Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@rumeysadoganm

Sabahtan bu yana oturduğum salıncakta bacaklarımı karnıma çekerek üşümemi engelledim. Ellerim buz tutmuştu ama bu mühim değildi. Titrememi engellercesine kollarımı dizime doladım. Üşüyordum ve ben delirmiş gibi sadece burada oturuyordum. Dünden bu yana hafiften yağan kar durmuş etraftaki kırlık yok olmuştu. Geçen giden zaman içinde mevsimler geçiyordu. Başımı salıncağın demirine yasladığımda telefonum titredi. Gelen mesaj Büşra'ya aitti. Birkaç resim atmıştı bana. Gelinlik resimlerini görünce istemsizce gülümsedim. Merakını törpülemek için cevap yazdım. "Birincisi daha güzel."

"İkisi arasında kalınca sonradan senin gibi düşündüm."

"Başladınız demek hazırlığa." Onlardan uzakta olmam onların heyecanından kendimi uzakta tutuyordum. Şu an Büşra'nın yanında olmayı istiyordum fakat olayların seyri beni bu eve hapsetmekten başka bir işe yaramıyordu.

"Nikâh çok yakın ya Zeynoş." Tamamen unuttuğumdan ötürü, "Aklımdan tamamen gitmiş," dedim isteksiz bir girişkenlikle. Şu sıralar zaten aklım ben de değildi.

"Bir şey mi oldu?" Cevap yazmak yerine telefonu cebime koydum. Cevap vermek bana iyi hissettirmeyecekti. Son zamanlarda bu yaşanılanları içimde yaşamak bela olmuştu. Fakat durmayıp beni aradığında ona üstü kapalı detaya girmeden anlattım. Sessizce beni dinlerken aniden duraksadım. Ben ne saçmalıyordum böyle. Şu an Büşra'ya ona dair üzüntülerimden bahsediyırdum. Bu kesinlikle bana iyi hissettirmiyordu.

"Senin de moralini bozmak istemem. Heyecanını yaşa." Homurdanıp, "Saçmalama," dedi. "Sen öyleyken ben nasıl gülerim?" Bu tavrına minnetle karşılık verdim. Onlara bu halimi yansıtmam hiç hoşuma gitmiyordu. Özellikle Yusuf bu kadar sinirliyken bir de Büşra'dan duysa hiç hoş olmazdı.

"Orada olabilmeyi isterdim. Neyse sen bana resim çekersin."

"Çekerim tabii." Benimle vedalaştıktan sonra telefonu cebime geri koydum. Büşra ile konuşmak biraz olsun iyi hissettirdi.

Salıncaktan kalkıp mutfağa geçerek su içtikten sonra yine her zamanki yaptığım rutin işlerimi halledip odaya yöneldim. Aklıma gelenle evi gezmeye başladım. Böyle bir şey yapmamıştım bugüne kadar. Üst kata çıkmak istediğimde yaptığım hareketin neye mâl olacağını bilemiyordum. Üst kattaki odalardan birine girdiğimde oda oldukça iç açıcıydı. Etrafı inceledim. Toprak tonlarında dizayn edilmiş oda evin en iç açıcı odasıydı. Duvarlarda birçok resim asılıydı. Biri Aysun Hanım'dı, diğer adamın kucağında oturan ise Yiğit olmalıydı. Aysun Hanım'ın ise kucağında bir bebek vardı. Tanımadığım bir adamın onlarca resmi vardı. Resme biraz daha yaklaştığımda, "Babam," dedi arkamdaki ses. Arkama dönmemle beraber Yiğit'le göz göze geldim. Yiğit ise duvardaki çerçeveye odaklanmıştı. Bana burada olduğum için kızmamıştı. Tekrar resme baktım. Yiğit babasına oldukça benziyordu. Babası da siyah saçlı renkli gözlüydü. Çok gençti. Sanırım 20’li yaşların ortaları gibiydi. Erken evlenmiş olmalıydı.

