@rumeysadoganm
|
Geçmişten gelen bazı anı defterleri olurdu ve o anılar bir gün arkada kalanlara büyük bir miras kalabilirdi. Yiğit’in anlattıkları hâlâ zihnimin köşesinde saklıydı. Şu an bunu hatırlıyor oluşumun bir başka günüydü. O gün Yiğit’i anladığımın bir başka günüydü de. Tek çabam hissettiklerimin arkasında durmamdı. Yiğit’i suçsuz yere şikâyet edişimin nedenine karşı tarafı sığdırmamdı. Planlarına el sürüp yaptıklarının geçmişini tamir etmemdi. Kızgındı bana Yiğit, bunu biliyordum. Bu sırrım sadece belirli kişiler tarafından biliniyordu. Aysun Hanım çok kez konuşmak istemişti benimle ama ben onunla bir kere bile görüşmemiştim. Bana güvendiğini söylese de ben kendimle hesaplaşmaktan çekiniyordum. Bahçede saatlerce oturuyordum. Ara sıra gelen maillere bakıyor daha sonra düşüncelerimin arasında sıkışıp kalıyordum. Muaz Bey’in arada yaptırdıklarına bir yenisini eklemesi bazı konularda beni derinde bırakıyordu. Yanıma çekilen sandalye ile annemin geldiğini anladım. Avucumun içindeki bardakla oynamaya devam ederken annemin varlığı bakışlarının bana değmesindeki en büyük roldü. Sırtımı sıvazlayarak sessizliğime ortak oldu. Günlerce böyleydik, beni anlıyor olmaları kendimi onlara karşı mesafede hissettirmiyordu. “Dün şirketteymişsin.” Başımı hafiften sallayıp, “Evet, işlerim vardı,” dedim. Annem merakla yüzüme bakınca ona, “Sadece bazı evrak işleri anne,” diyerek içini rahatlatmak istedim ama annem çok da düşündüğüm gibi rahatlamamıştı. “Kızım, gün geçtikçe kötü oluyorsun. Şayet böyle devam ederse gidip ben konuşacağım.” Annemin sessizliğini bozması büyük olay çıkarabilirdi. Bu yüzden konuşmak istedim. “Muaz Bey istedi,” dedim çoktandır içimde biriken sıkıntıyı. Şaşkınlıkla kaşlarını araladı. “O gün bunu yapmasaydım birçok kişi ölecekti anne. Siz de…” Kaskatı kesildi. “O kadar derin bir mevzu ki anlatmam çok uzun sürer.” Başını usulca salladı. Annem beni dinlemeye devam etti. Ona dönüp, “Yiğit’in içeriye girmesi de planın bir parçası,” deyince anladığını belirtircesine bakışlarını değiştirdi. Soru sormak yerine ayağa kalkıp, “Hadi yemeğe gel. İçeride konuşuruz ne olup ne bittiğini. Hepimiz merak içindeyiz,” deyip içeriye girdi. Anlaşılmış olmamın rahatlığı ile oturduğum yerden kalktım. İçeriye girince kapının zili çaldı. Kapıya yönelerek ikinci kez çalan zille kapıyı açtım. Yusuf’la Büşra’nın gelmesi ile kenara çekilip içeriye girmelerini sağladım. Dünde gelmişlerdi ama görüşememiştik. “Hoş geldiniz?” Önce Yusuf sonra Büşra sarıldı. “Hoş bulduk,” diyen Yusuf’la içeriye geçtik. Ardından babam geldi. Kurulan masaya oturduk, Büşra’nın bakışları benim üzerimde gel git yapıyordu. Onunla o günden sonra birkaç kez görüşmüştük, lakin hiçbir cevap alamaması yine meraklı bakışlarını eksik etmiyordu. “Bu sabah Ezgi’yle konuştum.” Büşra, bana yaklaşıp fısıltılı şekilde konuşunca dalgın ifadem bir anda dağıldı. Ezgi’yle konuşmayı denememiştim hiç, o da beni hiç arayıp sormamıştı Bu tutumunu görünce bana kızgın olduğunu düşünüyordum. “Ne dedi?” Sorum üzere, “Kızgın ama sebeplerin olduğunu düşünüyor,” deyince hak verircesine başımı salladım. Kimse ne yaşadığımı bilmiyordu ya da bu olaydaki tek sebebi... Muaz Bey her ne kadar Yiğit’in iyiliğini düşünse de ona kızgındım. Bir başka çare bulabilirdik. “Bana anlatamaz mısın Zeynep?” O an babamın öksürük sesiyle