@rumeysadoganm
|
Önüme düşen adamla hafif çaplı çığlık attığımda masanın dibine çöktüm. Ezgi’yle Büşra diğer masada koruma altındayken buradan kurtulmak için dualar ettim. Her silah sesi olduğum yere pusmamı sağlıyordu. Bizim taraf oldukça kalabalıktı ve bizi bu vahşetten korumayı başarabiliyorlardı ama onların canı tehlikedeydi. “Zeynep çıkma oradan.” Büşra’nın bağırması ile olduğum yere daha çok sindim. Seken kurşundan kıl payı kurtulurken korumaların bana ulaşması güç oldu. Buradan milim kıpırdayamıyordum. Her saniye tehlikenin dibimizde olması yoruyordu. Bir gün bu vahşetten kurtulamayacağımı biliyordum. Kısa bir çatışmanın ardından Betül yanıma geldi fakat yanıma gelmesi ile vuruldu. Dehşetle Betül’e baktım. Elimin titremesine engel olamadığım gibi panikten aklımı kaybetmiş gibiydim. Çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum. Bir anda neden böyle bir olay çıkmıştı bilmiyordum. Amaçları beni öldürmek mi başka bir şey mi anlamamıştım. “Betül!” Sesim hayli güç çıktı. İkinci kurşun omzuna gelince dolan gözlerim hızla aktı. Tehlikeye rağmen onu köşeye çekmeyi başardık. Kapanan gözleri ile onu uyandırmaya çalıştım. “Bak bana hadi.” Betül inleyerek açtı gözünü. Vurulmasından ötürü bembeyaz kesilmişti. “İyi olacaksın sakın kapatma gözlerini.” Bir şey diyemedi. Diyecek gücü yoktu. Elini omzuna götürdüğünde hızlıca feracemi çıkarıp yarasına baskı uyguladım. Şimdiden birkaç koruma vurulmuştu. Çok feci görüntüydü ve ben bu görüntüde çıldırmak üzereydim. Gözlerimin önünde yere yığılan bedenler sırf beni korumak için canlarından olmuşlardı. Arada bakışlarımı etrafta gezindiriyordum. Köşede duran Kerem birilerini arıyor fakat kimseye ulaşamıyordu. Öfkelenmişti, sıkışıp kalmamız onu hayli tedirgin etmişti. Ağlamam şiddetlendiğinde karşımda gördüğüm adamla şimdiden hiçbir şeyin iyiye gitmeyeceğini anladım. Kerem dahil birçok adam rehin alınmıştı. Tepemde dikilen adamın tek hedefi bendim. Kolumdan tuttuğu gibi bedenimi çekiştirdi. Sıkı sıkıya tuttuğu elinden kurtulamıyordum. Sanki olanların acısını çıkartacak gibiydi hareketleri. “Bırak beni,” dedim öfkeyle. Sesimdeki öfke adamı hiç etkilemiyordu, bilakis öfkelenmemi istiyordu. Betül’de yaralı haliyle adama engel oldu ama adam hiç acımadan Betül’ü tekrar yaraladı. “Bırak diyorum sana bırak.” Bir yandan Betül’e dönüp bakıyor bir yandan kolumu adamın ellerinden kurtarmaya çalışıyordum. “Kes sesini. Merak etme ölümün şimdi değil. Seninle daha çok işimiz var.” Kızlarda bir yandan çırpınıyorlardı. Adamlar kızları de rehin almıştı. “Sana istediğini vermeyeceğim.” Ellerinin arasında çırpınmaktan vazgeçip ne yapabileceğimi düşündüm ama yeniden çıkan arbede beni hiç olmadığım kadar ifadesiz bıraktı. Kolumu tutan adam bu sefer arkama geçti. Bir kolunu boynuma sararken elindeki silahı başıma dayadı. Birkaç saniye sonra görüş alanıma giren Yiğit, durumun hangi yönünü bize sunacaktı bilmiyordum. Bu sefer diğer tarafın adamları rehin alınmıştı. “Bırak lan kızı!” Arkamdaki adam sırıtıyordu. Şu an korkuyor muydum yoksa