"Kucağındaki de sensin o zaman." Yanıma gelip, "Benim," dedi. Sesindeki tını değişti fakat belli etmedi. Babasına hasretle bakıyordu. Babasına kızgın mıydı bilmiyordum ama onu özlemişti. Bunu bakışlarından belli ediyordu. Çünkü bu bakışlarında hiç kimsenin görmediği ama benim gördüğüm sis vardı.

“Kız kardeşin nasıl öldü?” İşte o an yüzü gerildi. Doğru bir şey sormadığımı anladım. Bakışları bu sefer beni hiç bulmadı. Sadece duvardaki resimlere bakıyordu. Kaşları çatıktı ve gergin yüzü parmaklarından nasibini almıştı.

Uzun uzun bekledim. Cevap vermeyeceğini biliyordum. Konuyu değiştirdim. "Babana kızgın mısın?" Resimden bakışlarını çekip bana baktı. Öfkesi dağılmıştı. Sanırım duygularında ısrarcı biri değildi ya da saklamayı ustaca başarıyordu. Gülümsedi. Yüzündeki gülümseme ay gibi parlarken o sadece bana özel sunduğu bu gülüşündeki güzellikteydi. Gülümsemenin ne kadar yakıştığını bilse hep gülümserdi. O sert mizacının altındaki yaralı bir kuştu, o kuş kafese hapsedilmiş olsa da benim yanımda özgürdü. Bunu görebiliyordum.

"Hiç kızmadım. Hatta ona teşekkür edebileceğim birçok sebep var." Beni kastettiğini anlayınca bakışlarımı ondan çekmek zorunda kaldım. O sebeplere bağlı bir adamdı ve sebep özellikle bensem bu onu başka insana dönüştürebiliyordu.

"Bu olanlarda babanı suçlarsın zannediyordum." Dediklerini bilmezden geldim. O da bunu anlayarak üzerime gelmeye devam etti.

"Her şeyin arkasına saklanıyorsun mavi. Sözlerimden kaçamadığını biliyorum." Sıkıştığımı hissettim. Ben ona karşı hep kaçan biriydim. Şimdi onunla sadece kaçarak konuşuyordum. Sanki dün kavga etmemişiz gibi şimdi o kadar sakindim. Bu riyakârlık mıydı? Nasıl olmam gerektiğini bilmiyordum. Nasıl davranmam gerektiğine emin değildim. Bir şey demeden odadan çıkacakken, "Yine de bana yaşattıklarından ötürü sana da teşekkür ederim," deyip ona bakmamı sağladı. Uzun uzun bakındım yüzüne. Sanki dünkü adam o değildi. İfadesiz duran yüzüm hafiften gülümsedi. Kayıtsız kalan ben değil, yüreğimdi. O da aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi. Ben ne kadar yorgunsam o da yorgundu. Ben ne kadar kefaret ödüyorsam o da ödüyordu. Bu yüzden onu anlamayı denedim. Belki bana zorbalıkla gelmişti lakin olanları anlamam güç değildi. O neler yaşamıştı bilmiyordum, bilmek istedim. Bana anlatsın, onu anlayayım istedim. Belki bir şeyler bu sayede yoluna girerdi.

"Masayı kuruyorum, gelirsin değil mi?" Ona attığım adımla, "Arkasından çayda var mı?" deyince hafiften gülümsedim. Daha evvel hissetmediğim bir heyecan oluştu üzerimde. Bunu anıyor olacak ki heyecanla elini ensesine götürüp gülüşünü genişletti. Ona adım atışım onun mutluluğunu güzelliğine yansıtıyordu. Madem bir adım atmıştım o adımımı sağlam atmalıydım.

"Bu sefer tatlıda yaptım." Ona karşı attığım bu adım ilk defa içtendi. Odadan çıkarak kendi odama geçtim. Burayı bile benimsemiştim. Tuhaftı, zorunlu bildiğim her şey artık kabullenişe dönmüştü.

İşlerimi hallettikten sonra aradaki yok saymaları bir kenara atıp mutfağa indim. En azından bunu denemeliydim. Yaşadıklarım hafife alınacak durum değildi ama Yiğit'e hissettiklerimde hafif değildi bunu anladım. Kefareti beraber ödeyebilirdik. Bu bizi daha fazla güçlü tutacaktı. Bu yaklaşımımda onu daha iyi anlayabileceğim olayları öğrenebilirdim.

