
Bugün yine özlem pekişmişti kalbimde. Kıvranan ruhumun zemherisi gibiydi yaşadığım şu an. Ne baktığım gökyüzü beni rahatlatıyor ne de gözyaşlarımı saklamak için bakışlarımı kaçırdığım yeryüzü... Şu an ise kaçmak istercesine hep şu sığ yere geliyor bir köşeye oturuyordum. Dalgalar hırçınlaştıkça üzerime geliyor feracemin eteklerini sırılsıklam ediyordu. Oysa bundan şikâyetçi değildim, ağlayacak yerimin sadece burası olduğunu biliyordum. Sandığımdan da beter bir hismiş bu; yorgunluk, uykusuzluk, hayal kırıklığı... Ben, bu hisle mücadele etmeyi öğrenemeyecek kadardım, günlerce dualarımdaki en büyük inanca sığınmasam belki de hiçbir şeyle baş edemezdim.
Saate baktığımda epey bir müddet oturduğumu gördüm. Eve gidip kahvaltı hazırlamam gerekiyordu. Oturduğum taştan kalkıp kendimi denizden uzaklaştırdım. Acele etmeden yavaşça ilerledim. Ortalık kalabalıklaşmaya başlamıştı bile. Kimi işe gidiyor, kimi okula, kimi ise dükkânlarını açıyorlardı. Etraftaki bu yoğunluğu izleye izleye yürüdüm. Üşüyen ellerimi feracemin cebine koydum.
Karşıya geçmek için hızlandığımda bu sefer diğer yönden gelen Yiğit’i gördüm. Koşuya çıkmış olacak ki üzerine siyah bir kısa şort ve tişört giymişti. Kulağında kulaklık vardı. Beni hemen fark edebilmişti. Benim gibi biraz uzağımda durdu. Normalde sahilde koşusunu yapmazdı ama bugün çok farklıydı. Yüzünde ufak tefek yaralar vardı. Gözlerindeki yorgunluğu gördüm. Uykusuzdu, biraz da zayıflamıştı.
Yanına yaklaştığımda hiçbir ifadesi değişmedi. Terden perçemleri alnına düşmüş vücudu sırılsıklam olmuştu.
Ona ne diyeceğimi bile bilmiyordum, beni böyle görmezden gelmesi canımı yakıyordu. Konuşmak ilk defa bu kadar yıpratıcı oldu ve ben konuşmayı ilk defa beceremeden, hiçbir şey diyemeden yanından geçtim. Adımlarımı hızlandırdıkça öfkem artıyordu. Arkama baktığımda sırtı hâlâ bana dönük bir vaziyette duruyordu, o an bana döndü. Nasıl dayanıyordu benden uzak kalmaya? Oysa bana bir adım atsa daha fazlasını atardım. Ufak bir çatışmada beni böyle terk etmesi adilce değildi.
Hiçbir şey diyemedim. Adımları hızlandırdım. Öfkeden ne yapacağımı bile bilmiyordum. Kızgındım, haddinden fazla da kırgın… Madem o böyle yapıyordu ben de ondan uzak dururdum. İstediği belki buydu.
...
Kahvaltıdan sonra odaya çekildim. Uzun zamandır odada olduğum için annem merak etmişti. Yanıma geldi. Yatağın ucuna oturup beni izledi.
“Ben yanlış bir şey mi yaptım anne?” Annem yatağa biraz daha kuruldu. Bana bakarken ondaki sabrı bir kez daha tebrik ettim. O kadar sakin yaklaşıyordu ki bana, ben bile kendimi sakinleştiremiyordum. Başını iki yana sallayıp ellerimi tuttu. Bu sefer tutamadım gözyaşlarımı, annem tebessümle gözyaşlarımı silip, “Sen herkes için kendini feda etmekten başka bir şey yapmadın kızım,” deyince gözlerim kapandı. Bu sefer ben, başımı iki yana salladım. Bir şeyleri feda edememiştim onun gözünde.
“Beni suçluyor.” Sesim titredi. Sonra hıçkırıklarım arttı.
“Bunu bilemeyiz.” Nemli gözlerle anneme baktım. Benim anlamadığım neyi anlıyordu bilmiyordum. Yüzündeki o sıcacık ifadeyle başımı dizlerine yasladım. Annemde saçlarımla oynamaya başladı. “Yiğit ne yaşadı, ne yaşıyor bilemeyiz kızım. Yaşadıkları kolay değil, bunu sen de biliyorsun. Zaman verin kendinize.” Zaman kavramı beni artık tatmin etmiyordu. “Hadi kalk da kahve içelim.”
“Tamam,” dediğimde annem benden önce odadan çıktı. Önce üzerime çeki düzen verip odadan çıktım. Babamla kapıda karşılaştık, camiye gideceği için önce babamı yolcu ettim. Gitmeden evvel yüzümü şefkatle sarmaladı ve tebessüm ederek uzaklaştı. Mutfağa yöneldiğimde annem kahve yapmıştı. Sandalye çekip oturmamla kapı zilini duymam tekrar olduğum yerden kaldırdı.
Büşra’nın gelmesi ile içeriye girmesini bekledim. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdiğinde sarıldık.
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk,” deyip önden mutfağa yöneldi. Annemle de sarılıp diğer sandalyeyi çekip oturdu.
“Yusuf bugün izinliydi diye biliyordum.” Büşra, kahvesinden bir yudum alıp, “İzinli de bir arkadaşı çağırdı oraya gitti,” dedi. Annem yanımızdan ayrılmıştı.
“Anne, sen içmiyor musun?” Arkasından seslendim.
“Yok kızım, birazdan baban cübbelerini almaya gelecek onları ütüleyeceğim.”
“Ben ütüleyim istersen.”
“Yok, siz kahvenizi için.” Geriye yaslanıp fincanı avuçlarımın arasına aldım. Büşra’nın yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı, hatta yüzü kıpkırmızı olmuştu. Göz kırpıp, “Hayır olsun,” dedim ağzından laf almak istercesine. “Şey,” dedi bakışlarını etrafta gezdirip. Nefesini soluyup, “Hala olacaksın,” dedi. O an birden idrak edemedim fakat çok geçmeden, “Nee!” dedim çığlık atarak. “Ay ciddi misin?” Birden ağzımdan tutup, “Yavaş olsana ya,” dedi. Oturduğum yerden hızla kalktım. Bunca olaydan sonra bu güzel haberle nasıl sessiz olurdum ki? Mutluluktan oynayabilirdim hatta.
