Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@rumeysadoganm

Küçük bir çocukken babam bana şunu demişti: Nerede olursan ol, başına ne gelirse gelsin Allah’tan ümidini kesmeyenler zafere ulaşanlardır. Bu ince düşünüş arasında gidip gelmiştim. Ümit kesmek değildi aslında fakat umudum kırılacak kadar yorulmuştum. Şimdi ise bu yorgunluk geçmiş, yerini tatlı bir mutluluğa bırakmıştı.

Dünyamdaki dar çemberden çıkmıştım artık. Adına koyduğum belirsiz histe çok fazla kararlar vermiş, hepsinden bir bir dönmüştüm. Ne yaptığımı bilmiyordum aslında. Yiğit’e verdiğim şans kendime verdiğim sözden ötedeydi şimdi. Yiğit’in her düşündüğümün dışında olmasıydı belki de bu kararlarım, lakin eksikliğin uhrevi bir sorunu olduğunu biliyordum sadece. Yiğit’in geçmişini bilsem de bilmediklerimde vardı. Belki de beni rahatsız eden buydu.

Bu gece Büşra’nın kınası vardı, yarında düğün olacaktı. Resmi nikâhı önceden kıydıkları için düğünde nikâh telaşı olmayacaktı. Hazırlanma işim tamamlandığında gerekli eşyalarımı çantaya koyup aşağıya indim. Saat 18.00 civarıydı, kınada saat 22.00 gibi yakılacaktı. Kapı zilini duymamla mutfağa yönlenen adımlarım kapıya yöneldi. Kapıyı açtığımda Ezgi’yle göz göze geldim.

“Hoş geldin, beklersen hemen geliyorum.” Köşeden ayakkabılarımı alıp çıktım. Ezgi, Beyza’yla sohbeti bırakıp arabaya geçti. Arabaya bindikten sonra çok geçmeden hareket ettik. Ezgi telefonla ilgileniyordu, geçip giden yolu bitirip eve geçtik. Annemler hummalı bir koşuşturmanın arasındaydı. Şu birkaç günü bitirirsek rahatlayacaktık.

Salona yöneldiğimde gördüğüm amcam ve dayımla sevinç naralarım dilimden döküldü. Yanlarına hızla gidip, “Ya ne zaman geldiniz?” diyerek sarıldım. Hakan dayım yanaklarımdan kocaman öpüp, “Biz buradayız da seni sormalı hayırsız,” demesiyle gülüştük. Ardından Turgay amcamla Fuat amcama sarıldım. Kadir enişteme başımla selam verip ona da sevecenle, “Hoş geldin enişte,” dedim. Hakan dayımla Fuat amcam beni aralarına sokup, “Senin anlatacağın konuyu sonra mı hesaba çekelim yoksa sen anlatacak mısın?” demesi yüzümdeki gülüşü soldurdu. Çok ciddi durmasalar da şu an için bunu konuşmak istemiyordum.

“Fuat, daha sonra.” Turgay amcamın araya girmesi ile Fuat amcam Turgay amcama göz devirip, “Şurada yeğenimle konuşuyoruz abi, niye ciddiye alıyorsunuz,” deyip gülerek göz kırptı. Gülüşüm genişlerken hızla aralarından kalkıp, “Ben yengemlere bakayım,” dedim. Yoksa Fuat amcam bana daha fazla soru sorabilirdi. Kapıdan koşar adım çıkarak yengemlerle teyzemi arayışa girdim. İlerideki odada seslerini duyunca oraya yöneldim. Kapıdan girmemle şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Ezgi’nin çoktan onlarla kaynaşması şaşırtmıştı, lakin mutlu olmuştum.

“Maşallah maşallah, muhabbetiniz daim olsun hanımlar.” Beni yeni fark edecekler ki gülüşmeleri son buldu. “Hoş geldiniz yenge.” Hepsiyle tek tek sarılsam da teyzemin boğazına atladım. Teyzemi çok severdim, bu yüzden diğerleri bu samimiyetime gerçekçi olmayan ifade ile söylendiler.

“Hiç bakmayın öyle.” Söylenmem ile gülüşüp önlerindeki işe giriştiler. Melek yengem, kına işini hallederken ben de mutfağa geçip ufak ikramlıkları sepete koydum. Misafirler Canan ablaya geçiyorlardı, biz de kına yakılmaya yakın geçecektik.

“Tuğçe’ler nerede teyze.” Teyzem elindeki tepsiyi masanın üzerine koyup, “Onlar dayanamadı, erkenden geçtiler,” demesiyle güldüm. “Eee eğlence var, beklerler mi hiç!” Teyzemde bana katılıp güldü. Yanıma gelip önce etrafı inceledi. Elimdeki çerez paketini alarak kendine dönmemi sağladı. Önceden teyzemle çok dertleşirdim ama şu birkaç ay neredeyse hiç konuşmamıştık. Annemle beraberken aradığında konuşurduk.

“Asıl sen anlat güzel gözlüm. Senin yaşadıklarına aklım takılıyor.” Bakışlarımı kaçırıp önüme döndüğümde engel olup, “Bana her şey anlatırdın sen, telefon görüşmelerimizde bile doğru dürüst konuşamadık. Anlat da dinleyeyim seni,” dedi. Gülümsedim, bu tavrımda kaçış yoktu bu sefer. Teyzem gözlerimin içine bakmaya devam ederken söze atıldım.

“Artık iyiyim teyze, gerçekten. Zor oldu ama geçti. Şimdi…” Utançla eğdim başımı. Yüzümdeki gülümsemeyi görünce anladı her şeyi. Elindeki elimin üstünü okşayıp, “Seviyorsun sen Yiğit’i,” deyip yanağımı sevdi. Başımı hafiften salladım. Teyzemle önceden olsa günde en az bir kere konuşurduk. Ama şimdi pek de mümkün olmuyordu. Teyzem gülerek kolumu sıvazlayıp mutfaktan çıktı. Onlara bundan bahsederken utanmam dışında çok bir sorun yoktu. Kendimi çok fazla ifade edemiyordum. Bu olaya en çok da onlar şahit olmuşken, sanki diyeceklerim eksik kalacakmış gibiydi.