bir umut içerisinde miydim bilmiyordum. Belki şu anda ölüp gidecektim. Aslında ölüm korkulacak bir şey değildi ama şu an ölürsem nasıl bir hâl üzerinde olacaktım orası ayrı bir soruydu. Hazır mıydım ölüme onu bile bilmiyordum. Belki de korkum bu yüzdendi. Günahlarım varken nasıl çıkardım Allah’ın huzuruna. Daha son tövbemi bile etmemiştim, ölürsem nasıl bir amel üzere olacaktım bilmiyordum. Korkuyordum, korkum ölümden değil hesap verememektendi. “Ekrem’in selamı bizden önce geldi herhalde.” Yiğit’in öfkesi o kadar çok belirginleşti ki yüzündeki o ifade her zamankinden daha farklıydı. “O ajanı bulur bir yerlerinize…” Ettiği küfür uğradığı hayal kırıklığının karşılığıydı. Sanırım aralarına bir ajan girmişti. Yiğit bunlara dikkat eden adamdı, ne yazık ki dikkat etse de gözden kaçan durumlar oluyordu. “Söyleyin bıraksınlar Ekrem’i. Yoksa kızın kafasını dağıtırım.” Başıma silahla baskı uyguladı. Hiç de nazik bir hareket olmadığı için yüzüm buruştu. Yiğit sabır dilenir gibi gözlerini kapatıp soludu. Şu an içinden ne küfürler savurduğunu tahmin edebiliyordum. Dudakları kıvrıldı, birazdan ne diyeceğini merak ediyordum. “Öldür hadi.” Gözlerim irileşti. Bu adam ne diyordu böyle? “Öldür.” Bağırdı. Şu an nefessiz kaldım. Namlunun ucundayken hiçbir şakanın olmayacağını bilmiyor muydu? Üzerimize doğru yürüdü. “Ben alay etmiyorum Soydan! Yaklaşma!..” “Ben de etmiyorum.” İçimden birçok dua okudum. Şu an dizlerimde derman yoktu. Düşüp kalabilirdim ama beni tutan adamla bir kıpırdayamıyordum. “Öldür de ölümün nasıl olduğunu sana öğreteyim.” Şu an çok yakınımızdaydı. Arkamdaki adamın blöf yaptığını daha iyi anladım. Yiğit, adama tek bir saniye bile beklemeden sert bir darbe indirdi. Geri sendeleyen adam çok geçmeden yere düştü, ben ise Yiğit’in kollarına… Yiğit beni nazik bir şekilde köşeye oturttuktan sonra adamın ensesinden tuttuğu gibi kaldırdı. Daha sonra yanına yaklaşan korumalardan birine teslim etti. Her şeyi korkuyla izliyordum. Yaşadığım her şeyin aniliği titrememe neden oldu. Köşeye sindim, bacaklarımı karnıma çekip kollarımı birbirine dolandırdım. Şu an ne bir ses duyabiliyor ne de gelenlerin kim olduğunu görebiliyordum. Canım çok yanıyordu. Onlarca kişinin vebali üzerimdeydi. Ben, bir adamın ölümünün şahidi olamazdım. Bu kadarı beni mahvederdi. Bedenime dokunan eli itekleyecekken bu sefer başarılı olamadım. Bir bedene ilişti bedenim ve zeminden kaldırıldım. Bakamıyordum hâlâ. Birinin kolları arasındaydım. Bu koku tanıdıktı. Bu koku, oydu. Yiğit’ti. Başımı öptü. “Şşş geçti.” Son duyduğum ses bu oldu. Sadece bu sesle bedenim gevşedi. Ölüm gibiydi yaşadıklarım ve bu ses, bu koku beni ölümden kurtardı. Titremem sürdükçe ben biraz daha sokuldum o bedene. Şimdi ise sanki saniye öncesinde yaşadığım olaydan sıyrılmış gibi gözlerimi açtım. Yataktaydım. Bütün uzvum ağrıyor gözlerim acıyordu. Son anda yaşadıklarım aklıma gelince yataktan doğrulmaya çalıştım ama kolumda hissettiğim acıyla ve başımın dönmesi ile sırtım tekrardan yatakla buluştu. Hemen yanımda yatan Yiğit’le