@rumeysadoganm
|
Yüzüme vuran güneş ile araladım gözlerimi. Güneşin batışı bütün odaya yayılmıştı. Etrafta gezindirdiğimde gözlerimi odada olduğumu yeni hatırladım. Başımı yan tarafa çevirdiğimde Yiğit yanımda uyurken buldum. Ona doğru dönüp tekrar başımı yastığa koydum. Uyuyan hali o kadar masumdu ki, uzaktan gören kişi asla adam öldüren biri diye düşünmezdi. Siyah perçemleri alnına düşmüşken onları geri itme isteği oturdu. Elimi uzattım fakat elim havada kaldı. Dokunmaktan korkar oldum, değse elim tenine yanacak gibiydi. Oysa karşımda uyuyan adam beni yakmazdı bilirdim. Gülümsedim, bu gülümseyişle iç çektim. Yakışıklıydı, hem de çok yakışıklı. İnsan nasıl olurda bu kadar güzel bir yüze sahip olurken bir o kadar da sert, öfke dolu ve acımasız olurdu? Onu tanımasam bunlara asla inanmazdım ama şimdi her şey bambaşkaydı. Lakin onun öfkesinde başka bir şey vardı; intikam… Babasına yapılanları anlattığında, amcasından bahsettiğinde hep hırs doluydu. Ezgi onun kardeşinin öldüğünü söylerken bunu da mı kastediyordu acaba? Gülümsedim. Suretini izleyedurdum. Ufak gözlerine eşlik etmiş gür kirpiklerine uzandı parmaklarım. Bu sefer dokunmaktan korkmadım. Uyanmasın istedim, uyansa ona karşı bu kadar yakın olamazdım. Ardından yanağına gitti parmaklarım, bu sefer bileğimden tutulup bedenine çekilmem ile ne olduğunu anlayamadan göğsüne başım çarptı. Tutuldu nefesim ve ben nefes almayı unuttum. “Böylesi daha makbul.” Sımsıkı sardığı bedenimi geri çekemedim. “Uyumuyor muydun sen?” Çenesini başıma koydu. Sessiz ama benim duyabileceğim bir tonda, “Uykumda ziyan olmak istemedim,” demesi beni daha çok nefessiz bırakıyordu. Böyle konuştukça da ben hiç kendime gelemeyecektim. Kollarını daha çok sardı, “Oh,” dedi nefesini solurcasına. “İşte bu koku...” Hafiften kıpraştım. Sanırım onun yakınında olunca nefesimi kontrol edemeyecektim. Aklımda bu duruma pek ala uyuyordu. “Yiğit,” dedim aynı ses tonu ile. Onu kendimden uzak tutacağımı bildiğin için, “Biraz kalalım böyle, sadece birazcık,” deyince bir şey diyemedim. Ya da işime geliyordu bilmiyordum. Gözlerim kapandığında elini kalbimin üzerine koyup, “Artık eminim,” dedi usulca. “Kalbine hükmedemiyorsun artık. Kalplerimiz birbirine benziyor.” Gülümsedim. Onu inkâr etmedim. Dediği doğruydu, buna artık ben de emindim. Şikâyetçi miydim? İşte orası tam bir muammaydı. Tam konuşacakken telefonu çaldı. Ekrana bakmadan telefonu meşgule atıp tekrar sarıldı bana. Sanki yaralı yanı, benimleyken iyi oluyordu. Üst üste çalan telefonla, “Hay si...” diye küfredecekken bir an beni hatırlayıp vazgeçti. “Önemli bir durum yoksa mezarını kaz Efe.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Vazgeçtim, sen onun mezarını kaz,” deyip kollarını benden çekip yataktan kalktı. Telefonu sessizce dinleyip, “Tamam geliyorum,” dedi. Tişörtünü çıkartıp köşede duran gömleğini giyip bir an bana baktı. Şu an hiç istemediğim olayların başı çekiliyordu. Biraz önce ne güzel sakin bir anın keyfini yaşıyorduk ve şu an muamma olan şikayetlerim zıddını buluyordu. “Gidecek misin?” dedim yapmaması gerektiğini belirtircesine. Sustu. Gideceğini biliyordum ama gitsin istemiyordum. O sustukça ben sinirleniyordum. “Git,” dedim öfkeyle. O adamı öldürmesi aramıza mesafe sokacağını bile bile gitmesiydi öfkelendiren. “Yeniden