“Ne olacağım ya, bak şu an çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum. Ay hayırlı olsun ya.” Kolundan tutup oturduğu yerden kaldırdım. Sıkıca sarıldık birbirimize. Ama annemi hesap edememiştik. Panikle mutfağa geldi. Yüzünde kaskatı duran bir korku vardı. Sanırım bana bir şey olduğunu düşünmüştü. Gidip anneme de sarıldım. Annem hâlâ ne olduğumu anlayamamış olacak ki sorularını sıralamaktan vazgeçmiyordu. Büşra ise utançtan halının desenlerini ezberlemekle meşguldü. Bu hâline güldüm.
“Babaanne oluyorsun Leyla Hanım.” Annem bir an duraksadı, birkaç saniye kendine gelemedi. Büşra’nın yanına gidip elimi karnına koydum. “Şurada minik mercimek var.” Yüzünde kocaman güller açtı, gelip Büşra’ya sarılıp, “Rabbim sağlıkla kucağınıza aldırsın güzel kızım,” deyip yanaklarından öptü. “Annelik çok yakışacak.” Büşra, “Sağ ol anne,” deyip anneme sarıldı. Aralarındaki muhabbet tebessüm ettirdi. Annem gözleri yaşlı işine dönerken biz de tekrar sandalyelere oturduk. Büşra, utançtan kıpkırmızı kesilmişti. Yanaklarını sıktım.
“Yusuf’un tepkisi nasıldı?” Dudağını büzüp, “Daha diyemedim, o gidince test yaptım,” demesiyle heyecanını gördüm.
“O zaman akşam yemeğini burada yiyoruz, tepkisini çok merak ediyorum.”
“Bilmiyorum ki şimdi babanda olur utanırım.”
“Ay senin utanmalarını yerim.”
Ezan okunduktan sonra odaya çıktım, Büşra’da kendi annesine geçmişti. Abdestimi alıp odaya geri döndüğümde ıssızlık oturdu içime. Aklıma tekrar Yiğit düştüğünde eksik hissettim. Namazımı kılıp duamı ettim. Saatlerce Kur’an okudum. En azından daralan ruhumu böyle ferahlatabiliyordum. Rad Suresi’nde de dediği gibi; Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
Allah, insana öyle bir irade veriyordu ki ona teslim olmuş bir kalp, onu bilen bir akıl her şeyin üstesinden geliyordu. O’na olan inançlarımız O’nun varlığını her zaman hissettiriyordu. Kılınan namazda, okunan Kur’an’ın her bir ayetinde ona ulaşabiliyorduk. O öyle yaratıcıydı ki şükretmek, onu bulmak muazzam bir histi.
…
Akşamki yemek işi babamın bir yere daveti ile iptal olmuştu. Akşam yemeğini annemle ben yiyecektim. Büşra kendi annesine geçmişti ben de boş saati fırsat bilip dışarıya çıkmak istedim. Önce Hatice’yi aradım. Onunla uzun zamandır görüşmemiştik, özlemiştim. O da görüşme isteğimi kabul edince kendimi dışarıya attım.
“Bir yere mi gidiyorsunuz Zeynep Hanım.” Anında kapıda beliren korumaya, “Bir arkadaşla görüşeceğim,” dedim.
“Bir dakika bekler misiniz?”
“Kimseyi aramıyorsun Sezai abi. Onu ise hiç…” Sesimdeki ciddiyeti görse de beni dinlememişti. Zaten hiç dibimden ayrılmıyorlardı, şimdi daha fazla çoğalmışlardı.
“Gidebiliriz.” Ona yandan öfkeyle baksam da çok umursadığı söylenemezdi. Benim üzerimden hala bilgi alabiliyordu bir de. Sanki çok umurundaymış gibi. Madem o öyle davranıyordu ben de onu yok sayıyormuş gibi davranacaktım. Hatta öyle umursamaz davranacaktım ki onsuz daha mutluymuşum gibi gösterecektim.
Kafeye gelişimiz kısa sürdü. Ben geldiğimde Hatice gelmemişti daha. Boş bir masaya oturdum. Etraf kalabalıktı.
“Sen burada mı bekleyeceksin Sezai abi?” Rahatsız olduğumu görünce, “Hemen ilerideki masada olurum ben. Sizi görmem gerekiyor,” diyerek biraz uzağımızdaki masaya geçti. Yaşı olmasa haddini bildirirdim ama abim yaşında bir adamdı.
Hatice de çok geçmeden geldi. Beni gördüğünde kocaman gülümsedi. Onu çok uzun zamandır görmediğim için gözüme bir değişik geldi. Hatta kilo bile almıştı.
“Ay nasıl özlemişim ya.” Heyecanla geri çekildi. İkimizde sandalyelerimize kurulduk. Bana kaşları çatık bir şekilde baktı. “Sana ne oldu? Zayıflamışsın en önemlisi de kötü gözüküyorsun. Cicim günlerinizden döndünüz diye biliyorum.” O hiçbir şey bilmiyordu. Ben de bilmiyordum ya. Hatice düğünümüzde kısa kalabildiği için son olanları bilmiyordu, bu süreçte de görüşmediğimiz için beni balayında zannediyordu.
“Bir şeyler oldu işte. Boş ver.”
“Hiç de boş veremem. Ne oldu anlatsana? Ne yaptı o adam sana yine?”
“Kimse bir şey yapmadı aslında. Biliyorsun, yaşadığım hayat hep kaoslu. Çok uzun mesele bunlar Hatice. İyi olduğum vakit anlatayım olur mu? Buraya kafa dağıtmak, seninle görüşmek için geldim.” Israr etmedi, kötü olduğumu o da biliyordu. “Sen ne yaptın? Yok mu hayatında biri?”
“Bekâr ve mutlu olarak dünyayı geziyorum.”
“Zaten hayallerin de o vardı senin.”
“Öyle evet. Daha dün İtalya’dan döndüm.” Sesindeki heyecana güldüm. Babasının desteği ile hayallerini yaşıyordu.
