Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@rumeysadoganm

“Yuh, kafam kadar bu be.” Ezgi parmağımdaki yüzüğe bakıp, “Kınayayım da başıma gelsin” deyip kocaman gülümsedi. Şakaya vuruyordu ama evlilik hakkında düşüncelerinde tezatlık var gibiydi. Elimden elini çekip, “Amin mi diyeyim,” dediğimde tatlı tatlı gülümsedi. “Ay yok be! Güven verecek erkek yok ki evlenelim,” deyince bu haline kıkırdadım. Çocuk gibi dudağını büzdüğünde kolunu dürtükledim, kendisi de bana ters bakış atmayı ihmal etmedi. Beni aklınca takmamaya başlamıştı. Kendi köşesine çekilince ben de parmağımdaki yüzüğe bakmaya devam ediyordum. Aylardır hiç bu anı tasavvur etmemiştim. Nasıl bir yola girmiştim hiç bilmiyordum. Bildiğim tek şey Yiğit’e artık güvendiğimdi. Onu anlamak bana verilmiş bir armağan gibiydi. Allah’a o kadar dua etmiştim ama kaderimdeki adamın gerçeğini göz önünde bulundurmamıştım. Allah, kaderime daha nasıl bir imtihan yerleştirmişti bilmesem de yürüyecektim. Yürüdüğüm yolda yalnız olmadığımı biliyordum. Buna güvenerek yürüyecektim.

Kendimi kaptırdığım bu hâlden oldukça memnun gibiydim. Sadece eskisi gibi değildi hiçbir şey. İç çekerek bakışlarımı yüzükten çektim. Ezgi’ye döndüğümde şaşkınlıkla telefonuna bakıyordu.

“Ne oldu?” Önce bir şey demek istemedi ama o da inanamamış gibi telefonun ekranını bana çevirdi. Mesaja bakınca ben de şaşırdım.

“Kıyamet mi kopacak Zeynep, bu hödük benden özür dilemezdi ama.” Doğrusu ben şaşırmadım. Bahadır, belki fevri bir adamdı ama hatasını anladığında özür dilemesini bilirdi.

“Hatasını anlamış demek ki.” Fark ettirmese de yüzünde gülümseme oluştu. Bahadır ve Ezgi... İki zıt kutup birbirini gerçekten çekiyordu. Bahadır oldukça ağır başlı insandı, Ezgi’de keza oldukça çılgın kızdı. İkisinden yola çıkmak saçmalıktı. Biz de Yiğit’le öyle değil miydik sonuçta.

“Zeynep, ben Bahadır’dan hoşlanıyorum.” Aniden söylemesi suyu genzime kaçırmış, öksürükle beraber gözlerim yaşarmıştı.

“Kızım, yavaş olsana.”

“Ciddiyim ben.”

“Ne ara? Biraz önce sayıp dökmüyor muydun?” Omuz silkti. Ben ona göre çok farklı bir düşüncedeydim. Söylemez diye düşünüyordum ama o pat diye söylemişti.

“İlk görüş aşkı hakkında büyük konuştum galiba, bak başıma geldi. Evet, saydım döktüm lakin bu kavgalarımın en büyük sebebi sanırım beni dışlamasıydı. Şimdi özür dileyince yumuşadım birden.” Kaşlarım havalandı. Gerçekten yumuşamıştı. Herkesi kendime benzetmeyi bırakmalıydım, kimse ben gibi inatçı olmazdı sonuçta. “Neyse, ben kalkayım artık. Uğramam gereken bir yer var.” Ayaklandığında ben de peşinden gittim. Sanırım biraz tek kalmak istiyordu.

“Ama daha konuşacak çok şey vardı, kaçıp gidiyorsun.”

“Bence çok net oldum. Yine de sen kimseye bir şey deme.” Hızlıca yanağımı öptü ve veda ettikten sonra çıkıp gitti. Ben de mahalleye geçmek için önce hazırlandım. Ardından korumalardan biri önce Yiğit’e söylediğinde mahalleye gitmem onaylandı! Arabaya binmemle beraber Yiğit aramış, ona kısa açıklamadan sonra veda ederek telefonu kapatmıştı. Yoğun olması onunla arama set kuruyordu, bu ikimizi de yıpratıyordu. Özellikle ruhen yoruluyordum. Eski enerjimi kaybettiğimi fark edebiliyordum.

Çok geçmeden mahalleye geldik. Arabadan inip kapıya ulaştığımda dokunduğum zille kapı açıldı. Anneme kocaman sarılıp içeriye girdim.

“Tek misin?” Annem karşıma oturup, “Baban camide,” dedi. Saate baktığımda babamın gelmesine çok vaktin kalmadığını gördüm.

“Sen nasılsın anne?” Yanına yaklaştım.

“Düğün hazırlığı derken epey yorulduk. Sen anlat bakayım, gelmen epey şaşırttı,” deyince bu hâline güldüm. Artık Yiğit’in eski katılığı yoktu.

“Bilmem.” Eli elime gittiğinde yüzüğü fark etmesi bir an duraksamama neden oldu. Yüzüğü çıkarmayı unutmuştum. Bu, şu an mühim değildi. Sonuçta anlatacaktım. Sorgulayıcı gözlerle bana baktı, ben ise bu merakı ile yutkundum. O an kelimeler boğazımda takılı kaldı. Annem ise hiç iyi bakmıyordu. Dişlediğim dudağımı serbest bırakıp anneme cevap vermek için dudaklarımı araladım. Bu durumu beklemiyordu tabii ki ve şimdi ona Yiğit’e karşı yumuşadığımı söylemem çok güçtü.

