Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@rumeysadoganm

Bilinmeyen bir hayat çizgim vardı. Günümüz geçen günümüze uymayacak kadar bir büyük başlangıç oluyordu. Bu başlangıçta yol nereye götürüyordu bilmiyorduk, ilerliyorduk. Ya düşüyor dizimizi kanatıyorduk ya da emin adımlar ayaklarımızın altında zemin oluyordu.


Kaç gündür kendimdeki bu çizgide düştüğümü bile anlayamıyordum. Peşi sıra gelen olay beni hiç olmadığım kadar yıpratmıştı. Şimdi yürüdüğüm yollar beni korkuyla içine hapsediyordu. Geldiğim ev ve önünde gördüğüm kişi ile yüzümde gülümseme oluştu. Ona doğru ilerleyip, "Çok mu beklettim?" diye sormaktan kendimi alamadım. Oysa birkaç adımlık mesafe vardı evimizin arasında. Büşra bana dönüp, "Ağaç etmedin, çiçek açtım. Yeterli mi?" dedi. Göz devirip, "Meyve vermen daha makbuldü," deyip soğuk esprisi yetersizmiş gibi bir de ben yapınca buz kesmiştik. Büşra benim aksime espriden yana pek dert yanmadı. Elindeki telefonu cebine koyup, "Neyin var senin?" dedi. Ona bu konuda bir şey belli etmediğimi düşünmüştüm lakin Büşra'nın gözünden bir şey kaçmamış gibi duruyordu. Tekrar sahte gülümsememi yüzüme yerleştirip, "Ne gibi?" dedim. Anlatmalıydım, anlatmam gerekiyordu her şeyi. Bu benim cesaretimi kırarken bu sefer korkmayıp aileme her şeyi anlatmam gerektiğini gösteriyordu bana. Onlara her şeyi anlatmalı, kendimi koruma altına almalıydım.


Tam söze girişecekken telefonum çaldı. Arayan numara yabancı olmasından ötürü önce tedirgin oldum. Köşeye geçip telefonu açtığımda, "Merhaba Zeynep Hanım, şikâyet ettiğimiz şahıs şu an emniyette. Tekrar gelip imza atmanız gerekiyor," dediğinde Büşra'ya kısa bakış atıp, "Geliyorum," dedim. Telefonu kapatıp Büşra'ya döndüm. Bana meraklı gözlerle bakıp, "Bir şey mi oldu?" dedi. Olmuştu, olmuştu da olanla kendimi nasıl ifade edecektim bilmiyordum. Emniyetten geldiğimde ilk işim her şeyi anlatmak olacaktı.


"Gelince anlatayım mı acil işim çıktı." Büşra dediklerimden ötürü biraz daha şüphelendi. "Valla anlatacağım, şimdilik işlerimi halletmem lazım." Başını sallayıp, "Seni dört gözle bekliyorum, bakalım yine ne bela aldın başına," dediğinde yanaklarını sıktım.


"Aşk olsun, bela tam karşımda akşama yandım desene." Sözlerimle elime hafiften vurup, "Hiç ikna edemezsin beni," deyip beni postalar gibi baktı. Ondan ayrılıp ilerideki dolmuşa bindim. Gittiğim yer, göreceğim adam nasıl beni başka âleme sokacaktı bilmiyordum. Bir katille göz göze gelmek, dokunduğu yerlerde gözlerini hissetmek oldukça kıvamsız bir hal alıyordu. Ben başıma bir bela almıştım ve o bela beni lacivert gözlerinde mezara sokuyordu. O ölüm kokuyordu, kaç ölüm vardı gözbebeklerinde bilmiyordum, kaç insan öldürmüştü bilmiyordum. Kanlı elleri sanki hep üzerimdeymişçesine bana gölge oluyordu oysa ben gölgelerden uzak yaşayan biriydim.


Emniyete girdim. Nefesimi soluyup geçen polislerden yardım istedim. İmzamı attım ama emin olmak için onu görmek istedim. Eğer onu görmezsem onun olduğundan emin olamayacak gibiydim. Artık camekânın ardında onunla yüzleşiyordum. Tek farkı o beni görmüyordu. Sanki görmese de gözleri üzerimde gibiydi.


Soru soran polise dönüp, "Bu!" dedim titreyen sesimle. "O adamı bu adam öldürdü." Polis beni onaylar gibi başını salladı. Onlarda zaten caddedeki kameralardan tespit etmişlerdi. Kısaca Yiğit denen katile baktım. Yüzünde hiçbir emare yoktu. Buz kütlesi yüzü vahşiliğin dilinde buydu demek ki. Umursamıyor, pişmanlığını dile getirmiyordu. Bir cana kıymıştı, belki de birkaç cana... Zalimliğin yurdu zulmünün altındaydı.


Öyle tepkisiz oturuyordu ki, sanki buradan kolaylıkla çıkacakmış gibi... Öyle rahattı ki, vicdanının emaresini göremiyordum.


Beklemeye başladım, onu kelepçe ile çıkarken görmeliydim. Beni görmesi umurumda değildi. Ondan korkmuyordum, korkum sadece bana istemediğim bir temasta bulunmasıydı.


Dakikalar geçti, oturamadım. Yine dakikaların eşiğindeydim. Koridorda gördüğüm iri heybetle bakışlarım etrafında gezindi. Kelepçeli değildi, kaşlarım çatıldı. Yanıma geldiğinde önce yanındaki adama dönüp, "Siz şirkete geçin Gökhan Bey, gelince tekrar görüşürüz," dedi sert bir dille. Anladığım kadarıyla avukatıydı. Gökhan Bey, Yiğit'i onaylayıp yanımızdan ayrıldığı anda Yiğit'in bakışları beni buldu. Gözbebekleri öfkeyi kedine yuva yapmıştı. Buz gibiydi, baktıkça ürperdim. Hızla bakışlarımı çektim. Onun bakışları ise hiç çekilmedi.


