@rumeysadoganm
|
Bir adam vardı, hayatımın tam ortasında eli kana bulaşmış hayatını bana vermek istiyordu. Bir adam vardı, o adam beni kafesine saklamak istiyordu. O adam katildi, beni öldürmek istiyordu. Ben o adamın kafesine kendimi hapsetmeyecektim. Karşımdaki adama baktım. Hiçbir şeyi umursamıyor oluşu beni çileden çıkarmaya yetiyordu. Dediklerini düşünüp söylemiş olmasını istiyordum. Kararlı gözüküyordu ve ben kararının en ufak garantisi gibi duruyordum. Evleneceksin demişti emreder gibi, evlenecek onun esareti altında kalacaktım zannınca. Bunu kabul edecek değildim elbette. Bunu duymak bile iğrençti. Bunu duymak saçmalıktı. O saçmalamaktan bir adım öteye gidemiyordu. "Bunu sana düşündürtecek hakkı kim verdi?" Yiğit dediklerime karşın kaşlarını çatıp, "Bunun için senden hak talep etmiyorum," deyince sinirle güldüm. Sinirlerime hâkim olamıyordum artık. Parmağımı kaldırıp tehditkâr bir ifade ile ona uzattım. Önce parmağıma sonra bana baktı. "Ne evlenmesi ya! Anlamıyor musun sen, kafan basmıyor mu? Tahammülüm kalmadı artık seni görmeye, benden uzak dur anlıyor musun? Benim sınırlarımı geçme, bana dokunma, beni çizgilerimden öteye çekersen bu senin için iyi olmaz." Ona daha fazla bakmadan yanından geçtim. Peşimden gelerek kolumu tutup kendine çevirdi. Kolumu hızla elinden çekip, "Sana bana dokunma dedim!" diyerek bağırdım. Sesim oldukça fazla çıkmıştı. Mahremiyetim yok sayılırsa şayet öfkem arşı titretirdi. Birilerinin duyması ya da duymaması umurumda değildi. Bir yandan etrafa bakıyordum. "Senden uzak durmak en son yapacağım bir hamle." Bana kaçacak bir alan bile bırakmamıştı. Bana son kez bakıp, "Sana birkaç gün mühlet veriyorum, kabullenip beni uğraştırmayacağını düşünüyorum," demesi ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu. Ama neden? Neden benimle evlenmek istesindi ki? İşin içinde başka bir şeyler vardı? Arkasını döndüğü an, "Neden?" diye sordum. Bunun cevabını gerçekten merak ediyordum. Bana döndü. Ciddi ifadesi yüzümde dolandı. "Bunu sana baban söylesin mavi? O cevabı biliyor." Babam mı? Babam ne alakaydı? Hâlâ idrak edemiyordum bazı şeyleri. Sertçe yutkundum. Boğazımdaki düğüm daha da artıyor ve nefesimi kesiyordu. Başka bir şey demeden adamlarıyla beraber okul bahçesinden uzaklaştı. Olduğum yerde kalakalmıştım. Ona cevabının hesabını soramıyordum. Ona neden diye soramıyordum. Babam ne alaka diyemiyordum. Omzuma dokunan elle kendime geldiğinde vücuduma alan titreme bacaklarımı benden bağımsızlaştırdı. Hatice beni tutmasa olduğum yere düşebilirdim. Yaşadığım zamanda olduğum yere sığamıyordum. Köşeye oturduğumda Hatice elindeki su şişesini uzattı. Kuruyan boğazıma değen suyun hiçbir tesiri yoktu. Kendimi iyi hissetmiyordum. Kafamı yorgana sokup günlerce uyumak istiyordum. Zihnimi dinlendirecek bir tesire ihtiyacım vardı. Oturduğum yerden kalktım. Hatice'nin sorularını umursamadım, okuldan kaçıp uzaklaşmak istedim. Hatice peşimden geliyor, sorular soruyor ama ben cevap vermiyordum. Artık hafife alınacak bir durum yoktu ortada. Mesele aileme kadar inmişti. "Dursana Zeynep." Kolumdan tutması ile durup Hatice'ye baktım. Eliyle ıslanan kirpiklerimi silip, "Ne dedi de bu kadar öfkelisin?" deyince Hatice'nin kolları arasına girerek hıçkıra hıçkıra ağladım. Kaç gündür tuttuğum gözyaşlarım artık durmadı gözlerimde. "Çok kötüyüm Hatice. Onunla evlenecekmişim." Hatice o günden sonra onun burada olma sebeplerini öğrenmişti. Dehşetle gözlerini açıp, "Bu adam neyin peşinde Zeynep?" deyince omuz silkip, "Bilmiyorum," dedim. Bilmiyordum, anlamıyordum. Bu adamın beni sevdiğinden değildi dediği teklif, bu teklifte başka niyetleri vardı bunu anlayabiliyordum. Onun için kendimi sakındırmak