“Evlenme teklifi etti.” Annem hiçbir tepki vermedi, bu hâlinden ötürü korkularım oluştu.

“Seviyor musun onu?” Başımı öne eğdim, diyeceklerimden ötürü kendimi bu duruma adapte edemiyordum. “Güveniyorsun yani?” Başımı usulca salladığımda annem yine bir tepki vermedi. Onlar Yiğit’e güvenmiyordu ve benim güvenmem onlar için bir şey ifade etmiyordu. Bir yandan korkularında haklıydılar, sonuçta onlar neyin ne olduğunu bilmiyorlardı.

“Kızım...” Annemin sözünü kesip, “Anne, onu tanımadan beni yargılama olur mu?” deyip kısa kestim açıklamamı. Onlar tanımıyorlardı, gördükleri kadarıyla yorum yapacaklarını biliyordum. Annem hiç hoşnut olmadı, yüzü dâhi düştü. Tam dibine oturup başımı dizine yasladım.

“Anne bana güveniyor musun?” Annem eliyle başımı okşadı.

“Kızım, bu hayata girerken sana sorulmadı. Hislerini de sorgulayamam. Ben Yiğit’i tanımıyorum, tanıyan sensin. Bunun cevabını ben veremem.” Elini tutup, “İnan bana Yiğit senin bildiğin Yiğit değil,” dedim. Şu an kararıma oldukça şaşırdı, gözlerine inen hüznün müsebbibi olmayı istemezdim. Gülümsemeye çalıştı lakin başarılı olamadı. Bir cevap vermeden mutfağa gittiğinde bu sefer benim yüzüm düştü. Annem istemiyordu. Ona kızamazdım. Yiğit’i ben bile bu kadar zor tanımışken onlardan hemen onay bekleyemezdim. Bu durum neyi öne sürerdi bilmiyorum lakin yürüdüğüm yol çok da kolay yol olmayacaktı. Yiğit’i artık tanıdığımı söylemiştim, bunu kabullenmiştim. Yüzüm istemsiz gülümseyince mutfağa geçtim. Annem yemeklerle uğraşıyordu. Yanına yaklaşıp, “Kızdın sen bana,” dedim. Elindeki bıçağı alıp yaptığı doğrama işini ben tamamladım.

“Sadece şaşırdım, ondan kaçmaya çalıştın. Seni kaçırmaya çalıştık. Şimdi bana onu sevdiğini söylüyorsun.”

“Onun hayatına girdim, onu tanıdım, onun geçmişini ve şu an neyle savaştığını gördüm.”

“Korkularımızı sen çok iyi anlarsın. Sen o hayatın içindeyken kararına nasıl tepki vereceğimi bilmiyorum. Sen akıllı kızsın, eğer onu tanıdığını söylüyorsan biz de senin gibi onu tanımayı seçeriz. Ama iyi düşün.”

“Anne o beni korumak istemiş hep. O gün öldürmek istememiş o adamı. O adam birçok genç kızın canını yakmış, o günde benim peşimdeymiş. Birçok kez adalete teslim etmişler ama olmamış. O gün sadece korkutmak isteseler de maalesef ki sonuç ölüme kadar gitmiş. Eğer bıraksalardı daha kötü şeyler olabilirmiş.” Annem de o gün benim dinlediğim gibi dinledi beni. Gözlerindeki korkuyu gördüm.

“Peki sen onun hayatına ayak uydurabilecek misin?”

“Belki hayatı temiz değil ama o bunların müsebbibi değil. Bilakis o temiz olmak için çok uğraşıyor. Hatta çok güzel şeylerde yapmış anne. Birçok gencin hayatını kurtarmış.” İnanır mıydı bilmiyorum ama gözlerindeki o soğukluk yok olmuştu.

“Kızım, korkuyorum sadece.”

“Ben de korkuyorum ama ona güveniyorum da.” Annem heyecanımı görecek ki gülümsedi. Onu biraz olsun yumuşatmıştım.

Zil sesi ile annem kapıyı açmaya gidince umutsuzca omuzlarımı düşürdüm. Doğradığım sebzeleri salçalı yağa aktarıp kavurmaya koyuldum. Yusuf kapıdan beri başını uzatıp, “Hoş geldin,” deyip kocaman gülümsedi. Yanıma gelip sarıldı hızlıca, ben de kendisine sarıldım. Birbirimizi özlemiştik.

“Eee damat bey, nasılsın?” Onu baştan aşağı süzüp, “İyisin iyi,” dedim sırtını sıvazlayıp. Burnumu sıktı. Onunla uğraşmamı sevmiyordu. Özellikle böyle küçük çocuk gibi uğraşmam tam sinirlerini bozuyordu. “Benimle uğraşmanı bile özlemişim be,” deyip ardından yanağımı sıktı. Onunda bakışları annem gibi parmağıma kaydı. Şu an evdeki kaos git gide artıyordu. Yusuf, beni daha fazla korkutuyordu. En azından annemin anlayışlı biri olduğunu bilirken Yusuf’un Yiğit’e karşı ne kadar katı olduğunu biliyordum. Yusuf olanları unutmamakta hep ısrarcıydı.