Yemekleri masaya koyduktan sonra Yiğit'te geldi. Üzerini değiştirmişti. Vücudunu saran siyah bir tişört, ona uyumlu siyah bir eşofman giymişti. Saçı hafiften ıslaktı, perçemleri ustalıkla alnını süslemişti. Gazabından uzak, ona has bir görünümdeydi. Siyah giyinmeyi seviyordu zaten siyah ona yakışan renklerin başında geliyordu. Elimdeki salata tabağını masaya koyup karşısına oturdum. Sanki ilk buluşmaya giden kişiler gibi heyecanlı hissediyordum. Ona olan düşüncelerimin değişmesinden miydi bilmiyorum ama bu hislerimi sevmeye başlamıştım.

"Domatesi doğramasaymışsın daha iyi olabilirmiş." Anlamsızca Yiğit'e baktım, sırıtıyordu. Yaptığı espriyle beraber çatalı yanağıma değdirip, "Burada daha güzeli varken tabaktakine dokunmak gelmiyor içimden," diyerek çatalı yanağımdan çekip dudaklarına götürdü. Yaptığının utancıyla ellerimi yanaklarıma götürdüm. Sanırım haklıydı, yanaklarım alev gibiydi. Gülmeye devam ederken, "Edebiyatın iyi, bir de çay demlemeni görelim," dedim konuyu değiştirerek. Yüzümün kızarması başıma belaydı zaten. Lafı değiştirmek istesem de izin vermedi.

"Menemenden sonra bunu diyebiliyorsun öyle mi?" Lokmamı yutup, "Çayı herkes güzel demleyemez," dedim. İddialı iddialı konuşmamın ardından sanki saçmaladığımı bilmiyor gibiydim. Kaçırdığım bakışımla bu sefer çatalını burnumun ucuna değdirip, "Burnunu hesaba katmamışım hiç," demesiyle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu adam bana karşı nasıl böyle olmayı başarıyordu ki? Onu her defasında deli ediyordum ve her defasında bana karşı sıcacıktı. Başkası olsa şimdiye kadar benden kurtulmak isterdi.

"Çatalımın yeri yine belli oldu." Başımı yan tarafa çevirip güldüm. Bu halimden zevk alıyordu. Önündeki tabağa dönerken zor da olsa tabağımdakileri yemeyi başardım.

"Lokmaları boğazıma dizmeyi bırakır mısın?" Bu halim onun tek uğraşacak yeriyken daha fazla üzerime gelmeden tabağını bitirdi. Gözleri üzerimde delici etki bırakıyordu. Kollarını masaya dayayıp, "Ellerine sağlık," dedi. Şu an yüzüme uzun uzun, minik bir tebessümle bakıyordu. Ben ise her zamanki gibi ona bakmamaya gayret ediyordum. Eli yüzüme uzandı. Parmakları elmacık kemiğime uğradı. İç çekişlerimiz aynı anda olduğunda bu sefer bakamadan edemedim. Güzel gözleri sanki bir manzaraya bakar gibiydi.

“Neden öyle bakıyorsun?” Sesim mum alevi gibi titredi. Yutkunuşum, boğazımda sert bir cisim olarak kaldı. Elimdeki çatalı titremesini engeller gibi sıktım. Kalbim rampaya çıkmış gibi Yiğit’in karşısında dengesini bulamıyordu.

“Bilmem. Sanki gözlerimi kaçırsam burada olmayacakmışsın gibi.” Parmakları yüzümün her zerresinde dolandı. Titredim. Kalbimden başlayıp bütün vücudumu saran bu esrarengiz his ona çekilmemi sağlıyordu. Kalbim bedenimi yönetiyor, bense buna engel olamıyordum. Nerede kalmıştı mantığım? Çizgisinden çıkamam sandığım bu düşünceler ne zaman böyle altüst olmuştu ki?

“Ama buradayım.” Elim yavaş yavaş uzandı yanağımdaki eline. Kalbimin yine bedenime hükmetmesine şahit oluyordum. Tuttuğum elime baktı. Dudakları bir ana şahit oluyor gibi kıvrıldı.