"Senin olman hiç şaşırtıcı değil." Ses tonu boğucu bir etkinin altındaydı.


"Göz yumacağımı mı zannediyordun?" Bir kere bile kırpışmayan gözleri yüzündeki ürkütücü ifadenin olacaklarının habercisiydi. İri cüssesi bir adım yaklaştığında geri gittim. Ona hiçbir surette bakmıyordum. Bakarsam bakışlarındaki acımasızlıkta yok olurdum. Bakarsam bakışlarımın altındaki histe yanardım.


"Cesaretine şapka mı çıkarmalıyım?"


"Sadece uzak dur benden." Başımı kaldırdım. Karşısında dimdik durmalı, ona hiçbir surette yenilmemeliydim. Etrafa bakıp, "Daha çok karşılaşacağız, hatta çok yakında," demesi ile kaşlarım çatıldı. Neden bu kadar büyütmüştü ki olayı. Beni arkasından bırakıp çekip giderken arkasından bakmayı bırakıp ilerledim. Soluyup daha fazla konuşamadan emniyetten çıktım. Dolmuşun oraya kadar yürümeyecektim, o kadar da cesaretli değildim. İleride taksi durakları vardı hemen oraya geçip taksilerden birine bindim. Daha çok karşılaşacağız demişti, bu tehditlerin başıydı, ya sonrası ne olacaktı? Bu adamdan kurtulmalıydım. Gözlerimi kapatıp sitemle, "Elini kolunu sallaya sallaya çıkmamalıydı," dedim. Bu kadar basit olmamalıydı hiçbir şey. Ben bu ağırlığı taşıyamazdım. Para güçtü onlar için, ezilen ise bizler gibisi oluyordu.


Taksi evin önünde durduğunda ücreti ödeyip indim. Hızlıca eve girdim. Üzerimi değiştirdikten sonra salonda oturan babamın yanına gittim. Bugün evdeydi. Annemde geldiğinde bana bakıp, "Neredeydin?" diye sordu. Ellerimi birbirine sürttüm. Nasıl söze gireceğimi bilmeden kıvrandım. Eninde sonunda yapacaktım. "Ne oldu kızım?" Annemin endişe dolu sesine karşın bakışlarımı elimden çektim. Annemin gözlerine baktığımda gözbebekleri büyümüştü. Birazdan diyeceklerimin ise görüntüsünü hayal edebiliyordum. Annem değil de babam korkutuyordu beni. Babamın öfkesi her şeyi birbirine katacaktı. Sessiz davranacaktı onu da biliyordum fakat sessizliğinin altındaki o ses hiç iyi olmayacaktı.


"Geçen gün kusa gittiğimde dönüşte bir olaya şahit oldum." Sözlerimle annem, "Kızım açıkça konuşsana," dediğinde babama baktım. Babamın endişesi gözlerinden belliydi, pek davranışsal olarak belli etmiyordu. Oturduğum yerin beni sıkması konuşmamı zorluyordu.


"Bir adamı öldürdüler. Buna ister istemez şahit oldum. Beni gördüler, sanırım biraz başıma bela aldım. Bugünde emniyetteydim şikâyetçi olmak için ama adamı serbest bıraktılar." Hızlıca anlattım her şeyi. "Ama sanki önceden benim peşimdeymiş gibi bir izlenime de şahit oldum. Bugünde telefon numaramı bulmuş, nasıl bulduysa." Babam yaslandığı yerden doğrulup kollarını dizlerine dayadı. Önce annemle bakıştılar. İkisi de tedirgin oldu ama bu tedirginlikleri babamla bakıştıklarında farklı bir hisse dönüştü.


"Peşinde mi bu adam?" Sakince sorduğu soru ile, "Sanırım," dedim.


"Adı ne?"


"Yiğit." Kaşları çatıldı. Kısa bir an derin bir düşünceye daldı. Bakışları şu an halıdaydı ve parmakları sakallarının arasında gezindi. Sıkıntılı bir hali vardı. Babam usulca kalkıp odadan çıktı. Ne yapmak istediğini anlamamıştım.


"Nasıl gördün olayı, dolmuşla gelip gitmiyor musun?" Anneme dönüp, "İp almıştım ya, o zaman oldu. Biraz yürümek istedim," deyince annem kızmadan, söylenmeden, "Şikâyet etmekle iyi etmişsin diyeceğim lakin bu bela hiç iyi bela gibi durmuyor," deyip sıkıntılı yüz ifadesi ile bana baktı. Bir şey diyemedim, olay ne raddeye çekilecekti bilmiyordum. Korkuyor muydum onu bile bilmiyordum. Oturduğum yerden kalkıp odaya geçecekken babamın telefon görüşmesine kulak kesildim. Beni görünce kapıyı kapattı, kısaca benim duymak istemediğim meselelerdi. Babamın çevresi genişti, akrabalarımdan çoğu polisti. Bilgi alacaktı ilkin sonra ise o bilgileri göz önünde tutup beni güvenle korutacaktı. Babamı tanıyordum.