“Ne bu?”

“Yüzük.”

“Sağ ol ya aydınlandım. Abla açıklama yapacak mısın?”

“Ne açıklama yapmamı istiyorsun?” Sesim gergin çıktı. Yusuf, elimi kavrayıp, “O it herif evlenme teklifi etmiş, sen de kabul etmişsin gibi duruyor,,” deyip bağırdı. İlk defa argo kelime kullandığına şahit oldum. Bu kadar fevri olacağını ise hiç düşünmedim.

“Yusuf, sesine hâkim ol. Ne açıklayayım? Gördüğün gibi işte.” Sinirle güldü. Şu an mutfakta bir sağa bir sola yürüyor, şaka yapmamı ister gibi benden bir söz bekliyordu. Ciddi olduğumu görünce, “Abla sen kafayı mı yedin yoksa kafayı bir yere mi vurdun?” deyince kendimi nasıl açıklayacağımı bilemedim. Yusuf sandığımdan da öfkelenmişti. Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı sert ifadesinden kaçındırdım.

“Yusuf sandığın kadar öfkelenecek bir durum yok. Yiğit’le...”

“Ha, ben sevince her şey mübah diyorsun yani öyle mi?” Konuşmamı yarım kesti. Söylediği sözle kaşlarımı çattım. Ben yanlış bir şey yapmamıştım. “Her şeyi göze alacak kadar değil, sadece Yiğit’i tanıdım o kadar.” Alayla güldü. Beni bu kadar sıkıştırmasına gelemezdim. Annem yanımıza geldiğinde söyleyeceği sözü geri çekti. İkisi arasında kalınca bu sefer babam geldi. Dananın kuyruğunun koptuğu yerdeydik. Babam ne tepki verecekti hiç bilmiyordum. Yusuf, sessizce kalçasını masaya dayadı. Bense önüme bağladığım elle babama bakıyordum. Anlaşılan annem her şeyi anlatmıştı.

“Açıklama yapacak mısın kızım?” Babamın yumuşak çıkan sesi sayesinde gergin bedenim rahatladı. Bir anneme bir babama bakıyordum. Yusuf ise pür dikkat bana bakıyordu. Nefesimi soluyup rahatlamaya çalıştım. Babama diyeceklerim ne ifade edecekse o kadar ihtiyacım vardı beni anlamalarına. Bu tutumum elbette onları şaşırtacaktı. Yiğit’le aramız hiç iyi değildi çünkü. Babama baktığımda yüzünde ne sert ifade ne de beni rahatlatacak bir ifade vardı.

“Yiğit’e bir şans vermek istedim. Evlilik teklifi etti ben de kabul ettim.” Babam bir müddet bir şey demedi. Beyazlaşmış sakalını parmaklarıyla sıvazlayıp sadece düşündü.

“Kararın daha çok seni ilgilendiriyor. Her şeyi düşündün mü peki? Sadece hissettiklerini değil, inançlarını da…” Sorduğu soruyu ben kendime çok sormuştum. Evet, o inançlarını yaşayan biri değildi ama inançlarıma saygı duyuyordu. Sadece bu yetmiyordu elbette lakin onu ben değiştiremezdim artık. Bir imtihanımda buydu aslında. Ben sırtımı Rabbime dayamıştım, o her şeyin en iyisini bilendi.

“Baba, peki boşansam kaderime engel olabilir miyim? Yıllar sonra karşıma çıkmadı mı?”

“Kaderinin kim olduğunu bilebilecek misin?” İkimizde bazı soruların cevabını çok iyi biliyorduk.

“Bilemeyeceğim.” Yutkunmam boğazımı yaktı. “Bunu sormanız için geç kalmadınız mı peki?” Susmadım, devam ettim. “Zamanında bunu bana sorsanız ya da normal bir hayatta benimle evlenmek istese evet inançlarını sorgulardım. Şimdi artık geç değil mi? Sırtıma yüklenen yükü sormadığınız gibi…” Sesim sert değildi ama imalıydı. Bunu en çok da babam biliyordu. “Şimdi Allah’ın sevmediği helali yapmak yerine bir şeyleri düzeltmek istiyorum. Ona ne kadar el uzatırım bilmiyorum ama Allah’tan ümidimi kesemem.”

“Ne diyelim kızım, Allah mübarek etsin. Kararını vermişsin zaten, biz de sana destek oluruz.” Hafiften gülümsedim. Sözlerinde kızgınlık, kırgınlık yoktu bunu anlayabiliyordum. Yanına gidip hızla boynuna sarıldım. Babam sırtımı sıvazladığında, “Teşekkür ederim baba,” dedim. Annemde aynı şekilde sırtımı sıvazladı. Yusuf, homurdanarak mutfaktan çıktığında huzursuz oldum. Yusuf’un beni böyle arkasında bırakması üzüyordu. Babam Yusuf’un peşinden gittiğinde onunla konuşacağını anlamam uzun sürmedi. Annem yüzündeki gergin ifadeyi yok ederken aynı şekilde ona da sarıldım. Annem biraz daha iyiydi. En azından korktuğum kadar tepki almamıştım. Aklıma gelenle gülümsedim. Bakışlarım parmağıma kayınca iç çektim. Hayatımdaki adam, kalbimdeki o puslu engeli silip atmıştı. Şimdi kalbimdeki solan papatya yeniden can buldu.

