@rumeysadoganm
|
Gözlerime değen gözler, yakıcı bir etki yaşatır gibi hiç çekilmedi gözlerimden. Ona bakmasam da bakışlarını üzerimde hissetmem zor değildi. "İyi misin?" Sıkkın bir bakışla Büşra'ya bakıp, "İyiyim," diyebildim. Başkası çıkmıyordu dilimden. İyi değildim oysaki. İyi olmaya çalıştıkça dibe battığımı gösteremeyecek kadar dipteydim. Ben sadece kaçmak istiyordum, bu durumdan bu yaşadıklarımdan mütemadiyen uzaklaşmak istiyordum, yapamıyordum. Elim kolum bağlanmış gibiydi. "Gidelim mi?" Ayağa kalkmamla o da ayaklandı. Kenardan çantamı alıp adım attığımda bana bakan bakışlara kaydı gözlerim. Kaşlarım çatıldı, illet gibi yapışan gözbebeklerine set çekerek hızla kafeden çıktım. Adımlarım seriydi, Büşra'nın seslenmesi üzere durdum. Büşra gerideki adama bakıp, "Bilerek yaptığını biliyoruz, bu yüzden polise söylemeliyiz," deyince usulca başımı salladım. Başka çare bulamıyordum fakat o adamın yapabilecekleri bunda bile kendimi yetersiz hissettiriyordu. O büyük tehlikeydi. Her yere sıçrayan gazabında ben bile yanacakken sadece tek çareye sığınabiliyordum. Aklıma emniyette yaşadıklarım gelince, katilliğine sığınan güçlü bir yanı olduğunu gösteriyordu. Belki bu sefer olmamıştı ama olacaktı. Onun katil kokan gözlerinde kendimi intihara sürüklemeyecektim. Sınıfa geçtiğimizde uğultular başımı daha fazla ağrıttı. Yanımıza gelen Hatice önümüzdeki masaya oturup bize döndü. Hatice ile kursta tanışmıştım. Yazları Kur'an dersi alırdı ve o günden sonra sık sık görüşürdük. Büşra ile de üniversite başında tanışmışlardı. "Okulun içinde dolaşan haberleri duydunuz mu?" Hatice'nin anlamsızca ortaya atılması ile ikimizde ona baktık. "Ne olmuş?" dedi Büşra benden önce. "Sabah bir genç okula gelmiş, okuldaki bir hoca ile tartışmış. Mesele ne bilmiyorum ama iş çok ciddiymiş." "Kimmiş o genç?" Sorum ile Hatice, "Yiğit diye biriymiş," deyince tükürüğüm boğazıma kaçtı. Öksürüğüm Büşra'nın su uzatışı ile son buldu. "Ne olmuş ki aralarında?" Hatice omuz silkip, "Sanırım aralarında bir mesele varmış," deyip geri yaslandı. Hatice'nin bu kadar bilgiye sahip olması beni az da olsa şaşırttı. Hatice'nin sözünü kesip, "Ajanlık falan, FBI mısın kızım sen?" diyerek ağzını araladım. Hatice gülerek, "Aslında güzel fikir," dediğinde güldük. Hatice'de o potansiyeli görebiliyordum. "Sen bu kadar meraklı değildin." Büşra'nın ani tepkisi ile Hatice dudaklarını hafiften kıvırıp, "Okul çalkalanıyor, her şeyi ister istemez duyuyorsun." Aslında şaşırmamam gerekiyor. Belki de o adamı da öldürecekti. Zalimliğini görünce her şeyi bekler olmuştum. İç çekip, "Abi adam nasıl karizma ama, şimdi okulun normalin çalkalanması çok normal," dediği an eline vurup, "Ne zamandır zinaya bakar oldun Hatice?" dedim. Hatice umursamazca ayağa kalktı. "Şakasına takılıyoruz işte." Saçlarını savura savura yürüdü. Öfke bütün uzvumu ele geçirdi. Bu adamın ne derdi vardı böyle? Hangi cesaretle