Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@rumeysadoganm

Saat epey ilerlemişti. Gelen arabalarla beraber kıldığım namazın seccadesini komodine kaldırdım. Düğün gününe kadar burada kalacaktım. Zaten Yiğit de gidişinden beri hiç gelmemiş, arayıp sormamıştı. İstemsizce yüzüm düşerken açılan kapıyla beraber odadan çıktım. Annem elindeki çantaları köşeye koyup bana baktı. Yusuf’la Büşra’ya veda edemeden gelmiştim eve.

“Geç bitti düğün.” Annem yorgun ifadesiyle beraber salona geçip, “Son an da birkaç misafir geldi,” demesiyle başka bir şey sormadım. Yengemler de gelerek hep beraber salona geçtiler. Yorgunlukla giren amcamlar ise babamla beraber diğer odaya geçip namazlarını kılmaya başladılar. Ev çok küçük olmasa da kalabalık olunca epey bir yoğunluk olabiliyordu.

“Eee hanımlar, kahve içer miyiz?” Sorum ile yengem, “İçeriz içer,” diyerek karşılık verince mutfağa yöneldim. Mehtap abla, peşimden gelerek, “Zeynep, ne oldu öyle? Bir ara Neva’yı gezdirirken gördüm sizi, gelemedim. Kimseye de bir şey diyemedim,” demesiyle yüzüm düştü. Verecek cevabım şu an muallaktaydı. En çok da Yiğit’i bu cevaba koyamıyordum.

“Benim odaya geçelim anlatırım abla.” Israr etmeden, “Öyle olsun bakalım,” diyerek bardaklara su doldurup tepsiye koydu. Salona geçtiğimizde kahveleri dağıtıp köşeye oturdum. Hep bir ağızdan konuştukları konu Yusuf’un düğünden çıkıp bizim düğüne geliyordu. Şu bir haftayı atlatmayı oldukça çok istiyordum. Şimdiden bu yoğunluğun yorgunluğu çökmüştü üzerime. O kadar çok iş vardı ki, dağ gibi gözüktü.

“Eee Zeynep abla, ne zaman çıkarız hazırlık yapmaya çarşıya?” Tuğçe’nin sorusu ile, “Çok bir iş yok güzelim, bir ara eksikleri alırız,” dediğimde Tuğçe, Nehir’in kulağına bir şeyler diyerek oturdukları yerden kalktılar. Yanıma geldiklerinde telefondan birkaç resim çıkarıp gösterdiklerinde arsız gülüşlerine tehditkâr bakış atıp, “Beni kandıramazsınız,” dedim. Tuğçe yalvarır gözlerle bakıp, “Lütfen Zeynep abla, lütfen. Bak sana çok yakışır bu,” deyince tekrar elbiseye döndüm.

“Kızlar, bu çok gösterişli bir elbise.”

“Ama senin en özel günün bu.”

“Başka seçin onu alalım.” Nehir omuzlarını düşürüp, “İyi ya, ne güzel hazırlayacaktık seni,” deyip somurtunca bu haline güldüm.

“Aysun Hanım’dan bir haber var mı kızım?” Anneme dönüp, “Yakınının durumu ağırmış, ama salı gününe kadar geleceğini söyledi,” dediğimde benimde aklıma Aysun Hanım takıldı. Onunla konuşabilme cesaretinde bulamamıştım daha. Şimdi arasam beni sıkıştıracaktı biliyordum. Gözüm telefondaydı, Yiğit’ten ses çıkmaması sinirlendirmeye başlamıştı artık.

“Aysun Hanım, Yiğit’in annesiydi değil mi?” Melek yengemin sorusuna olumlu şekilde karşılık verdi annem. Aysun Hanım hakkındaki soruları annem bildiği kadar cevaplıyor, onun hakkındaki sözleri oldukça memnuniyet içeriyordu. Annem, Aysun Hanım’ı sevmişti.

Yatma vakti gelince herkes hazırlanan odalara geçti. Ben de kendi odama geçip üzerimi değiştirdim. Bütün gün oldukça yorulmuştuk. En çok da Yiğit’in bu tavrı yorgunluğuma biraz daha katık oluyordu.

Kapıdan bakan Mehtap ablaya gülümseyerek içeriye girmesini söyledim. Beraber yatağa oturduğumuzda sorgulayıcı ifadesini yine yüzüne yerleştirdi. Kavgayı görmesi pek iyi olmasa da onu geçiştirmeyerek kısaca anlattım. En azından birine anlatmanın rahatlaması oluştu kafamda.

“İkinizde birbirinizi anlamamışsınız. Yani bir nevi ufak çatışma olmuş.”