Odaya geçip Büşra'yı aradım. Onu bırakıp gittiğim için bana hesap soracaktı ama ona o an bir şey anlatamazdım. Şimdide haber vermezsem bana bir hafta trip atardı. Buraya gelmesini söylediğimde hiç reddetmeden kabul etti. O gelene kadar namazımı kıldım, Kur'an'ımı okudum. Kitap okumak için raftan kitap alarak berjere oturduğumda telefonum titredi. Telefonu alarak kurcalamaya başladım. Mesajlara girdiğimde tekrar o numaradan mesajın olması sakinleşen kalbimi yeniden büyük bir endişeye soktu.


"Olanları öne çekiyorsun." Kaşlarım çatıldı. Cevap vermedim lakin tekrar mesaj geldi. "Gölgenden kaçamayacağını biliyorsun." Yutkundum. Telefonu kapatıp ellerimle yüzümü kapattım. Adam psikopat çıkmıştı. Bana bu kadar kafayı takması normal değildi.


Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bunların birer kâbustan ibaret olmasını isterdim. Gerçeklerin bu kadar yakınımda olması benim suçum değildi. O an olayı görmemeliydim ama olmuştu bir kere. Ben de bir insandım ve merakıma yenik düşmüştüm.


Kapı açıldı. İçeriye Büşra girdiğinde bana sertçe bakıp, "Kaç saattir seni bekliyorum farkındasın değil mi?" dedi. Başka türlü homurdansa gülerdim ama şimdi bu tavırlarına tepki veremeyecek haldeydim.


"Haklısın, şimdi müsait olabildim kusura bakma." Yatağın ucuna oturduğunda hareketlerini izledim. Yüzündeki öfke soğumuştu. Moralsiz olduğumu anlaması güç olmadı.


"Neyin var Zeynep senin?" Ona anlatmakta kararsızdım. Annemlere anlatmıştım ama hâlâ rahatlamış değildim.


"Önemli bir şeyim yok. Gerçekten."


"Beni mi kandıracaksın?" Sanırım anlatacaktım. En azından bir arkadaş gözüyle rahatlamam şarttı. Sorduğu soruya cevap vererek olanları bir bir anlattım. Büşra dehşetle gözlerini aralayıp, "Deli cesareti seninki de," dediğinde onu sessizce onayladım. Cesaretimin sonunda kendi kendimin infazına zemin hazırlıyordum. İç çekip öne doğru eğildim. Büşra önce sessizce konuşmamı bekledi. İstediği söz dudaklarımın arasından çıkmayınca, "Nasıl serbest kalabilirler aklım almıyor," deyip ayağa kalktı. Odanın ortasında oradan oraya yürüyüp, "Şimdi ne olacak," dediğinde cevabını bilmediğim soruya, "Zaman gösterecek," deyip odadaki gergin havayı yok etmeye çalıştım. Düşünmek istemiyordum, düşündükçe işin içinden çıkamıyordum. Bu sadece benim zararıma olmazdı. Bulaşıcı bir illet gibiydi. Önce ben bulaşmıştım, şimdi aileme bulaştıracaktım. Acımasız bir adam kim bilir neler yapardı. Düşünmek bile canımı sıkmaya yetiyordu.


Bu halim her ne kadar gerçekçi olmasa da etrafımdaki insanların bundan etkilenmesini istemiyordum. Bununla da başa çıkabilirdim. Gerekirse olay soğuyana kadar karşıma çıkmaması için çabalayacaktım.


"Okul için gerekli kitapları buldun mu?" Konuyu değiştirdiğimde şaşkınlıkla kaşlarını araladı. Yakınacağımı zannederken tam tersi tepkiler veriyordum.


"İstersen ertele bu sene okulu." Omuz silkip, "Onun için mi?" dedim sözlerimin gereksizliğini belirtircesine. "Bu geçici bir süre biliyorum. Sonra o adam yoluna devam edecek." Büşra önüme eğilip, "Bu adam normal biri değil Zeynep, onu hafife alma," dedi. Endişesine hak veriyordum. Konuşurken beni korkutmak istemediğini de biliyordum. Bu sadece geçici bir durum olacaktı, o adamın adalete teslim edilmesi için elimden geleni yapacaktım. Güçsüz göremezlerdi beni. Hem eve kapanmam onun benim peşimi bırakacağı gerçeğini değiştirmiyordu. Adam numaramı bile bulmuşken evimi mi bulamayacaktı?


"Bilmiyorum Büşra. Nereye gidersem gideyim gölgem olacak zaten. Ona boyun eğemem, bu onun için avantaj olmaktan başka bir işe yaramaz." Başını usulca sallayıp, "Haklısın," dedi. Tekrar yerine oturduğunda annem çay yaptığını söyleyip bizi salona çağırdı. Büşra salona geçerken ben de akşam vakti yaklaştığı için pencereyi örtmeye gittim. Tülü çekecekken evin karşısında gördüğüm kişi ile bir an duraksadım. Gördüğüm gözler dehşet saçarken hızla perdeyi çektim. Elimi kalbimin üzerine koyup inşirah okudum. Sanırım korkularımda haklıydım. Evimi nereden bulduğunu sorgularken telefonuma gelen mesaja baktım.


"Gölgen hep peşinde demiştim sana mavi." Sözler bir bir zihnimde tarumar olurken idrak etmesi oldukça güçtü. Birkaç kelimeye sığan onlarca anlam vardı, bana da en büyük armağan onun katil kokan gözbebeklerinde saklıydı. O göz bebekler çakan şimşeğin gürültüsünü veriyordu yüreğimin korku dolu yanına. O göz bebekler öldüresiye bakarken ben o göz bebeklerin hükmünde idama gidiyordum.


Perdeyi yeniden araladım. Orada değildi, gitmişti. Gözlerimi ovuşturdum belki sanrı görüyorum diye ama yine durum aynıydı. Sadece bana gözdağı veriyordu. Ondan korkmamı istiyordu. Buna müsaade etmeyecek, ona istediğini vermeyecektim. Gerekirse yine giderdim yine şikâyetçi olurdum.