“Azmine hayranım.” Keyifle çayını içti. Bir süre hülyalara dalmış gibi sessiz kaldı. Kendi istediklerini yapıyordu, bu da onu mutlu ediyordu. Şu an bana iyi gelebilecek tek kişi Yiğit’ti ama o beni bir sebeple silmişti.
Uzun uzun konuştuk. Bu sefer ne hayatlarımızı dile getirdik ne de bizi üzen şeyleri konuştuk. Tatlı hatıralarımızı bizi güldüren olayları anlattık birbirimize. Vakit neredeyse akşam vakti olmuştu. Hatice eve geçerken ben biraz daha yürümek istedim. Kendimi şirketin önünde buldum. Ondan uzak kalacağım demiştim ama yapamamıştım. Belki bir umut görürüm zannettim ama olmadı. O yoktu. Bana sadece peşimdeki korumaları bırakmıştı. Bu yüzden şirkete girmeden bindim arabaya. Yorulmuştum. Eve geldiğimde ise direkt yatmıştım. Ne uyuyabilmiş ne de yorganın altından çıkabilmiştim. Telefonu alıp baktım. Aramamıştı, mesaj bile atmamıştı. Ben onun gibi davranamıyordum.
“Kalbimin nasıl acıdığını sana gösterebilseydim keşke.” Beklemeden attım mesajı. Dakikalar geçmesine rağmen iletilmedi mesaj. Aradım kapalıydı telefonu. Görmeyeceğini bile bile devam ettim mesaj atmaya.
“Gidecek misin benden?” Dolan gözlerim anında aktı. Bu acı verici hissi söküp atmak istedim kalbimden. “Öyle ise ben de artık sen de değilim Yiğit. Madem bu kadar çabuk yoruldun…” Birden kaldı parmaklarım havada. Sanki bu mesajı atsam önümüze daha fazla uçurum açacaktık. Yine de attım. “Asıl sen beni sevmemişsin.” İletilmedi yine mesajlar. Ve ben bunu bile bile, “Bundan sonra da bana dönmenin bir manası yok. Yiğit ben yokum artık,” dedim. Canım acıya acıya, onu zor da olsa yok saya saya… Ben artık tükenmiştim. Madem bitiren oydu, benim için de bitmeliydi.
…
Mesajın üzerinden üç gün geçmesine rağmen dönüş yapmamıştı. Mesajı gördüğünde ne hissetmişti bilmiyorum ama ben kocaman bir hayal kırıklığı içerisindeydim. Ben özlemden burada duramazken o benden kolaylıkla uzak kalabiliyordu. İçimde yanan kor alevin farkında değil miydi? Zihnimde hiç susmayan bu düşünceleri bir kenara attım. Kur’an’ı rafa koyup havasız kalan camı açtığımda pencere önünde duran papatyayı gördüm. Şaşırdım. Etrafa baktım ama kimse yoktu. Dudaklarımda ufak bir tebessüm belirdi. Annemin dediği gibi onun ne yaşadığını hiç bilmiyordum. Ama beni böyle kor alevin içinde bırakmaya hakkı yoktu.
Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bazen öyle bir dengesizleşiyordum ki kızgınlığımın tek bir yanına denk gelemiyordum. Papatyayı kitabımın arasına koyup rafa kaldırdım. O ara annem hızla odama girdi, bana bakıp, “Baban,” dedi titreyen sesiyle. “Hastaneye kaldırılmış kızım.” Dehşetle açılan gözlerim annemin kaybolmasıyla kendime gelmemi sağladı. Annem odasına geçip hazırlanırken, “Ne olmuş anne babama?” diye sordum.
“Bilmiyorum kızım, Emre aradı o söyledi.” Şu an kendini zor tutuyordu. Tedirgin bir şekilde odaya geçip hazırlandım. Elim ayağıma dolanmıştı. Babamın bir sağlık problemi olduğunu tahmin ediyordum ama bunu düşünememiştim. Korkuyla dualar fısıldadım. Oysa sabah gayet iyiydi. Annemle evden çıktığımızda Yusuf’ta gelmişti. Hızlıca arabaya bindik. Yusuf, neler olduğunu soruyor biz ise bilmediğimizi söylüyorduk. Babamın neyi vardı hâlâ bilmiyordum. O günkü hastalanmaları boşuna değildi işte, şimdi ise zihnimi istila eden düşüncelerle yüreğim daralıyordu.
Hastaneye girdik. Danışmanın bizi yönlendirdikleri kata çıktık. Yusuf’la annem Emre Bey’i bulup konuştuklarında birazdan ameliyata alacaklarını söylemişti. Kalpten rahatsız olduğunu, bir kalp krizi sonucu buraya getirildiğini ve durumunun ciddi olduğunu söylemişti.
Koridorda bir ileri bir geri giden Yusuf’u izliyordum. Daha sonra anneme baktım. Dolu gözlerle dualar ediyordu. Elini sımsıkı kavradığımda halini belli etmek istemiyordu ama ben, onu anlıyordum. Dakikalar sonra babamı ameliyata aldılar. Onu dualarla bekledik.
...
Üç dört saattir buradaydık, daha ameliyat bitmemişti. Akşam vaktine çok fazla vakit kalmamıştı. Yusuf, arada bilgi almaya çalışıyordu ama kimse bir şey demiyordu. Annem gibi ben de dualar ediyor bir an önce sağlıklı bir şekilde hastaneden çıkmak istiyordum. Telefonumun çalması ile başımı duvardan kaldırdım.
“Efendim Ezgi.” Başımı tekrar duvara yasladım. Beklemek o kadar berbat bir durumdu ki yorgunluk gözlerime vurmuştu.
“Kapınızdayım, evde yok musunuz?”
“Hastanedeyiz canım biz.” Ezgi endişeyle, “Ne oldu?” deyince babamın durumunu kısaca anlattım. Telefonu kapatıp ayaklandım. Bütün uzvum ağrımıştı. Lavaboya geçip işlerimi hallettikten sonra döndüğümde herkes ayaklanmıştı. Ben de hızlanarak açılan kapıya ilerledim.