cevap veremedim. Babam bana bakıp, “Şu an seni dinlemek için buradayız Zeynep.” dedi. Kaç gündür bu cevabı bekliyorlardı. Susmuştum lakin bu susuşumun bir yere kadar gideceğini biliyordum. Babamın sorusuna cevap vermek şu anlık çok zordu. Daha hiçbir şeyi tamamlayamamışken anneme anlatmamla yetinmem gerekiyordu. Fakat babama başka cevap vermek hiç de inandırıcı olmazdı. Elimdeki çatalla oynamaya devam edip babama bakmamakta ısrarcıydım. Anneme anlattıklarımı kısaca anlattım. Daha sonra biraz derine inip konuşmaya devam ettim. “Sinan Bey’in yarım bıraktığı mevzuuydu kısacası.” Kısaca bahsetmem ile bütün ilgi üzerime çekildi. “Sadece Yiğit benden uzak tutuyormuş olanları, biraz da bu sebep oldu.” Ağlamamak için direndim. Babam bana bakmayı sürdürdü, bense babamın gözlerinde yoğunlaşmış sorgulayıcı ifadenin peşindeydim. “Peki, Yiğit çıkınca ne olacak? Daha doğrusu bu yaptıklarınız onu kaç yıl orada tutacak Zeynep? Bu çok mantıksızca.” “Muaz Bey onu da planladı.” Babamın çok da tatmin olduğu söylenemezdi lakin soru sormayı bırakıp masadan kalktı. Aslında ben de çok detaylı bir şekilde anlatmamıştım. Bu durum omuzlarımdaki yükü arttırdı. Yiğit çıkarsa demişti; Yiğit çıkarsa kendimi ona nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum. Masayı toparlarken mutfağı temizlerken hep bir dalgınlığın içindeydim. Birinin beni anlayıp susması değil, beni sarsıp kendime getirmesi şarttı. Bu yükle yaşayamıyordum, geçmişte boynuma takılan kilidi kırıp hür olmak istiyordum. Sinan Bey’in yarım bıraktıklarını benim tamamlamam çok fazla yorucuydu. Büşra’yla odaya geçtiğimizde yatağa oturup bağdaş kurduk. Büşra, bana öylece bakıyordu. Masada anlattıklarımdan ötürü o konuya girmemişti. Daha yeni evliliğinin heyecanını bile yaşayamıyordu şu an. Buruk bir gülüşle kendimi alaşağı ettim. Sanki ben farklıydım, daha birkaç gün önce evlenen ben, düğün günü sevdiğim adamı ihbar etmemin hüznüydü bu gülüşüm. Sınandığımız şu hayatta arkamı dönüp bakamayacağım birçok geçmişimi silmekti amacım. Yeni bir hayatı Yiğit’le aralamışken eski hırsın kurbanı olmamaktı amacım. Kalbim sızladı, sanki Yiğit’e ihanet etmiş gibi hissetmem normal miydi? Ona göre belki de kendinden nefret ettiğimi düşünmesiydi... Lakin ona olan sevgimin arkasına sığdırmıştım tüm bu olanları. Hiçbir acımı yaşayamadan onu düşünmem kendime bencillikti belki de. Sevdamın adına yazdığım tek bir isimdi Yiğit. Nefretin olduğu tohum büyüdükçe çiçek açmış ve o nefret bir papatya gibi saflığa bırakmıştı kendini. Tıpkı onun her gün getirdiği papatya gibi... Şu birkaç gündür alamadığım papatya gibi... “Daha ne kadar sürecekmiş bu olay?” Sessizliğime dayanamayan Büşra, en sonunda sorusunu sorunca kabuğumu kırıp, “Birkaç gün,” dedim. “Yiğit haftaya çıkmış olur.” “Artık birilerinin yükünü taşımaktan vazgeç. Kendini suçlamayı da bırak. Sen suçlu değilsin! Baksana birileri emrediyor sen yapıyorsun. Zorunda değilsin!” “Ben yapmazsam birçok can tehlikeye girecek Büşra.” Aslında kimseye kendimi ifade etmek istemiyordum, zamanı geldiğinde herkes anlayacaktı zaten. Şu an tek isteğim girdiğimiz şu hengameden kurtulmaktı. Ellerimi birbiriyle birleştirip sıktım. “O zaman git Yiğit’e anlat. Çıktığında seni üzecek sözler söylemesini istemiyorum.” Tebessüm ettim. Her şartta beni düşünüyordu. “Merak etme, hepsini halledeceğim.” “Ama