Gölgeme gölge olmayı bir gereksizlik bilmeyecektim. O kötülüğü ile gölgem olurken ben adalet ile onun gölgesi olacaktım. Bu his berbat bir histi ama bu hissin en büyük arzusu galibiyetti.


Odadan çıkarak salona geçtim. Bakışlarım ayakuçlarımda koltuğa otururken kolumda hissettiğim dokunma ile sıçradım. Büşra bana bakarken mesajı ona gösterdim. Annem yoktu, o yüzden şimdilik endişe edecek durum yoktu.


Büşra sanki benim gibi eli kolu bağlanmış bir vaziyette ne diyeceğini bilmiyordu. Ben de bilmiyordum, bilsem sorunun çözümüne odaklanır elimden geleni yapardım.


"Bu adamın derdi başka Zeynep. Öfke değil sadece." Dedikleri ile gözlerimi kapattım. Hislerimden ötürü hissizdim. O kadar çok şey birikmişti ki zihnimde, zihnim beni yoğun bir güç tasarrufundan men ediyordu. "Bu adamla daha önce karşılaştın mı hiç?"


"Hayır, ilk defa görüyorum." Sessizce düşünceye daldı.


"Numaramı değiştirmem lazım," deyip geriye yaslandım. Annem çay tepsisi ile gelince direkt bakışları beni buldu. Kaşları çatılırken çayları koyana kadar bir şey demedi. Karşıdaki ikili koltuğa oturduğunda Büşra'nın da bildiğine kanaat getirdiğinden, "Elindeki telefonun nedenini açıklayacak mısın?" diye sordu. Dudaklarımı stresten ısırıp, "Numaramı değiştirmem lâzım anne," dedim.


"Bir günde numarana ulaşan adam yine bulmayacak mı sanıyorsun?" Haklıydı. Kendimce çözümler üreteyim derken yine çözüm bulamıyordum. Numaramı değiştirmek en fazla bir günümü alırdı ondan kaçmam için.


"Benden ne dememi istiyorsunuz anne? Ben böyle olmasını ister miydim?"


"Sana zaten kızmıyoruz kızım. Endişe ediyoruz sadece." Annemin yanına gidip sıkıca sarıldım. Annem sırtımı sıvazlarken bir yandan, "Merak etme, bir çözüm bulacağız," deyip saçlarımdan öptü. Bir şey demedim. Annemi daha fazla korkutmak istemiyordum. Korkuyordu, bunu görebiliyordum. Anlatmamın en kötü yanı buydu. Benden daha çok endişe ediyorlardı. Bu endişeleri benin bu stresten ötürü ters tepki vermemi sağlıyordu. Bunun olmasını istemiyordum.


Annemden ayrılıp köşeme geri döndüm. Anneme ara sıra baktığımda durgundu. Kendimi suçlamak gibiydi bu, daha ne gibi bir olayla karşılaşacağımı bilmiyorduk.


Epey oturduktan sonra Büşra'yı yolcu edip odama geri döndüm. Telefonu kapattım. Şimdilik ondan mesaj almak istemiyordum. Namazımı kılıp raftan Kur'an aldım. Okuduğum ayetlere sığındım. Ferahlık ulaştırdım kalbime. Yüreğim soğusun istedim, akan gözyaşlarıma anlam yüklemek istedim. Rabbimin ayetlerini okumak, dünyadan sıyrılmak istedim. Bir inşirah bahşettim kalbime. Zuhur eden bu berbat histen uzaklaşmak gibiydi okuduğum ayetler. Ayet adedince huzur, ayet ayet gözyaşı ulaştı Kur'an yapraklarına.


"Sen benim Rabbimsin, sen gören sen bilensin Rabbim. Dünyamı cehennem etme, cehenneme çevirenlere merhamet nasip et."


Fısıltıdan ibaretti duam. Aslında bağırmak, hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Dokunduğu yeri kesip atmak istiyordum. Mahremiyetimin zedelenmesine dayanamıyordum.


Tenim cehennem ateşine dokunsun istemiyordum.


Akan gözyaşlarım yanaklarımı yakıyordu artık. Ben yanıyordum... Yakma Rabbim dedim, yakmazdı biliyordum. Kaderim onun emrindeydi. Başıma ne gelirdi bilmiyordum, bildiğim tek şey Rabbimin bana bahşedeceği kadere boyun eğmekti.


...


Cezvenin altını kısıp çalan kapı ziliyle kapıya yöneldim. Annem odada ütü yapıyordu. Bende kahve işini teslim almıştım ama gelen komşumuz Münevver teyze ile kahve sayısı artmıştı. İçeriye girdi. Bende çekildiğim köşeden çıkıp ona yaklaştım. "Hoş geldin Münevver teyze." Birbirimize sarıldık. Münevver teyze hemen çaprazımızdaki binada oturuyordu. Ara sıra oturur çay içerdik.


"Hoş bulduk güzel kızım." O kadar tontondu ki yine dayanamayıp yanaklarını sıktım. Münevver teyze oğlu ile yaşıyordu. Eşi bundan on yıl önce kanserden vefat etmişti. Oğlu ise üç yıldır evli olduğu eşinden geçen yıl ayrılmış, daha sonra annesinin yanına yerleşmişti. Onlarla on beş yıla yakın bir komşuluğumuz vardı.


Annemde işini bitirip geldi. Ben de kahveleri hazırlayıp yanlarına geçtim. Münevver teyze annemin yaptığı el işine bakarak beğendiğini ifade edip hatta anneme müşteri bile bulmuştu. Annem ara ara yaptığı el emeklerini satardı.


"Eee kızım sen nasılsın? Okul devam mı?" Kahvemden bir yudum aldım. Münevver teyze bana bakarken yüzündeki o sevecen ifadesini hiç eksik etmedi.


"Çok kalmadı Münevver teyze." Başını usulca salladı. Aslında bir şeyler demek istiyordu da diyemiyor gibi kıvranıyordu. İçimdeki tuhaf his hiçte hoşuma gitmedi.


"Kızım sana bir şey söyleyeceğim ama beni yanlış anlama." Meraklandım. Bedenini biraz daha bana döndürdü.


"Buyur Münevver teyze." Sanırım tahmin ettiğim şeydi.


"Biliyorum okuyorsun ama benim oğlan seninle evlenmek istiyor. Aslında çoktandır diyecektim ama şimdi fırsatım oldu." Hem şaşırdım hem de şaşırmadım. Şaşırmadım çünkü ara ara oğlunu bana methetmesinden bir şeylerin çıkacağı aşikardı. Şaşırdım çünkü bir anda böyle bir teklifte bulunacağını düşünmüyordum. Oğlu Musa ile aramda neredeyse dokuz yaş vardı. Hem ben onu abi olarak görürken bu teklif bana çok çok uzaktı. Benimle ne ara evlenmek istemiş, ne ara yüreğine almış bilmiyordum ama ben ona karşı bir şey hissetmiyordum. Dudaklarımı aralamıştım ki, "Hemen kestirip atmasan mı ha, bir düşünsen," dediğinde annemle göz göze geldim. O hiç karışmadı, benim kararıma bıraktı.


"Münevver teyze, sen ne diyorsun!" Sesimdeki yarı kızgın yarı şaşkın ton yüzünü düşürdü. "Ben Musa abiye hiç öyle gözle bakmadım bile, ki aramızda koskoca yaş var."


"Ne var ki yaşlarınızda. İkinizde birbirinizi anlayacak yaştasınız. Sorun oğlumun..." Sözünü yarıda kestim zira ikimizde birbirimizi yanlış anlıyorduk.


"Sorun oğlunun boşanması değil Münevver teyze. Zaten bunu sorun etmemde. Lakin olmaz, ben Musa abiye karşı hiçbir şey hissetmiyorum." Üzerime varmadı ama bu olayın peşini bırakmayacağını biliyordum. O kadar birbirimizden ayrı kişilerdik ki, onunla evlenmek benim için çok fazla uzaktı. Bundan sonra onunla karşı karşıya bile gelemezdim.


...


Annemin yarım bıraktığı ütü işini ben tamamladım. İşim bittiğinde odama çekilip raftan birkaç kitap aldım. Günde üç kitap okuma fırsatım olursa okuyordum. İlmi kitap, kişisel gelişim ve roman olarak ayırırdım bu planlarımı. İlkin okuduğum ise ilmi kitaptı. Diğerlerini köşeye koyup önüme açtığım kalın kapaklı ciltli kitapta kaldığım yeri yavaş yavaş okudum. İlmi kitapları bitirme sürem uzun sürerdi. Hatta üstüne üç roman dahi bitirirdim.


Altını çizdiğim yeri tekrarladım: Peygamber ﷺ vefat ettiğinde bize o kadar bilgi bırakmıştı ki, havadaki bir kuşun kanat çırpması bile, ondan aldığımız bir bilgiyi hatırlatırdı.


O kadar etkileyici bir alıntıydı ki, aslında hiçbir imkânın olmasa bile kendi kendine her şeyi öğrenebiliyordun. Hayatın zenginliğinde yaşadığımız bu fakirlik ruhumuzu köreltiyordu da haberimiz yoktu.


Geriye yaslandım. Zihnimin köşelerine yer edinen bu alıntıyı düşündükçe insanların İslam'a uzak olmaları içimi acıtıyordu. Oysa Allah'a yönelmek için çok fazla sebebimiz vardı. Dünyanın her yerinde onun delilleri doluydu ama biz görmezden gelerek kulluğumuzu tam manasıyla yerine getiremiyorduk.


...


Annemle Pazar alışverişinden döndük. Ürünleri yıkayıp yerlerine yerleştirmek zulüm olsa da anneme asla söz geçiremeyeceğimi bildiğimden uysal uysal ürünleri yerleştirmek daha cazip geldi.


Birçok şey aldık. Daha doğrusu annem akşam için babamın en sevdiği yemekleri yapacağından her zaman almadığımız ürünlerde dolabımıza teşrif etmişti. Anneme bu bahane ile takılmadan edememiştim. Annem ise terliğini fırlatarak beni susturmuştu.


Son mesajın üzerinden dört gün geçmişti. Bu süreçte hiç mesaj yazmamış, bir kere bile karşıma çıkmamıştı. Bu rahatlatıcı değildi, her an bir yerlerden karşıma çıkacakmış gibi geliyordu. Bugünde okul çıkışı bu konuya dikkat etmiştim ama gözle görülür bir tehlike sezememiştim. Rahatlamam gerekiyor muydu bilmiyordum ama yine de bir nebze olsun iyi düşünmeyi başarabiliyordum.