kolumdaki serumu söktüm. Başım dönüyordu ama öfkem hiçbirini umursamadı. Yataktan kalktığım anda komodine çarptım. Sesi duyan Yiğit yataktan doğrulup yanıma geldi. Bana yaklaşacakken onu durdurdum. Kendimi acıyan canımın zemherisine itekledim. Her şeyi bir bir anımsıyordum. “Sakın yaklaşma bana.” Durdu, daha fazla yaklaşmadı. Gözleri üzerimdeydi, endişeli, ürkek bir hale bürünmüştü. Hiçbir görüntü gözlerimin önünden gitmiyordu. Dolan gözlerim yine durduramadı yaşlarını yerinde. Canım çok yanıyordu, bu da öfkelenmeme neden oluyordu. Ona baktım, o da bana. Yüzü gerildi fakat umursamadım. Bir şeyleri yola koyacağım diye alt üst ettiği hayatıma daha fazla acı sokuyordu. Gitmeseydi öfkesinin sürüklediği yere, şimdi bu durumda olunmayacaktı. O adamlar bundan güven alıyor ve ben o planların içindeki tek hedeftim. Çünkü karşımdaki adamın zafiyetini biliyorlardı. “Mavi, ben...” Konuşmasına müsaade etmeden, “Sen ne?” diye bağırdım. “Sen ne Yiğit? Yine kendini nasıl bu işin içinde aklayacaksın?” Sesimdeki öfke artık başa çıkılamayacak kadardı. Çıldırmış gibiydim. Öfkeli, asi bir o kadarda yıpranmıştım. Kaç ay olmuştu buraya geleli ve o kadar ay içinde beni korumak isteyenlerin canıyla sorumlu tutuluyordum. Ben bunun vebalini ödeyemezdim, buna vicdanım elvermezdi. Beni kimse korusun da istemiyordum. Hayatım için başka hayatlar tükenemezdi. Eğer koruyanlar ölümle baş başa kalacaksa benim ölmem daha makbuldü. “Aklamak gibi bir derdim yok, suçlu olabilirim ama bu gecenin sorumlusu beni tutamazsın.” Güldüm. Yine kendini olanlardan uzak tutabiliyordu. “Sana göre sen hiçbir şeyin sorumlusu değilsin zaten? Ama sırf senin beni koruman yüzünden gözlerimin önünde kaç can öldü. Sırf senin hayatındaki meşakkatler yüzünden ben görmediğim kadar kan gördüm. Sana gitme dedim. Şimdi git, asıl şimdi git Yiğit. Çünkü benden sana kalan bir şey yok.” Dediklerim ona ağır geldi. Bunu belli etmek istemiyordu ama ben anlıyordum. Bu yüzdendi ne oluyorsa. “Sus,” dedi duymak istemediği sözlerime engel olarak. Gazabı sadece gözlerinde değil, sözcüklerindeydi de. “Neden? Ağır geldi değil mi?” Gözbebekleri bir gazabın altında korlaştı. Bana yaklaşıp, “Hayır,” dedi. “Söylediğin sözlerin hiçbirinin ardındaki sen değilsin,” deyip kolumu tuttuğu gibi kendine çekti. Ona hiçbir duygu barındırmayan ifadeyle baktım. O da bunu anlıyordu. İfadesizliğim onu deli ediyordu. Ben de delirsin istiyordum. Biraz anlasın istiyordum. Kolumu elinden çekip geri gittim. “Sana ne zaman bir adım atmak istesem bana hep geri adım atmamı sağlıyorsun. Sen hayatımın kazanılmış kaybedişisin Yiğit.” Sertçe yutkunduğu için âdemelması belirginleşti. Yok sayıyordum onu onun varsayışlarının arasındaki kayboluşları ile. “Tamamen git Yiğit, hiç gelme. Sen ne zaman gelsen ben hep gideceğim.” Ellerimi sıkıp yan tarafına düşürdü. Kasılan bedeni sözlerimin arasındaki enkazdı. O bana adım attı ben geri gittim. “Git Yiğit, iki gündür gelmediğin gibi tamamen git. Çünkü gelişlerin gidişlerim olacak.” Banyoya geçtiğimde kapanan kapıyı