için elimden geleni yapacaktım. Belki ondan uzak duracaktım. Okul işini askıya alacak, buralardan uzaklaşacaktım. Buna mecburdum, buna mecbur bırakılmıştım. "Ne yapacaksın peki? Okulu mu bırakacaksın?" Başımı aşağı yukarı sallayıp, "Kaçmak istemediğimden kaçmak," deyince dediğime onay verdi. Başından beri onların dediği şimdi benim en çarem olmuştu. Okula gidip gerekli işlemleri yapıp en azından olumsuz olabilecek yerden uzak durabilirdim. O adamın en büyük hedefi bendim. O hedefe ulaşamayacak ben de hedef tahtası olmayacaktım. Hatice ile vedalaşmam adımlarıma biraz daha hızlılık kattı. Eve gidecek ve babama olanları soracaktım. O bana verecekti cevabı, vermek zorundaydı. Kapıyı açtım. Annem salon kapısında görününce, "Babam nerede anne?" diye sordum. Cevabını biliyordum ama belki evdedir diye hesap etmiştim. "Camide de, sen niye böyle nefes nefese kaldın?" Çantamı portmantoya astım ve tekrar kapıyı açtım. Anneme cevap bile vermeden caminin yolunu tuttum. Bekleyemezdim. Babama bunu sormazsam içim rahat etmeyecekti. Annem arkamdan seslendi ama ona dönüp bakmadım. O kadar hızlı gelmiştim ki camiye, terin suyun içinde kalmıştım. Babam avluyu temizliyordu. Beni görünce işini bıraktı. Yüzümdeki ifade sert olmalıydı ki anlamış olmalıydı. "Hayırdır kızım?" "Baba sen o adamı tanıyor musun?" Şaşırdı. O an tanıdığını ifade eder gibi omuzları düştü. Lakin bana cevap vermedi. Diretmek istedim ama gücüm yoktu. "Söylesene baba!" "Abdullah hocam?" Cemaatten birinin seslenmesi konuşmamızı yarıda bıraktı. Cemaatin işi acil olmalı ki cevapsız bir şekilde avlunun ortasında kalakaldım. Oysa babamı engelleyebilirdim ama yapamadım. Ayaklarımın güçsüzlüğü direncimi yitirmeme neden oluyordu. Ben artık dayanamıyordum. Ağlamak istiyordum, onu bile yapamıyordum. Ne yazık ki ben artık bir çıkmaz bir labirente girmiştim. ... Uyuyamamıştım, daha doğrusu uykum çoktan elimden alınmıştı. Birçok karar vermiş birçok kez kararımdan dönmüştüm. İkilemde kaldığım bu anda daha birçok endişe beni yiyip bitiriyordu. Bu endişe farklı bir boyuttaydı. Babam benden kaçıyordu. Bana hiçbir şey anlatmaması durumun vahametini gösteriyordu. Belki de Yiğit denen o adam bu teklifi babama da söylemişti. O kadar çok karmaşıktı ki aklım yatağın içinde dönüp duruyordum. Telefonumu aldığımda ekranda gördüğüm birkaç cevapsız çağrı ve mesajlar vardı. Yabancı numaradan olanlara bakmadım bile. Büşra'nın attığı mesaja girdim. "Daha iyi misin?" "İyiyim." Yataktan kalkıp üzerimi giyindim. Artık sırtlarım ağrımıştı. Odadan çıkıp içeriye geçtiğimde annemle babamın konuşmaları kesildi. Babamın bakışları üzerimden hızla çekilirken annemin dolan gözleri benden zorda olsa çekildi. Konunun ben olduğunu biliyordum. Konunun babama sorduğum soru olduğunu biliyordum. "Baba, benden daha ne kadar kaçacaksın?" Sesim oldukça sertti ama saygımı yitirmemek için yükseltmedim. Aralık olan perdeden yansıyan ışığa kaydı gözüm. Pencereden dışarıya baktım. Kaç gündür bir araba vardı kapımızın önünde, buna artık alışmıştım. Bu sefer o yoktu ama kapıdan duranın onunla alakalı olduğunu anlayabildim. "Pazartesine Turgay amcanların yanına gitmen için bilet aldım." Tek dediği buydu, başka bir şey demeden odadan çıktı. Arkasından bakakaldım. Bu beni oldukça incitmişti. Yüzüme bakmamış, beni olanlardan sorumlu hissettirmişti. Turgay amcamla oğlu Bahadır polisti. Beni böyle güvende hissettirecekti. Endişeliydi buna hak veriyordum fakat ben evimden ailemden uzak kalarak kendimi güvende hissetmek istemiyordum. Kaçmak çözüm olur muydu bilmiyorum ama bu çözüm benim bir yanımı eksik hissettirecekti. Hıçkırdım. Daha fazla tutamazdım ağlamamı. Annem saçlarımdan öpüp, "Ağlama güzel