“Durumu nasıl oğlum?” Emre Bey, anneme bakıp, “Abdullah abi buraya geldiğinde durumu ciddiydi, şu an durumu stabil. 24 saat yoğun bakımda takibini yapacağız, size sonrasında bilgi vereceğiz Leyla abla. Şu an için sadece bekleyeceğiz. Ameliyatı çok da kolay geçmedi, bu süreçte bir şey demem doğru olmaz,” deyip acelesi olduğu için yanımızdan ayrıldı. Annem olduğu yerde zor duruyordu. Köşeye oturduğunda Büşra hızla elindeki şişeden su içirdi. Canan teyze ise annemin bileklerini ovuşturuyordu.
“Anne, tamam sakin ol.” Yusuf, olağanca korkusuna rağmen annemi teskin ediyordu. Saatlerce bekleyişlerimiz, annemin ettiği dualar ve benim içimde yaşadığım bu çaresizlik bir bütün olmuştu.
Önüme uzatılan suyla başımı duvardan kaldırdım. Ben daha suyu almadan Yiğit yanıma oturdu. Suyu içmem için bekliyordu. Avuçlarıma sıkıştırdığı sudan birkaç yudum aldım.
“İyi misin?” Başımı hafiften sallayıp bakışlarımı avuçlarımdaki su şişesine çevirdim. Bir yandan su şişesiyle oynarken bir yandan dolan gözlerimi kaçırıyordum. Yiğit, elimi tutup, “Baban iyi olacak,” dedi. Koluma baskı uygulayıp bedenimi kolları arasına aldı. Hiç çekilmeden ona tutundum. Belki de bunu istiyordum. Ona kızgında değildim kırgında… Sadece aramızdaki uçurumu görmüştüm, biraz da onun hissettiklerini. Kimse suçlu değildi, sadece içimizdeki hislerle savaşıyorduk.
Kapanan gözlerimle beraber kulağıma ezan sesi ilişti. Fısıltıyla ettiğim duaların karşılığıydı bu, gülümsedim ve ayağa kalktım. Yiğit’i arkamda bırakıp mescide gittim. Şu an tek dayanağım olan yerdeydim ve huzurla kıldığım namazı evvabinle bütünleştirdim. Tespihimi, zikrimi çekerek duamı ettim. Hüngür hüngür ağladım, biliyordum ki şu an akıttığım gözyaşlarıma şahitti açtığım ellerim.
Uzun bir süre secdede kaldım. Ne zaman kendime bir yol arasam secdede dua etmeyi severdim. Şimdi babam için dua ediyordum. Onu sağ salim iyi görmek istiyordum. Baba kelimesi benim için sığınaktı, baba demek gölge demekti. Babam benim gölgemdi, şimdi o gölgeden mahrum kalmak yakardı, hem de öyle yakardı ki bir daha toparlanamazdım.
Ben, babamın kızıydım, elini üzerimde hissettiğimken o elden mahrum kalamazdım. Sırf o ele tutunabilmek istiyordum, bunu Allah’tan başka kimseden isteyemezdim. O ki Hâlık’tı, verendi. Şimdi ise şu gözyaşlarımda almazdı bilirdim. O Mucîb’ken başka nereye gidebilirdik ki? El açışımız, huzurunda boyun eğişimiz bir tek O’naydı. Ve O, Varis’ken ölüme de yaşamaya da amennaydı.
İki büklüm oldum, cenin pozisyonuna gelip döktüm gözyaşlarımı. Kollarımı birbirine dolayıp, “Sen verenken neden aldın diyemem Allah’ım. Şimdi sen görüyorsun, bizi bu acıyla sınama Rabbim,” deyip daha fazla iki büklüm oldum. Son zamanlarda birbirimize uzak kalmıştık. Böyle olmamalıydı, böyle hasretle olmamalıydı.
Yarım saat gibi bir süre Kur’an okuyup mescitten çıktım. Birkaç adım atmamla Yiğit görüş alanıma girdi. Yanıma yaklaşınca yüzümü inceledi, büyük ihtimal ağlamaktan kızarmıştım. Yanıma biraz daha yaklaşıp beni kolları arasına aldı. Bir yandan üzüntüm bir yandan ona olan özlemim pekiştikçe pekişti. Sarılışına karşılık verdim. Kokusu ruhumu rahatlattı. Kendimi unuttuğum zaman da beni tamamladı. Öptü başımdan, her bir busesine tutundu düşen bedenim. Hep ben tutacağım derken bu sefer o düşmeme izin vermedi. Bir pencere önüne ektiği papatyanın kurumasına izin vermeden, usulca gelmişti yine bana.
“Baban iyi olacak merak etme. Hem riskte kalmamış, merak etme uyanacak.” Bedenimi geri çekip, “İnşallah,” dedim. Bir şey diyemedi ya da diyecek bir sözü yoktu. İlerlediğimde gelip elimi tuttu. Durdum. Önce elimize sonra gözlerine baktım. Tebessüm etti. Bu bir adım mıydı? Belki de üzüldüm diye beni teskin etmeye çalışıyordu. Yine de ne olursa olsun buna takılmadan adımlarına eşlik ettim.
Üçüncü kata geri çıktık. Bankta oturan Ezgi, hızla yanıma gelip sarıldı. Aysun Hanım, geçmiş olsunlarını söyledi. Büyük camekânın oraya geçtik. Annem saatlerce burada beklemişti, yorgun yüz hatları babama baktıkça üzüntüyle bütünleşiyordu. Kolay değildi, yirmi beş yıldır aynı yastığa baş koymuşlardı. Babam onun hayat arkadaşıydı, bunca yıldır mutluluğunu ve acısını paylaştığı sevdiği adamdı.
Elleri camekânda, umutla beklemenin adıydı gözlerinde bürünen o solmuşluk.
Gidip annemin omzuna başımı koydum. Annemde başını başıma dayadı. Babam uyanacaktı biliyordum ve ben, yine onun gölgesine sığınacaktım.
...
Bütün gece beklemekle geçen günün sonunda çok şükür babamı normal odaya almışlardı. Annem odaya girince biz de sabırsızlıkla beklemeye başladık. Birkaç saat sonra Yusuf, Emre Bey’le konuşmaya gidip geri döndüğünde bize de kısaca her şeyi anlattı. Birkaç hafta yoğun bir yatış vermişti, ayağa kalkması şu anlık uygun değildi, birçok egzersiz ve beslenme listesi söylemişti.