bana birçok sebep sun.” Dünden kalan olayın sonunu getirecekti biliyordum. Birinin canını almak bu kadar kolay olamazdı. Elindeki tişörtü sıkıp koltuğa fırlattı. Gözlerini usulca kapatıp söylenerek arkasına bakmadan odadan çıktı. Olduğum yere oturdum. Kendimi kaptırmayacaktım bu kadar. Ne zaman ona karşı sıcacık olsam yine beni hayal kırıklığına uğratıyordu. Bakışlarım öylece boşlukta kaldı. Çıktığı kapıya baktım. Boğulacakmışım gibi hissediyordum. Ben bir şeylerin düzeleceğinin umudundan vazgeçmek istemiyordum ama bu yaklaşımlar bana bunu bir bir hatırlatıyor beni çıktığım yerden düşürüyordu. Oturduğum yerden kalkarak pencereden dışarıya baktım. Oradaydı, öfkeyle korumalara bağırıyordu. Bu kadar kolay öfkelenecek kadar hassastı. Arabaya binecekken bir an buraya baktı. Kısa bir bakışın ardından hızla arabaya binip uzaklaştı. Hırsla perdeyi çektim. Benim için burada kalabilirken o gitmeyi tercih etti. Odadan çıktığımda mutfaktan gelen sesle oraya yöneldim. Halime abla poşetteki ürünleri dolaba yerleştiriyordu. “Kolay gelsin abla,” dedim neşeden uzak bir sesle. “Sağ ol canım,” deyip bir müddet bana baktı. Neyim olduğunu anlamış olacak ki bir şey sormadı. Gülümseyip, “Hasan yeni çiçekler getirmiş, seni bekliyor,” deyince benim moralimi yerine getirmek istediğini anladım. Başımı usulca salladıktan sonra mutfaktan çıkarak seraya geçtim. Etraf mis gibi çiçek kokmuştu. Hasan abi, beni görünce, “Hoş geldin Zeynep,” deyip elindeki çiçeği köşeye koydu. “Hoş buldum,” dedim çiçeklere yaklaşarak. “Onlarda seni bekliyordu.” Gülümseyip dikilecek çiçeği elime aldım. Köşede yeni koyulmuş gübreleri düzeltip çiçekleri yerleştirdim. Kendimi bu güzelliklere vermeye çalışsam da başarılı olamıyordum. Öfke bütün hislerimi ele geçiriyordu ve ben Yiğit’i yumruklamak istiyordum. Bencildi, bir o kadarda acımasız. Çiçeklerin toprağını öfkemi dindirmek istercesine sertçe karıştırıyordum. Her zaman beni rahatlatan toprak bu sefer rahatlatmadı. Aslında toprak bir bahaneydi. Tıpkı toprağa yaptığımı Yiğit’e yapmak istemem gibi. “Eşek,” dedim hırsla. Toprağı elimde sıkıp, “Hayvan,” dedim yine. “Bencil adam...” Arkasından saydırmam bitmeden, “Kime kızdın yine?” diyen sesle arkamı döndüm. Gelen Ezgi’ydi. Dışımdan söylendiğimi yeni fark ediyordum ama ziyanı yoktu. Yanıma ulaşması çok uzun sürmedi. Yüzünde beni tiye alır gibi bir hâl vardı. “Hem de çok kızmışsın.” Önüme döndüm. Şu an biraz daha saydırsam rahatlayacak gibiydim ama sustum. “Ben kime kızabilirim sence?” Bu halime kıkırdadı. Onun hoşuna gidiyordu. Ona bu kozu ben vermiştim. Şimdide ciddiye alınmayacak kadar berbat gözüküyordum. “Kuzenim diye demiyorum, kızdırmakta üstüne yoktur.” Ters ters yüzüne baktım. Dalga geçmesi hiç hoşuma gitmiyordu. Hatta bir an onu bile yumruklamak istedim. Elimdeki aparatı koluna vurup, “Dalga geçme çok sinirliyim,” dedim. Ezgi bu halime gülüyor ben ise söylenmekten öteye gitmiyordum. Ciddi manada kızgındım çünkü. “Tamam ya, sustum.” Burnumu kırıştırıp, “Zahmet ettin ya,” deyip gözlerimi kıstım. Aklı sıra benimle dalga geçiyordu. Çiçekleri bitirdikten sonra Büşra’yı gördüm. Elindeki çay tepsisiyle bize yaklaştı. Sanırım geleli epey olmuştu. “Ne zaman geldin sen?” “Çoktan. İçeride Halime abla ile lafa dalmışım.” “Hoş geldin.” Çayları