“Sanırım doğru söylüyorsun.” Mehtap abla biraz daha bana dönüp yatağa bağdaş kurdu. Saat neredeyse 00:30 civarıydı. Yarın düğün olmadığından ötürü bu kadar geç saatte oturmak istemiştik.

“Ben aranızdaki geçenleri az buçuk bilsem de tam detaylı bilmiyorum ama Yiğit’in sana olan tavrında oldukça korumacılık var.” Kaşlarımı anlamazcasına hafiften çatıp, “Nasıl yani?” dedim. Gülümsediğinde ellerimi tutup, “Seni kaybetmekten çok korkuyor gibi geldi. Hayatında hiç öyle bir durum olmuş mu?” deyip cevap bekler gibi yüzüme baktı. Başımı usulca sallayıp, “Babasıyla kardeşini kaybetmiş,” deyip sözümü tamamladım. Mehtap abla elimi sarmalayıp, “Seni de kaybetmek istemiyor bu yüzden,” dedi. Bir şey diyemedim. Mehtap abla haklıydı, bense ne yapacağımı bile bilmiyordum. “Aklındakileri giriftleştirme tatlım, Yiğit’in de seni sevdiğini göz ardı etme. Sana bakarken gözleri nasıl parlıyor, görmedin mi? Sen zeki kızsın, ne yapacağını bilirsin ama kendini de çok fazla yok sayma.”

Gülümseyince karşılık verdim. Neva’nın sesini duyunca yanımdan kalkıp odadan çıktı. O an duvarla bakıştım. Sıkışıp kaldığım yerde kendimi koyacağım yer bulamadım. Yiğit’in bir anda çıkıp gitmesi ve arayıp sormaması bütün moralimi bozmuştu. Ona kendimi ifade edememiştim daha doğrusu. Telefonu komodinin üzerine koyunca saniye geçmeden çaldı. Ekranda Yiğit’in ismini gördüğümde ifadesizce telefonu açtım. Ses vermeyince kendisi konuştu.

“Aşağıya in konuşalım.” Kaşlarım çatıldı, pencere kenarına geçip camı açarak aşağıya baktım. Evin önündeydi. Beni gördüğü an biraz daha yaklaştı.

“Bu saatte neden geldin?”

“Sadece konuşmak istiyorum, aşağıya in mavi.”

“Sen bana kızgın değil miydin, ne değişti?” Onun inadına gitmek istiyordum, sabır çektiğinde gülmemek için kendimi zor tuttum.

“Hâlâ kızgınım, hadi in.”

“İnmeyeceğim.” Dudaklarımı birbirine bastırıp yüz ifademi değiştirmedim.

“Beni oraya getirtme mavi, sizinkileri uykusundan mahrum etmek istemem.” Kaşlarımı çatıp, “İyi geliyorum,” dedim. Üzerime hırkamı geçirdikten sonra yavaş adımlarla aşağıya indim. Kimse gözükmüyordu etrafta. Yavaşça kapıyı açıp dışarıya çıktığımda Yiğit’i göremedim. Etrafı aramam sonuçsuz kalınca kolumdan tutulup kenara çekilmem bir oldu. Küçük bir çığlıkla dibimde duran Yiğit’e baktım.

“Dengesiz misin sen ya? Niye normal insanlar gibi karşıma çıkmıyorsun?” Güldü, gülünce benim öfkem tamamen uçtu. Böyle güzel gülünce nasıl öfkeli olurdum ki?

“Beni kızdırmak hoşuna gidiyor değil mi?” Omuz silkip dibinden çıkacakken elini duvara koyup geçmemi engelledi. “Kaçamazsın mavi.” Göz göze geldik, bana doğru biraz daha eğilip, “Beni kızdır kızdır sonra hiçbir şey olmamış gibi sana gelmemi sağla… Bunu nasıl başarıyorsun,” demesi ile güldüm. Gururlu bir eda ile, “Sır,” dedim. Kaşlarını aralayıp dudağını büzdü. Kollarımı boynuna doladım. Etraf ağaçlarla kaplı olduğu için kimse bizi göremiyordu. O bu durumdan gayet memnundu. “Söylememem gerektiğine dair tembihler aldım.”

“Kimden.”

“Özel güçlerimden.” Göz devirdi. Kıkırdadım.

“Gelmiş bir de ciddi ciddi seni dinliyorum.”

“Tabii de ciddi ciddi beni dinleyeceksin.” Bedenini bedenime biraz daha bastırdığımda bu sefer onun özel bir yeteneği varmış gibi ben sustum. Dilim tutuluyordu.

“Mavi, beni kışkırtıyorsun.” Hiç istifimi bozmadım. Eğer utandığımı belli edersem daha da üzerime gelecekti.