anlatacak gibide durmuyorsun. Seni az buçuk tanıyorsam yaşadıklarını yine içine atacaksın.” Omuz silkerek, “Aslında öyle değil, sadece Muaz Bey’in dedikleriyle hareket ediyorum. Onlara şu an bunu anlatmam doğru olmaz,” deyip bir yandan gelen mesajlara baktım. Muaz Bey’den gelen mesajlara kısa kısa cevap verip diğerlerini es geçtim. ... Tuttuğum nefesimi sertçe bırakıp sıkıca yumduğum gözlerimi açtım. Efsun’un birçok sözlerine maruz kaldığım odadan çıktım. Sakinleşmeliydim, sakinleşmezsem bu kadar rahat davranamazdım. Bu sefer diğer odanın kapısından içeriye girdiğimde Kenan Bey’in bakışları bana kaydı, ağır adımlarla yanına ulaşarak karşısında durdum. Daha sonra Muaz Bey, Efe ve Serkan’da içeriye girdi. “Beni Ünal Kızılbaş’la görüştürür müsünüz?” Birden konuştum. Muaz Bey, anlamsızca yüzüme baktı. Onun dedikleri dışındaki bu fikrim onlara pek cazip gelmemişti lakin dünden beri düşündüklerimle tarttıklarım beni bu fikre yöneltti. “Benim de kendimce bir fikrim var Muaz Bey, siz sadece beni Ünal Bey’le görüştüreceksiniz.” “Böyle bir şey yapamam Zeynep, Ünal sandığın kadar hafife alınacak biri değil.” Onu anlatmasını istemiyordum, zaten tehlikeli biri olduğunu biliyordum. “Neden böyle bir şey yapma gereği duydun ki?” Sorduğu sorunun cevabına o gün bana sunduğu teklifi sığdırdım. “Ufak bir ithalat meselesi varmış.” Kaşlarını ona yönelttiğim cevapla çattı. “İthalatın devreye sokulma zamanı Muaz Bey.” “Aklındakiler ne?” “O gün gelince öğreneceksiniz?” “Yenge, Ünal’la seni görüştürdüğümüzü Yiğit duyarsa bizi çiğ çiğ yer.” Efe haklıydı ama şu an bunu düşünecek değildim. O günkü teklifini lehimize çekmemiz lazımdı. Şu an istekli gözlerle Muaz Bey’e baktım. Muaz Bey başını sallayıp güvenini belirtircesine geri yaslandı. Ellerimi oturduğum masanın üzerine koyup tırnaklarımla masada ritim tuttum. Bir süre duvarla bakıştım. Aslına bakılırsa kendi planımda olacaklardan korkuyordum. Onları adalete ben teslim edemezdim ama bütün planlarını bozabilirdim. Yapabileceklerim bundan ibaretken yapamadıklarımın hesabına korkumu sığdırıyordum. Madem Yiğit içerideydi, onun yerine ben intikam alabilirdim. İntikam benlik bir durum değildi ama karşı tarafın dünyası beni buna itiyordu. “Ne zaman için istiyorsun görüşmeyi?” “Hemen bugün.” Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırıp Serkan’a döndü. “Gerisi sen de Serkan.” Serkan hiçbir tepki vermeden bana baktı, yanıma yaklaşıp, “Planını yaparken ne düşündün Zeynep?” diye sordu. Bakışlarımı ondan çekip, “Bunu sen de biliyorsun,” dedim. Ona açıklama yaparken aslında onun düşündüğünün Yiğit olduğunun farkındaydım. Başını salladı. Çok şey soracaktı ama vazgeçti. Herkes kendi içinde birçok kıvranışlara maruz kalıyordu, tıpkı karşımda sessizleşen Serkan gibi, başını yerden kaldırmayan Efe gibi... Oysa her şeyin bir bahanesini sığdırıyorduk düşüncelerimize, müsebbibi olduğumuz durumu göz ardı ediyorduk. Suskunluğumdaki canhıraşlar yüreğimi yakıyordu oysa. Ve ben yine de kendimde yaşamayı, içimde biriktirmeye çalışıyordum hep. Canım çok yanıyordu, içine girdiğim savaşın en büyüğü sevdamdı. Özlem öyle bir hâle bürüyordu ki beni, ben bu özleme bir ad koyamıyordum. “Serkan.” Son anda seslenmem ile kapıdan çıkmadan evvel bana döndü. Yüzündeki belirsiz ifadeyi anlamam güçtü lakin üzüntüsünü gözlerinden görebiliyordum. Efe, Yiğit