoranına geçtim. Çok geçmeden Yiğit’te gelmişti. Görevliden siparişleri alıp beklemeye koyulduk. Yiğit telefonla ilgileniyor, bazen bir şeylere kızıp sessizce söyleniyordu. Dün gece onunla aynı odada kalmıştık. Bütün gece uyumamış sohbet etmiştik ama en çok da sessiz kalmıştık. Dün gece ona karşı bir adımım kendi hayatıma da bir adım atmaktı. Onu artık göz ardı edip gelen siparişe odaklandım. Ciddi manada acıkmıştım.

Yiğit’te önündeki tabağa odaklandığında, “Bugün dönüyor muyuz?” diye sordum.

“Dönüyoruz, ondan öncesinde küçük bir işim var onu halletmem lazım.” Başımı usulca salladığımda tek kaşı hayretle kalktı. “Ne!” dedim öyle bakmasındaki şüphem ile.

“Sormayacak mısın?” Önümdeki tabağa döndüm tekrar. Onu umursamıyor gibi davranmak en iyisiydi. Bir dilim peyniri ağzıma tıkıp, “Yoo,” dedim. “Bana ne!” Yüzündeki ifade karmakarışıktı. Umursamıyor gözüksem de aslında merak ediyordum ama sormayacaktım. Çünkü cevap vermeyecekti.

“Bazen sana ne tepki vereceğimi bilmiyorum.” Omuz silkip, “Sen de umursamamaya çalış,” dedim. Ağzım dolu doluydu ama ben laf yetiştirmekle meşguldüm. Onu delirtmem oldukça kolaydı. Bu tavırlarımda o anlardan biriydi. Biraz da ben süründürsem sorun olmazdı. Madem bir şekilde ondan kaçamıyordum en azından hislerimle yanıltabilirdim.

Önümdeki tabağı bitirip geriye yaslandım. Yiğit hâlâ bitirememişti tabağını. Onda bıraktığım bu etki ile gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yiğit, ters ters bana baktığında hızla kendimi toparladım. Onun suyuna değil inadına gidiyordum şu anda bu da onun geldiği rotayı değiştiriyordu. Otelden çıkarak dünkü geldiğimiz şirkete tekrar geldik. Büyük bir odaya girdiğimizde Yiğit’le benden başkası yoktu odada. Yiğit, masada duran birkaç kâğıt parçasını okuduktan sonra katlayıp ceketinin iç cebine koydu. Ardından telefonla birini arayıp, “Son durum ne Serkan?” diye sordu. Konuşan adamı başıyla onayladı.

“Ben aldım o bilgileri,” Cebine koyduğu kâğıt parçasını kastediyordu. Karşıdaki kişi ne dedi bilmiyorum ama Yiğit hayli sinirlendi. Odaya Vedat Bey girdiğinde onunda Yiğit’ten aşağı kalır yanı yoktu. Hızla Yiğit’in yanına gidip sessizce bir şeyler söyledi. Kendimi olmadığım kadar tuhaf hissettim. Vedat Bey, çok uzun sürmeden odadan çıktığında Yiğit’in bakışları bana kaydı. Kollarımı birbirine dolayıp camdan dışarıya baktım. Soru sormayacaktım, anlatmayacağını bildiğimdendi artık bu sorgulamamalarım. Yol boyunca daha da konuşmadık. Üzerime binen ağırlık ve dün gece az uyumanın verdiği yorgunlukla başımı cama yasladım. Kapanan gözlerimle beraber kendimi derin bir sessizliğin içinde buldum.

Loading...
0%