Yemekler hazır olduğunda odaya geçtim. Bu gece için uzun zamandır aklımda olan film gecesini yapmak istiyordum. Büşra'ya mesaj atıp bize gelmesini söyledim. Öncelik yarım kalan kitabımı bitirmek oldu. Daha sonra yemekleri yemiş, çay faslını bitirmiştik. Herkes köşesine geçtiğinde ben de Büşra'nın gelmesini fırsat bilip odaya çıktık. Büşra filmi ayarlayadururken ben de mutfaktan içecek bir şeyler alıp geri odaya döndüm. Film açılmış, kısa bir süre sonra filme adapte olabilmiştik. Filmin sonuna geldiğimizde ikimizin de gözlerinden yorgunluk akıyordu. Neredeyse üç saatlik filmi bir oturuşta bitirmiştik. Buna ben de o da alışık değildi ama bu gece hem kafam dağılsın hem de uzun zamandır izlememenin verdiği iştiyakla geceyi bitirmek iyi gelmişti.


Büşra eve geçerken ben de çok geçmeden uyumuş, ezan sesiyle deliksiz uyuduğum yataktan kalktım. Sabah ezanının o içli sesine bir süre kulak kesildim. Daha sonra yataktan kalkıp namazımı eda ettim. Namazdan sonra pencere kenarında saatlerce oturdum. Bazı zamanlar telefonumu kurcaladım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu, daha doğrusu uyumak istiyordum ama yatınca da tek bir uyku girmiyordu gözüme. Dün okuldan sonra geldiğimde de aynısı olmuştu. Bugün okula gitmeyecektim, belki biraz uyurdum birazda dışarıya çıkardım. İçim sıkılıyordu. Geçecek gibi değildi ve bir şeyler yapmazsam bunalacak gibi oluyordum.


Büşra'ya okula gitmeyeceğimi söyleyince kendisi tek gitmişti. Ben de biraz sahile geçecek orada oturacaktım. Annem beni tek bırakmak istememişti ama babamın arabasını kullanacağımı, yürümeyeceğimi söyleyince ikna olmuştu. Lakin Yusuf'u bırakma mevzusu vardı. Onu işe götürecektim, oradan da yakın olan sahile geçecektim. Annem söylene söylene anahtarları verdi. Yusuf kendisinin kullanacağını söylese de asla onu dinlememiş, hızla şoför koltuğunu kapmıştım. Söylenerek yolcu koltuğuna geçti. İlk önce onu iş yerine bıraktım, daha sonra kendim birkaç kilometre uzaklıktaki sahile geçtim. Yusuf eczanede çalışıyordu, bu yüzden onun iş yoğunluğu uzun süreceğinden bir saat gibi bir süre oturup eve geri dönecektim. Ev zaten çok uzak değildi ama yürüyerek gelinice epey bir mesafe oluyordu.


Uzun zamandır gelmediğim sahil, hafif esiyordu. Bu oldukça hoşuma gitti. Tebessüm ettim. Denizin nazlı nazlı dalgalanmasını izledim. Geçen yıl sık sık geliyordum ama bu yıl kendimi eve hapsetmiştim iyice.


Sahil kalabalıktı. Hava güzel olduğu için aileler burada zaman geçiriyordu. Paten binen çocuklar, oradan oraya koşturan köpekler uzun süre sessizce izlememi sağladı.


"Oturabilir miyim?" Başucumda duran genç bir kız elindeki kitapla bana bakıyordu. "Boş bir yer bulamadım da sorun olmazsa buraya oturabilir miyim?"


"Tabii, olur."


"Teşekkür ederim." Yanıma oturup kendine toparladıktan sonra kitabına adapte oldu. Bir süre etrafta olan bakışlarım kısa bir süre sonra kıza kaydı. Sakince kitap okuyuşunu izledim. Kız kendisine baktığımı hissedince bana baktı. Yüzünde tebessüm belirdi. Ona karşılık aynı tebessümü verdim. Lakin ikimizde konuşmadık. Ona, "İyi günler," dedikten sonra yanından ayrıldım. Biraz yürüdükten sonra eve geri döndüm. Annem dönüşümü rahatlıkla karşılamış, bir sorun olmadığını duyunca işine geri dönmüştü. Sanırım yersiz bir korkuydu ve artık onunla karşı karşıya gelmeyecek gibiydim.


...


Kapıda homurdanarak bekleyen Yusuf'un yanına gidip birkaç merdiven yukarıdan sırtına atlatıp, "Ağaç oldun meyve verdin tamam," dediğimde beni sırtından indirip, "Ağaçkakan mı oldun başıma," dedi. Koluna çimdik atıp, "Ağaçkakanı aratırım sana," dediğimde kolunu omzuma attı. Eğilip usulca, "duyamıyorum abla seni," deyip güldü. Her seferinde yaptığı bu iğrenç espriye göz devirip kaş göz işareti yaparak, "Emin misin?" diyerek yukarıdan gelen Büşra'yı göz ucuyla gösterdim. Yusuf Büşra'yı görünce hızla toparlanıp kendine çeki düzen verdi. Yusuf'la benim aramda iki yaş vardı, Büşra ile de iki yaş vardı. Yusuf'la Büşra aynı yaştı. Sadece ben hafızlığa gittiğim için onunla bu zamana aynı döneme gelmiştik. Zaten beraber büyüdüğümüz için çok yakın dost olmuştuk, yaş farkı gözetmedik. Yaş farkı olacak kadar olgun gözükmediğim gibi minyomluğum bunu ele vermişti.


"Söyledin mi Yusuf'a." Büşra sessizce sordu. Amacı bilip bilmediği için pot kırmamaktı. Başımı iki yana sallayınca anlayışla geri çekildi.


"Yanınızda bile dedikodumu mu yapıyorsunuz?"


"Yo, sen niye üzerine alınıyorsun?"


"İsmimi duydum." O an korkuyla baktım. Diğerlerini anlamamış olacak ki oldukça rahat duruyordu.