insanlara bunu yapabilirdi. Hocayı tanımıyordum ama sebep her ne ise bu adamın hiçte normal biri olmadığını artık anlayabiliyordum. Merakla yanımızdan ayrılırken Büşra arkasından uzun uzadıya bakıp bana dönerek, "Kız bildiğin mahalle teyzeleri," deyince Hatice kafasını kapıdan uzatıp, "Uzaklaşmamı bekleseydin bari," deyip elindeki kalemi Büşra'ya fırlattı. Hatice tekrardan uzaklaşınca Büşra bana dönüp, "Bu adamın derdi sensin," deyip benim derdime dertlendi. "O gün takip ediliyorum demiştin, acaba bu adam seni bütün gün takip etmiş olmasın." Olabilir miydi? Ama beni niye takip etsindi ki? "Çok uzun sürmeyecek." Konuyu uzatmak istemedim, bu yüzden çok fazla derin düşünmeyi bıraktım. Büşra bu kararlı tavrıma karşın kaşlarını havaya kaldırdı. Benim cesaretim onun beklemediği bir olaydı. "Tehlikeye giriyorsun Zeynep." "Her türlü tehlikedeyim Büşra. Adam gölgem gibi peşimden ayrılmıyor." Sessiz kalan yanı ne diyeceğini bilmez gibiydi, haklıydı da. Ben bile bilmezken Büşra'dan çözüm bekleyemezdim. Çözüm bulmak imkânsızdı zaten. Adamlar mafyaydı, kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu. Derse giremeyeceğimi anlayınca çantamı toparlamaya başladım. O buradayken kafam rahat etmeyecekti. Eve gitmek onu görmemek istiyordum. Büşra kendisinin de geleceğini söyleyince ona tek bir şey demedim. Şu an onu bile ikna edecek gücüm yoktu. Birkaç işi olduğunu söyleyince bahçeye kadar indim. Nefes alamıyordum, hatta sınıfın o bunaltıcı havasından kurtulmak istiyordum. Hâlâ kafedeydi, sın bıraktığım yerde... Onu görmezden gelip hızla uzaklaştım. Büşra gelene kadar köşede bekledim. Zihnime üşüşen birçok düşünceyle nefesimi soludum. Dalgın oluşum bu rehavetin içinde ayrı bir zahmetti. Sağa sola adımlıyordım. Adımlarım yavaş, zemin bu yavaşlıkta ezilir gibiydi. Birkaç adım attığımda bakışlarıma inen ayakkabılar ile durmak zorunda kaldım. Bir süre yere baktım akabinde başımı kaldırdım. Ölüm kokan lacivertler üzerimdeydi. Bana bakan gözleri beni idama götürür gibiydi. Geriye adım atarak konuşmasını bekledim. Ondan kaçamayacağımı biliyordum. Yanından geçecekken kolumu tutması ile irkilip hızla geriye adım atarak kolumu elinden kurtardım. Öfkemin en gazabına tanık olurken, "Sakın bana dokunma bir daha!" diyerek sesimdeki gür ton gazabıma katık olmuştu. Yüzünde hiçbir bozulma olmadan bana bakmayı sürdürdü. Bu tutumu onu birkez daha alçalttı. "Neden?" Buz kütlesi gibiydi bana bakışları. Yüzündeki emareden kurtulmak ister gibiydi ama o emare onun suretine nakşedilmişti. İstese de kurtulamazdı. Susmadan, gerçekleri konuştum "Çünkü senin dokunuşun beni yakar." Onunla burada daha fazla durmam bile yanlıştı. O yüzden bir an önce buradan gitmek istiyordum. Başını iki yana sallayıp, "Ucun bucağında o uzaklıktan nasibini alamıyor," deyip bana bir adım attı. Geri adım atarak, "Derdin ne?" diye sordum. "Neden benden uzak durmuyorsun?" "Sen." Tek