“Aman Allah’ım, resmen nefes almayı unuttum.” Söylene söylene gelen Ezgi’ye bakıp bu haline güldüm. “Ne oldu?” Sormam ile nefesini soluyup, “Kız sizin bu komşular ne fena,” demesiyle evin yakınında tebrike gelen birkaç komşu teyzeyi kastettiğini anladım. Anlaşılan rahat bırakmamışlardı. “Oğullarından bana ne ya.” Gülüşüm kahkahaya döndü. Ezgi ise, “Gülme,” diye söylendi. Dudaklarımı birbirine bastırıp zor da olsa sustum. Sanırım başına daha önce böyle bir olay gelmemişti. Ezgi pencere kenarından dışarı baktı. “Çok kalabalık.”

“Öyledir.” Sepeti kenara koyup mutfaktan çıktığımda Yusuf’la Bahadır’ı kapıdan içeriye girerken gördüm. İkisi de oldukça şık gözüküyorlardı.

“Eksik falan yok değil mi abla?”

“Yok yok, saatte bir değişiklik yoksa her şey tamam.”

“Yok, aynı saat.”

Annemler şimdiden sabırsızlıkla gelenleri karşılarken Ezgi’nin yanımdan geçip Bahadır’ın yanına ulaşması dikkatimi çekti. Çaktırmadan bakışlarımla onu izledim. Hararetle bir şey diyordu ama kalabalıktan ötürü duyamıyordum. Bahadır ise yine aynı tavırlar içerisindeydi. Ezgi’ye bir şeyler dedikten sonra Yusuf’la çıktılar. Hızla koluna yapışıp, “Ne oldu?” dedim. Omuz silkip, “Hiç,” demesiyle kaşlarım aralandı.

“Yeme beni, söyle işte.”

“Anlatırım sonra, hadi geçelim.” Önden geçerken ben de peşinden yürüdüm. Saat ilerlerken yatsı namazlarını kılıp öyle geçtik. Kına tepsisini alan Yusuf önden geçerken biz de peşi sıra yürüyüp çalan müziğin içinde bulduk kendimizi. Önceden ayarlanmış konsept ile Yusuf elindeki tepsiyle döndü. Kısa bir dönmenin ardından teyzem kınayı yaktı. Yusuf hızla ortamdan kaçarken kızlar tekrar oynamaya devam etmişti. Ben sadece izliyordum. Pek ortama dâhil olduğum söylenemese de kızlar benim aksime akşamdan bu yana bütün hırslarını alır gibiydi.

Misafirler dağıldığı gibi yorgun bedenlerimiz rahatladı. Ara sıra Ezgi’ye gelen görücülere gülüyordum. Ayaküstü ne olaylar atlatmıştı ve ben hiç araya girmemiştim. Bazı teyzelerin böyle olay çıkarması Ezgi için ilk olduğundan benim keyfim gayet yerindeydi. Hatta bir ara ona takılıp saatlerce onu izleyen teyzenin oğlunu göstermiştim. Bu zamana kadar bana attığı sözlerin intikamını çok iyi almıştım.

Kalabalıktan dolayı sıcaktan durulmayan evden çıkarak kapı önünde oturan amcamların yanına geçtik. Yiğit’i görmemle gülümsedim. İşinin yeni bittiğini bildiğimden bir şey sormadım. Tabure alarak yanına oturdum. Kısacık bakışlarım üzerinde dolanırken amcamların hiç geri planda durmadığını fark ettim. Ben yokken ona neler sormuşlardı merak ediyordum.

“Zeynep kızım bize artık olanlardan bahsedecek misin? Sanırım olay ciddiye binmiş. Abimden dinledim. Ne diyorsun bu konuda?” Amcam söze atıldı. Bu kadar kalabalığın ortasında bunu sorması gerilmeme neden oldu. “Güveniyor musun Yiğit’e?”

Yiğit sakince önüne bakıyordu. Güveniyor musun sorusunu duyunca ise bana baktı. Gözlerinde bir bekleyiş vardı. Cevabım onun için oldukça önemliydi. Amcamın imalarına bozulmuştu. Lakin amcama kızamazdım. Beni düşünüyorlardı sonuçta. Onlar Yiğit’i tanımıyordu ama ben tanımıştım. İlk zamanlar ben de önyargılıydım şimdi de amcamların önyargısını kıracaktım.

“Amca korkularınızı anlıyorum. Yiğit’i tanımadığınız için hep önyargılı olacaksınız bunu da anlıyorum. Ama ben artık Yiğit’e güveniyorum.” Amcamın kaşları hayretle kalktı. Lakin doğruları konuşmam gerekiyordu. Yiğit’in ise gözleri parladı. Gülümsemeden edemedim. “İçine düştüğüm hayat zor evet. Şimdi size buna alıştım desem yalan olur ama ben Yiğit’in hayatından bahsetmiyorum. Yiğit’in hayatı sizin düşündüğünüz kadar pamuk ipliğine bağlanmış değil. Onu ne ben ne de siz anlayabilirsiniz. Bu yüzden ben bu güveni hissettim.” Hepsi bana pür dikkat bakıyordu. Burada benim için önemli olan Yiğit’ti. Kimsenin ne düşündüğü umurumda değildi.

“Tehlikedesin ama. Bak bu işi halledebiliriz, lakin bunun için Yiğit’in planlarını arka plana atmamız gerekiyor. Hem…” Konuşamadı. Bakışları Yiğit’teydi. Sözünü kestim.

“Tehlikede olmamın nedeni Yiğit değil. Bunu en iyi sizin bilmeniz lazım amca.” Amcam haklısın der gibi başını salladı. Yiğit, sessizdi. Anlaşılan öncesinde onlar epey bir konuşmuştu. Yoksa asla bu sözlere sessiz kalmazdı. “Endişenizde haklısınız ama ben her şeyin farkındayım amca. Ama ben, Yiğit’in hayatındaki olayların da farkındayım. Yiğit, bana bu hayatın içinde en temiz olanıyla geldi.” Gülümseyip beni pür dikkat izleyen Yiğit’e baktım. Gözleri parlıyordu, dediklerim onu şaşırtmış olmalıydı. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, “Amca, sana ne desem tatmin olmayacaksın lakin dedemin yaptıklarını en başından beri siz biliyorsunuz. Madem endişeliydiniz neden o zaman karşı çıkmadınız,” dedim ama en çok da bunu söylerken kastettiğim kişiye, bütün gece sessizce bizi dinleyen babama baktım. O an ondan birkaç kelam duymak istediğimi anlayıp kıpraştı. Amcamlar dâhil onunda yüzünde hiç memnun edici bir ifade görmedim.