Annemle masayı kurduk. Bir süre sonra kapı zilinin sesi tekrar evde yankılandı. Bu sefer kapıyı ben açtım. Büşra, yine bütün enerjisi ile içeriye girip, “Yusuf’tan haberini almasam burada olduğunu bilemeyeceğim,” deyip salona yöneldi. Annemle karşılaşınca, “Hoş geldin kızım,” diyen annemle önce çekindi.

“Hoş bulduk anne.” Tek kaşımı kaldırıp Büşra’ya baktım. Kıpkırmızı kesildi. Annem bu durumdan hoşnut olacak ki gözleri parladı. Büşra’nın hitapları bile ben yokken değişmişti. Bu durum annemi oldukça mutlu ediyordu. Beraber salona geçince Büşra bana dönüp ardından elimi tuttu. Parmağımdaki yüzüğe bakıp, “Büyük konuşmanın karşılığı olmalı,” dedi sırıtarak. Bir yandan yüzüğe bakıyordu.

“Lokmamı hesap edememişim,” dedim, Bu hâlime ikimizde güldük. Büşra, bir an ciddileşip, “Böyle gülüyoruz ama eminsin değil mi? Yani ne bileyim o kadar olaydan sonra ona yaklaşmazsın sanıyordum,” dedi.

“Sandığımın da ötesi varmış.” Büşra başını usulca salladı. Beni sorgulamadan beni anlaması tek istediğimdi. Şimdilik her şeyi zamana bırakmak istiyordum. Bazen huzursuz oluyor, bazen de kararlarımın arkasında duruyordum.

“Uzun zaman sonra seni ilk defa bu kadar iyi görüyorum.” Dudaklarım usulca kıvrıldı. Gerçekten iyiydim. İlk defa akşam olsun onu göreyim diye bekliyordum. İçeriye giren babamla daha fazla konuşmadık.

Babam Büşra’ya “Hoş geldin kızım,” deyip masaya geçti. Ardından Yusuf geldi, moralsiz yüzü bir anda düzeldi. Parlayan gözlerle Büşra’ya bakıp aynı şekilde o da, “Hoş geldin,” dedi. Babamdan ötürü fazla bakamadan masaya geçti. Büşra’yla ben de masada yerimizi alınca annemde çok geçmeden geldi. Masada çıt çıkmazken kısa bir an Yusuf’a baktım. Önündeki çorbayı içerken ona baktığımı fark edince bana baktı. Hâlâ kızgındı. Onu yumuşatmam imkânsızdı, zamanla kendi de bana, bize hak verecekti biliyorum.

Ben de çorbamı içip ardından yemeği yedim. Babam geri yaslanıp bizi izledi. Konuşacakları vardı anlaşılan. Herkes geri yaslandı. Normalde hep beraber masadan kalkardık, babam kalkmayınca biz de oturduk.

“Zeynep, Yiğit’le konuş Yusuf’la Büşra’nın düğününden bir hafta sonra sizin düğünü yapacağız.” Babamı onayladım. Yusuf hiçbir şey demedi. Babam onunla konuşmuştu anlaşılan. Şu an gözlerim doldu. Babamın bana böyle güvenmesi, bana tereddütsüz yaklaşımı rahatlamamı sağladı. Her şeyin başlangıcı dedemken bana güvenmesinden başka çaresi yoktu. Babam dedeme çok kızgındı fakat bu kızgınlık kaderin bize verdiği bu anda kırgınlığa dönüşüyordu. Babam masadan kalkarken ben de peşinden gittim. Odasına girmeden evvel, “Baba biraz konuşalım mı?” diye sordum. Babamın onaylayıcı ifadesinden sonra misafir odasına geçtik. Babamın yanına oturup önce diyeceklerimi toparlamaya çalıştım. Babam bana bakıp anlatmamı bekliyordu.

“Dedeme çok kızgınsın, ben de ilk başta çok kızıyordum. Peki sen hiç Sinan Bey’le görüştün mü?” Babamın sakinliğinden ötürü çokta gerilmedim.

“Görüştüm. Sinan Bey çok iyi insandı, Allah rahmet eylesin.” Sesi bir an hüzünlü çıktı. “Sinan Bey aslında çok büyük iyilik yaptı bize ama bu yetmedi kızım. Deden ne yazık ki çok kötü işlere girişmiş. Birçok borcu vardı.” Bir an sustu. Beti benzi atmıştı iyice. Sanki geçmiş onun için büyük bir yıkımdı. “Hem de Ünal Kızılbaş diye birine.” Kaşlarım aralandı. Bu adamla dedem ne alakaydı? “Son zamanlarda kumara alışmıştı. Bu zamanla onun için büyük bir zevk haline gelmişti. Aylar sonra bizim bile ödeyemeyeceğimiz bir borca dönüşmüş. Bu adam çocukları alıp satan bir adammış. Bunun karşılığında seni koz olarak kullanmışlar.” Dehşete düştüm.

“Peki sonra?” Sesim titredi.