bir kelime çıktı dudaklarının arasından. Bana benimle gelmesi, beni ondan koşar adım uzaklaştırma gereksinimi duyduruyordu. Ben ona uzak o bana gölgeydi hep... "Benden ne istediğini söyle o zaman," diyerek bağırdım. Tekrar bana doğru bir adım attı. "Zamana söyleyecek çok sözün olacak mavi. Geçmişimiz söyleyecek. O zamana kadar mavileri tutsak edeceğim. Tıpkı geçmişin ettiği tutsaklık gibi." Ne demekti bu? Geçmişten kastı neydi? Yanımdan geçerken tekrar bana baktı. Yan yanaydık, bakışları omuz hizasındaydı. Sessiz kaldı ardından hızla yanımdan uzaklaştı. Sertçe yutkundum. Arkama dönüp bakamadım bile. Bedenime giren titreme bütün uzvumu ele geçirdi. Ona karşı direnmem şimdi bütün hissizliği üzerime yüklemişti. Son söylediği sözler ise aklımı kurcaladı. Kaçmak, saklanmak istiyordum. Titriyordum; neyin titremesini yaşıyordum onu da bilmiyordum ya... Benim bilmediğim bir gerçek vardı, o da onun dünyasında saklıydı. Kendime gelerek adımlarımı hızlandırdım. Büşra koşarak peşim sıra geldi. Yusuf'a sınıfta haber verdiğimiz için bekletmeden gelebilmişti. Babam o kadar çok tembihlemişti ki beni okuldan alışı onu iyice işkillendirmişti. Selam verip önüme döndüm. Yusuf'un sorduklarına kısa cevaplar vermekle yetiniyordum. Dolmuşa bindik. Sessizce pencereden dışarıyı izlerken elimdeki ağırlık ile Yusuf'a baktım. "Neyin var?" Sorduğu soruda bilinmezlik vardı. Ona hiçbir şey anlatmamıştık. Gülümsemeye çalıştım. Dudaklarım kıvrılırken bile büyük bir yalana ortak oluyordu. Elimden başka bir şey gelmiyordu. Yusuf'u kandıramazdım. Kendimi toparladım. "Yorgunum sanırım." Buna ben bile inanmazken Yusuf'un inanacağını mı sanıyordum? Elimdeki elini çekip burnuma hafiften vurup, "Yalancı," dedi. "Gerçekten ya, bir şeyim yok." "Abla, seni iyi tanıyorum. Bir sıkıntın var işte. Evdekilerde öyle ama kimse bir şey demiyor. Neyle uğraşıyorsunuz bilmiyorum öğrenirsem kötü olur biliyorsunuz." Yusuf'a doğru eğilip, "Önemli olsa zaten derdik," deyip geri çekildim. Bu tavrım olumsuz bir tepki oluşturuyordu. Samimiyetsizdi... Yusuf'ta zaten inanmamıştı. Bundan başka bir şey sormadı. Sorduğu her soru işimi zorlaştırdığı için cevap veremedikçe kendimi suçlu hissediyordum. Mahallenin girişine geldiğimizde dolmuştan indik. Yusuf'la sessizce yolu tamamlarken Yusuf'un ara sıra bakışları üzerimde dolaşıyordu. Büşra'da yanımızdan ayrıldı. Her ne kadar Büşra'nın yanında beni sıkıştırmasa da bu kadar sakin kalacağını düşünmüyordum. Ona karşı daha fazla yalancı yerine düşmemek için kendimi toparlayıp lafı değiştirdim. Arsızca gülümseyip, "Büşra'ya ne zaman tam olarak bahsedeceksin?" diye sordum. Sorum, Yusuf'taki sakinliği değiştirdi. "Neyi bahsedeceğim abla?" Heyecandan sesi titredi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Koluna vurup, "Sence!" dediğimde bakışlarını benden kaçırdı. Önden yürüyüp evin kapısını açtı. Benden kaçarken arkadan seslendim. "Mızıkçılık yapıyorsun." Beni dinlemeyip odasına girdi. Gülerek kendi odama geçtim. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım bir müddet. Yorulmuştum, sırtımı yatak başlığına dayayıp komodinden telefonu alarak gezindim. Gözlerim yorgunluğun ağırlığı ile kapanırken telefonu tekrar köşeye koyup başımı yastığa gömdüm. ... Sabah namazını kıldıktan sonra mutfağa geçtim. Kimse uyanmamıştı. Hızla çay suyunu koyup kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Elimdeki bıçak öfkemden nasibini alır gibi neredeyse sesi mutfağı inletiyordu. Kendi kendime mırıldanıyor bir yandan Yiğit'e saydırıyordum. Dünden sonra bir de sabah sabah mesaj atmasına katlanamıyordum. "Kızım." İrkildim. Arkamı dönmemle annemin endişeli yüzüne denk geldim. Elimdeki bıçağı alıp, "Dakikalardır sana çağırıyorum," deyince annemin inşallah duymamıştır dediğim sözler bir bir ağzıma tıkıldı. "Duymamışım anne." Annem kaşlarını havalandırıp, "Kulağının dibindeki sesi mi duymadın?" deyip benden laf alma çabalarına girdi. Önüme dönüp patatesleri tabaklara yerleştirdim. Tezgâhın üzeri ilk defa bu kadar dağılmışken ne zaman yaptığımı anlamadığım hamur işleri gözüme ilişti. Annem de benim gibi yaptıklarıma baktı. Ondan kaçırdım bakışlarımı. Soru sormasına fırsat vermeden gerekli eşyaları masaya taşıdım. Masa oldukça bereketli gözüküyordu. Annem ara sıra bana bakıyor soru sormak yerine benim bir şey dememi bekliyordu. Hep beraber masaya geçtik. Sessizliği bozan çatal sesleri hariç kimse konuşmuyordu. Uykusuzluğum başımı ağrıtırken masadaki bakışlar ağrıyan başımı daha çok ağrıtıyordu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra odaya geçip hazırlandım. Bugün Aişe hoca ile görüşecektim. Onunla bugün kütüphanede buluşacaktık. Öğrencilik zamanımda beraber gittiğimiz bir kütüphane vardı. Mezun olduktan sonra bir kere orada buluşmuştuk, şimdide o açığı kapatmak istiyorduk. Babam arabayı köşeye park edince hızlıca indim. Başını bana doğru uzatıp, "Benim hatmim biterse seni almaya gelirim, gelemezsem hemen şuradaki dolmuşa bin tamam mı kızım," dedi. Bir aydır beni diplerinden ayırmıyorlardı. "Baba, tamam. Merak etme, güvenli bir şekilde eve dönerim." Sıkıntılı bir şekilde başını salladı. Kütüphaneye girdiğimi görünce hızla uzaklaştı. Gülümsedim ama bir yandan gözlerim doldu. Bir aydır bütün düzenimiz bozulmuştu. Üst kata çıktım. Aişe hoca benden önce gelmişti. Köşeye oturmuş elindeki kitapla ilgileniyordu. Gülümseyerek izledim. Beni uzun süre fark etmeyişi ile korkutmak istemeyip seslenmeden önce ufak bir öksürük çıkardım. Başını kaldırdığı an beni gördü. "Selamun aleyküm hocam." Elindeki kitabı masanın üzerine koyup, "Aleykümselam canım, hoş geldin," dedi. Çaprazındaki sandalyeye oturdum. Masanın üzerinde birçok kitap vardı. "Hocam yine maşallahınız var." Munis bir ifade belirdi yüzünde. "Dünya telaşası işte, hem sen bana demez miydin çok yolumuz var