Biz de içeriye girdik. Babam şu anlık iyi gözüküyordu. Allah’a şükürler ettim, çatımız eksilmemiş, bir yokluğun acısıyla sınanmamıştık. Yusuf, babama gerçeklikten uzak öfkeyle söyleniyor, annemse babamın etrafında dört dönüyordu, bense bu güzelliği gülümseyerek izliyordum. Her saniyenin tefekkür edilecek bir an olduğunu şu an daha iyi anlıyordum.
“Çok geçmiş olsun Abdullah Bey. Şimdi nasılsınız?” Konuşan Aysun Hanım oldu.
“Sağ olun, iyiyim hamdolsun.” Aysun Hanım Yiğit’e bakıp ardından, “Biz geçelim oğlum,” dedi. Yiğit, başını onaylarcasına salladığında Aysun Hanım, annemin yanına geçip, “Bir ihtiyacınız olursa söylemenizi istiyorum Leyla,” deyip kolunu şefkatle sıvazladı annemin.
“Çok sağ ol Aysun, düşünmen yeter.” Birbirleriyle vedalaştıktan sonra aynı şekilde bana da sarıldı. Yusuf onları yolcu etmek için yanımızdan ayrıldı. Aysun Hanım’da peşinden giderken Yiğit yanıma gelip, “Gitmedim senden,” dedi sessizce. “Sadece sana gelmem için zamana ihtiyacım vardı.” Yanağımı sevdi. Günler sonra tek bir söz o mesajların hükmünü ortadan kaldırmıştı.
...
Birkaç gün sonra babamı taburcu etmişlerdi. Eve gelen gidenler, geçmiş olsun dileklerini sunanlar oldukça çoktu. Akşama doğru biraz daha rahatlamıştı ortalık. Yemeğe ise gençler gelecekti, Ezgi aradığında böyle karar vermiştik. Babama söylediğimde ise akşamı uygun görmüştü. Hepsi babamı merak etmişti. Zaten hastaneden bu yana bizi hiç yalnız bırakmamışlardı.
Mutfak kapısından giren Büşra’nın karnına elimi koyup sevdim. Şimdiden ailemize bir minik üye aday olmuştu.
“Sen geç otur, zaten çok bir şey kalmadı.”
“Salatayı bari yapayım Zeynep, sabahtan beri oturuyorum.” Omuz silkip, “İyi madem,” dedim. Köşedeki tepsiyi fırına sürdüm.
“Hatice ile görüşmüşsün geçen gün.”
“Evet, özlemiştim onu. Sen Yusuf’la zaman geçireceğim deyince sana sormadım ama sorsa mıydım?”
“İyi etmişsin, biz zaten görüşüyoruz arada.” Başımı usulca salladım. Salatayı yaptıktan sonra Yusuf’un araması ile mutfaktan çıktı. Ben de geri kalan işleri hallettim. Akşama çok bir vakit kalmamıştı. Heyecanım zaman geçtikçe daha fazla artıyordu.
Zil sesi ile mutfaktan çıktım. Kapıyı açtım. Yusuf’un geldiğini zannederken karşımda Emre Bey’i görmeyi beklemiyordum. Gülümseyen yüzüm anında donuklaştı. Neden geldiğini merak ederken annemin sesini duydum.
“Emre, hoş geldin oğlum.” Annemin yanıma gelmesini fırsat bilip geri çekildim. “Hayırdır inşallah, bir sıkıntı yok değil mi?”
“Hoş bulduk Leyla abla, ben Abdullah abiye geçmiş olsuna gelmiştim.” Annemle göz göze geldim o ara. Onun geleceğinden kimsenin haberi yoktu anlaşılan.
“Tabii, buyur geç.” Annem de benim gibi gerilmişti. Önden geçip babama haber verdi. Emre Bey bakışlarını benden çekmeyi başarıp annemin peşinden gitti.
Göz devirip mutfağa geçtim. Hastanede bile babamın dibinden ayrılmamışken şimdi ziyarete gelmesi hiç inandırıcı gelmiyordu. Annem getirdiği tatlı paketini masanın üzerine koydu.
“Anne, o gidene kadar ben odadayım.” Annem anlayışla başını salladı. Anneme önceden durumu biraz olsun açıklamıştım. Zaten o da gördükleriyle beni daha iyi anlamıştı.
Odaya geçtim. Misafirlerin gelmesine bir saat gibi bir süre vardı. Ben de o ara telefonumu kurcaladım. Bu kafayla ne yapabilirdim ki zaten? Öfkemi atmak için telefondan rastgele bir oyun açtım. Dakikalarca oynadım ve en sonunda gözlerim feryat etti. Ekrana çok bakamıyordum, gözlerim hemen ağrıyordu. Saate baktım, neredeyse yarım saat geçmişti. Belki gitmiştir diye odadan çıktım. Etraf sessizdi. Gittiğini umarak ilerledim ama lavabodan çıktığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Bu yüzden adımlarımı salona doğru hızlandırdım. Onunla burada durup konuşmayacaktım.
“Benden kaçacak bir şey yapmadım sana.” Göz devirdim. Kızdım ama tek bir cümle söylemedim. Bir de yüzsüzce konuşuyordu. Yine de sessizliğime devam ettim. Peşimden gelip kolumdan tuttuğu gibi beni odaya sürükledi.
“Ne yapıyorsun ya sen!” Kapıyı kapattı.
“Sadece seni sevdiğimi söyledim, suç değil bu.” Sessizdi ama öfkeliydi. Ondan kaçmam onu öfkelendiriyordu.
“Evli kadına sevdiğini söylemek ahlaka sığıyor mu?” Sesim sert çıktı. “Çekil!”
“Sevmek ahlaksızlıksa ahlaksızlık. Asıl sen kendini daha ne kadar küçük düşüreceksin?” Kaşlarım çatıldı. “O adamın hayatı sana göre mi?”
“Sana ne? Bu seni hiç ilgilendirmiyor. Çekil önümden.”
“Çekilmezsem.”
“Birazdan hiç iyi şeyler olmayacak.”