“Tehdit etmişler, borçları vermezse seni alacaklardı. Deden korkak bir adamdı, bizi bile düşünmeyecek kadarda bencildi. Asla buna engel olmadı. Sinan Bey bunu duyunca seni garanti altına almış ve dedenin borçlarını kapatmış. Ama ne yazık ki bu onlar için yetmedi. Seni bir kere görmeleri onlar için daha büyük hedefler oluşturdu. Sinan Bey’in seni koruması bu yüzden. O kolye senin garantindi. Senin parmak izin var ve istenilen bütün dosyalar saklı olan kasadaydı. Ve bu kasaları bir tek sen açabiliyorsun. Bu yüzden sen dokunulmaz bir hedeftin sadece. O kolye ise seni korudu. İçindeki parmak izin dışında kilit olması da kolyeyi diğer hedef haline getirdi. Şimdilik sana dokunamazlar, ama başka türlü de korunmaya ihtiyacın vardı.”

“Bu yüzden Yiğit’ten korunmam istendi.” Başını salladı. “Ona her şey anlatılırken neden bana anlatmadınız baba?”

“Zaten anlatılacaktı, en azından o zamana kadar korkma istedim.”

“Neden o gün kaçırmak istedin beni?”

“Bilemedim, amcanlar polisti seni korurlar diye düşündüm.”

“Bizim Yiğit’ten nefret etmeye hakkımız yokmuş. Bize en büyük kötülüğü dedem yapmış, Sinan Bey ise bu kötülüğü def etmek istemiş.” Yine başını salladı. Bundan sonrası çıkılmaz bir batak hâline gelmişti.

Gözümden düşen damlayı sildim. Babam elimi tutup beni rahatlatmak istedi ama olmadı. Kalbimdeki bu kırgınlık nasıl geçerdi bilmiyordum. Zaten dedemle aramızda öyle hatır sayılabilecek bir şey yaşanmamıştı. Bizi sevmediğini hep hissetmiştim ama şimdi hissetmekle kalmayıp daha iyi anlamıştım. Ara sıra dedemle babamın kavgalarına şahit olurdum. Babam kin tutan bir adam değildi. Dedemin hastalığında ona bakması bile onun yüce gönüllülüğünün şahidiydi. Babamın gözleri doldu, sanki geçmiş onu paslı bir hisse sürükledi.

“Sinan Bey’in ölümünden sonra Yiğit’i hiç gördün mü?”

“Amcası, Mahir Bey onu dedesine götürmüş. O günden sonra haber alamadık.” Mahir Bey ve dedesi… İkisini de sevmediğini biliyordum. “Sadece kötü günler geçirdiğini duyduk. Görmek istedim ama haber alamayınca peşini bırakmak zorunda kaldım.”

Kötü günler geçirdiğini biliyordum ama dedesinde ne yaşamıştı orasını bilmiyordum. Bunu öğrenmek istiyordum, belki de ipin ucunun koptuğu yer orasıydı.

“Yiğit o gün birini öldürdü demiştim ya baba?” Babam merakla baktı yüzüme.

“O adam bana saldıracakmış. Yani şey…” Utanç verici olan o sözü söylemek zorunda kaldım. “Eğer Yiğit olmasaydı o adam bana…” Babam anladığını belirtir gibi susturdu.

“Geçti artık. Ben sana güveniyorum. Her ne karar verirsen ver arkandayız kızım.” İkimizde birbirimize sıkıca sarıldık. Kırgınlık, kızgınlık son bulsun istedim. Madem bir yola girmiştik o yolu güzelleştirmek bizim elimizdeydi.

...

Şirkete geldiğimde Yiğit yoktu, daha doğrusu ondan habersiz gelmiştim buraya. Toplantıda olduğu için telefonuna bakmamıştı, benim gelişimin sürprizi onu pek memnun etmeyecekti. Buraya gelmemi pek istemiyordu. Aslında bakılırsa ben de istemiyordum. Şirket oldukça karışık olduğu için aralarda çıkan bazı şahıslar moral bozabiliyordu. Yine de onu görmek istemiştim, biraz da özlemiştim.

Betül’ün getirdiği kahveyi yudumlarken bir yandan büyük camekândan dışarıyı izliyordum. Manzarasının devasa güzelliği ön plandaydı. Denizin gözler önünde olması buranın diğer güzel yanıydı. Omzumu duvara yaslayıp kahve fincanını avuçlarımın arasına aldım. Buraya ilk geldiğimde pek tatlı olaylarla karşılaşmasam da bugünkü sakinlik alışılmışın dışında gibiydi. Sanırım eskisi gibi korkmuyordum. Bu iyi bir şey miydi bilmesem de şu anlık düşünmek de istemiyordum.

Denizi seyrede dururken birden kapı açıldı. Yiğit geldi zannederken arkama dönmemle Efsun’u görmem gülen yüzümü soldurdu. Beni inceledi bir müddet, benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu. Üzerine ekru rengi bir takım giyinirken takımın içine beyaz bir v yaka gömlek giyinmişti. Üzerine uygun ayakkabıları bol paçasının altına oldukça uyum sağlamıştı. Saçlarını serbest bırakmış, ceketinin kollarını ise kıvırmıştı. Güzel kadındı ve oldukça ilgi çekiciydi. Bazı zamanlar Yiğit neden onu değil de beni seçmişti diye düşünmeden edemiyordum. Sonuçta yıllardır tanıdığı bir kadındı, Efsun’un da kendisine olan ilgisini bildiğinin farkındaydım. Tam yanında bu kadar güzel kadın varken beni seçmesi hep tuhafıma giderdi. Ama sonra kalbini düşündüm. Güzelliğine karşın bir o kadar kötü niyetliydi. Onu incelemeyi bıraktığımda yanıma adımladı. Topuklu ayakkabıları odadaki sessizliği bozan tek objeydi.