“Gitmezsin değil mi?” Şaşkındım. Sorusu bir çocuğun masumluğunu andırıyordu. O an burada kalmama ihtiyacı varmış gibi, gidersem düşecekmiş gibi masum ve cılızdı.

Cevap veremedim. Buna cevap vermem neden güçtü ki? Oysa gitmem demem bu kadar zor olmamalıydı.

"Afiyet olsun." Tek dediğim bu oldu. Yüzü düştü. Lakin kendini tez toparladı. Bu adımım bile ona büyük bir kapı aralamıştı. Tekrar keyiflendi. Peçeteyle ağzını silip, "Benim menemeni geçemese de güzel olmuş," deyip tekrar çatalı yanağıma batırdı. "Ama şurası hepsinden lezzetli." Ben de çatalımla eline vurup, "Çayı demler misin?" dedim. Onu karşımdan kovmaktı amacım. Acımasızdı her hareketi. Bana kastı vardı da haberi yoktu. Oturduğu yerden kalkarak arkama geçti. Hızla yanağımı öpmesiyle öksürmeye başladım. Kaçar adım tezgâhın başına geçti. Ters ters arkasından bakarken bir yandan gülüyordum. Çocuk gibiydi, sanki elinden alınmış bir şekeri vardı da beni bulunca şekerine kavuşmuş gibiydi. İki karaktere sahipti. Normal hayatında ciddi, sinirli biriyken benim yanımda hem çocuk gibi hem de o çocukluğun olgunluğuna sahip bir aşık adam vardı. İç çektim. Kalbi kalbime sarmaşık olmuşken ben solmasına müsaade etmeden ona can suyumu verip dallarını yeşillendiren tek nedendim. O kalbimde mahbup olmuşken ezelden beri tayin edilen kaderimizde çoktan muhabbetimiz başlamıştı. Gülümseyişimin arasına yerleşen bir bahar olmuşken ben o baharın esintisindeki hoş meltemdim.

Boş tabakları alarak yanında yerimi aldım. Bir yandan tabakları makineye dizip, bir yandan Yiğit'in yaptıklarını izliyordum.

"Silah tutan ele bezde ne bileyim." Şakası bile kötüyken şu anlık amacımın Yiğit'i gasp altına almamdı.

"Bana vadettiğin toprak bunlar." Elindeki bezi alıp, "Umarım vadettiklerimin dışına çıkmazsın," diyerek bezi yerine astım. Yanıma yaklaştı. Şu an üzerime geliyordu ve ben bu iri cüssenin yanında ufacık kalıyordum. "Hiç niyetim yok," diyerek beni tezgâhla kendi arasına sıkıştırdı. Ellerini tezgâha yaslayıp bana doğru eğildi. "Hem de hiç." Bana yaklaştıkça geriye eğiliyordum ve bu aramızdaki ateş barut işine dönüşüyordu. Hızla kollarının altından çıkıp, "Akıllanıyorsun demek ki," diyerek salona yürüdüm.

"Ha, dolaptaki tatlıyı tabaklara koyabilirsin, çayımda çok kapalı olmasın sonra uyuyamıyorum." Gülüşüm oldukça sinsiceydi. Onunla oyun oynamak birazda bana kalmalıydı.

"Bu yaptığına ne derler biliyor musun?"

"Domatesler çok pişerse yanar." Bu espri iğrençti. Fazlaca hem de. Geriye baktığımda şekerine kavuşan, şekerinin elinden alınması gibiydi duruşu. Şu an kendimi gülmemek için zor tutuyordum. Yiğit çayları koyup geldi. Bu sefer filmi ben seçtim. Zaten ikimize hitap eden film seçmiştim, bu yüzden Yiğit mızmızlanmadı. Filmi başlattığımız esnada kapı zilini duyduk. Bu sefer gerçekten sert bir nefes çıktı dudaklarının arasından. Kendi kendine söyleniyor ve bir yandan sabır çekiyordu. Bu haline kıkırdadım, o ise ters bir şekilde bana baktı.