“Ne olacak? Söyle! Bizi görmesini istemiyor musun o adamın?” İmasına karşın daha fazla kızdım. Bu nasıl bir anlayıştı.
“O adam benim kocam.” Sinirle güldü. Şu an bir başka yüzünü görüyordum.
“Kes.” Çok sesli olmayacak bir şekilde bağırdı. O an boşluğuma gelecek ki irkildim.
“Kapıyı açmazsan bağırırım, inan yaparım bunu.” Dediğimi yapacağımı çok iyi anladı. Yapardım. Şu saatten sonra onun ne hale geleceği umurumda olmazdı.
“Bu saatten sonra daha fazla göreceksin beni Zeynep.” Kapıya sertçe vurdu ve açıp gitti. Ardında bıraktığı tehditler ortamı gerdi. Nefes alamıyordum. Elimi çarpan kalbimin üzerine götürdüm. Midem bulanıyordu.
Kendimi toparlayıp salona ilerledim. Emre Bey’in gittiğini gördüm. Son kez bana baktı. Bu bakış birçok şey ifade ediyordu ama bunu benden başkası bilmiyordu. Kapı zilinin sesiyle o an tüm korkum gün yüzüne çıktı. Yusuf, hiçbir şeyden habersiz kapıyı açtı. Önden Ezgi, onun arkasından Serkan ve Efe girdi, en son ise onu gördüm. Herkesin gözü Emre’deydi. Sessizlik oluştu. Ben ise sadece Yiğit’e bakıyordum. Bakışlarındaki gazap ölümcüldü. Emre ise pişkince gülüp Yiğit’e baka baka çıktı. O da çok farklı değildi. İçindeki öfkeyi gülüşünden anlıyordum.
“Kendine dikkat et Abdullah abi, ben seni sık sık ziyaret edip durumuna bakarım.” Kapıdan çıkmadan evvel son kez sesini duydum. Sık sık ziyaret demek beni asla rahat bırakmayacağını anlamına geliyordu. Gitti ve ortamdaki gerginlik yerini sessizliğe bıraktı.
Dakikalarca hızlanan kalbim artık durma noktasına gelmişti. Emre’nin amacı bu muydu diye düşünmeden edemedim. O benim zaten elde tutamadığım bir durumken asıl mesele bütün vücuduma yayılan histi.
“Hoş geldiniz çocuklar.” Annem gerginliği yok etmek ister gibi konuştu. Bütün düşüncelerimden arınmak istedim. Bu sefer gün boyu beklediğim kişiye baktım. O da bana baktı. Yüzündeki öfkeyi yok etmek istedi. Bunu başarabildi mi bilmiyorum ama yine de kızgınlığı ortadaydı. Gözleri gibi yine lacivertlere bürünmüştü. Gülümsediğim an gülümsedi. Çehreme düşen gülümseyişin aynasıydı. Emre’yi düşünerek bu geceyi birbirimize zehir edemezdik.
“Hoş geldiniz,” dedim tek tek. “Hoş bulduk,” diyen oydu. Bir nefes kadar yakınımdaydı, çehresine düşen güzellikte yeniden hayat buldum. Gülümseyişine sığındı kıvrılan dudaklarım, lacivertlerine sarıldı mavilerim.
Bakışlarım Efe ve Serkan’da dolandı. Şaşkınlıkta, “Ne oldu size?” diye sordum.
“Sen onu kocana sor yenge,” diyen Efe’nin ensesine Yiğit sertçe vurup, “Geç içeriye zevzek,” deyip ittirdi. Cevabı Efe’den beklerken konuşan Serkan oldu. “Kaçma kaçma,” diye bağırdı. “Şu kocan var ya, her şeyi öğrendiğinde bizi bir camdan aşağı fırlatmadığı kaldı.” Elimi ağzıma götürüp gülmemek için kendimi zor tuttum.
“Zeynep, hiç gülme.”
“Yok tövbe, güler miyim hiç?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Efe, ters ters Yiğit’e bakıp, “Elinin ağırlığından nasibini bir tek biz aldık, ne yapalım artık kardeşin vurduğu yerde gül bitermiş,” deyip içeriye yöneldi. Sesindeki mızmızlık ev ahalisinin neşesini yerine getirdi.
“Tekrar gül istiyorsunuz sanırım,” dedi Yiğit. Efe iki elini havaya kaldırıp, “Sana bir metre uzaktan selam, bir metre uzaktan eyvallah bundan sonra,” dediğinde güldüm. İçeriye geçtiğimizde hepsi bir bir babama geçmiş olsunlarını söyleyip koltuklara yerleştiler. Babamın da şaşkın bakışları Efe’yle Serkan’da dolandı.
“Ne oldu oğlum size?” Efe, gülmemek için kendini zor tutup Yiğit’e hin bakış attı.
“Önemli bir şey yok Abdullah abi, üstümüzden bir tır geçti sadece.” Ezgi’yle ben kısık bir şekilde güldük, Yiğit’se ters ters Efe’ye bakıyordu. Babam bir şey demedi, anlamış olmalıydı. Yorgun bakışları Yiğit’e kaydı. Daha sonra şefkate büründü gözleri. Babam Yiğit’i seviyordu, bunu görebiliyordum. Bu beni her şeyden de mutlu ediyordu.
“Kapı zilinin tekrar çalması ile Yusuf kapıya yöneldi. Çok geçmeden Bahadır ile içeriye girdiler.
“Masaya geçelim mi çocuklar?” Herkes annemi onaylayınca salondaki masaya erkekler oturdu, Yusuf’la Bahadır babama yardım edip köşeye oturttular. Bizde mutfaktaki masaya geçtik. Ezgi, Büşra’nın hamile olduğunu öğrenince sevinmişti. Hep beraber birçok plan yapmıştık.
“Sen gördün mü bunlar kavga ederken?” Ezgi başını olumsuz şekilde salladı. Salona yöneldi bakışlarım. Onu gördüm, o da bana baktı. Buruk bir tebessüm vardı dudaklarımda. Onca yaşananlara rağmen bunların olmasını istemiyordum. Çok sinirlenmiş olmalıydı ikisini öğrenince.