aldıktan sonra Büşra tepsiyi köşeye koydu. İkisi de karşıma oturunca ne diyeceğimi bilemedim. Onlarda merakla bana bakıyordu. Hatta şu an ikisini dedikodu yapmak isteyen mahalle kadınlarına benzettim. Bir çekirdekleri yoktu. Şu an hiçbir şey anlatacak halim yoktu. Sessizce önümdeki bardakla oynuyordum. Büşra ile Ezgi başka konulara giriş yaptıklarında sessizce onları dinledim. Ara sıra telefonuma bakıyordum. Bu zamana kadar Yiğit’le hiç telefonda konuşmamız olmamıştı. Sadece umut ederek ekranda geziniyordu bakışlarım. Bir mesaj göndermek zor olamazdı. Ya da bir haber vermek... Beni hisleriyle kendine çekerken, dünyasından bir o kadar uzak tutuyordu. Bazen onu anlayamıyor, onun neyi bana anlatmak istediğine emin olamıyordum. O sadece bana sözlerini vaat ediyor, o sözlerden öteye gidemiyordu. “Huu, görümce.” Aniden irkilip Büşra’ya baktım. Büşra kaşlarını çatıp, “Ne oldu yine sana?” diye sordu. “Hiç, bir şey olmadı. Sen ne diyordun?” Üzerime gelmedi. Beni anladığını varsayıyordum. “Dalıp gidince merak ettim.” Hafiften dudağım kıvrıldı. Soğumuş çayımı tepsiye koyup cevap vermedim. “Hemen geliyorum,” deyip yanlarından ayrıldım. Giderken tepsiyi almayı unutmadım. Amacım onların göz hapsinden kurtulmaktı. Mutfakta oturan Betül’ün yanına gidip diğer sandalyeye de ben oturdum. Betül Halime ablanın yaptığı kurabiyeden yiyordu. “Sen niye gelmedin yanımıza?” Betül ağzındaki lokmayı yutup, “Halime ablanın kurabiyelerini kaçırmak istemedim,” dedi gülerek. Halime abla bir tabak kurabiyeyi tepsiye koyduğu çaylarla beraber alıp mutfaktan çıktı. Kapıdaki korumalara verecekti. Evin her yeri kurabiye kokmuştu. “Senin bu olanlardan haberin vardır.” Neyi kastettiğimi anlayınca, “O kadarını ben bilmiyorum Zeynep. Ben sadece senin yanındayım, iç işlere karışmıyorum,” deyip bakışlarını benden kaçırdı. Bilmediğini anlayınca yanından kalktım. Bu kadar irdelemeye gerek yoktu. Madem bana haber vermiyordu ben de daha fazla sormayacaktım. Onu yine göz ardı etmeyi başarabilirdim. Kızların yanına döndüm. İkisi de gülüşmeyi bırakıp bana baktı. Bu sefer şüpheyle ben onlara baktım. İkisinin bakışları bana kaydığı an “Hayırdır,” dedim. “Yusuf’la ilgili anılarımı anlatıyordum,” deyince anladığımı belirtircesine başımı sallayıp tekrar yanlarına oturdum. Büşra annesinin alacaklarını sıralayıp bize veda ettikten sonra birkaç güne bir plan yapıp gelen arabaya binip gitti. Ezgi’de yarım saat sonra evden çıktı. Halime abla ile ufak bir sohbetten sonra namaz kılmak için odaya çıkacakken bir üst kattaki oda dikkatimi çekti. Burada üç oda vardı. Biri Aysun Hanım’ın odasıydı. Diğer ikisini bilmiyordum. Merakımı çeken odanın birine ulaştım. Kapıyı açmak istediğimde kilitliydi. Etrafa baktım ama kilidi bulabilecek bir yer göremedim. Merakım daha da artarken bu odaya girme gibi düşünceye kapıldım. Bu oda önemli olmalıydı fakat anahtarının yerini bulmam hayli zor olmalıydı. Yine Yiğit ve sırları bu odanın arkasında saklıydı. Görmeliydim, görmemi isteyeceklerini sanmıyordum. Yiğit’in odasına çıkıp dolapların içine baktım. En azından kilit burada olabilirdi. Dolapta bulamayınca komodinlere baktım. Sonuç hüsrandı. Hayal kırıklığı oluşurken en azından oranın önemli olduğunu bir kez daha anladım. .Tek hedefim o odaya girmekti. İki gün sonra “Hadi