ve kendisi o kadar iyi arkadaştılar ki üzülmelerindeki o hissi fark edebiliyordum. “Yiğit’i görmeye gittin, bana hiçbir şey söylemiyorsun. Anlıyorum seni fakat bu durumu görerek beni yargılamayın.” Bu sefer bakışları babasına kaydı. Hafiften güldü lakin bu gülüşte babasına karşı yaklaşımı vardı. Bana birkaç saniyeliğine baktığında birkaç kelam eder diye düşündüm ama o, düşüncemi alaşağı ederek kapıdan rüzgâr gibi çıktı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yakan nemi, parmaklarımla baskı uygulayarak yok ettim. Bunu son zamanlarda ne çok yapar oldum, ağlamak bile acı veriyordu. ... Kızılbaş onunla görüşme teklifimi önce kabul etmemişti ama ona o günkü teklif meselesini açınca kabul etti. Yanımda Serkan ve Efe vardı. Görüşmeyi onların şirketinde sağlayacaktık. Betül’le beraber Efe ve Serkan’ın arkasından ilerledik. Şu anlık ortalık sakin dursa da bu sakinlik beni hiç memnun etmedi. Betül’e dönüp, “İçeride bilindiklerin dışında Mahir Bey’de olacak,” deyince Betül dediğimi anlamak istercesine bana baktı. “Planlarından haberim var, arabadayken Kemal Bey’i aradım.” Bir ara gizlice Efsun’u telefonda görüşürken dinlemiştim. Hatta bununla da kalmayıp Bahadır’la plan yapmıştık. Bahadır bana söz vermişti, kimseye bildiğini anlatmayacak ve yanımda olacaktı. Efsun’un telefonuna dinleme cihazı koymuştuk. Sadece telefonla konuşurken değil evdeyken de dinleyebilme şansımız oluyordu. Mahir Bey’in de araya girdiği işleri bu nedenle kolayca öğrenmiştik. “İki kardeş birbirine düşecek.” Başımı olumlu şekilde sallayıp, “Nedim Bey’i ele verecekler,” dedim. “Yıllarca kayıp ama.” “Bize ve polislere göre. Bu yüzden Nedim Bey’den gelecek olan bilgiler direkt bize taşınacak. Muaz Bey tetikte.” “Zeynep, sen ciddisin.” Gülerek başımı salladım. “Peki nasıl haberin oldu?” “Efsun’la konuşurken duydum. O yüzden görüşmeyi bugüne istedim.” Bir şey diyemedi lakin bu duruma sevinir gibi gözleri parladı. “Kemal Bey’den haberleri de yok o zaman.” Başımı sallayıp, “Serkan sağ olsun,” dedim. Çok geçmeden büyük toplantı salonuna geçtik. Stresle bekleyişim odaya giren Ünal Kızılbaş’la biraz daha arttı. Betül bana yaklaşıp, “Mahir Bey gelmemiş anlaşılan,” dedi. “Bekle biraz.” Ünal Bey ve İrfan Soylu, yerlerini alırken birbirimizi öldürecekmiş gibi bakmamızdan başka bir sorun yoktu ortalıkta. Çok geçmeden kapı tıklatıldı, içeriye bu sefer Hilmi Gönen ve birkaç adam girdi. Efe ve Serkan, benim hamlemi bekliyordu. Aynı şekilde Ünal Bey’de benden neden burada olduğumu belirtmemi istiyordu. Diğerleri için habersiz gelişim şaşırttı ama bana karşı bir tepkileri olmadı. Nedim Bey aksine daha da rahat duruyor gibiydi. “İthalat meselesinin hâlâ gündemde olduğunu düşünüyorum, eğer siz de geri adım atmadıysanız.” Ünal Bey’in soğuk bakışlarının altında ne duruyordu merak ediyordum. Elindeki kalemle oynamayı bırakıp geriye yaslandı. “Düşüncelerini ne değiştirdi?” “Düşüncelerim değişmedi, bilakis sizin değişecek.” “Bunun için gelmen gerekmezdi. Biliyorsun benim fikrim değişmez.” “Nedim Bey’in dosyasını gördüğümü söylesem.” Artık konuya giriş yapmamın zamanıydı. Onları öyle bir köşeye sıkıştıracaktım ki bizi tehdit etmelerinin pişmanlığını yaşayacaklardı. Yüzünün ifadesi bir anda değişti. O gün şirketteyken etrafı incelerken görmüştüm. Kendisinin onunla diğerlerinin nasıl başını yakacaklarına şahittim artık. Yaslandığı yerden doğrulup dirseklerini masaya dayadı. O an işin içindeki diğer boyutta parmağım olduğunu anlaması güç değildi. “Hatta içerideki Mahir Bey’le olan dosyadaki bağınıza şahitsem.” Bakışları Serkan ve Efe’ye kaydı. Onlarında bana anlamsız şekilde bakıyor olmaları kendimi işin içine biraz daha sokmamı sağladı. “Tam olarak amacın ne?” “Bizi Nedim Bey’e yönlendireceksiniz.” Alayla gülüp, “İthalatı kendi yönüne çevirmek bu,” demesiyle hiçbir tepki vermedim. Sadece bir an önce Nedim Bey’e ulaşmak istiyordum. “Hayır, Nedim Bey’den gelecek olan ithalatı bize yönlendirmeniz.” Dudaklarını birbirine bastırıp yüzüne şaşırdığını gösteren bir ifade koydu. “Yoksa buradaki mesele ithalattaki malların yarıya bölünmesini başkalarının kulağına ulaştırır.” Bakışlarım diğer adamlara kayınca ne demek istediğimi çok iyi anladı. Buranın dışındaki adamların haberlerinin olmadığını ikimizde çok iyi biliyorduk, en çok da iş birliği yaptığı adamların… Öfkeyle ayağa kalkıp başucuma geldi. O an Efe’de hızla ayağa kalktı. Korumacı tavrı Ünal Bey’in bir adım geriye gitmesine neden olurken hiddetle bağırdı. “Bunları yapamazsın!” Sakinliğimi hiç bozmadan olduğum yere biraz daha kuruldum. “Yapabileceğimi biliyorsunuz.” Elini yumruk yapıp masaya sertçe vurdu. O an irkilsem de tez toparladım. Ayağa kalkıp köşede duran Kerem’e çağırdım. Yanıma gelince, “Odada bir misafirimiz daha var, ilgilenir misin?” dememle Ünal Bey’e baktım. Bir anda onun varlığını öne sürmem yine onun zararına olmuştu. Kerem’le Tarık, odadan çıktılar. Çok geçmeden odaya Mahir Bey’le geri döndüler. Serkan ve Efe, keyiflenerek içeriye giren Mahir Bey’e baktılar. Mahir Bey homurdanarak Ünal Bey’in yanında yerini aldı. Kemal Bey’de birkaç dakikanın ardından gelince odadaki kıyamet öncesi sessizliği ben bozdum. Kemal Bey’in üzülmesini istemezdim ama buna mecburdum. Kemal Bey, uzattığım dosyayı inceledi. Mahir Bey’e bakıp, “Geçen gün aranızdaki o husumeti halletmiştik,” dedi. “Yine Yiğit’in arkasından birçok iş çevirmişsin Mahir,” deyip dosyayı sertçe masaya fırlattı. Kemal Bey, Mahir Bey’in aksine acı doluydu, sonuçta karşısındaki kardeşiydi ve ihaneti canını yakmıştı. “Abi,” deyip söze başladı lakin Kemal Bey sözünü yarıda kesti. “Kes,” deyip bağırmasıyla susmak zorunda kaldı. Ünal Bey’e baktım. “Yarın sizden haber bekliyorum Ünal Bey.” Odadan çıkarken, “Şirketin altındakilerini üstüne çıkarmak sizin pek tercihiniz değil. Bu yüzden dediğimi yapmazsanız altındakiler mi üste çıkar üstündekiler mi sizi devirir bilemem,” deyip odadan çıktım. Ünal Bey, arkamdan tehdit edici sözler söylüyor diğerleri anlamsız gözlerle bana bakıyordu. Biz gittikten sonra birbirlerine girmeleri an meselesiydi. Önde Mahir Bey bana bakışlarıyla gözdağı verip seri hareketle arabasına bindikten sonra uzaklaştı. Kemal Bey’in sessizliği ise şu anlıktı. Sırf ben varım diye susuyordu. “Yiğit görse koltuğunu sana devreder yenge.” Efe’nin bu tutumuyla gülümsedim. “Yiğit’i aratmayalım dedim.” Şimdi onlarında keyfi yerine geldi. “Kızılbaş’ı halt edecek sadece Yiğit zannediyordum, şimdi tövbe öyle düşünmem.” Kendi kendine gaza gelmesi ile başımı iki yana salladım. Arabaya bindik. Efe’yle Serkan hararetle konuşuyor, bense şu anın varlığını yok sayarak pencereden dışarıyı seyrediyordum. Ünal Bey’i öfkelendirmiştim