Yemekleri yedikten sonra mutfağı hızlı şekilde toparladık. Ezgi’yle Büşra, yan odaya geçerken annem salona babamın yanına gitmişti. İçeride oldukça hararetli bir sohbet vardı. En çok da Efe konuşuyordu. Onun bu hali pek de yadırganacak durum değildi. Elimdeki bezi köşeye asıp soluklandım. Yemekten hemen sonra mutfak toparlaması eziyet gibiydi. Üzerimdeki mutfak önlüğünü kapı arkasına asıp arkama döndüğümde Yiğit’le dip dibe geldim. Hızlıca bileğimi tutup mutfak balkonuna çekiştirdi. Balkona girdiğimiz an birden sarıldı. Havada kalan ellerimi sırtına koyduğumda sarılışını sertleştirdi. Bir yandan boynumdan bir yandan başımdan öpüyordu. Kokusu arasında kalmışken özlemim perçinlendi. Ayakucuma basıp ben de burnumu boyun girintisine soktum.
“Seni neden yok sayamıyorum ben?” Ne demek istediğini çok iyi anladım. Oysa ben de ondan farklı değildim. İkimiz içinde büyük bir savaştı bu. “Şu kokunu alamadıkça öldüm.” Daha fazla öptü, daha fazla sarıldı. “Yaşamak hiç bu kadar zulüm gelmedi.” Kollarım boynunu daha sıkı kavrarken, “Özür dilerim,” dedim. “Şu yaşananlara sebep olduğum için üzgünüm.”
“Şşş,” dedi fısıltı ile. “Asıl ben özür dilerim.” Kokumu soludu. İkimizde bu birkaç zamanda iyice yıpranmıştık. Ona baştan beri her şeyi anlatmak istediğimde o bunu istememiş, artık bu konuyu kapatmamızı sağlamıştı. Zamanı gelince her şeyi konuşacaktık. “O kadar yükün altında kalmanı sağladım, engel olamadım.”
Yine kendini suçluyordu. Başımı iki yana sallayıp, “Konuşmayalım bunları,” deyip geri çekildim. “Kendini de suçlama artık.” Yüzünü avuçlarımın arasına alıp, “Sadece güzel şeyler konuşalım,” deyince avuçlarımı öptü. Haklısın der gibi başını sallayıp aynı şekilde yüzümü avuçları arasına aldı. Lacivertlerindeki mavilerim dolup yanaklarıma taştı. Öptü gözyaşımdan, dudakları şifam oldu. Onu o kadar özlemiştim ki yakıp kül olan her şeyin bir anda yeşerdiğini gördüm.
“Buraya seni almaya geldim.” Gözlerime umutla bakıyordu.
“Gelirim.” Gözleri parladı anında. Ufak bir söz onu bu kadar mutlu ediyorken ben nasıl kıyabilirdim ona? Zaten ben de istiyordum. Benim evim oydu. Mesken tuttuğum yeri değil onu istiyordum.
Alnımdan öpüp yanımdan uzaklaştı. Balkondan çıkacakken, “Yiğit,” dedim son kez. Bana dönmeden evvel, “Seni seviyorum,” dedim. Döndü ve tekrar sarıldı. Ona ilk defa bu itirafı yapmıştım. Hızlıca gitti yanımdan. Ellerimi korkuluğa bastırıp bir müddet etrafı izledim. Yaşanılan onca olaydan sonra Allah bizi ferahlatmıştı. Gün gelmişti, dökülen yapraklar çiçek açmış, karanlık kendini günışığına bırakmıştı.
...
“İzniniz olursa bu gece Zeynep’le dönmek istiyorum.” Yiğit’in aniden söylediği söz babamın bana bakmasını sağladı. Bu gece onunla gideceğimi düşünmüyor olacaktı. Babam, bakışlarını tekrar Yiğit’e çevirdiğinde gözlerindeki o boşluğu gördüm.
“Sen ne diyorsun Zeynep?” Bana bakmadan sordu, fakat yüzündeki ifade memnuniyetsizdi. Bu da son zamanlarda yaşadıklarımızdan ötürüydü. “Gitmek istiyor musun?” Yiğit’le kesişti gözlerimiz. Bana umutla bakıyordu ama ben, babamı incitmekten korkuyordum. Üzüldüğümde, ağladığımda onlara sığınmıştım.
“Sen istemiyor musun baba?” Babam biraz daha doğrulup ciddiyetle bana baktı. Yiğit’i ne kadar sevdiğini olumsuz yanıt vermeyerek fark ettirmişti, sadece beni düşünüyordu.
“Benim ne düşündüğüm ne yaşadığını kapsıyor Zeynep. Siz evlisiniz, birbirinizi seviyorsunuz. Gitmeye gönlün var, gitme desem sen üzüleceksin. Git desem aklım sende kalacak.” Elimdeki fincanla oynamayı bırakıp masaya koydum. Asla saklamayacaktım. Çünkü gitmek istiyordum. Bu yüzden babamla açık açık konuşmaya karar verdim.
“Şu hayatta ne yaşadıysam, başıma ne geldiyse hepsi kaderim, dedem ise mirasçısı. Sense beni korumak istedin hep, bunu görüyorum. Allah’ın bize sunduğu vakitte ne göreceksem Allah’ın indinde... O, bana bir gelecek hazırladı, imtihanımsa başım gözüm üstüne, sınavım der yeniden tevekkül ederim. Hırsım, kendimi korumam yine beni buraya getirdi. Bu yüzden kader gayrete aşık ya. Gayret ettim hep, bana öğrettiklerinle amel ettim. Şimdi ise yine gayret edeceğim.”
Bir an herkes susup bana odaklandı. Artık mesele benlik değildi. Susmadım, devam ettim.