“Neden?” dedim kollarımı boynuna daha fazla dolarken.

“Neyse ben gidiyorum, babanla aram bozulmasın.” Geri çekildi. Montunun iç cebinden çıkardığı papatyayı görünce gülümsedim. Unutmamıştı. Papatyayı alınca eli çeneme uzandı, orayı sevdi.

“Biraz geç oldu ama papatyayı getirmek için gelmiştim.” Kaşlarımı araladım. Buraya bunun için gelmediğini ikimizde biliyorduk. “Sadece bunun için mi?” deyip gözlerinin içine baktım. Başını iki yana salladı. İnkâr etmeden, “Sadece bunun için değil,” deyip bakışlarını bana biraz daha odakladı. “Sana alışmak kötü bir his mi iyi bir his mi bilmiyorum ama, evde senin eksikliğini hissetmek kötü bir his.” Yüzümü avuçlarının arasına alıp, “Seni sevmek güzel, güzelin tasviri sensin mavi. Özlemekte kalbimin bir nimeti olsun o vakit,” diyerek alnımdan öptü. Sanki akşam öfkeyle giden değildi. Papatyaya baktığımda, beni seven güzel kalbine dokunabiliyordum. O beni sarmalarken bedenindeki o titremeyi hissediyordum.

“Öfkenin bu kadar çabuk soğuyacağını tahmin etmezdim.”

“Sadece kime kızgın olduğumu biliyorum, sana karşı bir tavır takınamam.” Bunu ben de biliyordum. Bana karşı pek tavır alan biri değildi. En çok da buna şaşırıyordum. Bana neden bu kadar ılımlı yaklaşıyordu ki? Oysa onu kızdırmış, onu istemediği bir durumla yüzleştirmiştim.

Saate bakıp, “Git artık,” dedi. “Yoksa senden ayrılamayacağım.” Yanağından öptüğüm an şaşkınlıkla yüzüme baktı, ben bile kendimde alışık olmadığım durumları yaşıyordum. Koşar adım merdivenlerden çıkıp kapıyı açtım. Son kez baktım ve, “İyi geceler güzel gözlü,” diyerek içeriye girdim. O bunu çoktan hak etmişti. Elimde olsa ben bile bu gece onunla gidebilirdim. Elimde olsa onu sarmalar bir daha bırakmazdım. Gülerek odaya çıktım. Hâlâ kapıdaydı, beni görünce elini ensesine götürüp gülerek geri geri gitti. Arabasına binip uzaklaşırken ondan arda kalan tek şey kapıdaki korumalardı. Hırkamı çıkarıp yatağa girdiğimde hâlâ gülüyordum.

...

Akşama olacak istemenin yoğunluğu arasında odaya kaçarak soluk almıştım. Akşama çok vakit kalmamıştı, bu yüzden hazırlanmak için dolabımın başına geçtim. Üzerime giydiğim bol kesim elbiseyle mutmain olabilmiştim. Uzun şalımı özenle takıp hazırlanma işimi tamamladım. Kızların yorgunluktan çıkan homurtuları gülümsememe neden olurken mutfağa geçip hazırlıkla meşgul olan yengelerime baktım.

“Kolay gelsin hanımlar.” Melek yengem kocaman gülümseyip, “Sağ ol balım, sen hazırsın değil mi?” demesiyle hızla başımı salladım. İçeriye masa kurmaya yardım ettim. Heyecandan zar zor yapsam da bir şekilde üstesinden gelebilmiştim. Biraz sonra geleceklerdi ve artık hayatımın dönüm noktasına bir adım atacaktım. Aylar önce bana böyle olacak deseler ortalığı yakar yıkardım. Şimdi ise beklediğim adam heyecanımın müsebbibiydi. Dakikalar sonra kapı zilini duymamla elim kalbime gitti. Gelmişlerdi. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki buna ben bile engel olamıyordum. Kapıya ulaşmam ve arkamdaki ailemin kapıyı açmam için beklemesiyle hız kaybetmeden kapıyı açtım. Bakışlarımın hedefi lacivertler oldu. Bana bakarken nasıl mest olduğumu, gözleri gözlerime değdiğinde nasıl eridiğimi tasvir edemezdim. Baştan aşağı lacivertlere bürünen adamın gülüşünde kalbim adeta hız kazandı. Beni baştan aşağı süzdü. Keza ben de onu. Yanında Aysun Hanım, arkada Efe ve Ezgi vardı, diğer tarafta ise amcası, yengesi ve Kenan Bey’le Muaz Bey vardı. Heyecanla kenara çekilince bir bir içeriye girdiler. En arkada Yiğit’le ben kalmışken önüme uzatılan papatya buketine titreyen elim uzandı. Kimsenin olmaması ve Yiğit’e böyle yakın olmam nefesimi kesiyordu.

“Papatya,” dedim ima ile gülümseyip.

“Sadece papatya,” dedi güzel gülüşünden ödün vermeyerek. Sadece papatya. Ondan aldığım tek çiçek… Özeldi, sadece bana ait, sadece benmişim gibi. Koridorda duyduğumuz sesle Yiğit salona geçerken ben de mutfağa geçip papatyaları suya koydum. İçimi talan eden bu his yüzümdeki aptalca sırıtışı daha da çoğaltıyordu. Büyük bir heyecan yaşıyordum ve kalbim kaosun tam ortasındaydı. Ezgi’yle kızlar yanıma gelince kahve yapılacağını anladım. Kızlar, türlü türlü fikirler sunuyor bense onları şaşkınlıkla dinliyordum. Vahşetti bu. Tuğçe’nin elinden tuzluğu, Nehir’in elinden ise baharatlığı aldım. Ezgi bu tavrıma trip atıp, “Ya şu gece bari bizden yana ol,” diyerek kötü kötü bakınca omuz silktim. “Bana ne ya, gidin evleneceğiniz kişiye yapın,” dememle kızlar bana söz geçiremeyeceğini anladı. Tuğçe asla beni dinlememiş köşedeki ufak tuzluğu kaparak ocak başına geçmişti. Hiç beklemeden tuzu kahveye boca ettiğini gördüm. Daha, “Yapma,” diyemeden zafer kazanmışçasına sırıttı.

“Enişte Bey’in yaptıklarına sayarız.” Koluna çimdik atıp, “Sorarım sana bunun hesabını,” dedim. En azından iyilik olsun diye köşedeki kutudan çikolata alıp koydum lakin bunu da Nehir engelledi.

“Ya siz psikopat mısınız kızım?” Aralarında gülüştüler. Onlara tehditkar bir bakış attıktan sonra tepsiyi alıp mutfaktan çıktım. Kahveleri bir bir dağıtıp köşeye oturdum. Büyük bir heyecan vardı salonda. Rahat rahat oturan babamın bile yerine sığamadığını görüyordum. Söze en büyüğümüz olan Muaz Bey atıldı, Kenan Bey ise eşlik etti.

“Sizinle tanışma fırsatımız yeni oldu Abdullah Bey. Yiğit’le de zamansız tanıştınız. Buraya her şeyi telafi etmiş olarak geldiğimizi umuyorum.” Babamdan onay alınca konuşmasına devam etti. “Yiğit’i size anlatmayacağım, siz de Yiğit’i biraz olsun tanıdınız zaten. Bu yüzden konuya giriş yapmak en makbulü.” Kısa bir an susup bana baktı, gülümseyince istemsizce karşılık verdim. Babam hafiften öne eğilip Yiğit’e kısa bir an baktı. Nefesimi tutarak vereceği cevabı bekledim.

“Ben kızımı Yiğit’e emanet ederken başta tedirgindim. O zamanlar Yiğit’i tanımıyorduk evet. Şimdi Yiğit’in bizi şaşırtmasına sevinmedik değil. Peki şunu sormak istiyorum. Kızımı ona emanet etmişken kendisi İslamî açıdan emanetimize sahip çıkabilecek mi? Bir evde ne kadar yaşanacak bu maneviyat?”

O an babamla bakıştık. Sözlerindeki o güzellikle cevabı ben de merak ediyordum, çünkü açmaya yeltendiğim konuyu babam benden önce davranarak sormuştu. Yiğit, önce kasıldı lakin verecek cevap bulamadı. Söze ne Muaz Bey ne de Kenan Bey girdi.

“Ben küçükken babamın bu inançla yetişmemi istediğini hatırlıyorum hatta çabaladığını da… Lakin ben bu hayatı hiçbir zaman kolay yaşamadım. Büyüdükçe yaşadığım alan İslamî açıdan uzaktı. Size bunları yaparım dersem kandırmış olurum. Zeynep’te bunun farkında. Bundan sonrası ne olur bilmiyorum ama bir şeyler için çabalayacağımdan emin olabilirsiniz.”

Babamın yüzü düşse de ters bir cevap vermedi. Bu söz o kadar derinlemesine bir sözdü ki babam konunun üstüne gitmedi. Yiğit’in gerçekten de kendiyle hesaplaştığını görebiliyordum. Onun eksikleri beni üzse de dediği gibi bunu ben düzeltemezdim, en fazla dua eder ufak istişareler yapabilirdim.

“Size verdiğimiz teminatın sadakatinin cevabını almaya geldik buraya Abdullah Bey, bu iki gencin birleşmesine müsaadeniz varsa eğer Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızınız Zeynep’i oğlumuz Yiğit’e istiyoruz.” Babam tekrar bana baktığında gözlerim doldu. Şu anı tasvir etmek çok güçtü. Aileme olan bu düşkünlüğümü şu an daha iyi anlıyordum.

“Rabbim hayırlı kılsın.” Tuttuğum gözyaşlarım artık söz dinlemedi. Mutluluk ya da ayrılık değildi bu, babama baktıkça hissettiğim o kız çocuğunun kanımda dolaşmasıydı. O an öksürük sesiyle hepimiz Yiğit’e baktık. Kahvesini daha yeni içtiği için herkesin dikkati ona yöneldi. Zorda olsa kahvesini bitirip ayaklandı. Bir bir tebrikleştik. Yüzü hâlâ kızarık olan Yiğit tam karşıma gelince ufak bir yüzük takımı oldu. Gülmemek için kendimi zor tutarken acır gibi yüzüne bakmaya devam ettim. Dualar eşliğinde yüzük takıldı. Gönlüm bir kabulü bir yüzüğe sığdırdı. Artık dönüş yoktu.

Yüzük merasiminden sonra herkes masaya geçti. İçimdeki heyecanı dizginleyebilmek için mutfağa geçtim. Kocaman bir bardak su doldurup içtim.

“Ay kıyamam, domates gibi olmuşsun ya sen.”

“Kalbim duracak sanırım.” Kulağını kalbimin üstüne koyup, “Sanırım,” diyerek geri çekildi. “Buradan duyamadım da, oradan deneyeyim dedim.” Koluna hafiften vurdum. Şu anlık dalga geçilecek bir mevzu değildi. Salon oldukça kalabalık olduğu için kızlarla yemeği mutfakta yedik. Yemek faslı bitti ama büyükler epey bir sohbete daldıklarında bu gecenin uzun olacağını anladım. Yiğit’le balkona geçtiğimizde zamanımızın çok fazla kaldığı söylenemezdi.

“Ne garip değil mi?” Parmağımdaki yüzüğe bakıyordum. Onunda parmağında gümüş bir yüzük vardı.

“Değil…” Merakla yüzüne baktım. İkimizde duvara yaslanmıştık. Omzum omzuna yaslıydı. “Eğer yollarımız birleşmişse benim buna dair inancım tamdı hep.”

“Kader diyorsun yani?”

“Senin sayende buna da inandım.” Kaşlarım havalandı. Yüzümdeki gülümseme artık buruktu. Ne yaşamıştı da bu duruma gelmişti? Yutkundum. Boğazıma takılı kalan bu hisle, “Bana ne yaşadığını anlatmayacak mısın Yiğit?” dedim. Ona doğru döndüm. Sorum onu durgunlaştırdı. Elini tuttum. Anlatsın istiyordum.

“O gün bugün değil ama anlatacağım söz.”

“Yiğit, ne yaşarsan yaşa bundan sonra ben olacağım. Sana söz veriyorum seni iyi de edeceğim.” Biliyorum der gibi başını salladı. Yüzümü avuçlarının arasına alıp gülümsedi. O kadar büyüktü ki elleri yüzüm resmen kayboldu.

“Sen zaten beni iyi ediyorsun Zeynep. Geçmişimin bir önemi kalmadı artık.” Aslında çok da inanılacak bir söz değildi bu. Yaşamak onun için imtiyaz değildi. Ne kadar çabalarsam çabalayayım onun bu yanına ulaşamazdım.

“Benim için sana dair ne varsa önemli.”

“Ooo çifte kumrular burada.” Ezgi’yle Efe yanımıza gelince Yiğit Ezgi’ye ters bakış atıp, “Tam zamanında,” dedi homurdanarak. Ezgi umursamadan güldüğü an ben de istemsizce kıkırdadım. Ardından gelen kızlar ve Bahadır’la konu dağıldı. Ezgi’nin bakışları Bahadır’daydı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Tuğçe parmağımdaki yüzüğe bakıp, “Çok güzelmiş,” dedi.

“Kına gecesi nerede yapılacak?” Nehir’e dönüp, “Bahçede,” dedim. Bahçe oldukça büyük olduğu için başka yer arayışına girmedik. Hem daha güzeldi. Arka bahçe hem büyüktü hem de dışarıdan birinin içeriyi görmesi olanaksızdı. Zamanında babam mahremiyeti düşürerek etrafını ince işçilikle yapmıştı.

“Yarın alışverişe çıkalım Zeynep, en azından bahçeyi güzelce süsleriz.” Başımı hafiften salladım. “Olabilir.”

“Betül’le Beyza ablaya da söyleyelim.” Yiğit’e dönüp, “O gece izinli olsunlar Yiğit,” dememle çok üstelemeden kabul etti. İçeriden seslenmeleri ile artık veda vaktiydi. Herkes giderken Yiğit gitmeden yanağımdan öpüp, “Görüşürüz mavi,” diyerek yavaş adımlarla yanımdan uzaklaştı. Peşlerinden gidip tek tek yolcu ettim. O an Aysun Hanım’la göz göze geldim, gülümsedi. O an her şeyin arasındaki kalkan kalkmıştı. Aysun Hanım’ın gözlerindeki korkuyu görmemiştim bu sefer. Bu da beni iyi hissettiriyordu.

...

“Zeynep, senden bir şey rica edebilir miyim?” Dikiz aynasından bana bakarken, “Tabii buyur,” dedim. Önce söylemeye çekinse de ardından zor da olsa söyledi.

“Beş dakika eve uğrayabilir miyim? Küçük kız bugün beni arıyormuş. Akşam hastaydı biraz, aklım onda kaldı. Ev yakın.” Gülümseyip, “Olur tabii,” dedim. Gözleri parladı. “Teşekkür ederim,” diyerek arabayı dümdüz sürdü. İşimiz bittiği için eve erken gitmek istedik. Akşama kına vardı ve Ezgi’nin son dakika yaptığı oyun ile evde bizi kuaför bekliyordu. Şu anlık yanımda sadece Ezgi vardı, Büşra bizden önce ayrılmıştı. Sabah dışarıda kavatlı yapmış, ardından akşam için gerekli olanları almıştık.

Ara sıra telefona bakıp Yiğit’e attığım mesajın geri cevap bildirimini duymak istiyordum. Mesajlaşma konusunda hâlâ sıkıntılıydık. Yiğit, mesajlaşmayı hiç sevmezken bense arada ondan haber almak istiyordum. Çok geçmeden Beyza ablanın evinin önüne geldik.

O an kapıda duran iki çocuk gördüm. Beyza ablanın peşinden biz de indik. Çocukların yanında duran kadın Beyza ablaya bakıp, “Sizin geleceğinizi duyunca kapıya çıktılar, durduramadım,” dedi. Beyza abla, cevap vermeden çocuklarının önüne diz çöktü. Çocuklarının saçlarını okşayıp, “Ama böyle yaparsanız sizden ayrılamam ki,” dedi. Küçük olan kız dudaklarını büzüp, “Ayrılmayalım o zaman,” dedi. Ağlamaya başladığı an Beyza abla kızı kucağına alıp sıkı sıkı sarıldı. “Böyle yapma tatlım, üzülüyorum ama.” Kız hızla gözlerini silip, “Tamam tamam üzülme, bak ağlamıyorum,” diyerek şirin bir gülümseme yöneltti annesine. Sanki büyümüşte küçülmüştü. Annelerine düşkün oldukları her hâllerinden belliydi.

“Beyza abla,” dedim dikkati kendime yönelterek. “Akşam kızları da getirsene, değişiklik olur.” Beyza abla tereddüt ettiğinde bu sefer Ezgi ikna etme çabalarına girdi. Kabul etmişti. Kızların saçlarını okşayıp vedalaştıktan sonra eve geçtik. Birazdan kuaförde gelecekti ve ben şimdiden Ezgi’nin ikilemiyle kararsızdım. Aslında kapalı bir model seçmiştim ama Ezgi bunu kabul etmemiş, bu gece farklı bir karar vermemi sağlamıştı. Kadınlar arasında olacağı için oldukça sunduğu teklifi kabul etmek istedim. Etraf kapalı olacak, telefonlar içeriye sokulmayacaktı. Hatta makyaja bile hayır dememiştim. Hatta Yiğit bu geceye özel sadece kadın koruma ayarlamıştı. Etrafta onlar olacağı için rahattım. Bu gece kendime tolerans gösterecektim. Hatta Ezgi’nin bütün tekliflerini kabul etmek hoşuma gitmişti birazda.

“Ay çok güzel oldun ya.” Ezgi’nin de işi bitmişti. Aynada kendime baktım. Baştan aşağı başka bir ben olmuştum. Saçlarım bukleli, mavi gözlerim daha da belirgindi. Ezgi’nin ısrarları ile aldığım ince askılı uzun kırmızı elbise üzerime tam oturmuştu. Oysa benim aklımda normal bir bindallı giymek vardı. Ezgi benim aklımda büyük oynamış, bindallıyı absürt bulmuştu. Aynadaki bu ben değildim resmen. Bu başka bir Zeynep’ti. “Kendimi tanıyamıyorum resmen.”

“Güzeldin zaten, şaşırtmadı pek.” İç çektim. Şu hazırlık bile beni yormaya yetmişti. Annemin ısrarları ile biraz yemek yemiştik. Tekrar odaya geri geldim. Kınaya kadar biraz dinlenmek istemiştim ama Yiğit’in gelmesi işi değiştirmişti. Gelmesini beklemiyordum. Yiğit’in burada oluşu ve benim farklı bir görünüşe bürünmem heyecanlandırdı. Etrafa bakındım önce, sanki onunla ilk defa baş başa kalıyormuşum gibi heyecanlanmam saçmaydı. Dibimde durduğu an ona olan mesafem yok oldu. Beni baştan aşağı süzdüğünde gözlerinde gördüğüm o hayranlık uyandırıcı ifade sanırım ilk defa bana büyük bir heves bırakmıştı. İlk defa beğensin istedim, beğendi mi diye merak ettim. Allah’tan makyajım vardı da çok belli etmiyordum.

Tek bir papatya bıraktı avuçlarıma, o tek papatya gözüme o kadar güzel gözüktü ki, hiçbir surette yok saymıyordu. “Çok güzelsin mavi, çok fazla güzel...” Gülümsedim, sanki bu cümleler kulağımda ufak senfoni etkisi yaşatıyordu. Sesini, bakışlarını alıp sarmalamak istiyordum. “Sahi güzel olmuş muyum?” diye sordum. Bakışları aslında her şeyi anlatıyordu. Çenemden tutup kendine bakmamı istedi. Parmakları gözaltlarımda dolandı, ardından dudağımın kenarını sevdi. Başını iki yana salladığı an usulca fısıldadı. “Gerçekler iltifattan sayılmıyor.”

Beni aynadan tarafa çevirip, “Benim gözümden bakılacaksa lügatim yetersiz kalır ama gerçekler hiçbir zaman değişmez mavi,” deyip aynadan aksime baktı. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Eğilip çenesini omzuma yasladı. Normalde boy aramız fazlaydı lakin topuklulardan dolayı oldukça uzundum ve neredeyse yüzüne yakındım.

“Kokunu yok etmişsin, parfümü hiç sevmedim.” Bu hâline gülerken kendisi homurdanmakla meşguldü.

“Hadi git artık, birazdan kına başlayacak.” Pek memnun olmadı. Ben de memnun değildim ama gitmeliydi. Bu gece belki son ayrı kalışımız olacaktı. Şimdilik sabretmekten başka bir şey yapamazdık.

“Gitmesem, beklerim seni burada.”

“Yarın beraber olacağız işte. Şimdilik gitmen gerekiyor.” İstemeye istemeye gitti. O çıktı kızlar geldi. Oldukça kalabalıktı aşağısı. Şimdiden gerildim ve ilk defa bu kadar heyecan yaptım. Odadan çıktık ardından bahçeye ulaştık. Herkes buradaydı. Herkese selam verdim. Beyza abla ile çocuklarını görünce o tarafa ilerledim.

“Ne güzel gelin.” Beş yaşındaki kızı öyle tatlıydı ki alıp öpmemek için kendimi zor tuttum.

“Evet, sen de prenses olmalısın.” Dediklerim onu oldukça mutlu ederken, “Evet, annem beni prensesler gibi giydirdi,” deyip etrafında bir tur döndü. Etrafa bakındım. Dediği gibiydi, etrafta hep kadın koruma vardı. Muhtemelen erkek korumalar uzak mesafedeydi, Yiğit bu durumu riske atamazdı. Bu aslında beni mutlu etti. Bu gece tesettürlü olmayacağım için ve ortam müsait olmayacağı için bu ince düşünüşüne bir kez daha hayran kaldım. Zaten ne olur ne olmaz diye de yanıma bir başörtüsü ve ferace almıştım.

Aniden çalan müzik ve kızların beni çekiştirmesi şu an için kendimi sahne ortasında şaşkın bir görünüme bürüdü. Çok fazla oynayan olduğu için şu anlık kendimi kötü hissetmemiştim lakin oynama konusunda oldukça beceriksizdim. Kızlara eşlik etmem gerektiğini beni bırakmadıkları an görebiliyordum. Ezgi çıldırmış gibiydi, Büşra’nın da ondan yana eksik kalır yanı yoktu.

“Siz çok fenasınız.” Ezgi ellerimi tutup şu an beni kendine eşlik ettiriyordu. Bütün gece oynamaktan ayaklarım ağrımıştı Hayatımda ilk defa bu kadar oynadığımı biliyordum.

Biraz dinlenmek için köşede ayrılan masaya ilerledim. Kızlar artık söylenmem neticesinde beni özgür bırakmışlardı. Yanıma Aysun Hanım geldi. Onu görünce ayaklandım ama oturmam için eliyle işaret etti. İkimizde birbirimize gülümseyerek bakıyorduk. Onun gözlerinde o kadar güzel bir ifade vardı ki bu gecenin en mutlusu oydu.

Çantasından bir kutu çıkardı. Uzun ve ince kutudan çok güzel bir bileklik çıktı. O kadar güzeldi ki asla ama asla gidip de kuyumcudan öylesine alınmış bir bileklik değildi. İnce işlemeli, hakiki taşlarla bezenmiş bir tasarıma sahipti.

“Bu çok güzel...” Bilekliği bileğime taktı.

“Annemden Gizem’e kalmıştı ama ona nasip değilmiş. Sen, benim artık kızımsın, Gizem’de olsa sana verirdim.” Hüzünlendim. Değeri o kadar yüceydi ki, gözlerim doluverdi. “Güle güle kullan güzel kızım.” Birbirimize sarıldık, o ise bana sarılırken yüreğiyle, sevgisiyle sarılıyordu. “Çok teşekkür ederim Zeynep, her şey için teşekkür ederim.” Bir şey diyemedim. Kalbinin güzelliğini hep sevmiştim, şimdide bana yaklaşımı bir annenin büyük mutluluğuydu bu.

“Ne yaptım ki?” Şefkatle yüzümü okşadı. Gözleri öyle bir parlıyordu ki sadece evliliğimiz için değil beni gerçekten sevdiği içindi.

“Hayatımıza girdiğin için, benim kızım olduğun için.” Kucağımda duran elini avucuma aldım. Onu bir kayınvalide gibi değil bir anne gibi sevdim. “Ben sizin kızınızım, siz de benim annemsiniz. Bundan asla şüpheniz olmasın.” Kolumu okşayıp kalktı.

Sıra ağlatmaya gelmişti. Sandalyeye oturtulmam ile etrafımda dönülmesi bir oldu. O kadar duygusal müzik söylemelerine rağmen hiç ağlayamamıştım. Ezgi hızla duvağıma girip, “Ağlasana ya, dönmekten bir hâl olduk,” demesiyle omuz silktim. Ağlayamıyordum, ne yapabilirdim? O an Büşra su uzatınca gülmemek için kendimi zor tuttum. Avucuma hafiften su alıp yanaklarımı ıslattım. Duvağım açıldı, o an Ezgi bağırdı. “Gelin avucunu açmıyor,” demesiyle bu gecenin diğer âdeti meydana çıktı. Aysun Hanım, gelerek avucuma çeyrek bıraktı. “Ay görümcede avucunu açmıyor desek ne olur acaba,” demesiyle kıkırdadım. “Canı dayak istiyor denir,” dememle aynı şekilde güldü. Kınam yakılmış, gecenin büyük bölümü bitmişti. Herkesle bir bir tebrikleştik. Komşuların neredeyse çoğu gitmişti. Kızlar hâlâ eğlenmeye devam ediyordu, bense yorgunlukla sandalyeye oturmuştum. O an Beyza ablayı gördüm. Endişeliydi. Yanıma gelerek, “İçeriye geçmelisin Zeynep,” dedi. Anlamsızca yüzüne baktım. Ne olduğunu anlayamadan önce, “Ne oldu?” dedim panikle. “Yok bir şey, sen geç. Anlatırım sonra.” Oturduğum yerden kalktım ama bakışlarını etrafta gezdirdi. Bu durumdan rahatsız olarak ben de etrafta gezdirdim bakışlarımı. Duvağımı çıkarıp Büşra’da olan başörtümü başıma geçirdim. Korumalar oldukça panik gözüküyordu ve benim korkularıma bir yenisi ekleniyordu. Betül arkamda beni korumaya çalışıyor, bir yandan etrafı gözetliyordu. Erkek korumalar bu tarafa geldi. Merdivenlerden çıkacakken, “Zeynep dikkat et,” demesiyle patlama sesi kulaklarıma ilişti. Bahçede büyük bir çığlık sesi ve insanların oradan oraya kaçışmasıyla yere düşen bedenim keskin bir acıyı yanı başında getirdi. Titreyen bedenim ve acıyan uzvumla nefesimin kesilmesine şahit oldum. Elime bir sıvı değdi, ardından gözlerim kapandı. Sesler, görüntüler bir bir silikleşirken irademe engel olamıyordum.

Loading...
0%