ve yapabileceklerini tahmin edebiliyordum. En önemlisi de Nedim Bey’e bizi yönlendirecekti. ... Ünal Bey’le görüşeli üç gün olmuştu. Aslında ertesi gün için anlaşmıştık ama ona mühlet verdiğimi biliyordu. O günden sonra telefonla bir kere irtibata geçmem onun olumlu düşüncesini gösteriyordu. Bugün dosyadakileri Bahadır istihbarattan bir arkadaşına teslim etmişti. İstihbarattan birkaç kişi bize eşlik ederken bunun Yiğit için iyi olacağını düşünüyordum. Lakin bana çok kızacaktı. Onlarla karşı karşıya gelmemi istemiyordu. Şirkete geçmemiştik, depodaki buluşmayı Bahadır hazırlamıştı. İstihbarattan, Demir Bey gelmiş telefon görüşmemde yanımda olacağını belirtişti. Demir Bey, köşedeki kirişe oturup elimdeki telefona bakıp durdu. “Görüşeceğin kişi Nedim Bey değil mi?” Sorduğu soruya başımı sallamakla iktifa ettim. Bir yandan telefonu avucuma vuruyor bir yandan da geçen saniyeleri hesaplıyordum. Çok geçmeden telefonum çaldı, ekrandaki yabancı numara bedenimin kasılmasına neden oldu. Kalbimdeki o atışla elimi göğsümün üzerine koydum. Dualar fısıldayarak telefonu açtım. Cızırtılı bir sesten sonra, “Senden önce namın geldi ama önce yanındaki polislerden uzaklaşıyorsun.” deyip öncelikle kendini garanti altına almayı istedi. Bakışlarım yanımda duran Bahadır’a ve Demir Bey’e yöneldi. Daha dudaklarımı aralayamadan, “Gördüklerimle bana yalan söylemeyi deneme Zeynep,” deyince kaşlarım aniden çatıldı. Demir Bey de aynı şekilde şaşırdı. Karşımdaki adam oldukça zekiydi. Gözlerini kabul et dercesine kırpıştırınca, “Şimdi gidiyorlar,” dedim. Umduğumun aksine çıkan yaklaşımına hazır olmadığımı gördüm. “Şimdi depodan çıkıp köşede duran siyah passata bineceksin.” “Öncelikle size ulaştırdığım konunun teminatını istiyorum.” Güldü, bu gülüş yüzümün buruşmasına neden oldu. “Zeki kadınları severim.” Hiçbir şey demedim, bu yaklaşımına karşılık veremezdim. Telefonu yüzüme kapattığında dediğini yapıp depodan çıktım. O an Demir Bey ve Bahadır, ardından Kenan Bey’le Muaz Bey yanıma geldiler. Meraklı gözlerle bana baktıklarında olanları anlattım. Demir Bey, telefona yöneldiğinde, “Tek gitmeliyim Demir Bey,” dedim. “Riskli olduğunu bilerek gitmeyi mi deneyeceksin?” “Merak etmeyin, bana bir şey yapamaz.” Köşedeki araca baktım. Aracın etrafında kimse yoktu lakin hiç de sessizliği önüme sürmüyordu. Yutkundum, bir an oraya tek gideceğimi zannederken Betül’ün bana eşlik edeceğini sonradan hatırladım. Kalbimdeki deli çarpıntılarla Demir Bey’e baktım akabinde Bahadır’ın yanıma gelip, “Seni yalnız bırakmayacağız, hep gözlemleyeceğiz,” sözü hiçbir şey ifade etmedi. Bir yandan korkuyor bir yandan bu deli cesaretime saydırıyordum. Sanırım Yiğit’in yokluğu bana yaramamıştı. Betül’le arabaya ilerledik, nefesimi düzene sokarak kolumu sıvazlayan Betül’e baktım. Ona minnettardım, her olayda yanımda oluşu ona karşı güvenimi hep üste çıkarıyordu. Boyu uzun olduğu için bana eğilip, “Olay çıktığında ben müdahale edeceğim lakin endişelenmeni gerektirecek durum yok sakın korkma,” deyip gülümsedi. “Sana bir şey yapamazlar, Yiğit Bey’den deli gibi korkuyorlar.” Biliyordum. Bu yüzden gülümseyip, “Sağ ol,” dedim. Arabaya yaklaştığımızda arka kapı açıldı. Önce içeriye girmedim, olduğum yerden dualar fısıldayıp bir müddet bekledim. Kapıya yaklaşınca karşımdaki adam Betül’e baktı, onu istemeyeceklerini