diye. Bak oradayız işte." Usulca salladım başımı. Hafızlığın ortalarına gelince bu söz dilimden hiç düşmezdi. Bana hatırlatması bile tatlı anıları önümüze serdi. "Yol bitmiyor ki hocam. Bakın hafızlık bitti ama yine de gidecek daha çok yolumuz var." Onayladı sözlerimi. Kitabı açıp önüme uzattı. "Hadi bakalım, oku ayeti de tefsirini yapalım." "Sonra ona emeğinin karşılığı tastamam ödenecektir! (Necm – 41)" ... Aişe hoca ile ayetin tefsirini yaptık. Uzun süren bir çalışma olmuştu bizim için ve bir ayetin ne kadar derin ama okuyunca ne kadar açık olduğunu anladım. İslam hiçbir şeyi zorlaştırmıyordu. İnsan öğrendikçe de her şeyi daha iyi kavrıyordu. "Hocam, size bir şey danışmak istiyorum." Merakla bekledi ne diyeceğimi. "Bu zamana kadar hafızlığı bitirdik evet ama şimdi kendimi muhafaza edememekten korkuyorum. Dünya o kadar kendine çekmeye meyilli ki, bir akıl verseniz." Aklımı günlerce bu kurcalıyordu. Aslında kastettiğim farklıydı ama anlasın istemiyordum. Bana teması beni içine hapsedecek gibi gelirken bundan nasıl korunacaktım bilmiyordum. "Kendini muhafaza etmen için ilimle meşgul ol Zeynep. İlimden, ilim veren topluluktan uzak kalma. Kendini ilme adarsan Allah sana bir değil binbir yol açar. Mümkün mertebede helal daire içerisinde kal. Topluma çok karışma, sen yolunu çizdiğinde o yol kolaylaşır." "Peki o yol ben istemesem de kendine çekerse." Aişe hoca ne demek istediğimi anlamıştı ama asla tek bir soru çıkmadı dilinden. Anlatmam için önceliği bana veriyordu. "O yol imtihansa çeker ama o yol iradeni okşuyorsa o zaman muhafaza etmen gereken hem ilminin hem iffetinin olduğunu unutma." Dudaklarım belli belirsiz kıvrıldı. İmtihan... Ya benim ki neydi..? ... Okulun bahçesinde, banklardan birinde oturuyordum. Büşra bugün gelmemişti, daha doğrusu bir arkadaşının nişanı vardı. Hatice'de biraz önce yanımdan ayrılmış, beni yalnız bırakmıştı. Okul bahçesi kalabalıktı ama sanki hiç kimse yokmuş gibi düşüncelerimin arasında kaybolup gitmiştim. Yakınımda bir hareketlenme oldu. Başımı kaldırdığım an onu gördüm. Ona laf anlatmaktan o kadar yorulmuştum ki tepkisiz kaldım. Sessizce geçip gitmekti yanından. Ayağa kalktım ve birkaç adım attığım an, "Evlenmemiz gerekiyor," dedi. Mıh gibi yapıştı zemine ayaklarım. İki kelimeyi idrak etmeye çalıştım. Şu an düşebilirdim. Bacaklarım titriyordu, hayır bütün uzvum titriyordu. Zorda olsa arkamı döndüm. Soğuk bakışları altında ciddi oluşuna takıldım. Bu soğukluk bütün uzvumu yakıyordu. Tırnaklarım avucuma battığı için hafiften kanamıştı. Etrafta gezindi bakışları daha sonra ve tekrar bana baktı. Gazap kokan bakışları yumuşadı ve bana doğru biraz daha yaklaşıp, "Benimle evleneceksin," dedi. Duyduklarımın idraksizliği kararan gözlerimle bütünleşti. Duyduklarım, gazabında beni yok olmaya itekleyebilirdi. Bende bu yok olmayı istersem tahmin edemeyeceğim kadar etrafımdakileri de yok edebilirdim. |
0% |