"Hayaller ve hayatlar kapımızda." Homurdanarak ayaklandı. Yiğit kapıya giderken ben de üzerime çeki düzen verip peşinden gittim. Geleni tanımıyordum. İçeriye girdiğinde önce Yiğit'le selamlaşıp ardından bana bakarak gülümsedi.

"Merhaba yenge, ben Serkan," Kendini hızla tanıttı. Bu meşhur telefon ardındaki konuşulan kişiydi. Başımı hafiften sallayıp, "Memnun oldum," diyerek karşılık verdim. Yiğit'le beraber salona geçtiklerinde ben de mutfağa geçip bir bardak çay doldurarak yanlarına geçtim. Anlaşılan yine tadımız tuzumuz kalmayacaktı. Serkan tekli berjere otururken ben de Yiğit'in yanına oturdum. Önce bana baktı, Yiğit ise sorun olmadığını belirtip konuşmasını istedi. En azından eskisi gibi benden sakladığı konuşmaları olmaması bir şeyleri yoluna koyuyordu.

"Kızılbaş, tırları yine sınıra sokmayı başarmış. Turan'la Caner aralarına sızmayı denediler ama bu hiç iyi olmadığı gibi şu an ellerindeler." Serkan'ın dedikleri ile Yiğit'e baktım. Oldukça gergin gözüküyordu. Ellerini birbirine dolayıp öne eğildi. Bir müddet düşündü.

"Başının kopacağı gün yakın, sen sadece oradaki gelişmeleri gözet. Zamanı gelince benden haber bekle." Gergin çıkan sesi beni de gerdi. Bu haberi beklemiyor gibiydi.

"Yiğit, zaman kavramı kalmadı artık. İlaçlar poşet poşet okullara sokuluyor."

"Ya da poşetlerin içindeki değişiyordur." Yiğit gülünce Serkan, "Tutuldu mu adam?" diye sordu. Yiğit gülünce Serkan'da aynı şekilde güldü. İstedikleri her ne ise bir bir oluyor gibiydi. Lakin ben hiçbir şey anlamıyordum.

"O poşetlerde uyuşturucu mu var?" Bu sefer ben sordum. Anladığım şuydu ki karşıt taraf pis işlerle meşgulken Yiğit farklı bir rol oynuyordu. Yiğit onay verince, "Peki neden siz ilgileniyorsunuz ya da polisle iş birliği mi yapıyorsunuz?" diye sordum. Bütün bilinmezlikler önümdeydi. Kısa bir susuştan sonra konuştu.

"İşi polise devreden başka taraf var, biz sadece aracıyız." Bütün parçalar birbirini tamamlıyordu. “Hedef gençler ve biz buna engel oluyoruz.”

“Peki siz, bu işi…” Sözümü tamamlamama izin vermeden, “Bu işe engel olmamız bir cevap değil mi?” diye söylendi. Bu sözleri duymaya ihtiyacım vardı. Umutla baktım. En azından sandığım gibi o işin taraftarı değildi. Bana anlatmanın ikilemini yaşıyordu. Yaşanılanların içindeki boşluk biraz olsun kapandı. Onu tanıdığımdan bu yana böyle bir yerde olduğunu görmem şaşırttı.

Serkan boğazını temizlediğinde bakışlarımızı birbirinden ayırmayı başardı.

"Bir mesele daha var." Yiğit neyi kastettiğini anlayınca, "O işi sonra konuşalım," dedi.

"Peki." Gitmek için hareket ettiğinde, "Önce şirketteki kutuyu al," deyip son işi de üzerine yıktı. Serkan başını usulca sallayıp evden çıktığında bizimde yarım kalan film işi ertelendi. Sehpadaki boş barkları alarak mutfağa geçtim. Dağınıklığı toplayarak odaya çıktım fakat Yiğit ne odasındaydı ne de etrafta gözüküyordu. Merak duygum kabarsa da şimdilik es geçip kılmadığım yatsı namazımı eda ettim. Merak duygum iyiden iyiye çoğaldığında odadan çıkarak Yiğit'i aradım. Önce odasına baktım fakat yoktu. Aklıma gelenle bir alt kata indim. Kilitli odaya girmekti niyetim. Tam da tahmin ettiğim gibi kapı hafif aralıktı. Öfkeli ses beklerken şaşırtacak kadar sessizlik hâkimdi. Önce girip girmeme konusunda kararsız kaldığımda, "İçeriye gir mavi," diyen sesle irkildim. Burada olduğumu anlaması tuhaf hissettirdi. Aralık kapıyı biraz daha açtığımda pencereden dışarıya bakıyordu. Elindeki sigarayı önündeki tablaya koyup bana baktı. Yorgun gözüküyordu.