düşündüm ama beni yanıltıp ikimize de yer verdiler. Boş koltuğa oturduğumuzda arkadaki adam Betül’ün yanına oturdu. Betül’e elini uzatması güvencelerini öne sürmeleriydi. Betül silahını adama devretmek istemese de ona, “Ver,” deyince tereddütle belinden çıkardığı silahı verdi. Önde ise iki adam vardı. Şoför koltuğundaki adam dikiz aynasından bana bakınca olduğum yere daha çok sindim. Bakışlarından oldum olası rahatsız olmuştum. “Mesafe umarım çok değildir.” Konuşmam ile şoför koltuğundaki adam karşılık verdi. “Değil,” dedi soğuk sesiyle. Yüzümü buruşturup yan tarafıma döndüm. Aracın içindeki ağır kokudan ötürü midem bulandı. Yoldaki virajlar, girdiğimiz caddeler tanıdık olsa da sanki o an yabancılık çekmiş gibiydim. Bir saatten fazla süren yolculuk bitince kapım aniden açıldı. Depo gibi bir yerde durduğumuzu şimdi idrak edebildim ama burası depodan daha iyiydi. Sayamayacağım kadar koruma çevriliydi. “Sakin kalmanı istiyorum Betül, her hamlemiz oldukça önemli.” Betül, kabul ettiğine dair hiçbir tepki vermeden yanımda yürümeye devam etti. İçeriye girdik, koridorda duran korumalar ise yine beni yanıltmadı. Şu an anladığım kadarıyla Nedim Bey, korkağın tekiydi. Koridorun sonuna geldiğimizde durdurulduk. Önümüzdeki büyük kapı yanımızda duran korumanın tıklatılması ile açıldı. İçeriye girdik ve ortamın esrarengiz havasını incelemek durumunda kaldık. Kocaman odada birçok eşya mevcuttu. Oda bir toplantı odası gibiydi ama toplantı odası değildi. Bir duvardan bir duvara bütünleşen kitaplık mevcuttu. Odanın ortasında bir masa ve etrafında koltuklar mevcuttu. O an bütün dikkatim oturan kişiye kaydı. Neredeyse yetmişlerin sonunda oldukça dinç olan bedeniyle dikkat çektiğini görebiliyordum. Bir an bu adamın Yiğit’in dedesi oluşu tuhafıma gitti. Bana bakışlarındaki o tını içimi ürpertti. Birkaç adım attığım an da yabancı kaldığım şu ana biraz daha yaklaştığımı görmem arkamda bıraktığım dünyadan uzakta hissettirdi. Ve ben, bu hayatın bir parçası olmuştum. Bir zamanlar kaçmak istediğim, korktuğum hayat bir kara leke gibi değmişti hayatıma. “Mahir Bey’le bir zamanlar yaptığınız anlaşmanın şahidi olacaksınız.” Dudaklarını büzüp kaşlarını havalandırdı. Kırışmış yüzleri güldüğünde daha fazla kırışıyor yaşını olabildiğince gösteriyordu. O kadar dinçti ki bedeni, sanki yetmişlerinde değil ellilerindeydi. Görünüm olarak Yiğit dedesine benziyordu, şükür ki insanlık olarak birbirlerine zıttılar. “Emredersiniz küçük hanım!” Müstehzi ifadesi bedenimde karıncalanmaya neden oldu. Ses tonu beni aşağıladıkça ona daha fazla öfkelendim. “Sadece yapacaklarınızı söylüyorum ve yapacaksınız da.” Ayağa kalkıp odanın ortasına geldi. Etrafımda dönmeye başladıkça aksayan bacağının verdiği acıyla duraksamak zorunda kaldı. “Sen mi karar veriyorsun? Sana bu cesareti veren bir neden olmalı.” “Tırların içine bomba yüklendiğini söylersem belki fikriniz değişir.” O an yüzü renkten renge girdi. En son Serkan’la konuştuğumda buna karar vermiştik. Bize yöneltilen tır aslında Nedim Bey’in beklemediği bir durumdu. Ünal Bey’i tehdit etmeseydik şu an Nedim Bey her şeyi biliyor olurdu. Serkan gelen ihracatın içinde olduğu için çok da zor olmamıştı. “O tırların ne kadar önemli olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz değil mi?” Elini yumruk yapıp bacağına vurdu. “Ya da o ihracatın kesintisine