Elindeki dosyayı kenara koyup tekrardan bana baktı. Dudağı üstten bakar gibi kıvrıldı. Hiç tepki vermeden yanıma yaklaşmasını bekledim. Elini uzatıp, “Hoş geldin,” dedi. Samimi olmayan tutumuyla eline baktım kısa bir an. Ben de samimiyetimi uzak tutup uzattığı elini tutarak, “Hoş buldum,” dedim. Kahverengi gözleri üzerimden hiç ayrılmazken esmer teni tuttuğu öfkesinden ötürü biraz daha esmerleşti. Kendimi onun göz hapsinden uzak tutmak istercesine yanından ayrıldım. İlerideki berjere oturduğumda kaldığı yerden ayrılıp karşımdaki berjere oturdu. Ondan uzaklaşmak istesem de beni böyle dar alana sokması hiç hoşuma gitmiyordu.

“Yiğit’in işi uzun sürer.”

“Ben beklerim.” Geriye yaslanıp sağ bacağını sol bacağını üstüne koyarak bakışlarını biraz daha üzerime dikti. Davranışlarındaki rahatlık buranın sahibi ben der gibiydi.

“Haberi var mı geldiğinden?” Gözlerimi kısıp ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım. Gerilen bedenimi rahatlattıktan sonra gülümseyerek, “Sürpriz yapmak istedim,” dedim. Kahverengi gözleri siyaha dönerken onun böyle sinir olması benim ona karşı altta kalmayışımın kanıtıydı.

“Tek gelmen...” Sözünü tamamlatmadan, “Bu seni ilgilendirmez Efsun,” deyince oldukça bozuldu. Beni hesaba sokacak kişi o değildi. Benden haz etmediğini biliyordum lakin bu ona karşı mesafemi koruyamayacağım anlamına gelmiyordu. Efsun, ifadesini koruyarak, “Beni ilgilendirdiğini söylemedim,” deyince bu sefer ben, alayla kıvırdım dudaklarımı. Efsun’un beni köşeye sıkıştırma niyeti daha da artıyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı ve öne doğru eğildi. Öne düşmüş perçemini kulağının arkasına sıkıştırıp, “Bak tatlım, sen bu çevrenin farkında değilsin. Yiğit sana ağır gelir,” deyip sesindeki tınıyı inceltti. Şu an niyetini pek âlâ anladım. Konunun nereye geldiğin fark edebiliyordum. O da bizim aramızdaki bağı fark etmişti. O, kendi dünyasını yaşıyordu velev ki o dünyada hafife aldığı bendim. Bu hem benim geldiğim hayattan hem de kendi yaşayışımdan kaynaklıydı.

“Bu çevrenin varisi olmuştum unuttun mu? Hem senin olduğun yer benim olduğum yerin yanında hafif kalır.” Beni küçük düşürmesine müsaade edemezdim. Bu sözümden sonra bozguna uğrayıp uzak tuttuğu sert ifadesini yüzüne yerleştirdi. Şu an ona kendimi ifade etmezsem daha da ileriye gidebilirdi. Kaşlarını çatıp ayağa kalktı. Tepeden bana bakıp, “Küstah,” dedi. Ben de ayağa kalkıp tam karşısında durdum. Yüzünü göstermeye başlamıştı artık. Sakinliğimi korumam onu çilden çıkarıyordu.

“Öncelikle sözlerine dikkat et, şimdi ise olay çıkarmadan benden uzak dur Efsun.”

“Durmazsam? Sen beni hiç anlamamışsın Zeynep. Bir gün anlayacaksın tabii. O zaman Yiğit benim yanımda olacak.”

“Sence?” Alayla kıvırdım dudaklarımı. Parmağımdaki yüzüğü gösterdim. Kaşları çatıldı. Onunla asla böyle muhabbetlere girmezdim ama beni zorluyordu. “Araya girmen pek bir şey ifade etmeyecek. Ha dersen ki ben yine sizin evliliğinizi yıkarım, o da senin karakterinle alakalı bir şey.”

“Bana bak.” Uzattığı elini tutup, “Sınırı aşıyorsun,” dedim. Sesim biraz yüksek çıktı. O ara kapı açıldı. Yiğit, önce ne olduğunu anlamaya çalıştı. Efsun’un elini tuttuğumu görünce kaşları çatıldı. Efsun, sertçe yutkunup elini elimden çekti. Birden ağlamaya başladığında şaşkınlığım arttı. Yüzsüzce Yiğit’in yanına adımladı.

“Yiğit, bu kızın yüzünü göremeyecek kadar körleştin mi? Baksana...” Sözü tamamlanmadan, “Kes Efsun,” diye bağırdı “Çık odadan.” Efsun, daha da sinirlenirken bana ölümcül bir bakış attı. Bu kız usta oyuncuydu. Odadan çıkarken olduğum yerde öylece kalakaldım. Yiğit, kapıyı örtüp yanıma geldi. Kapıda kalan bakışlarımı çekip Yiğit’e baktım.

“İyi misin? Ne dedi yine?”

“Hiç, hiçbir şey demedi.” Yüzümdeki ifadeyi kaldırıp gülümsedim. Efsun’u umursayacak değildim. Yiğit, inanmazcasına gözlerini üzerimden çekmiyordu. “Gerçekten bir şey yok, hem Efsun’un ne dediği umurumda değil,” deyip yanına bir adım attım. Beni kendine çekip sarıldı. Şimdi gerçekten hiçbir şey umurumda değildi. Kokusuna bulanırken dert kalmazdı ki.

“Geleceğini haber verseydin keşke.”

“Aradım ama toplantıdaymışsın. Sürpriz yapmak istedim.” Ağır ağır başını salladığında geri çekildim. Şu an olduğum yer kendimi iyi hissettiriyordu.

“Yemek yedin mi?”

“Birkaç saat önce yemiştim. Çok acıkmadım.” Köşeden ceketini alıp, “Bu akşam sahilde oturalım mı biraz?” deyip ceketini giyindi. Hareketlerini izlerken onu onaylamam çok uzun sürmedi.

“Olur, tatlı da yer miyiz?” Gülerek başını sallayıp, “Yeriz mavi,” dedi. “Aslında sen varken bana tatlı gerekmez.” Hızla bakışlarımı kaçırdım. Yiğit, başını iki yana sallayıp güldü. Dirseğimden tutup kendine çekti. Dudaklarını kulağıma yerleştirip, “Hem de çilekli pasta,” demesiyle muzur hâline gülmeden edemedim. Hiç yapmadığım bir şey yaptım; burnunu sıkıp koşar adım odadan çıktım. Bu sefer arkamdan bakakalan oydu. Bu oyunu sevmiştim. Hep ben köşeye sıkışacak değildim.

“Hadi gidelim.” Başımı kapıdan tekrar uzattım. Onun gibi arsızca gülüyordum. Yanıma gelmesiyle beraber başını seN görürsün der gibi salladı.

“Çilekli pasta yemeye mi?” Burnumu kırıştırdım. “Ha çilekli pasta sevmiyorum dersen yanaklarım hazırda bekliyor.” Bana doğru yanlamasına gelip dirseğini koluma çarptı. Eli kumaş pantolonunun cebindeydi. Ciddi adam gitmişti resmen. Sevmiştim bu hâlini. “Cevap vermedin hâlâ.” Sahte kızgınlıkla kaşlarımı çatıp, “Sen cidden arsızsın,” dedim. Ben hiç keyif almıyordum. Bir an önce bitsin diye bekledim ama o susmadı. Bana eğilip, “Allah Allah ya, ne var yani çilekli pasta seviyoruz dediysek. Sen fesatsan ben ne yapayım,” deyip alayla güldü. Bu sefer kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Tam bir u dönüşüydü bu.

“Yemiyorum tatlı falan.” Onu tekrar arkamda bırakıp arabaya ilerledim. Arsız bakışlarına bile bakmadım. Bu bile hoşuna gidiyorken trip atmak çileli bir hâl alıyordu. Kendi tarafına geçerek, “Sen de haklısın, daha iyi tatlı varken başka tatlıya gerek yok değil mi?” deyip göz kırptı. Beni utandırmaktı amacı ama ona o kozu vermeyecektim. Evet, utanıyordum lakin ağırlığımı koymayı da başarıyordum; sanırım…

“Canın dayak istiyor senin.” Koltuğu kurulup bakışlarımı Yiğit’ten olabildiğince uzaklaştırdım. Bana bakıp güldüğünü anlayabiliyordum. Yanağımı sıkıp, “Hayatımdaki en güzel çilekli pasta,” deyip önüne döndü. Güldüm, arsız olsa da bu tavrı yine de hoşuma gidiyordu. Arabayı çalıştırmadan evvel birine mesaj atıp ardından arabayı çalıştırdı. Yanan yüzüme iyi gelir diyerek camı açtım.

Kendimize waffle alıp sahile yakın bir piknik masasına geçtik. Önümdeki tatlıya odaklanmıştım. Ağzıma bir dilim attığımda Yiğit’in tatlıya hiç dokunmayıp beni izliyor oluşunu fark ettim. Dudağımın kenarındaki çikolatayı silip, “Neden öyle baktın?” diye sordum. Hafifçe tebessüm etti. Lacivertlerindeki o nahif ton beni de gülümsetti. Şu an ben bile bu duruma gülümseyebiliyorsam neden böyle baktığını anlayabiliyordum. Avucumu çenemin altına koyup güzel gözlerine bakmayı sürdürdüm.

“Hiç, bazen sana bakarken yaşamanın ne olduğunu hatırlıyorum.” Masanın üzerinde duran diğer elimi tuttu. Sözleri biraz öncekine nazaran sakindi. “Bazen de batan güneşimin doğuşunu izliyorum,” deyip parmaklarıyla elimi okşadı. Bu zamana kadar eksik ne varsa tamamlanmış gibiydi. Ben de onun bu durgunluğuna kapıldım. O da elini çenesine koyup, “Sence bakmasam bu güzelliğe ayıp etmem mi?” dedi. Elimdeki elini tuttum. Sözleri beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Yanında küçük bir çocuk gibi kalıyordum.

“Cidden bu kadar güzel miyim?” Heyecanla sordum. Sesimdeki o minik tınıya gülümsedi. Ondan duymak farklıydı. Belki de ben abartıyordum, bilmiyordum. Evet, Allah’ın kusursuz yarattığı bir güzelliğe sahiptim. Çok kişiden de böyle güzel sözler duymuştum ama Yiğit’ten duymak çok daha başkaydı. Ben de diğer insanlar gibi normal bir insandım. Bana bakışları, bana söyledikleri kalbime ılık meltemi sunuyordu.