"Sen niye her şeyi yanlış anlıyorsun, senin adın geçmedi bile." Yusuf Büşra'ya kısa bir bakış atıp, "Sen niye kızardın hemen?" dedi. Büşra irkilerek bakışlarını çekti. Yusuf yaptığı ima ile gülümsedi. Ellerini cebine sokup önden yürüdü.


"Sen niye patavatsızsın?" Bu sefer kaşlarını kaldırıp baktı Büşra'ya lakin yüz ifadesini görünce keyfi yerine geldi. Büşra bir anda böyle olacağını düşünmediğinden ne diyeceğini bilemedi. Onların bu tatlı tartışmalarını keyifle izledim.


Uzayıp giden tartışmadan sonra okula gelebildik. Okula girince Yusuf'ta geri döndü. Kantinden çaylarımızı alıp bir köşeye oturduk. Okulun ikinci haftası olmasına rağmen bizim için birkaç günlük serüvendi. En azından okulun bitmesine çok yoktu. Bunun için son dönemi garanti edip diğer seneyi rahatça bitirmek istiyordum.


"Kimin dersiymiş bilgin var mı?" Büşra bana bakıp, "Dün gruptan Deniz Hocanın olduğunu söylediler," deyip önündeki telefonla ilgilenmeye başladı. Telefonu çoğu zaman kapalı tuttuğum için gruba girememiştim. Şimdi bile çantamda duran telefonu almaya cesaret edemiyordum.


"Bu dönem ne yapıp ne edip ders bırakmamam lazım... Özellikle Serap hocanın dersinden..." Büşra'ya gülüp, "Serap Hocanın katı kuralları ve yıkık biz," deyip kıkırdadım. Büşra kahvesinden bir yudum alıp, "Serap hoca bu sene okuldan topuklayıp kaçmazsa iyidir," deyince gözümün önüne geçen yılın öğrenciler arasında yapılan toplu girişimi geldi. Serap hoca sabırlıydı en azından, yoksa başka hoca olsa bu dönem başka bir sınıfa geçebilirdi.


"Hakkını yemeyelim ama değil mi?" Hatırlattığım söz ile ikimizde güldük.


"Aaa, ne haddimize." Kahvem genzime kaçtığı için öksürdüm. Bugün bu konunun yine gün yüzüne çıkması şimdiden Serap hocanın ilgi odağı olacağına kanaatti. Kahveleri içip sınıfa geçmek için ayaklandık.


Dersin başlamasına çok bir müddet kalmamıştı. Bu yüzden dolan sınıfla beraber hocada çok geçmeden geldi. Deniz hocanın sınıfı incelemesi son bulunca derse başlamıştık. Lakin bugün için yaptığı planlamada ders işlemek yoktu. Masanın ucuna oturup sınıftan seçtiği bir öğrenciyi kaldırıp sorular sordu. Bu bütün sınıfın öğrencilerinde tek tek devam etti. Büşra ile geçen akşam, üzerinden geçtiğimiz konunun bize denk gelmesi ise şanslı olduğumuz noktalardan biriydi. Deniz hocanın son anda verdiği puanların kanaat notu olarak geçtiğini söyleyince vizelerin şimdiden iyi geçeceğini görebiliyordum.


Ders bittikten sonra diğer dersleri de halledip eve geçtim. Namazımı okulda kıldığım için dinlenmeye geçtim. Annemde komşulardaydı ve yemeği sabahtan yapmıştı. Bu yüzden vaktim vardı. Kerahet vakti yaklaştığı içinde sadece uzanacaktım. Köşedeki raftan kitabımı alıp yatağa uzandım. İki gündür okuyamadığım romana kaldığım yerden devam etmek istedim ama gözlerimin yanması sanırım keraheti biraz umursamayacak gibiydi. Kendimi zorladım ama ne yazık ki uyumama engel olamadığımı akşam ezanının sesini duymamla fark ettim. Üzerime düşen kitabı komodinin üzerine koydum ve yataktan halsiz bir şekilde kalktım.


...


İki haftadır okula gidip geliyordum. Bu süreçte babam beni hiç yalnız göndermemişti. Ya Yusuf'la ya da kendisi getiriyordu. Sanırım olaylar durulmuştu, çünkü o adam iki haftadır bir daha karşıma çıkmamıştı.


Okula giriş yaptığımızda Büşra lavaboya geçerken ben de sınıfa geçtim. Sınıf boştu. Köşedeki yerime oturdum. Kitapların üzerinde duran romanıma devam ettim. Kapı aniden açıldı. Başımı kaldırdığımda gördüğüm siluet donup kalmamı sağladı. Kırpıştırmadığım gözlerim kocaman açıldı. Şu an çaresizce kapıdaki adama bakıyordum. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Kendime geldim ve hızlıca ayağa kalktım. Buradan kaçmak için adım attığımda kapıyı kilitledi. Dehşete düştüm. Hızla kapıya koşup açmaya çalıştım fakat başarısız oldum. Ona dönerek, "Aç kapıyı," diye bağırmam üzere hızla ağzımı kapatıp beni köşeye çekti. Dirseği omuzuma baskı yaptığı için kollarından kurtulamadım.


"Şşş," diyerek parmağını dudağının üzerine koyup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bedenim bedeninin yanında ufacık kalırken iri cüssesi sanki beni yutacak gibiydi. Kolları arasında çırpındım. Dudağının kenarı arsızca kıvrılırken lacivert gözleri ölüm saçıyordu. Yüzünde ise mezarın soğuk karanlığı vardı. Bakışlarım ellerine kaydı. Bana dokunmaya nasıl cüret ederdi?