“Sinan’ın olduğu yerde misin hâlâ Yiğit?” Tek bir soru, bütün bilinmezliğin cevabı olacaktı.

“Babamın olduğu yerin inindeyim Abdullah Bey.” Babam ne demek istediğini anlayınca başka bir cevap daha bekledi. Bu sefer Bahadır’a dönüp, “Size tırın ihbarını vereni bilmiyorsunuz değil mi Bahadır?” dedi bu sefer. Bahadır anlamsızca Yiğit’e bakıp, “Kendini Cemil diye tanıtan bir şahıstı, hâlâ sorgulaması devam ediyor,” dedi. Yiğit, hafiften dudağının kenarını kıvırıp, “O adamı boşuna tutmayın, size onu gönderen bendim,” deyip ben hariç herkesi şaşırtacak sözü ortaya attı. Sanırım bu gece bütün bilinmezliği ortadan kaldıracaktı. Bahadır kaşlarını çatıp, “Ne demek bu?” diye sordu.

“Yıllarca o inden adam gönderen biziz, sen daha yenisin o emniyette sorarsan söylerler ama beni bilmezler.” Bahadır şaşkınlıkla bakakaldı. “Hatta bunu bizzat Demir’e sor.” Demir kimdi? Ne alakaydı? Her gün yeni bir isim öğreniyordum.

“İstihbaratta mısın nesin?” Fuat amcama olumsuz şekilde başını sallayıp, “Sadece yapılması gerekenlerin içindeyiz,” dedi babama bakarak. “Siz daha iyi bilirsiniz Abdullah Bey.” Babam anlarcasına başını salladı. “Muaz abiyle yürütüyoruz bunu. Bahadır tanır.” Kimse bir şey diyemedi. Bahadır ise Muaz Bey’in ismini duyunca şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Yüzündeki ifade bocalamıştı.

“Demir neden?”

“Muaz abi emekli istihbaratçı. Demir’le son yıllarda çok iş yapmış.”

“Neden böyle bir girişimde bulundun peki oğlum? Zeynep’i zorla götürmeni anlayamıyorum.” Yiğit, Turgay amcaya dönüp, “Ben bizzat Zeynep’le değil Abdullah Bey’le görüştüm. Kabul etseydi, zorla götürülme olmayacaktı,” demesi ile o an gözlerin babama çevrilmesinde en büyük etken oldu. Babam ise tepkisizdi. Bu gece hak verdiğim kişi ne babamdı ne Yiğit. Kimse haklı değildi ve en büyük suçlu dedemdi.

“Ah baba ah.” Turgay amcam sessizce söylendi. “Bize keşke baştan bahsetseydin.”

“Yıllarca sakladıklarımı ilk defa size bahsediyorum. O an bundan bahsetseydim, şu an o tırın ele geçmesinin imkânı yoktu. Her an her yerde dinleniyoruz.” deyip açıklamasına bir yenisini ekledi. Bunu ben de bilmiyordum, o yüzden kısmen şaşırdım. Yiğit, cebinden kolyeyi çıkarıp, “Şu an bu elimde olmazdı ve bütün uyuşturucu benim olduğum yeri bile kapsayabilirdi,” dedikten sonra kolyeyi bana uzattı. Bu sefer soru sormak yerine aralarında fısıldaştılar. Yiğit’le yeniden göz göze geldik. Gülümsemem çoğalınca elimi kavradı. Kendimle girdiğim savaş son buluyor gibiydi. Yiğit, beni her gün biraz daha şaşırtırken onun hayatındaki tehlikenin aslında bir savaş olduğunu görebildim. O savaşta Yiğit istediğim konumdaydı.

“Şimdi neden?”

“Artık bir anlamı kalmadı.” Bahadır, Yiğit’e bakarak başını hafiften salladı, bu onun memnun kaldığı durumdu. Aradaki husumetin kalkması en çok istediğim durumdu ve ben şimdi bu konumda en güzel yerimi almıştım.

“Düğün için hazırlığa başlayın o vakit.” Babamın sakince söylediği teklif Yiğit’i oldukça memnun etti.

“Bence eksik olanlar tamamlanmalı.” Ezgi’nin konuşması ile bu sefer bütün bakışlar Ezgi’ye kaydı. “İsteme olmayacak mı Abdullah abi?” Ezgi’nin koluna dirseğimle vurup kaş göz işareti yapsam da omuz silkip sırıttı. “Bence de, haklı Ezgi. En azından tuzlu kahve içmeli değil mi damat bey.” Kocaman gözlerle Melek yengeme baktım. Herkes şimdiden kendince karar veriyordu.

“Çarşamba günü olsun madem.” Babamın da onayı ile eksik hiçbir şey kalmamıştı. “Düğünden sonra istemeye kadar burada kal Zeynep.” Babam aslında beni düşünüyordu. Bana göre çok gerekli mevzular değildi ama adetler pek de bize söz hakkı vermiyordu. Ve babam her şeyin tam olmasını istiyordu.

Yiğit hariç herkes onayladı fakat Yiğit hiç memnun kalmadı. Bana bakıp kabul etmememi istese de babamı reddetme imkânım yoktu.

“Birazda sen hasretlik çek, hiç öyle bakma bakayım kızımıza.” Yiğit, Melek yengeme bakıp bir şey diyemedi. Sohbet epey koyulaşmıştı, herkes bir şeylere karar veriyor bizse sessizce dinliyorduk. Artık gitme vaktimiz geldiğinde ayaklandık. Birkaç eşya almam daha iyi olurdu. Herkesle vedalaştıktan sonra arabalara geçtik. Ezgi’yi Beyza abla bırakacaktı. Yiğit, bana dönüp, “Ne yani bizim evde isteme olsa,” demesiyle güldüm.

“Ee o zaman ne anlamı kalacak?”