duydum. Banyodan çıkarak yatağın ucuna oturdum. Onu yok saymak istiyordum. Aklıma Betül geldi. Haber yoktu ondan. Telefonum çaldı. Arayan Ezgi’ydi. En azından ondan öğrenebilirdim Betül’ü. Telefonu açar açmaz, “Zeynep iyi misin?” diye sordu. Korktuğu sesinden belliydi. “İyiyim,” dedim yorgun bir sesle. “Betül nasıl?” “Şu an iyi bir haber alamadık, bekliyoruz.” Bir şey demedim. Konuşmak bile istemezken Ezgi anlayışla karşılayıp, “Gelemedim yanına affet. Yiğit herkesi kovdu evden. Olaylar peşi sıra oldu. Yarın mutlaka geleceğim. Şimdilik seni tutmayayım hadi görüşürüz,” deyip telefonu kapattı. Ardından Büşra aradı. Açmadım, ona da kısa bir mesaj atıp odadan çıktım. Alt katta sesler vardı. Merdiven başından dinledim. “Tuttuğu eli kopartacağım merak etme.” Dediklerim onu hiç etkilemiyordu. Ben ölüm diyordum o öldürürüm diyordu. Kaşlarımı çatıp öfkeyle odaya çıktım. Bu sefer burada kalma niyetinde değildim. Yiğit’in de evden ayrılışına şahit oldum. Yine her zamanki gibi kendi öfkesinde beni yok sayıyordu. Elbiselerimi valize koyup odadan çıktım. Geriye bakma gibi bir niyetim yoktu. Dış kapıyı açmamla beraber korumaların oluşu daha çok sinirlendirdi. Başıma diktiği bu adamların bile vicdanı vardı üzerimde. Hepsi beni koruyacağım diye canlarından oluyorlardı. Buna izin veremezdim. “Çekilin,” dedim önümdeki korumalara bağırarak. Korumalar elimdeki valize bakıp, “Zeynep Hanım, eve geçmeniz gerekiyor,” dedi. Hiç olmadığım kadar direndim bu sefer. Aklıma gelenle korumaların birinin belinden silahı kapıp onlara doğrulttum. Belki acemiceydi tutuşum ama dayanamıyordum artık. Elimden kapmaya çalıştığı anda kafama dayadım. Kendimi vuracağımdan değildi, sadece gözdağı vermek istedim. Korumalar geri çekilirken diğeri Yiğit’i aradı. Silahla beraber aralarından geçtim. “Zeynep Hanım, Yiğit Bey’i bekleyin.” “Bana engel olmayın. İnanın bana tetiğe hiç düşünmem basarım.” Bahçeden çıkarken hâlâ peşimdeydiler. “Gidin, yoksa kendimi vururum.” Korumalar sözümü dinleyip peşimden gelmediler. Yollar biraz izbeydi lakin bir taksi geçerdi elbet. Öfkeyle söylene söylene yürüyordum. Bu yaptığım delilikti ama artık bende akıllı yan kalmamıştı. Yiğit’e karşı sabrım, olanlara karşı empatim kalmamıştı. Benim artık Yiğit’e karşı sabrım kalmamıştı. Onu yok saymayı bile başaramıyordum. İzbe yolda ne kadar yürüyebildiysem o kadar yürüdüm. Yanımda duran araba ve arabadan jet hızıyla inen Yiğit’le ne olduğunu anlayamadım. Bana yaklaşmasına izin vermedim. Bu sefer silahı ona doğrulttum. Buradan gidecektim. “Elinde acemice duran silah beni öldürmez.” Doğru! Yapamazdım! Yaklaştı. Silah göğsüne dayalıydı. “Öldür o zaman.” Uzandı ama almadı. Tetiğini çekti. “Tetiği bile çekmemişsin. Bak yardım ettim, öldürsene.” Gazabı andıran gözleri buz gibiydi. “Öldür dedim sana.” Bağırdı. İrkildim. Titreyen elim beni ele veriyordu. Bir adım geriye gittim ve silahı başıma dayadım. Yapmayacağım şeyle onu nasıl korkutabilirdim ki. Oysa tetiği çekmişti. Bir bassam burada ölüp giderdim. Bir dokunsa her şey paramparça olurdu. “Kendini