“Hani Hud suresinde; ‘Şu'ayb dedi ki: "Ey kavmim! Şayet ben Rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeye çalışıyorum, Muvaffakiyetim de ancak Allah'ın yardımı ile olacaktır. Ben yalnızca O'na dayandım ve ancak O'na döneceğim.’ diyor ya işte ben de sırtımı yalnızca Allah’a dayıyorum. Bu zamana kadar neyin yanlış neyin doğru olduğunu hep tarttım fakat kaderimden kaçamadım.” Yiğit’e baktım. Gülümsememin ardından, “Yiğit, hiçbir zaman bana, doğru bildiklerime bir çelme takmadı. Benim hayatımı bana veren Rab, bana onun doğru olduğunu gösterdi,” dedim. Gülümsedi. “Şimdi de senin rızan önemli, eğer gitme dersen babam der susarım ama senin bana güvenin benim için çok değerli.” Babamın gözleri parladı, yüzündeki o silik ifadenin yerini tebessüm aldı. İşte o vakit kalbimdeki acı his yok oldu. Hızla babamın yanına gidip açtığı kolunun altına girdim. Yiğit’e tekrar baktığımda onunda bakışları değişti. Öyle güzel baktı ki bir an, “Elhamdülillah,” dedim. Zaman ana galip gelmişti. Şu an ise zamanın bize getirdikleriydi.
“Hadi o zaman bekletme seni bekleyeni.” Yanaklarından öpüp, “Teşekkür ederim,” dedim. Yanağıma sevecenlikle vurduktan sonra başını hafiften salladı. Başından beri bana hep güvendiklerini biliyordum. Bu, bana yetiyordu zaten. Onlardan güç alıyordum, bu da bana hiçbir zaman yanlış karar verdirtmemişti. Bir ara beni kendine çekip kulağıma sessizce, “Onun da sana ihtiyacı var, sakın birbirinizi bırakmayın,” dedi. İşte şimdi daha iyi anlamıştım babamın Yiğit’e karşı olan tutumunu. Belki başta çok anlaşmazlık olmuştu ama babam Yiğit’e karşı baba şefkatiyle yaklaşmayı öğrenmişti.
Önce kendi odama geçip valizimi hazırladım. Annem dolu gözlerle oda kapısından girip bana yaklaştı. Başımı omzuma eğip, “Yapma ama anne, beni de ağlatacaksın,” deyince sarıldık.
“Yok kızım, ağlamıyorum. Sen hep mutlu ol olur mu? Bunu öylesine hak ediyorsun ki, incinsen hissederim.” Yanaklarından öptüm, şu aileye sahip olduğum için, aileme sahip olduğum için şükrettim. Şu zamana kadar bana yaptıklarımdan ötürü, ‘Neden’ diye sormamışlardı hiç. Bana hep güvenmişler, beni yaptıklarımla yargılamamışlardı.
“Ben hep mutluyum, Allah sizi bana vermiş, nasıl olmam.” Sıkıca sarıldık yine. Odadan çıktığımızda Yiğit’ler de ayaklanmıştı. Babamın yanına gidip elini öptükten sonra helallik alarak kapıya çıktım. Son kez koltukta yatan babama baktığım anda gülümsedi. Kırışık yanaklarının verdiği gülümsemesinde gözleri kayboldu. El sallayıp evden çıktım. Dolan gözlerimi hızla yok sayarak önce annemle akabinde Yusuf ve Büşra ile vedalaştım. Şu birkaç günde onlara çok kötü alışmıştım. Elimi Büşra’nın karnına koyup, “Mercimeğe iyi bak,” dedim.
“Sen de kendine iyi bak.”
“Benden önce sen ağlayacaksın.” Dolu gözlerle koluna hafiften vurdum.
“Öf evine git artıkta şu evin tek kızı olayım.” Burnumu kırıştırıp, “Gıcık,” deyip arabaya yöneldim. Ama beni Yusuf engelledi. Kolumdan tutup köşeye çekti. Sanırım onun diyecekleri şimdi başlıyordu. İçeride babama olan saygısından ötürü konuşmadığını biliyordum.
“Abla, gitme.” Sesi hüzünlüydü. Oysa sorun kalmamış olmalıydı. Yusuf, her şeyi biliyordu. “Yine üzüleceksin, buna dayanamam.”
“Ben üzülmüyorum ki. Hem Yiğit’le aran düzelmişti.”
“Ben Yiğit açısından demiyorum. Yine gideceksin ve yine seni üzecekler. Hep bir olay, ben bunu kabul edemiyorum.” Bu tavrına karşın sıkıca sarıldım.
“İnan bana üzülmeyeceğim.” Geri çekildi. Artık tek bir söz geçmedi aramızda. Yiğit valizi arabaya yerleştirmeye gittiğinde sanki uzak bir yere gidecekmişim gibi hissediyordum. Son kez baktım arkama ve arabaya binerek uzaklaştık.
...
Yiğit, önden geçerek kapıyı açtı. Evdeki sessizlikle beraber besmele çekerek kapıdan içeriye girdim. Valizi bir kenara bırakıp yanıma geldiğinde elimi tuttu. Heyecandan titreyen elim bu sefer bedenime yayıldı. Yavaşça içeriye yürüdük, Yiğit loş ışığı yok ederek evin keskin ışıklarını açtı.
“Aysun Hanım?” Soruma, “Yengem rahatsızmış oraya gitti,” dedi. Başımı usulca sallayıp merdivenlere yöneldim. Yiğit’te tekrar valizi alıp peşimden gelmeye başladı. Odaya girdiğimde değişiklik çarptı ilk göze. Oda tamamıyla değişmiş ferah bir görünüm meydana çıkmıştı.
“Ezgi’nin marifeti.” Bu dediğine gülüp, “Hiç şüphem olmaz,” deyip odayı kısa bir müddet inceledim. Beyaz ve ahşap renginin ağır bastığı odada çok eşya yoktu. Köşede kocaman bir papatyayla dolu vazo ve resimlerle dolu çerçeveler vardı, bu gülümsetmişti. Hatta kırılmış olan çerçeve yenilenmişti.
“Bu da senin işin,” Vazodan hariç yatakta duran tek papatyayı aldım. “Vazodaki de şaşırtacak mevzu tabii.” Elimdeki papatyayı alıp eşarbıma sıkıştırdı.
“Bunca zamandır getirmediğim papatyalar,” deyince gülümsemem çoğaldı. “Papatyalar sensiz yapamaz bilirsin.” Parmakları kirpiklerime değdirip, “En önemlisi de gözlerim sensiz yapamaz,” diyerek göz kapaklarımdan öptü. Kollarım bedenine dolandı hasretle. Kilit vurduğumuz şu zamana sızan saniyelerde birbirimize yeniden hapsolduk.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.65k Okunma |
1.85k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |