@rumeysadoganm
|
Dün gece beraber uyumuş beraber sabahlamıştık. Dün gece o ağlamış ben onun gözyaşını silmiştim. Güçlü görünen adamın ne kadar yaralı olduğunu dün gece anlamıştım. O yaralı adam güçlü durmak zorundaydı oysaki. Dün gece elini tuttuğumda söylediğim sözcükleri tekrar hatırladım. Ben ona el uzatmıştım. Bir zamanlar ittiğim ele el olmuştum. Şu an ise verdiğim kararın bir pişmanlığı yoktu üzerimde. Onu anlayan kalbimde yeni filizler oluşmuştu. Ben onu anlıyordum artık, sadece üzüldüğüm başka türlüsüydü. Ona yardım edebileceğimi düşünürken kapı açıldı. İçeriye giren kişiyle gülümsedim. Elini yüzünü yıkayıp tekrar yanıma geldi. Alnımdan öpüp aynı şekilde güzel gülüşünü bahşetti. Şu an uykuluydu ve dağılmış saçlarının serseri görüntüsü onu oldukça yakışıklı gösteriyordu. Ellerimi saçlarına götürdüm, dayanamıyordum dağınık saç gördüğümde. Yumuşacık saçlarına dokunmak bir hoş etti. Simsiyahtı. Geriye yaslanıp keyifle beni izledi. Bu sefer o başıma uzanıp başımdaki örtüyü çekip aldı. Saçımdaki tokayı da aldığında uzun saçlarım omuzlarımdan aşağıya döküldü. Bir tutam alıp dudaklarına götürdü. “Sen niye bu kadar güzelsin?” Güldüm. Bu sözü benim söylemem gerekiyordu aslında. “Kendine bakmayıp bana atıyor lafı,” deyince tek kaşını kaldırdı. Utandım, ona ilk defa güzel sözcükler söylüyordum. Parmağını yanağıma götürüp başını iki yana sallayarak, “Cık,” dedi. “Yüzün hemen kızarırken kaçamıyorsun.” “Kızartan sağ olsun.” “Kızartmam için beni teşvik eden sağ olsun.” “Sözlerinizin bir ayarı yok mu beyefendi.” “Benim ayarımı bozan senken mi?” Güldüm tekrar. Parmağını dudağımın kenarına koyup, “Gamzelerin daha çok çıkmalı bence,” diyerek parmağını gamzemin ortasına koydu. “Ben burada kıvrılır uyurum.” Bu sefer gamzemden öptü. Saç buklelerimi kulağımın arkasına sıkıştırıp bana dikkatini verdi. Uzun uzun izledi yüzümü. Sanki ezber yapmak ister gibi gözlerini hiç kırpıştırmadı. Oysa lacivertleri mavilerimi örten tek güzellikti. “Ay geceme uğradı, oraya sığınmayayım da ne yapayım?” Tekrar saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Elleri yüzümü bulduğunda yüzüm ellerinin arasında kayboldu. “Oysa benim gecemde aya yer yoktu.” Sesindeki güzelliğin içinde arsız bir hüzün vardı oysaki, o sadece o hüzne dediği gibi gecesini örtmüştü. Şimdi ben ona el uzatıyor onu o karanlıktan çekiyordum. Bu sefer ben götürdüm ellerimi yüzüne. Kapanan gözlerinin yüzüne düşmesine müsaade eden kirpiklerine dokundum ardından. “Sen gecenin güzelliğini göremeyecek kadar uzak kalmışsın. Şimdi izin veriyorsun diye gecene uğradım.” Açıldı gözleri, lacivertleri güzellikle parladı. O sanki eksikti, benimle tamamlanmıştı. Gülümsedim, o artık bir karanlıktan ibaret değildi. Yanağımdan öpüp yüzünü boyun girintime soktu. Çenem başına yaslanırken sessizliğimize çekildik. Elini kalbimin üzerine koyup, “Burası boşken ben oldu, şimdi kendimi seninle daha fazla doldurmalıyım,” deyip parmaklarını gerdanımda gezdirdi. Ne yaptığını anlayamadan hızla ayaklandı. “Şimdilik akşamın hesabını yapmakla geçirebilirim.” “Bunun için önce sen hesap verebilirsin.” Yanağıma makas atıp, “Hesap yok mavi, sadece iş,” deyip kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan son kez bana bakıp, “Beni merak eden karımın olması ne güzel,” deyip göz kırparak odadan çıktı. Başımı iki yana sallayıp güldüm. Çocuk gibiydi, benim kalbimi de şımartmaktan vazgeçmiyordu. Hem gülüyordum hem de dağınık yatağı topluyordum. Bu gece onun odasında kalmıştım. Bu tuhaf hissettirse de hoşuma da gitmiyor değildi. Odayı toparladıktan sonra aşağıya indim. Halime ablanın yanağından öpüp, “Kolay gelsin,” dedim. Bu yaptığıma önce şaşırdı akabinde gülümseyip, “Sağ ol canım,” dedi. Yaptığı işe baktım fakat benim yapabileceğim bir şey yok gibiydi. Bahçeye geçip koltuğa oturdum. Ardımdan çok geçmeden Halime abla geldi. Tepsideki kahvenin birini benim önüme koyup tam karşıma oturdu. “Mis gibi koktu abla, ellerine sağlık.” Gülümseyip, “Afiyet olsun,” dedikten sonra kısa bir bakış attı bana sorgularcasına. Aniden öyle bakınca kendimi tuhaf hissettim. “Bu neşeyi bir tek Yiğit’te sanıyordum, hem de onu ilk defa böyle görmeme rağmen.” Kendimi ele vermiştim şu an. Halime abla öyle bir bakıyordu ki, ‘benden kaçamazsın’ diyordu adeta. “Yok bir şey abla.” Tek kaşını kaldırıp, “Bu neşeniz boşuna yani,” dedikten sonra ona açılmamı bekliyordu. Ona anlatabilirdim, sonuçta her şeyi baştan beri biliyordu. “Dün gece oldu işte bir şeyler.” Gülümsemesi çoğaldı. “Sadece ona bir adım attım. Şu an ise adımımın hesabını yapıyor muyum yapmıyor muyum bilmiyorum.” Halime abla keyifle kahvesinden bir yudum alınca utançtan kıpkırmızı oldum. Nereden nereye gelmiştik böyle. Onlar bile olur gözüyle bakmıyorlardı. “Oha, cidden mi?” Aniden kapıdan giren Ezgi ile hafiften irkildim. “He canım, cidden.” Yanıma oturunca, “Kızım sen sessiz olamıyor musun?” dedim. Ezgi öylece sırıttı. O sırıtmasının altında beni iyiden iyice yerin dibine sokacak tavır vardı. Omuz silkip, “Bu anı kaçırsaydım seni çiğ çiğ yerdim,” deyip bana biraz daha anlatmam için bakışlarıyla baskı uyguladı. Halime ablaya döndüm, kahkaha atarak bizi izledi. “Deli kız,” dedi kendi kendine. “Yiğit’ten anladım zaten. Şimdi de emin oldum.” “O zaman daha ne irdeliyorsun?” “Ne bileyim, mutlu oldum işte.” “Hepimiz mutlu olduk. Yiğit benim elimde büyüdü, onun iyi olmasına çok seviniyoruz.” Halime ablayı anlayabiliyordum. Şu an nasıl mutlu olduğunu da görebiliyordum. “Evet ya, adamın seni görünce gözlerinin içi parlıyor nerdeyse. Ölürüm ya, kıyamam size.” “Bak ya, kızım sen utandırma makinesi misin?” Şirin şirin gülüp, “Yoo, sadece gerçekleri söylüyorum,” dedi. “İflah olmazsın sen.” “Aman be, bu seferde olmayı vereyim. Kuzenimi ilk defa böyle görmüşüm, gözlerim açık gitmez artık.” “Deli ya.” İç çekerek geriye yaslandım. Aylarca taşıdığım huzursuz