mâl olabileceğini de.” Etrafımda dönmeyi bırakıp kalçasını masaya dayadı. Öfkelendi ama belli etmemek için yüz ifadesini değiştirdi. Şu an kendi ifadesini bu kadar ustalıkla saklaması cidden şaşırtıcıydı. “Peki şahit olmazsam?” “İki seçenek sunmuyorum size Nedim Bey. Muaz Bey’e her şeyi anlatacaksınız. Yiğit’i bu suçluluk duygusundan çıkaracaksınız.” Bir müddet sustu, beni göz hapsine alırken kendimi geri plana sokup bakışlarını çekmesini sağladım. Zaten şu son zamanlarda yaşadığımın mahremiyetini zedelemiştim ve bu durumda kahroluyordum. Güçlü değildim ama güçlü olmak zorundaydım. Oysa şu son zamanlarda yaşadıklarımdan ötürü bağıra bağıra ağlamak istiyordum. “Biz Yiğit’in içeride kalmasını sağlarken peşinden geleninde Yiğit’e benzediğini bilmiyorduk. Bizi halt edemeyeceğini biliyorsun değil mi zeki kız?” Bu sefer ben istihzalı bir tınıyla güldüm. Yüreğimdeki canhıraşları bir kenara itip, “Üzgünüm ama şimdiden yenildiniz,” dememle kaşları çatıldı. “Yarın sizi bekliyor olacağım, bu gece şahitliğinize çalışma vakti bırakıyorum size. Eğer gelecek olan ithalatı durdurmazsanız sorumlusu ben değilim,” deyip kapıya yöneldim. Kapıyı açmadan arkama dönüp son kez, “Aysun Hanım’dan arda kalanları ben tamamlarım bilin istiyorum,” dedim. “Şimdi adamlarınıza söyleyin bana dokunmasınlar. Ha bana zarar gelirse yerime başkası tamamlar, hem de tamamlama işini erkene çekerek.” Odadan çıktım. O an büyük gürültü çıktı içeride. Güldüm. Şu an içeride olanlar Nedim Bey’in beklemedikleriydi. Elimden bu kadar az iş geldiğine üzülüyordum. Amacım içeriye girmesiydi ama onu adalete teslim etmek güçtü. Şahit oldukları Nedim Bey’in üzerindeki vasfıydı. Ve Mahir Bey’in bizden çaldıklarıydı. O adamı sadece tehdit edebilmiştim. Bu sayede Yiğit’in engel olduklarını sürdürebiliyordum, bir de Mahir Bey’e olan öfkesine son vermekti amacım. Yiğit’in vicdanı rahat etmezse aramızdaki bu uçurup hiç kapanmayacaktı. “İşe yarayacak mı sence?” “Kendi bilir Betül.” Boğucu havadan uzaklaşıp dışarıya attım kendimi. İleride duran Bahadır’ın aracını gördüm. Adım attığım an başım döndü, düşecekken Betül tuttu. Kendimi bu kadar kötü hissederken bu kadar soğuk durmam şaşırıyordum. “İyi misin? Yoruldun iyice dinlenmelisin.” Başımı hafiften sallayıp arabaya ilerledim. Ne Bahadır’ın ne de Demir Bey’in sorusuna cevap verdim. Şu an gidip uyumak istiyordum. Arabada sessizlik hâkimiyetti, benden bir söz işitmek istiyorlardı ama ben hiçbir şey konuşmuyordum. Başımı pencereye yaslayıp gözlerimi kapattım. Üzerimdeki yükten kurtulmak istiyordum, dinlenemeyecek kadar yorgun oluşumdu bu. Canımı yakan ise Yiğit’in orada oluşuydu. Kaç gün olmuştu ve ben onu görmeye dahi gitmemiştim. Cesaretsizlik değildi bu, ben suçlanacak bir şey yapmamıştım çünkü. Onun için hayatımız için yapılacakları sırtlanmıştım sadece. Düşüncelerimi bozan telefonun sesi oldu. Başımı yasladığım pencereden kaldırıp telefonu açtım. WhatsApp’tan gelen resimli mesaja baktığımda dehşetle gözlerimi araladım. Hayatımızın içindeki kan şu an gözlerimin önündeydi ve önümde boylu boyunca yatan bedendi. Fısıltı ile, “Yiğit,” dedim. Sesimdeki o kırıntı silik çıktı ve bir ismin ne kadar yürek parçalayacağını tahmin etmezdim. Ve bir hayatın hayatım olacağını bilemezdim. İşte o beden şimdi kanlar içinde yatıyordu. Bunun suçlusu bizzat bendim. |
0% |