“Bir çiçek gibi…” Verdiği cevapla utandım. “Kışımda açan kardelen gibi.” Sesindeki güzellikle kalbim dengesizleşti. O ise sıcacık sözlerinden hiç geri durmuyordu. “Geceme sunulan bir melisa gibi.” Devam etti. Elimi dudaklarına götürüp, “Kirlenmiş kalbimde açan frezya gibi,” deyip avuçlarımdan öptü. “Yine de sen papatyasın mavi, benim papatyam.” Gözümden bir damla yaş düştü. İçim titriyordu, kalbim sıcacık olmuştu. Bana doğru eğilip yanağımdaki yaşı sildi. “Bunlar çiçekleri sulamaz papatya, gözyaşında kurutma çiçeklerimi.”

“Bana vaat ettiğin sözler bunlar.” Ona baktığımda kalbimdeki adamı görüyordum. O öyle bir yurt olmuştu ki ben o yurdu memleketim eyledim. An zamana sığdı ve o anda çiçek gibi açtım. Şimdi lütuf sözlerini kalbimde taşıyordum.

“Mavi?” Kapıldığım sesiyle birlikte, “Seni seviyorum,” dedi. İki kelimeye sığan cümle yüreğimdeki kuşları serbest bırakmıştı. Bir şey diyemedim, sözcükler dağarcığıma ket vuruyordu. Gökyüzündeki hafif esinti Yiğit’in saçlarını dağıtırken dalga seslerinin kulağımıza ilişmesi hoş bir senfoninin ortasında söylediklerimize sunulan güzellikti. Kaderin getirdiği bu yer kaderin bize verdiği imtihanların sonundaki ferahlıktı. Bakışlarımı utançla kaçırıp önümdeki tatlıyı yemeye çalıştım. Lakin tatlı boğazımdan zor geçiyordu. Yiğit’te kendi tatlısını yedikten sonra ayaklanıp çöplerimizi çöp kutusuna attık. Sahile biraz daha yaklaşıp kumlu yolda yürüdük. Yiğit, elimi tutunca geçmeyen heyecanım tekrar bütün uzvumu sardı. Parmakları parmaklarımda bir kilitti.

Önümüze dönüp sakinliğimizi koruduk. Sanki bu sessizlik ikimize de iyi geliyordu. Aklımdaki binlerce düşünce arasında takıldığım nokta geçmişimdi. Bazen ettiğim duanın kabul olmamasına seviniyordum. Allah benim hakkımda daha iyisini belirlediğinden şüphem yoktu, elimi tutan adamda bu gerçeğin ta kendisiydi.

“Babam, Yusuf’un düğününden sonra sizinkini de yapalım dedi.” Yiğit’te hiçbir şaşkınlık olmadı.

“Sen ne diyorsun?”

“Ben iki üç yıl bekleyelim diyorum. Daha birbirimizi yeni tanıyoruz.” Kaşları çatıldı. Yüzüme öyle bir ciddiyetle bakıyordu ki gülmemek için direndim.

“Böyle mi düşünüyorsun gerçekten?” En son dayanamayıp kıkırdadım.

“Şaka yaptım ya, isterim tabii,” deyip koluna girdim. Başım omzunda yer alırken Yiğit başımdan öptü.

“Baban mantıklı adam.” Başımı kaldırıp baktım. Dediklerine güldüm. Oldukça hoşuna gitmişti bu durum. Başımı tekrar koluna yaslayıp, “Kendine pay biçiyorsun buradan gibi geldi bana,” dedim.

“Pay demeyelim biz buna.”

“Tabii canım, öyledir.” Durdu. Karşıma geçti, en sonunda dayanamayıp ayaklarımı yerden kesti. Ufak bir çığlıkla kollarımı boynuna doladım. Bir an düşeceğim zannetmiştim ama Yiğit beni öyle bir sarmalamıştı ki düşmek yerine olduğum yerin rahatlığını fark ettim.

“Neydi şimdi bu?”

“Hiç, canım istedi.” O kadar kolay taşıyordu ki beni bir an yanında kendimi ufacık hissetmeme neden oluyordu. Bu an beni kucağında değil bulutların üstünde hissettirdi.

“Alıştırmamanı öneririm. Sonra hep taşımak zorunda kalırsın.”

“Ağır olmanı hesaba katmadım.” Alınganlık yaparak kaşlarımı çattım. Ağır mıydım ben?

“Şu an hiç öyle olduğumu zannetmiyorum.”

“Kimse sana gerçeği söylemedi mi?” Omzuna vurdum. Keyifle gülmeye başladı. Beni aynı rahatlıkla arabaya oturttu. Hızlıca geçtiği şoför koltuğuna kurulmasını izledim.

“Beni kızdırmaksa amacın şansına küs.” Bir yandan arabayı çalıştırıyor bir yandan gülüyordu. Gerçekçi olmayan sözlerine bile bu kadar kızabiliyorsam kim bilir gerçekten söylese ne kadar kızardım?

Arabanın hareket etmesi ve içeriyi kaplayan sessizlik uykumu getirmişti. Başımı cama yasladım ve birazcık olsun gözlerimi kapattım ama ne yazık ki uykunun derin yanına çekilmekten kendimi alamadım.

Loading...
0%