düşüncelerimden arınmış gibiydim. Hâlâ korkularım vardı, bu korkularımda kolay kolay gitmezdi biliyordum. Şu vardı ki korkuların üzerine gidilebiliyordu bazen. Bunu bu yaşadıklarımdan anlamıştım. Ben bu raddeye gelebileceğimi düşünmüyordum, istediğim buradan, bu yaşadıklarımdan kurtulmaktı. Şimdi ise bu ev, onun hayatımdaki yeri farklılaşmıştı. Sanki bir parçammış gibi vazgeçilmez bir hâl almıştı. Düşüncelerim ve hissettiklerimin bütünleştiği yerdeydim. Gülümsedim, aklıma gelen bazı anlar beni buna itekliyordu. O kalbimin iklimini değiştirirken sanki dudağımdaki gülümsemede bahardı. Mor menekşeler, sunulan beyaz papatyalar gibi... “Ohooo biz boşuna konuşuyoruz. Baksana Halime abla, sırıtmaktan bizi dinlemiyor bile.” Ezgi’ye ters bakış atıp, “Seni evden kovmama az kaldı,” deyip bacağına çimdik attım. Yüzünü buruşturup, “O çimdiği bana değil kocana at,” deyince gözlerim kocaman açıldı. Ciddi manada utandırıyordu artık beni. Ters bakış atıp homurdandım. “Terbiyesiz.” “Ne, sanki yanlış bir şey dedim. Kocan o senin kocan.” Halime abla yanımızdan kalkarken Ezgi’ye baktım kısa bir an. Ona soracağım birçok soru vardı. Belli etmek istemiyordu ama dünden bu yana morali bozuktu. “Akşam Bahadır sana ne dedi?” Gülen yüzü aniden düştü. Bu konu onun hiç hoşuna gitmedi, beni duymazlıktan gelerek telefonuna döndü. Kolunu dürtükleyip, “Konuşsana ya,” dedim. Gözleri doldu, bu onu yaralamıştı belli ki. “Yiğit’i savunurken benimde uğraştığı işlerden farkım olmadığını söyledi. Önce güldüm bu sözüne lakin beni benzettiği kişiler hiç hoşuma gitmedi. Ben ne kadar her söze aldırmazlık yaparsam onun beni itham ettikleri çok kırıcıydı Zeynep.” “Kıyamam sana. Ona kızdım fakat daha diyeceklerim var merak etme.” “Gerek yok, laftan anlayacağını sanmıyorum.” Oldukça kırılmıştı. Üzerinde durmasa da onunda birkaç laf söylemek istediğini biliyordum. Bahadır çok sakin bir insan değildi. Yeri geldiğinde bana arkadaşlık yapan yeri geldiğinde abilik yapan biriydi. O sadece işi gereği durumu bilmediğinden fazlaca mesafeli davranıyordu. Bu da Ezgi’yi onun açısından kapsamlı hale getirmişti. Bahadır’a da kızamıyordum, kızdığım nokta Ezgi’ye bunun hesabını sormasıydı. “Yine de bir özür dileyecek.” Bir şey demedi. Salona geçtiğimizde Ezgi’ye gelen telefonla mutfağa geçti. Ben de koltuğa oturup uzun zamandır elime almadığım telefona baktım. Fazla bildirim yoktu. Sosyal medyaya girdiğimde klasik fotoğraflar yine pek tat verici değildi. Sadece biraz kafa dağıtmak için saçma sapan keşfeti gezdim, daha sonra sıkılınca telefonu bıraktım. Namaz vaktinin girdiğini görünce oturduğum yerden kalkarak odaya geçtim. Bir hafta sonra Gün içinde evden çıkabilme şansım olmuştu. Aslında ben biraz diretmiştim çünkü günlerce evdeydim ve bunalmıştım. Bu sefer tektim ve etrafımda onlarca adam vardı. Bu iş canımı sıkıyordu, tek kalmam olanaksızdı. Oysa ben kafa dinlemek için tek kalmayı tercih edenlerdendim. Yine de bir şey diyemedim, olanları bildiğim için boyun eğmek zorundaydım. Bize eşlik edenler Kerem’le Betül’dü. Diğerleri biraz daha uzağımdaydı. Artık oturmak istemediğimden arabaya geçtim. Sessizdik. Dönüş yolu de geldiğimiz gibi sessiz geçiyordu. Zaten kafam doluydu, bu yüzden kendi zihnimdekilerle ancak başa çıkabiliyordum. Yolu yarılamamızın ardından ne olduğunu anlayamadan önümüzü silahlı adamlar çevirdi. Tedirgin bir şekilde adamlara bakıyordum. Betül, “Zeynep, arabada bekle,” deyip Kerem’le beraber arabadan indiler. Karşımızdaki kişiler oldukça kalabalıktı. Kerem’le Betül, silahlarını karşıya yönlendirseler de bu kalabalıktan sağ çıkamazdık. Etrafta gezdirdim bakışlarımı. Tepkisizdim. Onlarca koruma etkisiz hale getirilmişti. Ne olabilirdi ki bu kadar adama kafa mı tutabileceklerdi? Buna Betül’le Kerem’de dahildi… Kapım açıldı. Sanırım umut etmek için çok geçti. Artık beni kimse koruyamazdı. Buna ben de dâhil… Kolumdan tutulmam ile arabadan indirildim. Kolumu tutan kişiye öfkeyle bakıp, “O pis ellerini çek üzerimden,” dedim. Güldü. Şu an gülünecek durum yoktu ortada. Kerem tutulan adamlardan kurtulmak için çırpınıyordu keza Betül’de öyle. Şu an onlara bakmayı bırakıp, “Ne istiyorsunuz?” diye bağırdım. Sesimdeki öfke adamın umurunda değildi. Bense bağırmakla iktifa ettim. Bu olanların müsebbibi neydi bilmiyordum. Adamlar hiçbir şey demiyordu. Arabaya sertçe itildim. İki adam tam karşıma oturdular. Diğer orta yaştaki adam kulağındaki cihaz sayesinde karşıyla iletişime geçti. Bakışları üzerimdeydi, benimle ilgili rapor verdiğine alenen gösteriyordu. Öfkem daha da artarken, “Nereye götürüyorsunuz beni?” diye sordum diğer adama. Adam cevap vermedi, tekrar bağırdım. Adamlar o kadar sessizdi ki kimin adına çalışıyorsa iyi tembih almışlardı anlaşılan. Soru sorduğum adam diğer adamla sessizce bir şeyler konuştuğunda anladığım tek isim Ünal oldu. Ünal kimdi bilmiyordum, bizi kaçırtanın o olduğuna emindim. Sadece ismini duymuştum ama kendisini bir türlü görmemiştim. Olduğum yere daha çok sindim. Kurtulmalıydım. Camdan dışarıya baktım. Geldiğimiz yolu bilirsem kaçmam kolay olabilirdi. Bir saat gibi süren yolun sonunda arabadan indirildim. Kolumu tutmaya çalışan adamdan uzaklaşmak için yana kayıp, “Ben giderim,” dedim. Beni dinlemeyip, “Bize zorluk çıkartma da yürü,” deyip çekiştirdi. Kolumu tutan eli sertti. Bu yüzden kolumu elinden çekemiyordum. Çırpındıkça daha fazla sıktı. Eski bir binaya girdik. Bina, sanki iş için kullanılan mekâna benziyordu. Etrafı inceledim kısa bir an. Dökülmüş beton duvarlarda birkaç yazı yazıyordu. Yazıyı okuyamıyordum. Bu sefer yan odadan biri çıktı. Bu Ankara yolunda önümüzü kesen adamdı. Yiğit öldürmemişti adamı. Bu durum beni oldukça soru tufanına tutuyordu. Adam topallıyordu. Bakışlarıyla beni süzerken kendimi geri çekmek zorunda kaldım. Karşımdaki adam beni diğer adamlardan devralırken diğer adamların işi artık kapı tutmaya gelmişti. Düştüğüm durum hiç de normal değildi. Tedirgindim, o kadar adamın içinde yapayalnızdım. “Hangi cesaretle bana dokunabiliyorsun? Yiğit seni öldürmemişken kaçamadın mı?” Soğuk çıkan sesimle gülüp tam dibimde durdu. Fakat susmayacaktım. Eli bedenime uzanacakken geri adımladım. Dudağının kenarını kıvırıp, “Bu daha başlangıç güzelim,” demesi hiç olmadığı kadar midemi bulandırmaya yetiyordu. Yüzümü buruşturup, “Derdiniz ne?” diye sordum. Başını iki yana sallayıp beni hemen karşı odaya soktu. Oda oldukça resmi duruyordu. Birçok kitaplık, kitaplığın raflarında birçok belge vardı. Duvarlarda bilmediğim resimler varken kitaplığın yanında kocaman masa vardı. Çalışma odasına benzese de başka işlerin de döndüğü ortadaydı. “Hiç kimse hayatını garantiye alamaz.” Etrafımda dönmeye başladı. Ardından önümde durup, “Hele ki bu hayatın içindeki tek varissen,” dedi. Kahverengi gözlerindeki o emare beni yutacakmış gibi duruyordu. Kastettiği bana sunulan imkânlardı. “Bunun kararını sen mi vereceksin?” Keskin sözlerim onu güldürdü. Oysa ağlanacak haline yakınması gerekiyordu. “Ben ya da başkası, şu var ki sen bu hayatta Sinan gibi olmayı tercih ediyorsun.” Hiçbir şekilde korkmadım, oldukça soğuk davranıyordum. Bu da karşımdaki adamı oldukça sinirlendiriyordu. “Senin amacın yokken benim amacıma taht kurmaya çalışıyorsun. Bu hakkı sana ben vermem.” Dudağını büzüp tek kaşını kaldırdı. Şu an bu odada kendime cellat kazanıyordum. Onu sinirlendirmem bana vereceği zararın garantisiydi. Fakat onun karşısındaki suskunluğum ise onun zevk alacağı durumdu. “Aynı Yiğit gibisin. Dik başlı…” Bir şey demedim bu sefer. Geri çekilmeme müsaade etmeden çenemden kavrayıp sıktı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, “Sana kapılmasının bir nedeni varmış demek ki. Severim asi olanları,” deyince çırpındım. Parmağını yüzümde dolaştırıp, “Fakat eceli gelenler de asi olanlardır,” deyip beni geri itti. Şu an onu öldürmek istiyordum. “Oysa senin yerinde cehennem.” Parmağımı kaldırıp, “Ama ben kolay yanmanız taraftarı değilim,” dedim. Öfkeli çıkan sesim onun daha çok hoşuna gidiyor gibiydi. Oysa ben bir şeylerin ön yüzünü ortaya koyuyordum. Umursadığı söylenemezdi. Gözlerini kısıp bir müddet bana baktı. Bakışlarımın hedefindeki adamı yok ettim. Şu an için buradan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. O an kapı açıldı ve içeriye başka bir adam girdi. Orta yaşlardaydı. Tahmini ellili yaşların ortalarıydı. Kır saçlı orta boylu bir adamdı. İriydi, cüssesi bir adamın iki katıydı. Bize yaklaşıp koyu gözlerini üzerime dikti. Yüzündeki yaralar onun bedeninde yerini tamamıyla almıştı. Kalın kaşları oldukça çatıktı. Sakallarının altında gizli kalan yarası kim bilir hangi kötülüğünün bıraktığı izdi. “Kolye nerede?” Sorduğu soru kısa ve netti. Hedefi kolyeydi. Kolyede benim bilmediğim daha çok önemli bahisler vardı. Bunu bana anlatmamışlardı fakat ima ettikleri apaçık ortadaydı. Kolyeyi yanımda taşımıyordum artık, onu Yiğit’in himayesinde gizli bir yere koymuştuk. Alayla gülerek, “Bulamayacağınız bir yerde,” dedim. Bu sefer diğer adama dönüp, “Haber verildi mi?” diye sordu. Yanımdaki adam, “Deliye döndü,” dedi. Yiğit’ten bahsediyorlardı. Anladığım kadarıyla beni burada uzun tutmayacaklardı. Amaçları başkaydı. Amaçları Yiğit’e gözdağı vermekti. “Güzel,” dedi keyiflenerek. Ardından bana dönüp, “Geçmişte yaşananlar artık hayatında bunu biliyorsun, bunun yanında bize karşı gelerek bizi hedef aldığını da biliyorsun. Sana güzel teklifim var,” deyip masanın ucuna kalçasını dayadı. Ondan cevap bekler gibiydim. Yine hoşuma gitmeyen teklifte bulunacağını anladım. Eliyle gömleğinin yakasını düzeltip kambur sırtını düzleştirdi. Ayaklarını öne uzatıp bacağını bacağının üzerine koydu. “Şirketteki imza yetkini devredeceksin.” “Neden yapayım bunu?” Dudağını büzüp, “Nedenin çok,” dedi. Nedeni daha kolay iş yapmalarıydı ve bütün suçu Yiğit’e yüklemekti. Ona şüpheyle baktım. Siyahi gözbebeklerindeki zehir bütün uzvumu yaktı. Üşüyordum, içerisi mi soğuktu yoksa ben mi ürpermiştim anlam veremedim. “Açıkça konuşur musunuz?” Dayandığı masadan kalkarak pencere kenarına geçti. Pencereden dışarıya baktığında yüzündeki gülümseme çoğaldı. “Ülkeye yayılacak uyuşturucu ithalatının bizim yönümüze çekilmesini sağlayacaksın.” Kaşlarım çatıldı. Şu an daha fazla kinlendim olduğum yerin alanına. Bunun müsebbibi olmak onlar için kolaydı fakat bu benim için ölümü göze almak, yanmaktı. “Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz. Hem o ithalatın size devredilmesini bırakın, sizin adaletle beraber yargılanmanız taraftarıyım.” Güldü. Şu an ona baktıkça midem bulanıyordu. Allah’ın yarattığı bu yüz kendileri sayesinde çirkinleşmişti. “O zaman ithal edilenlerin daha hızlı ülkeye yayılmasına müsaade edeceksin yani.” “Her şekilde yayılacağı ortada değil mi? Ha geç ha erken. Hem o uyuşturucuların hedefinin ortadan kalkacağını ikimizde biliyoruz.” Anında bozuldu. “Benimle oynuyorsunuz,” dedim beni saf ayağına almak istediğini anlarcasına. Sıkışmıştı çünkü. Bu sefer ben güldüm, ne onları yücelttim ne kendimi onlara hafif gösterdim. “Düşündüğümden de zekisin.” “Düşündüğümden de beyinsizsiniz.” Sözlerim hınç doldu. Yaptıkları iş o kadar insanın vebaliydi. Gözleri daha fazla karardı. Diğer adam kolumu tutup, “Senin korkuyor olman lazım, cesur değil,” dedi. Gözlerindeki öfkede ürperdim. Kolumu elinden çekmeye çalışsam da başarılı olamıyordum. Delici bakışlarının altında onlara verdiğim tepkinin bozulması vardı. Kapı büyük gürültüyle açıldı. İkimizin de bakışları kapıya kaydığında Yiğit hiçbir korumanın engellemesine takılmadan karşımdaki adamın boğazına yapıştı. O an kolumdan ittirilmem ile düşeyazdım. Kendimi toparladığımda Yiğit çoktan adama hesap sormaya başlamıştı bile. Hiçbir şekilde engel olmadım. Şu an ne yapacağımı bile bilmiyordum. |
0% |