“Olurdu.” Çocukça tavırları gülümsetirken yanağını sıkıp, “Üç güncük, çok değil,” deyip kıkırdadım. Gerçekçi olmayan ifadesiyle kaşlarını çatıp, “Bence komik değil,” dedi. Eve geçerken kendi kendine söylenmesi ve homurdanması güldürmüştü. Yol boyu izledim yüzünü. İç çektim. Kendimi savunmasız zannettiğim yerde beni hiç yalnız bırakmamıştı. Pijamalarımı giyinip rahatladım. Saç diplerimin ağrıdığını hissetmemle şifonyerin önüne oturdum. Yiğit’te duş alıp gelmişti. Beni gördüğünde yanıma geldi. Arkama bir sandalye çekip oturdu. Elimdeki tarağı aldığında hiç engellemedim. Taradığı saçlarımla gerilen bedenim rahatladı. Daha sonra saçlarımı diğer omzuma atıp enseme ufak bir buse bıraktı. Yasladım sırtımı göğsüne.

“Yiğit.”

“Efendim mavi.”

“Bunca zorluğa rağmen iyi ki girmişsin hayatıma.” Öptü saçlarımdan. “Hiç gitme olur mu?”

“Gitmem.” Ve bu gece ona bir adım daha atmıştım. Ne ben onu reddetmiştim ne de o gitmişti. İkimizde aynı yastığa baş koyarken aslında birbirimize atılan düğümün nişanesi hayatımızdaydı.

...

Düğün salonu erkek kadın karışık olacağı için üzerime normal kıyafetlerimi giyindim. Siyah feracemin üzerine bu sefer farklılık olsun diye haki renk şalımı yaptım.

“Eee sen böyle mi gideceksin düğüne?” Nehir’in sorusu ile telefonumu çantama koyup aynadaki aksime baktım.

“Neden, kötü mü duruyorum?”

“Her zamanki gibi giyinmişsin.” Bu hâline mütebessim bir çehre ile karşılık verdim. Kendisine baktığımda oldukça gösterişli bir elbise giymiş, şalını da oldukça rahat takmıştı.

“Tesettür ibaresi düğünde farklılık göstermiyor diye biliyorum.” Nehir omuz silkip, “Ama bu özel bir gün, bu kadar sıkmak gerekmiyor ki kendini,” demesiyle kaşlarım aralandı. Nehir daha on beş yaşındaydı. Ona bakınca eski hâlim aklıma geldi.

“Bence bir düğün bile gösterişe kaçmamalı, ama biz bunu göz ardı ederek üstüne bir de tesettürümüzden ödün veriyoruz. Düğün bir imkân değil, bir yaşayış meselesidir. Allah’ın sunmuş olduğu ayete ne zaman bir gevşeklik sokarsak o zaman biz neyin tesettürünü savunabiliriz güzelim? Hem hangi kaynağa bakarak bu hükmü verdiğini merak ediyorum.” Nehir, sessizce beni dinleyip onaylamış gibi cevap vermedi. Doğruyu konuştuğumu fark edince serbest bıraktığı önüne bir iğne taktı. Annemin çağırması ile evden çıktığımızda herkes arabalara yerleşti. Yiğit, Bahadır’la konuşmayı bırakıp arabaya geçerken annemle babamda bizim arabaya geldi. Annemle arka koltuğa oturduk, büyük bir araba yığını ile düğün salona geçtik. Korumalar hariç herkes salona geçerken etraftaki güvenlik herkesin dikkatini çekti. Gelenlerin sessizce konuşmaları ve göz hapsine maruz kalışım oldukça gererken hakkımızda konuştukları oldukça moral bozucuydu. Köşedeki oturan birkaç teyzenin dediklerini duyunca yanlarına gitmeye karar verdimse de annemin engellemesi ile diyeceklerim kendimde kaldı.

“Niye engelliyorsun beni anne?” Annemin de yüzünün düştüğünü görebiliyordum. “Konuşur konuşur giderler kızım, kavga etsen değişen bir durum olmayacak.” Yanımdan giderken bakışlarım tekrar oraya kaydı.

“Allah kurtarmışta oğullarımızdan uzak kalmışlar. Kızın niye istemediğin daha iyi anladık, baksana zengin yere kapak attılar. Ahlaktan bahsederler bir de.” Gözlerim doldu. Bu birkaç ay önce beni oğluna isteyen komşularımızdan biriydi. İnsanların bu kadar kötü düşünmeleri ne kadar üzücüydü. Kalpler kirli olunca annemin de dediği gibi kavga etmek boşuna oluyordu. Canımı yakan sözlere elimi tutan el bir son verdi. Yiğit’te duymuş olmalıydı ki önce beni bu buhrandan çekip aldı.

“Durma burada, hadi gel.” Burak bir tebessümle başımı salladım. Onlarsan ziyade kapıdan giren Yusuf’la Büşra’ya baktım. Daha sonra ise Yiğit’in benden çekilmeyen bakışlarına döndüm. Birkaç gün sonra aynı heyecanı biz de yaşayacaktık.

Aniden yakınımızda hissettiğim sesle bakışlarımı Yiğit’ten çekerek önüme döndürdüm. Ezgi’nin resim çekme çabaları oldukça başarılı olabilmişti.

“Birbirinize biraz daha yaklaşın.” Yiğit, beni tek kolunun arasına alınca Ezgi, hiç beklemeden resmi çekti. Bu bizim ilk resmimizdi.

“Bu bir ilk olmalı.” Dediklerini anlamamam ile, “Ne demek o?” diye sordum. Güldü. Hatta imayla gülüp Yiğit’e döndü. Şu an ben de merak etmiştim. “Sanırım Yiğit’in sorunsuz çekildiği ilk fotoğraf. Korkumuza gizli gizli çekerdik şu yanındaki sorunluyu.” Yiğit homurdanıp, “Bence biraz daha sorunlu olmamı istemiyorsan susarsın Ezgi,” deyince Ezgi gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ezgi haklıydı. Resimlere bakmak için telefonu aldım. İlk fotoğrafımızı durdurup, “Bunu ayırtabiliriz,” dedi. Resme biraz daha baktım. Yan yanaydık. Benim gibi ellerini önünde bağlamış, bacaklarını oldukça ayırmıştı. Dirseklerimiz birbirine değiyordu. Bana bakan bakışlarıyla bakışlarım birleşmişti. Gerçekten güzel bir resimdi. Diğer resim ise normal bir resimdi. Ezgi, resimleri bizim telefonlara gönderip yanımızdan ayrıldı.

“Deli kız ya.” Enerjisi oldukça hoşuma gidiyordu, Yiğit’te benim gibi güldü. “Sana çok değer veriyor.” Hafiften başını sallayıp kendisine çağıran bir koruma ile yanımızdan ayrıldı. Etraftaki yoğunluk artarken kapıdan giren kişi ile kaşlarım çatıldı. Bakışları direkt bana kayarken ona bakmamaya çalışarak Ezgi’nin yanına geçtim. Fakat Emre Bey’in bakışlarını arkamda hissediyordum.

“Gel gel, bir fotoğrafta seninle çekilelim.” Boyu benden birkaç santim uzun olduğu için parmak uçlarıma hafiften yüklendim. Ezgi, art arda birkaç fotoğraf çekilip ardından dikkatini çeken ne varsa, “Hemen geliyorum,” diyerek yanımdan ayrıldı. Bakışlarım ardı sıra giderken Ezgi köşede telefonla konuşan Bahadır’ın yanına gitti. Dikkatim, “Hayırlı olsun,” diyen sesle bozulurken yanı başıma gelen Emre Bey’e bakmadan uzaklaşmak istedim. Şu an yanımda olmamalıydı ve ben şu an bu günün normal seyrinde gitmesini istiyordum.

Ona cevap vermeden köşede oturan yengemlerin yanına geçtim. O da ilerideki masaya oturup verilen ikramları yemeye başladı. Serpil yengem ile Melek yengemin aralarındaki muhabbeti, teyzemin annemle koşturması, Ezgi’nin oflayarak yanıma oturması hepsi birbirini seyrediyordu. Ezgi’ye bakınca yüzündeki ifade oldukça mutsuzdu. Bahadır’la ne konuştuklarını bilmesem de Ezgi’nin Bahadır’a söylediklerini düşünmeden edemiyordum. Göz kırparak, “Hayırdır,” dedim. Omuz silkip ileride Yiğit’le konuşan Bahadır’a baktı. O an Yiğit’le Bahadır’ın bugün bu kadar sık konuşuyor oluşu dikkatimi çekti.

“Bir şey yok.”

“Hiç inandırıcı değilsin.”

“Cidden yok.”

“Bahadır’la ne konuştunuz da böyle oldun?” Derin bir iç çekip, “Sonra anlatsam olur mu?” deyince hafiften başımı salladım. “Şunun ne işi var düğünde?” Emre Bey’i işaret ediyordu. Maalesef ki tanıdık olması bile rahatsız ediciydi. Omuz silkip, “Babamın öğrencisi sonuçta, ben bir şey diyemem,” dedim. “Bir de sana bakıyor,” deyip sert üslubunu adama yöneltti. Ona bakmamaya özen gösterdim. Eğer onu kafama taksaydım tatsız tuzsuz bir gün olurdu. Bu yüzden Ezgi’nin bana gösterdiği resimlere odaklandım. Habersizce çektiği fotoğraflar, birkaç yakaladığı ifşa fotoğrafları güldürdü. Sanırım bu hoşuma gitmişti. Parmaklarım güzel çehrede dolandı. İç çektim.

“Skandallık fotoğraflar.” Kıkırdayıp, “Çok eğlenceli ama,” deyip telefonu cebine koydu. “Kızlar görürse çok eğlenceli olacak evet,” dememle kızlara bakıp gülüştük. O an fotoğrafın sahibi olan Nehir’e baktım. Düğünün sakinliğine inat oldukça eğleniyor gibiydi. Ezgi’yle yanlarına geçince bizi görüp yer açtılar. Tuğçe, Mustafa abiye dönüp, “İnanamıyorum abi ya, benim çerezleri de mi yedin?” deyip homurdandı. Mustafa abi, elindeki son çerezleri de ağzına tıkıp, “Masada sahipsiz bırakmasaydın sen de,” diyerek Tuğçe’nin yanaklarını sıktı.

“Ya ayıp ayıp, masada görünce sahipsiz sanılır mı hiç?” Mustafa abi, Tuğçe’yi umursamayarak önüne aldığı çerezleri yemeye devam ediyordu. Bu iri cüssesinin nereden geldiğini şimdi daha iyi anlamıştım. Hatta Ezgi durmayıp Mustafa abinin tıklım tıklım olmuş ağzıyla çerez yemesini bile çekti. Dayanamayıp kahkaha attım. Mustafa abi kendi resmini görünce telefonu almak istemişti ama Ezgi vermemişti.

“Tamam, şu yakışıklılığımla ünlü olmamı istiyorsunuz ama karımla da kavga edemem.”

“Abi seni şu arkadaki dağ ayılarına verelim de hanımcılık dersi ver.” Mustafa abi gerine gerine, “Kimse benim elime su dökemez Ezgi,” deyip gülmeye devam etti. Bu haline masada gülmeyen kalmadı. Mustafa abi ile Mehtap abla severek evlenmişlerdi. Mustafa abinin karısına ne kadar düşkün olduğunu çok iyi biliyorduk. Hatta onu o kadar sakınıyordu ki şu anki kalabalığın ortasında asla yalnız bırakmıyordu. Hatta kapıdaki korumalar onu biraz daha pinpirikli hale getirmişti.

Bebek arabasında yatan Neva ağlayınca Mustafa abi Neva ile ilgilenmeye başladı. Sesten rahatsız olmuş olmalıydı.

“Yengem nerede?”

“Lavaboya gitti.” Tuğçe, Neva’yı sakinleştirmeye çalışırken bir yandan abisine söyleniyordu. Ayağa kalkarak Neva’yı kucağıma aldım. “Dur ben bir gezdireyim şu fıstığı Mustafa abi,” dememle seve seve kucağıma vermişti bile.

“Hay Allah razı olsun Zeynep,” demesi tavrına gülmeme neden oldu. “Ah siz babalar,” deyip yanlarından uzaklaştım. Neva, bir yaşlarındaydı. Sapsarı saçları, masmavi gözleri vardı. Yanaklarından kocaman öptüm. O kadar masumdu ki her yönüyle kendini sevdiriyordu. “Sen bal mısın acaba?” diyerek sevmeye başladım. Önce huysuzlandı fakat çok geçmeden bana alışmaya başladı. Mehtap abla bizi görünce gitmesi için işaret ettim. Neva görürse annesine giderdi eminim. Etrafta biraz dolanarak Neva’yı ortama alıştırdım. Karşıdan gelen Yiğit’i görmemle Neva’ya bakıp, “Bak kim geliyor?” deyip gülümsedim. Yiğit, bir bana bir Neva’ya bakıyordu. Neva daha çok ağlayınca hızla Yiğit’in kucağına verdim. Yiğit, şaşkınlıkla Neva’ya baktı. Elinde emanet gibi durması gülmeme neden oldu. Hatta Nevayı koltuk altlarından tutmuş, kendine biraz mesafe sağlamıştı. Bu hâline kıkırdadım. Şu an gerçekten komik gözüküyordu.

“Zeynep.” Söylenmesi ile, “Hadi size iyi eğlenceler,” deyip yanından kaçar adım uzaklaştım. Zaten çok geçmeden tutuşu düzeldi. Neva, Yiğit’in göğsüne başını koydu, aslında benim manzaram gözlerimin hakkını tam verdi. Yiğit şaşırdı, soğuk tavrı altında sıcacık olduğu ortadaydı. Bana bakınca başımı hafiften omzuma eğip dudaklarımı huzurla kıvırdım. Önce ne yapacağını bilemedi lakin alışmış olacak ki Neva’nın saçlarını okşayıp tebessüm etti. Bu sefer ben telefonumu çıkarıp resimlerini çektim.

“Zeynep, ben sanrı görmüyorum değil mi?” Ezgi, Yiğit’e baktı ve şaşırdı.

“Oldukça gerçek,” dedim. İrileşen gözlerini bana çevirdi.

“Yiğit ve çocuk, ay düşüp bayılacağım. Kız sen bu adama ne yaptın böyle?”

“Sevginin verdiği güzellik,” dedim Yiğit’ten gözlerimi çekemeyerek. Karşımdaki adamdan çok güzel baba olurdu emindim. Neva’nın uyuduğunu görünce yanlarına tekrar gittim. Yiğit, beni yeni fark edecek ki hafiften sallanmayı bıraktı.

“Uyumuş, alayım istersen.” Kısa bir an Neva’ya bakıp cevap vermedi. Uzandığımda sanki vermek istemiyor gibi bir tavra büründü. Neva’yı arabaya yatırıp tekrar Yiğit’in yanına döndüm. Yiğit’in baktığı yöne baktım. Öfke ile Emre Bey’e baktığını fark ettim. Kaşları çatılmış, eli yumruk hâlini almıştı. Şu an olay çıkmaması için dua ediyordum. Emre Bey’in bu kadar rahat olması sinirlerimi bozuyordu. Laftan anlamadığı gibi bu kadar utanmazca düşünmesi hiçbir haklı sebepleri ortaya dökemiyordu. Yiğit’i umursamıyordu, bu zaten bir gerçekti lakin böyle arsızca düşünmesi midemi bulandırıyordu.

“Şu an buradan seni götürmemem için bir sebep söyle Zeynep, yoksa ben bu adamı döverek gönderirim buradan.” Elini tuttum. Sakinleşsin istiyordum. Ve bunu onun gözüne sokar gibi yapıp, “Hadi azıcık bahçeye çıkalım,” dedim. Usulca başını salladı. Koluna girerek bedenini sürükledim. Sakin kalmak en doğrusuydu. Zor olsa da onu bir şekilde sakinleştirmem büyük bir efor gerektiriyordu. Salondan büyük bir gayretle çıkıp bir müddet burada kalmayı doğru buldum. En azından Emre Bey gidene kadar burada kalmamız en doğrusuydu.

Yiğit’in öfkeli tavrı geçmeyince yanına biraz daha yaklaşıp dağılmış kravatını düzelttim. Soğuyan bakışları beni bulduğu an yumuşadı. Onu bu kadar kolay sakinleştiren bir gücümün olması zafer sırıtışını dudaklarıma yerleştirdi.

“Beni böyle kolay sakinleştirirsen olmaz ama. Daha o adamı döveceğim.” Omuz silkip, “Bu da benim avantajım,” deyip gülüşümü çoğalttım. Sanırım en çok sevdiğim yanım buydu.

“Etraftaki insanlara güvenme, seni buradan götürmem için bahane arıyorum zaten.”

“Senden beklenecek hareketler.” Tek kaşını hayretle kaldırıp, “Benlik durumların aşinası olmuşsun bakıyorum da,” demesiyle omuz silktim. Elimdeki eliyle oynayıp, “Seni ezberlemem zor olmadı,” dedim. Böyle açık sözle konuşmak kalbimi maratona sokuyordu lakin onu benden başkası güldüremiyordu bunu fark ettim. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip elime ufak bir öpücük kondurdu. “İrademi ele geçirdiğin an ben sana yenildim.” Yanağımı sevip, “Fakat bana bıraktığın iradede sana yine yeniliyorum,” demesi elimde olmaksızın beni utandırıyordu. Ona alışsam da bu güzel sözlerin arasında kendimi olur olmaz yerde buluyordum. Böylede devam etsin istiyordum, bu ikimizin arasındaki en muazzam çekimdi. Ortamı bozan bir ses sakinliği yok etti. Yanımıza gelen Emre Bey, bütün çabamı boşa çıkarmıştı. Biraz sonra doğru sözler çıkmayacaktı dudaklarından. Öfkeyle soludum.

“Yiğit, hadi içeriye gidelim.” Fakat beni duymadı. Diğer sözüne istinaden aslında onu dizginleyemeyeceğim bir iradesinden vazgeçemiyordu. Zaten öfkesi kolay meydana çıkan bir insandı ve bunu bugün ortaya çıkaracak kişi tam karşımızdaydı. Bilerek kışkırtıyordu.

“Yok yere kaçıyorsun benden.” Gözlerimi usulca kapattım, açtığımda bunun şu an gerçek olmamasını istiyordum.

“Senden neden kaçsın? Asıl sen kimsin de Zeynep’in yanına yaklaşabiliyorsun?” Emre Bey güldü, şu an öfkelenmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Sen yaptıklarını ne zaman unuttun? Kıza yaptıklarından haberim yok mu zannediyorsun?”

“Sabır...” Bu söylenimi karşısında, “Hadi Yiğit, lütfen geçelim içeriye,” diyerek çekiştirsem de bir milim kıpırdamadı. En azından şu düğün bitseydi... Kimsenin ortama kaos karıştırmasını istemiyordum.

“Senin derdin ne?” Emre bir şey demedi, Yiğit’teki bakışları bana kaydığında, “Çek o gözlerini,” diye bağırdı Yiğit. İleri atıldığı an durdurdum.

“Lütfen siz de gidin Emre Bey. Derdiniz neyse umurumda değil.” O an ileride bir kargaşa oluştu. Yiğit’le oraya baktığımızda büyük kavga vardı. Olaylar üst üste geliyordu ve ben artık geriliyordum.

“Zeynep, içeriye geç.”

“Ben de geleceğim.” Olay büyüyünce bana olumsuz söz söyleme zamanı olmadı. Koşarak oraya geçtik. İki kişi birbirine silah çekti. Bu korumaları arada görüyordum fakat diğerini çok sık gördüğüm söylenemezdi.

“Ne oluyor Sezai burada?” Sezai bize bakıp, “Yiğit Bey, aramızdaki şu arkadaş ajanmış,” demesiyle Yiğit, hiç şaşırmadan adama baktı. Fakat bu durum onun için oldukça normal gibi gözüküyordu. Yiğit, Sezai’ye geri bakıp, “Biliyorum,” dedi. “Şu an bunu açıklama yetkisini sana kim verdi Sezai.” Sezai büyük bozguna uğramış gibi Yiğit’e şaşırarak baktı. “Kerem ilgilen şunlarla.” Kerem, hızla harekete geçince, “Beni neyle uğraştırıyorlar ya Rabbim. Zeynep, sen geç güzelim salona ben bir iki dakikaya geliyorum,” deyince usulca başımı sallayıp salona yöneldim. Anladığım kadarıyla Sezai, Yiğit’in oyununu bozmuştu. Fakat anlamadığım Sezai’nin neden götürüldüğüydü. Ya oyununu bozduğu için sinirlenmişti ya da Sezai’nin derdi buydu. Ve Yiğit, zannımca onların istediği karşılığı vermemişti. Başımı iki yana sallaya sallaya yürüdüm. Salona girecekken Emre Bey’in sesini duymamla nefesimi sertçe soluyup bir sabır da ben çektim. Cidden kafayı yediriyorlardı.

“Ne istiyorsanız söyleyin Emre Bey, bu durum gerçekten beni de sinirlendiriyor artık. Birazdan içerideki insanları başımıza toplayacağımdan emin olabilirsiniz.” Yanıma yaklaşıp, “Peki madem,” dedi. Ciddileşti. Biraz sonraki söyleyecekleri hiç hoşuma gitmeyecekti. “Seni ilk sizin evde gördüğüm günü hatırlıyor musun? Beş yıl önce, o gün...” Anlamsızca yüzüne baktım. O günü bana anlatmasının bir nedeni olmalıydı. Ben bunu duymak istemiyordum, hatta korkuyordum. “O gün ilk seni sevdiğim gündü Zeynep. Ve sen bu adamla evlenirken, sana yaptıklarına rağmen bu kadar umursamaz olamıyorum. Seni seviyorum, hem de beş yıl gibi bir süreyle,” deyip cevap bekler gibi yüzüme baktı. Şaşırmadım lakin bu cüreti nereden bulduğunu merak ediyordum. Cevap veremeden yüzüne yediği darpla yere düştü. Kocaman gözlerle Yiğit’e baktım. Emre Bey, ayağa kalktığı an bu sefer diğer yüzüne yumruk attı. Bu sefer düşmezken Yiğit öfkeyle bağırdı. “Eğer bir daha seni Zeynep’in yanında görürsem bu sefer bu kadar sakin kalmam.” Bu onu çok da etkilemiş gibi durmuyordu. Boş durmayarak aynı şekilde Yiğit’e yumruk çaktı. Doğrulamadan yeniden attığı darpla Yiğit üçüncü kez kaldırdığı elini bileğinden yakalayarak ters çevirdi. Arkasından çekiştirilen koluyla beraber Yiğit, Emre Bey’in bedenini kendine çekip, “Sözümü ikilemeyi sevmem, hem işinden hem hayatından olmayı istemiyorsan tam beş saniyen var,” diyerek ittirdi. “Beş,” Emre Bey parmağını tehditkâr bir ifadeyle kaldırıp, “Görüşeceğiz,” diyerek düştüğü yerden kalktı.

“Dört.” Hızlı adımlarla uzaklaştı ve arkasından sessizce küfürler savurup önündeki taşı ayağıyla fırlattı. Ne yapacağımı bilemez durumda öylece olduğum yerde durdum. Yiğit, yanıma geldiğinde öfkeyle yüzüne baktım.

“Bir kere de normal geçen günümüz olsun ya, bir kere de...” Benim gibi kaşlarını çattığında salona yöneldim. Kolumdan tutup durdurdu fakat şu an benimde sakin kalmam mümkün değildi.

“Ne yapsaydım Zeynep, adam sana ilanı aşk ediyor, durup dinlese miydim? Baştan beri sırf senin için o adama katlandım.” Kolumu elinden çektim. Herkes bir tuhaftı. “Sakinlikle buradan gidebilirdik,” deyip salona yöneldim. “Geliyorum beş dakikaya, bekle.” Düğünün bitmesine çok az kaldığından anneme kısa bir açıklama yapıp salondan çıktım. Şu an onlara gerçeği söylemediğim için kendimi kötü hissetmişken Yiğit’in yaptıklarıyla endişe duysunlar istemiyordum. Arabaya yöneldiğim gibi o da benim gibi konuşmadan arabaya peşimden geldi. Çok öfkeliydim, bu yüzden sakinleşmem gerekiyordu. Elindeki anahtarı kaptım. Çoktandır araba sürmemiştim ve şu an canım fazlasıyla araba sürmek istemişti. Arkamdan bakakaldı. Arabaya geçtim ve binmesini bekledim. Çok geçmeden bindi. Sanırım ilk defa beni araba sürerken görecekti. Tek kelam etmedik.

Arabanın gazına yüklendim. Öfkemi soğutmam gerekiyordu. Bana bakmaya devam ederken ona dönüp, “Bazen suratının ortasına çakmak istiyorum,” dedim. Güldü bu hâlime. Ters bakış atmaya devam ediyordum. “Gülme şöyle.” Hızımı biraz daha arttırdım. O bundan gayet keyif alıyordu. Deli miydi ne!

Mahalleye geldiğimizde hiç beklemeden arabadan inip eve girdim. Üzerimi çıkarttım ve banyodan sağlık ekipmanlarını alarak salonda oturan Yiğit’in yanına geçtim. Göz ucuyla baksam da umursamadan yanına oturup pamuğu sertçe yarasının üzerine bastırdım. Hafiften yüzünü buruştursa da umursamadan tekrar sertçe baskı uyguladım. Şu an bir kum torbası gibi hayal ettim karşımdaki adamı.

“Rahatladın mı?” Dayanamayarak hesap sordum.

“Hayır.” Öfkeyle güldüm, çocuk gibiydi. “Sen rahatladın mı?” Şimdi soru sorma sırası ondaydı.

“Hayır,” dememle bileğimi yakalayıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Lacivertlerindeki ton mavilerimi yutuyordu. Soğuk ifadesi gözlerimdeyken yumuşadı. “Sana dokundu, sırf sen varsın diye sustum. Önünü kesti, sırf günün kötü geçmesin diye sustum. Ama sana ilanı aşk ettiğinde, dudaklarına yerleştirdiği aşka seni sığdırmasını kabullenemezdim. Birinin kalbinde seni yaşatmasını kabullenemezdim. Sen benim kadınımsın, çehrene değen gözlere, tenine değen tene gölge değil, karabasan olurum. Yakarım, yok ederim.” Eli belime ulaştığı an da kendine çekti. Konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Parmakları yüzümden kalbime doğru indi. Elini kalbimin üzerine bastırıp, “Sadece bana ait,” dedi. “Başka bir erkeğin dokunmasına izin vermem.” Gözlerime dokunup gözaltlarımı sevdi. “Seyretmesine izin vermem.” Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp, “Başka sevmesin kimse seni ben gibi. Çünkü seni sevmek bendeki seni saklamak mavi,” diyerek yanağıma ufaktan bir buse bırakıp geri çekildi. Yüzüme yakın olan yüzüne elimi koyup dudağımı elimin üstüne yerleştirip bekledim. “Bana bunu yapma Yiğit,” dediğimde avucumun içine dudağını yerleştirdi. “Sen yapma,” dedi aynı fısıltı ile. “Sen de bu kadar kaybolmama izin vermişken senden uzak durmama müsaade edemezsin.” Parmakları yüzümde tüy dansı yaparken istemsizce kendimi kaybediyordum. Biraz önceki kızgınlığımdan eser yoktu. Elleriyle parmaklarımın arasını tutsak almış havaya kaldırmıştı. Ellerimizin kilit vurduğu yer kalbimizin sunduğu tek birleşimdi. Alnını alnıma bastırıp, “Çünkü gidemem,” diye fısıldadı. Gözlerim usulca kapandı.

“Gitme...” Çıkan tek kelime tek bir söze yetebiliyordu. “Artık gitmene izin vermem.” Parmakları parmaklarımı daha sıkı kavradı. Düştüğüm yer bu sefer dizimi kanatmadı bilakis bu düşüş değil bir şahlanıştı. Ona ait olan kalbim vardı. Yanağını sevdim, avucuma batan sakallarını sevdim. Geri çekildiğim an gülümsemem genişledi. O da aynı şekilde karşılık verdiği an yüzüne sızan kanla geri kalan yarayı temizleyerek bant yapıştırdım.

“Beni yine kandırdın.” Başını iki yana sallayıp, “Bunu bana sen mi söylüyorsun?” diyerek keyifle geri yaslandı. Oturduğum yerden kalktım. Tepeden ona bakarken, “Fenasın, bunu biliyorsun değil mi?” dememle bir şey demeyerek keyifle gülüşüne devam etti. Çöpleri çöp kutusuna atıp yanına geri döndüm.

“Hiç öyle bakma, haklıydım.”

“Ay haklıymış.”

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir sözüne istinaden hiç haklı olmanın yollarını arama Zeynep Hanım.” Gözlerimi kısıp, “Ben haklıyım demiyorum, ama çok fevrisin Yiğit. Hemen sinirleniyorsun,” deyince yüzü yine aynı ifadeyi aldı. Oturduğu yerden kalkarak kapıya yöneldiğinde, “Nereye?” dedim birden atılarak.

“Şu an kötü konuşmak istemediğimden biraz evden çıkacağım.” Yanına gidip, “Ne dedim ki?” dedim. “Sadece...”

“Açıklama yapma Zeynep. Sen beni anlamıyorsun sadece o.”

“Seni anlamadığımı mı söyledim?” Nefesini soluyup bana döndü. Evet, fevriydi. Beni yanlış anlayacak kadarda ince düşünüyordu. “Ya ne dememi bekliyorsun? O adamı kaç defa uyardığımı görmemiş gibi yapıyorsun. Her seferinde bana tavır alırken kendimi koyduğum yerde yine seni kendimce haklı çıkarmaya çalışıyorum ama olmuyor. Ben bu kadar rahat insan değilim Zeynep. Mesele sensen hiç değilim.” Öfkeyle kapıyı çarpıp çıktı. İrkilerek arkasından bakakaldım.

İfadesizce koltuğa otururken söylediklerini düşündüm sadece. Parmaklarımla alnımı ufalayıp nefesimi düzene sokar gibi soludum. Bazen ne kadar normal atsam adımlarımı ardından gelen çukura basmaktan kaçamıyordum. Yiğit’le gittiğim yol hep bir eksik kalıyordu. O çok fevri bir insanken ben bu kadar fevri olmaktan yoruluyordum.

Loading...
0%