Gözlerimden usulca yaş damladı. Bakışları gözyaşlarımda gezinirken ona karşı çıkamayışım beni hiç olmadığım kadar berbat hissettiriyordu.


"Bağırmazsan ağzını açacağım." Dediği ile başımı usulca salladım. Elini ağzımdan çekti.


"İmdat, yardım edin!" Bağırmam ile tekrar elini ağzıma koydu. Çaresizliğimi ilk defa bu kadar hissettim. Ondan kaçacak alanım yoktu. O günkü gibi bacağına vurmak istedim ama alanımı kısıtlaması bütün düşüncelerimi altüst etti.


"Hiç laf dinlemiyorsun." Kaşlarımı çattım. "Ama dinleyeceksin." Tekrar elini ağzımdan çekince, "Ne istiyorsun?" diyerek çıkıştım. Artık bağıramazdım, çünkü bana dokunmasına engel olamazdım. Bana yakın olması vücudumda yanmaya neden oldu. Biraz daha sindim duvara. Benden uzak olsun istedim.


"Benim istediğimin ne olduğunu biliyorsun."


"Ölüm," dedim ona karşılık. Elini yüzüme değdirecekken yüzümü yan tarafa çevirdim. O elde ölüm vardı, kan vardı. O kanın bedenime ulaşmasına izin vermeyecektim. Elini geri çektiğinde, "Zekisin," deyip bir adım daha attı bana doğru. Yan tarafa kaydım. "Uzak dur benden," diyerek fısıldadım. "Sakın dokunma bana!" Sesimdeki güçsüzlüğü hissettim. Yüzündeki değişim öfkeden olmalıydı. Bir adım geriledi. Ölüm kokan bedeni uzaklaşınca gözlerimi hafiften kapatıp soludum.


"Senin ölümünü istemiyorum." Dedikleri ile şaşkınlığım yüzümdeki ifadeyle çoğaldı. "Bu yüzden ölüme yaklaşma." Uzun uzun baktı yüzüme ama ben sadece ne kadar çekilebilirsem ondan uzağa çekildim. "Çok yakında daha iyi anlayacaksın beni. Ama şu an uslu biri ol ve kendini korumaya çalış." Hızla kapıyı açıp sınıftan çıktı. Neydi şimdi bu? Amacı neydi? Bedenim olduğu yere çöktü. Kastığım vücudum titriyor, akmaya hazır gözyaşlarım bir bir akıyordu. Uyarısındaki taze kan kokusu genzimi yaktı. Sarsıla sarsıla ağladım. Korkuyordum. Bu sefer sadece zarar vermesinden değil, her şeyden korkuyordum. Bana dokunmasından, beni zalimliğinde yok etmesinden korkuyordum. Başımı kollarımın arasına gömdüm. Titremem daha fazla arttı.


Üzerimdeki bu acı hisle gerildim. Hızla gözyaşlarımı silip ayaklandım. O an içeriye Büşra girdi. Beni görünce hızla yanıma gelip, "Ne oldu?" diye sordu korkuyla. "Yüzün bembeyaz kesilmiş Zeynep. Niye ağladın?"


"O buradaydı." Etrafa baktı. Sessiz ama bir o kadar şaşkınlıkla, "Ne?" diyerek eliyle ağzını kapattı. "Ne işi varmış burada?" Omuz silkip, "Bilmiyorum," dedim. Köşedeki masalardan birine oturdum. Büşra çantasındaki suyu bana uzattı. Titreyen elimle suyu alıp içtim. Büşra bana bakıyor, benden bir söz bekliyordu. Ona diyeceklerimden ötürü konuşamamazlık dilime pranga gibi yapıştı.


Dirseğimi masaya dayayıp yüzümü ellerimin arasına aldım. Nefesim daralıyordu. Büşra koluma dokunup, "Korkutuyorsun beni," dedi.


"Korkma," dedim. Sınıf yavaş yavaş kalabalıklaştı. Akabinde Deniz hocada geldiğinde derse başladık. Benim kafam doluydu, derse adapte olamayacak kadarda kötü hissediyordum. Önümdeki kalemle defterin kenarına bir şeyler karalarken buldum kendimi. Dakikaları sayacağım aklıma gelmezdi. Kendimi oradan oraya atlarken buluyor, oturttuğum düzenimin bozulmasına neden oluyordum.


Ders bitmiş, sınıf yine sessizleşmişti. Büşra ile okulun kafesine geçtik. Kafe oldukça büyük olduğu için diğer bölümde okuyan öğrencileri de görebiliyorduk. Kahvemi yudumlarken içeriye giren Yiğit'i görmemle genzime kaçtı. Öksürüğüm artarken Büşra hızla bana su uzattı. Yüzümün aldığı hali görünce baktığım yere baktı. Kaşları çatıldı. Kalkacakken onu durdurdum. Onun bu işe bulaşmasını istemiyordum. Büşra ne kadar memnun olmasa da kabul etti.


Suyumu zar zor yuttum. Karşımdaki masaya oturdu. Yanında iki arkadaşı daha vardı. Yüzündeki ifade soğuk ve öldürücüydü. Bir saniye bakışlarını benden ayırmaması beni yerin dibine soktu adeta. Elindeki telefonu kurcalarken birden benim telefonum da titredi. Telefonu alıp açtım lakin mesaja bakmadan mesajı sildim. Üst üste atmış ve ben üst üste silmiştim. Alayla kıvırdı dudaklarını. Sinirlerim bozuldu. Günlerce gelmeyince kurtulduğum zannettiğim bu olay yeniden meydana çıkmış ve beni köşeye sıkıştırmayı başarmıştı. 


Loading...
0%