dondurma yiyelim.” Ezgi’nin sunduğu teklifle belki kafam dağılır diye düşünüp, “Olur,” dedim. Büşra’da benim gibi onay verince korumalar eşliğinde Ezgi’ye ayak uydurduk. Ezgi’nin bildiği sahile yakın yerde ufak bir Maraşçıda dondurmalarımızı yemeye başladık. “Daha ne bilmediğimiz bir cevherin çıkacak bakalım.” Dediklerim ile güldü ama ben şaşırıyordum. Ezgi’den beklemediğim hareketlerdi bunlar. Sonuçta hepsinin hayatını biliyordum ve Ezgi ise beni bu bildiklerimle vuruyordu. “Beni çok yanlış anlamışsın çok,” demesi aramızda gülüştük. “Seni tanımasam evet farklı anlardım.” Gözlerini kısıp, “Beklerim senden,” dedi. “Niye ya?” “Sence niye?” Bardağımın dibinde kalan suyu fırlatıp, “Pis,” dedim. Sırıtıp önüne döndü. Kendince benimle uğraşıyordu. Büşra gelen telefonla konuşmaya başladığında Ezgi’de ona ayak uydurup telefonuyla meşgul oldu. Büşra telefon görüşmesine son verince annesinin ikazlarından dolayı söyleniyordu. “Düğüne az kaldı ya annemin evhamları tükenmiyor.” “Anneler hep öyle sanırım. Birazdan da benimki arar.” “Annelerinizin sözünü dinleyip uslu çocuklar olun.” İkisinin de bakışları bana kaydı. Bu sefer birbirlerine bakıp güldüler. “Büşra bence evlenmek buna yaramış.” Büşra da Ezgi’yi onayladı. “Zaten birkaç gündür yüzüne de canlılık gelmiş. Anlatmıyor ama var bir şeyler.” “Ben sizi hiç tanıştırmasa mıydım ya!” Keyifli gülüşlerinin arasında tek göz deviren ben oldum. Bu sefer bana kötü bir bakış attılar. Ezgi Büşra’nın koluna dirseğiyle vurduktan sonra, “Hesabını alalım mı ne diyorsun,” diyerek göz kırptı. Büşra’nın onaylaması ile biri sağıma biri soluma oturdu. Bir Ezgi’ye bir Büşra’ya bakıyordum şu anda. “Ne yaptınız Ankara’da, anlatsana?” Bu sefer dalga geçme sırası bendeydi. Önce onları meraktan çatlatacak sonra süründürecektim. “Anlatamam, çok özel.” Ciddi durmam zordu ama burunlarını sürtmem şarttı. “Zeynep, sana pis bir dayak atarım.” Çocuk gibi omuz silktim. Gülmemek için direniyordum ve başarılı da oluyordum. “Bana ne ya, bizim mahremiyetimiz sizi ilgilendirmez.” “Anlatsana ya.” “Anlatamam, Yiğit anlatsın.” Sen ciddi misin der gibi baktı. “Çok şey kaçırdınız kızlar, çok.” “Oldu yani o iş?” Bu sefer Büşra konuştu. O Ezgi’nin aksine daha ciddi soruyordu. Bu mühim değildi, sonuçta olanları ikisi başlatmıştı. “Size ne ya!” Ayaklandım. Onları arkamda bırakıp lavaboya geçtim. Aslında onları deli etmek hoşuma gidiyordu ama böyle de onlara koz vermiş gibi oldum. İşlerimi halledip ellerimi yıkadım. Aynada kendime baktım. Aslında rengim gayet yerindeydi, kızlar bu yüzden bana laf atma gereği duymuşlardı. Kapı açıldı, içeriye Betül girdi. Telaşlı gözüküyordu, bu yüzden ona uzun uzun baktım. “Zeynep çıkmamız gerekiyor.” Telaş içine olduğuna göre bir sorun vardı. Tam bir adım atmıştım ki duyduğum sesle kalakaldım. Gözlerim irileşmiş, kalbimin atışı hızlanmıştı. Adım atacak gücümün olmadığını o an anladım. Hatta yukarıdaki pencereden bakınca bir adam mekânın etrafında elinde silahla geziyordu. Bizi fark etmesine müsaade etmeden hızlı adımlarla lavaboyu terk ettik. Hemen ileride gördüğüm bir adamla o an öleceğimi anladım. Önce mekâna girmeye çalışan adam vurulmuş ardından korumalardan biri, “Zeynep Hanım dikkat edin,” diyerek adamı vurmuş fakat kendisine kurulan pusuda ölüme yürümüştü. |
0% |