"Birden ortalıktan kaybolunca, burada olabileceğini düşündüm." Masaya yaklaştığımda o da bana yaklaşıp elimi tutarak kendine çekti. Kalçamı masaya dayadım. Şu an bacaklarım onun bacakları arasındaydı. Tepeden ona baktım. Geriye yaslandı ve keyifle beni izlemeye başladı.

"Kilidi açılan bir oda." İma ile söyleyince, "Ben sadece merak ettiğimden, kilitli olunca," deyip sözümü nasıl tamamlayacağımı bilemeden saçmaladım. Gülerek bana baktı. Ben ise yine kem küm etmeyi çok iyi başarıyordum. Elini uzatıp başımdaki örtüyü aldı. Saç tokamı peşi sıra çıkartarak saçlarımın dağılmasına neden oldu. Sanırım bu ikinci görüşüydü. Saç buklelerimi kulağımın arkasına sıkıştırdığı an bakışlarındaki o derinlik beni içine çekiyordu. Yanağımı okşadı oradan dudağımın kenarında gezindirdi parmaklarını. Gözlerim kapanırken vücudumun karıncalandığını hissettim. Beni hükmü altına alması acımasızcaydı. Oysa eskiden olsa çekilirdim. Şu an buna engel olamıyordum bile.

"İşin vardı sanırım ben engel..." Parmağını dudağıma yerleştirip, "Senden önemli işim yok, manzarama engel olma," deyince yutkundum. Bakışları boğazımdaki ufak âdemelmama kaydı. Panikledim ama hareket edemedim. Sözleri bedbin düşüncelerimi silip atarak yeni bir karaktere bürüyordu. Bu da onun bendeki zaafıydı. O, beni kendine çekerken düşündüğü tek şey onu bu külfetten kurtarmamdı. Yine de geri çekilip, "Şey, işlerim vardı onu halledeyim," deyip ayaklandığımda bileğimden tutarak gitmemi engelledi. Dudağı kıvrıldı. Utanmamdan zevk alır gibiydi.

"Kaçamazsın."

"Kaçmıyorum, sadece sana bu kadar yakınken nasıl davranacağımı bilmiyorum."

"Kendini alıştırmaktan korkuyorsun sadece." Omuz silkip, "Sanırım," dedim. Yaslandığı yerden doğruldu. İki dirseğini masanın üzerine koydu. Şu an daha yakındık. Elimi dudaklarına götürüp, "Korkma," dedi. “Ben seni incitmem.”

"İncitmezsin,” dedim ufak bir tebessümle. İncitmezdi. Elimdeki elini okşadım. O kadar öfkenin içinde bu kadar dinginlik şaşırtıyordu.

“Ama bana hâlâ o adamı neden öldürdüğünü anlatmadın. Üstü kapalı sözler söylemen beni tatmin etmedi.” O günü kastettim. Eğer bana hak vereceğim bir cevap verirse işte o zaman bütün yargılarım değişecekti.

“Anlatırsam telaş etmenden korkuyorum.”

“Etmem.” İç çekti. Diyeceklerini toparlamak ister gibiydi. Yüzünün düşmesi bunu alenen gösteriyordu.

“O adam senin peşindeydi.” Bunu biliyordum zaten. “Evet, yine o gün seni takip ediyordum. İlk fırsatta karşına çıkacaktım ama işler sarpa sardı. İpçiye girdiğinde o adamda peşinden girecekti. Engel oldum, boş olan herhangi bir araziye girdim.” Gözleri kapandı. Kendi kendine saydırıyordu.