mi öldüreceksin Zeynep? Yapamayacağını ikimizde biliyoruz.” Silah yan tarafıma düştü. Çıkan metalik sesle beraber sadece kendi güçsüzlüğümle kaldım. Yiğit önce silahı aldı yerden akabinde kolumu tuttuğu gibi arabaya çekiştirdi. “Bırak!” Ona karşı direnince bedenimi sıkıca tutup arabaya oturttu. Kendisi şoför koltuğuna geçince, “Bana zorluk çıkarıyorsun,” dedi. Öfkeyle tıslayıp, “Sabrım kalmıyor Zeynep,” dedi. Bencilce söyledikleri onun kadar benim de sabrımı yok etmişti. “Zorluk mu? Gidiyorum işte, kurtuluyorsun benden. Sana zorluk çıkaracak kimse de kalmaz.” Yiğit bana öfkeyle bakıp aniden arabayı durdurdu. Hiç beklemediğim ana denk gelince öne savruldum ve kendimi koruyamadan kolumu çarptım. Acıyla kolumu tutup, “Senden nefret ediyorum,” diye bağırdım. Bakışları kolumda takılı kaldı bir süre. Arabadan inip kapımı açarak diğer kolumu tutup sürükledi. Bu yaptığı gaddarcaydı. “Yunus, valizi al.” Yunus valizi alıp peşimizden geldi. “Sen ancak emir ver zaten.” Yandan bana bakıp öfkeyle boynunu gerdi. Tekrar çıktık merdivenleri. Odaya geldiğimiz anda beni odanın ortasına itti. Odanın ortasında kalakaldığımızda Yunus valizi bırakıp hızlı adımlarla uzaklaştı. Sıktığı bileğimi tutup, “Hayvansın,” dedim. Hiçbir şey demedi. Tahammülüm kalmamışçasına bağırmaya devam ediyordum. “Kaba, acımasız adamın tekisin. Senden nefret ediyorum anlıyor musun?” Üzerime gelip kolumu tuttu. Her defasında beni böyle susturması onunda işine geliyordu. Gözlerindeki buz kütlesi beni ürpertti. İlk defa bana öfkeyle bakıyordu. Nefesi yüzümü yakarken ona karşı direnen bedenim güçsüz düşüyordu. “Bir daha söyle. Nefret ettiğini tekrar haykır.” İfadesizce söylendi. “Nefret ediyorum.” Sıktığı kolum acıyordu artık. “Canımı yakıyorsun.” Tutuşunu gevşetti ama bakışları hâlâ öfke doluydu. Bedenimi duvara ittiği anda sırtım duvarla bütünleşti. Ama sırtıma koyduğu eli ile canım yanmadı. “Yine söyle.” “Nefret ediyorum.” Sesim kısık çıktı bu sefer. Bakışları dudaklarıma kaydığında nefesimde kesildi. Göğsünden itekleyip, “Çek git,” dedim. “O adamın ellerini kıracaktın ya, git ne bekliyorsun.” Tekrar vursam da işe yaramıyordu. Bir milim kıpırdamıyor beni daha çok kendine çekiyordu. “Sana dokunanın ellerini kırmak bile az gelir.” “Demi, ölüm ancak onun karşılığı.” Sesimdeki imayla geri çekildi. Ne olursa olsun her defasında bunu diyecektim. Hiçbir şey ifade etmiyordu onun bu öfkesi karşısında hissettiklerim. Bir umut belki yaptıklarının ağırlığını anlar dedim ama onu bile anlayamıyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirip oradan ensesine inerek sertçe ufaladı. Odanın ortasında öylece kalakaldık. İkimizde birbirimizin mesafesinde yok olacak kadar tuhaf durumun içerisindeydik. “Sen neyin içinde olduğunu hâlâ idrak edememişsin mavi, istediğin kadar kız ama bu durumda haklı olan benken senin bana kızışını yok sayacağım. Eminim sen de beni anlayacaksın.” Dedikleri yine bundan ibaretti. Kendi adaletini kendisi kuruyordu. İşte burada birbirimize ne kadar zıt olduğumuzu anladım. O bu hayattan ibaretti ben ise bu hayattan kaçan tek kişiydim. Bu alışkanlıkla alakalı olamazdı. En fazla bu kötülüğü bile isteye yapıyor oluşuydu. ... Akşamın kızıllığı vurdu odaya. Ben bir köşede oturuyor o da bir köşede oturuyordu. İkimizde yere oturmuş bacaklarımızı karnımıza çekmiştik. Saatler geçti bir tek kelam etmedik, saatler geçti birbirimize bakmadık. “Açelyasın. Kış gibi buz ama bataklık gibi yerde açan nadide güzelliksin. Sana kapılmamak elde değil.” Saatler sonra dediği tek kelam buydu. “Ama sen bir papatya kadar güzelsin. Sana sevgimde bir papatya kadar anlamlı olabilir.” Kapandı gözlerim. Bir lütuf gibi sözleri kalbimi titreten tek emsaldi. O bu karanlığın içindeki ışığı bana sunuyordu ama ben onun karanlığına hapsoluyor ışığı kaybediyordum. “Sevgi bu değil.” Burukça güldüm. “Ben bencilce seviyorum belki ama bu bencilliğim sırf seni korumak için. Senin nefretin sevgimde eksiltme olmaz.” Ona baktım. Kravatını açmış gömleğinin düğmesinin birkaçını açmıştı. Bir bacağını büküp kendine çekerken diğer bacağını uzatmıştı. Kolunu büktüğü bacağının üstüne koymuşyu. Şu an dağınık bir vaziyetteydi. Başını duvara yaslayıp bana baktı. Lacivertlerinde hüzün gördüm. Kendimi ona bakarken bir an geri planda tutabiliyordum. Ona öfkem onun bu bakışında yok oluyordu. “Bu bencilliğinde tükenen ben olurken mi?” Oturduğu yerden kalkıp yanıma yaklaştı. Diz üstü çöküp önümde durdu. Ellerini kaldırdı fakat elime koyma cesareti bulamaz gibiydi. Havada kalan elini yumruk yapıp dizlerinin üzerine koydu. “Eziyet ediyorsun kendine, benden nefret ettiğin için yaptıkların bu.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Acımı, hislerimi saklar gibiydim. Başımı iki yana salladım. Dizlerimi karnıma biraz daha çektim. Dolu gözlerle acı çeken yüzüne baktım. Oysa acı çekmesine sebep kendisiydi. O sebeplere ise beni sığdırıyordu. “Keşke nefretimde seni bitirebilme şansım olsa, sen bana bunu bile yasaklıyorsun.” Başını yan tarafına çevirip kapanan gözleriyle beraber soludu. “Beni daha ne kadar sınır dışı edeceksin bilmiyorum ama ben, senin sınırlarında senin düşündüğünün aksine, sana papatya sunan adamdan başkası olamayacağım.” “Eli silah tutan adam hiçbir zaman kanlı papatyadan başkasını sunamaz bana.” Bu onu fazlasıyla etkiledi. Ellerini kaldırıp baktı fakat ellerinin titremesini engellemek istercesine hızla indirdi. Gözlerinden bir acı firar etti. Dudaklarını ıslatıp, “Kanlı ellerim bir sana temiz ellerle papatya sunar, senden gayrısı ellerime kanı sürenlerden başka birileri değil mavi. Papatyalar sevdiklerine beyazken onlara kan değmez,” deyip dizime doladığım ellerimi tuttu. Yavaşça eğildi, parmaklarım dudaklarına ulaşıp ardından kalbine ulaştı. “Burası kan için yemin etmişken sen oraya girince yeminler tövbeye dönüşüyor. Sırf orada çiçekler kan olmasın diye.” Gözleri doldu, bana bakmaktan kaçındı. Aramızdaki konuşmayı çalan telefon sesi bozdu. Gelen telefonla beraber önce bana bakıp, “Geliyorum,” diyerek odadan çıktı. Saatlerce burada kalışımızın sonucu gidişi oldu. |
0% |