“O adam…” Sözümü yarım kesti ve, “O adam tanıdığım en adi, en şerefsiz adamlardan biri Zeynep,” dediğinde gerildim. Sanki daha kötü bir olay beni bulacakmış gibiydi.

“Eğer sana dokunsaydı, hiç iyi şeyler olmayacaktı. O kolyeyi aldığı gibi sana zarar vermekten ötesini yapacaktı… Sana…” Elimle ağzını kapattım. Duymaya tahammül edemeyeceğim sözler vardı dudaklarının arasında. Nefessiz kaldım. Boğuluyor, ter içinde kalıyordum.

“O adam, çok genç kızın başını yaktı Zeynep. Çoktandır yakalamaya çalışıyorduk zaten. Eğer hak ettiğini vermeseydim, seni bulduğu her an canını yakacaktı. Öldürmek istemedim ama o bunu bile fırsata çevirdi. Onu kaç kere adalete teslim ettik lakin iş senin sandığın kadar kolay değil.” Kapanan gözlerimle beraber düşündükçe aklımı yitirecekmişim gibi hissettiğim gerçeğe sessiz kaldım. Bazı insanlar merhameti hak ediyor mu diye düşündüm.

“Katil değilmişsin.” Dudaklarım kıvrıldı. Katil değildi. O adamın yaptıklarını düşündükçe az bile yaptığını anladım.

“Ya o gün emniyette olanlar?”

“Her şeyi anlattım.”

“Yani aracı olduğunuzu…” Başını usulca salladı. Şu an ayların yükünü sırtımdan attığımı fark ediyordum. Önyargı ile yaklaştığım adamın bana zamanla öğreneceksin sözünü bir kere daha anladım. Zamanla, onun hayatına dahil olunca öğreniyordum her şeyi.


Hiç düşünmeden masadan inip boynuna sarıldım. Kolları belime dolandığında ona daha çok çekildim. O katil değildi ve ben bir kez daha ona çekilmekten memnundum.

...

Yol boyunca Betül'e nereye gittiğimizi sorsam da cevap vermedi. Arada araba süren Kerem'e baktım yine cevap yoktu. Bu sabah Yiğit onlara beni götürecekleri yeri söylemiş o saatten sonra kimsenin ağzından bir kelam işitememiştim. Geriye yaslanarak süzülüp giden yolu izledim. Şirket tarafına gitmiyorduk bu yüzden biraz daha merak ettim. Betül arada kulaklıkta duyduklarına sessizce cevap veriyordu. Benim yanımda pek iş konuşulmuyordu.

Bir mağazanın önünde durduğumuzda hâlâ ne olduğunu anlayamadım. Arabadan inerek tekrar Betül'e baktım. Böyle yapınca, "Birazda ben tarafında olsan ya," diyerek homurdandım. Betül ise bu halime gülüyordu. Ama ne yapayım, gizli saklı sırların içinde dönüp duruyordum. Mağazadan içeriye girdik. Tanıdığım bir yüzle karşılaşmanın şaşkınlığı vardı şu andı. Büşra'yı görmemle şu an bir şeyleri anlayabiliyordum. Gülümseyerek yanıma geldi.

"Hoş geldin. Dün gelinlikte sorun çıktı tekrar model bakıyorum," deyip beni çekiştirdi.

"Nasıl ya?" Büşra beni kendine çekti. Sanki diyecekleri şey onun hoşuna gitmişti. "Dün seninki beni aradı. Nereden duydu bilmiyorum ama benim hazırlık işini sordu. Seni yanıma bizzat o yolladı. Moralin bozuktu, sana iyi gelsin diye yapmış olmalı."

"Seninle konuşurken onu görmemiştim ama. Demek ki fark etmemişim. Hem neden yapsın ki böyle bir şey." Gülümsedim. O da anlam veremez gibi omuz silkti. Şaşkındım gerçekten. Neden böyle bir şey yaptığını anlamadım. Büşra gelinliklere bakarken ben de telefonu alıp Yiğit'e, "Teşekkür ederim," diye mesaj attım. Bunu düşünmesi oldukça hoşuma gitti. İnce düşünceli oluşu bir kenara bu kadar sıkıntının içinde bana alan açmıştı. Geri yazmayacağını bildiğimden telefonu cebime koydum fakat geri gelen mesajla hızla telefona baktım. Normalde çok mesajlaşan biri değildi. Hatta neredeyse hiç…

"Yüzündeki çiçeklerin sebebi olduğum için mutluyum." Gülümsemem çoğaldı. Elimi kalbimin üzerine koyup Büşra'ya baktım. O da bana gülümsüyordu.

"Aptal aşık rolünden çık da bana yardım et mavi hanım." Telefonu tekrar yerine koyup yardıma gittim. Birkaç gelinlikte kararsız kalınca ortada duran hafif kabarık olan gelinliği seçmeye karar verdi. Görevli ölçümleri alırken ben de etraftaki gelinliklere baktım. Dikkatimi kenarda duran düz sade bir gelinliğe verdim. Parmaklarım gelinliğin üzerinde gezinirken gelinliğin güzelliğine takılı kaldım. Gelinliğin göğüs kısmı sade dururken ortasındaki güpür oldukça zarif duruyordu. Belindeki güpürlü kemer gelinlikle birleştirilmiş, etek kısmı hafif pileyle sade bir kesim oluşturulmuştu. Kolları geniş bir yapıdaydı ve bilek kısmı kolunun aksine oldukça darlaştırılmıştı. Gelinlik neredeyse asaletten şaheser olmuştu.

"Çok güzel gerçekten." Büşra'nın da benim gibi gelinliğe hayran bakması bir tek benim güzel gördüğümden değildi. "Bak bir pişmanlık geldi."

"Beğendiysen bunu alabilirsin."

"Yok canım, o da güzel uğraşamam artık." Gülerek mağazadan çıktık. Yusuf'u karşıdan gelirken görmemle biraz olsun kendimi iyi hissettim. O da beni görünce şaşırdı.

"Abla, sen ne zaman geldin?"

"Enişten sürpriz yapmış." Dirseğimle Büşra'nın koluna vurup, "Bir saat oldu gibi," deyip Büşra'ya ters ters baktım. Bir Ezgi bir de Büşra beni yerin dibine sokmaktan vazgeçmiyordu. Velev ki bu Yusuf'un hoşuna giden bir durum değildi. Yusuf ne olursa olsun yine de haz etmedi Yiğit'i konuşunca. Ona bir şey diyemezdim, ki ben bile daha yeni yeni ona alışıyorken... Biz nereye gitsek korumlar da peşimizden geliyorlardı. Yusuf buna oldukça sinirlendiği gibi birkaçıyla takıştı fakat hiçbiri bizden uzaklaşmadı. Önce kına alışverişi yaptık. Büşra kendi zevkine göre örtüsünü, tacını, mumunu derken birçok şey aldık. Heyecanı gözlerinden okunuyordu.

"Annem kaçırmazdı ama böyle şeyleri, ne oldu da gelmedi." Yusuf gülerek, "Ona daha büyük işler yıktık," dedi. Kaşlarımı şaşkınlıkla araladım.

"Yazık değil mi be kadına?"

"Buraya gelseydi bize yazık olurdu bu sefer." Burnumu kırıştırıp saçlarını dağıttım. "Sen çok fenasın." Saçlarını düzeltip, "Hiç değişmiyorsun abla," dedi. Omuz silkip Büşra'ya döndüm. Büşra elindeki panoyu gösterip, "Bu konsepte daha uygun sanırım," dedi. Ben böyle şeyleri gereksiz buluyordum fakat Büşra sevdiğinden ona göre davranıp, "Şu daha güzel sanırım," dedim hardaldan yapılmış panoyu göstererek.

"Aa evet." Ona karar verip ödemeyi yaptıktan sonra mağazadan çıktık. Bugünlük çok bir iş kalmamıştı. İkisiyle de vedalaşıp arabaya geçtim. Onlar eve geçeceklerdi bu yüzden ikisine çok fazla takılmadım.


Loading...
0%