kızım, sadece birkaç ay," deyip içli içli soludu. Mesele birkaç aylık ayrılış değildi, mesele o adamın hayatıma soktuğu parçalamaydı. Annemde babamın peşinden giderken pencere kenarına yaklaşıp dışarıya baktım. Evin önü boştu. Odama geçerek öylece odanın ortasında bekledim. Nefes alamıyordum. Pencereyi açıp soluklandım. Bu hayat beni hiç olmadığım yere sürüklüyordu, bu sürükleyiş nereyeydi bunu ben de bilmiyordum. Yatağa geçip uzandım. Elimi karnımın üzerine bağlayıp tavana bakmaya devam ettim. Babamın sert mizacı gözlerimin önünden gitmiyordu. Babam bana karşı hep sevgi doluyken bu gece oldukça sertti. Orada eridim, orada bittim. ... Sabah kahvaltısını sessizce yaptıktan sonra herkes sessizliğine çekildi. Babam düşünceli annem üzgündü. Babamın hâlâ anlatmasını bekliyordum ama o inat etmiş gibi anlatmıyordu. Arada babama bakıyor, diyeceklerini bekliyordum. Babam kafasını önündeki kitaptan kaldırmıyordu. Annem gülümseyip sırtımı sıvazlayıp mutfağa geçti. İki gün vardı gitmeme, bu iki günde bana kalan sadece sessizlikti. Diyeceğim bir şeyde yoktu ya. Babamın sözünü dinlemekten başka çarem yoktu. Odama geçtim. İçim ferahlasın diye sayfalarca Kur'an okudum. Ağlayarak ettiğim dua biraz olsun iyi gelse de zihnimdekilerle ne kadar yaşayabilirdim bilmiyordum. En çok da babama karşı öfkeliydim. Bana hiçbir şey anlatmıyordu. O kadar çok şey vardı ki, durup durup senaryolar üretiyordum. Kapım tıklatıldı. İçeriye giren Büşra'nın bakışları da pek farklı değildi. Gelip yakınıma oturdu. İkimizde bu sessizliği bozduk. "Annen bir şeylerden bahsetti." Başımla onayladım. Sanırım en doğru karar buydu. Bir müddet buralardan uzaklaşırsam o adamın gölgesi benden uzaklaşırdı. "Olsun, belki biraz uzak kalacaksın ama her şey düzelecek canım arkadaşım." Birbirimize sarıldık. O kadar hissizleştim ki, ağlayamadım bile. Sadece biraz olsun kendimi iyi hissetmek istedikçe bütün engeller ayağıma takılıp kalıyordu. "Hadi bahçeye çıkalım da biraz hava al." Dediğini yapıp arka bahçeye çıktık. Büşra önden geçerken ben su alıp öyle yanına geçtim. Daha merdivenleri inmemiştim ki gördüklerimle kalakaldım. Babam ve Yiğit bir şeyler konuşuyordu. Onları yan yana görmek hayatımın şokunu yaşattı. Şu an babamın Yiğit'le alakalı olduğunu anladım. Yiğit bana geçmişten bahsederken bundan bahsediyor olamazdı değil mi? Aralarında nasıl bir geçmiş vardı ki babam benden köşe bucak kaçıyordu. Babam öfke ile Yiğit'e bir şeyler anlatırken neyin hükmü veriliyordu? "Hadi canım? Zeynep, ben yanlış görmüyorum değil mi?" "Görmüyorsun." Babam son kez Yiğit'le konuştuktan sonra arkasını dönüp gitti. O an ben de anladım ki bu olanlar sebepsiz değildi. ... Hızlı geçen iki günün ardından artık bir vedanın eşiğindeydim. Bu bir vedaydı, en zoru da bir kaçıştı. Kaçıyordum, yok olmayı ister gibiydi bu kaçış. Ben sadece şehri veda edecek, belki de kaçtığım yere sığamayacaktım. Açık olan valizimin kapağını kapatıp odama boş gözlerle baktım. İç çekerek, gözyaşı dökerek valizimi köşeye çektim. Gerekli eşyalarımı kol çantama koyduğumda odam artık bomboş olmuştu, geride kalan sadece evde olması gerekenlerdi. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerime inen gözyaşım akmadan gözlerimi kapattım. Kapı tıklatıldı, içeriye annem girdiğinde bu sefer tutamadım gözyaşlarımı. Annemde benim gibi akıttığında gözyaşlarını hızla boynuna sarıldım. İkimizde ağlıyor ikimizde sessizce birbirimizi dinliyorduk. Birbirimizi anlamak için konuşmaya gerek kalmıyordu, annem beni anlıyor beni sarmalayarak teselli ediyordu. "Çok değil kızım sadece birkaç ay." O bile inanmıyordu sözlerine, sesi hiç gerçekçi değildi bu yüzden. Ona karşı çıkacak söz söylemedim, onlarda buna mecbur ben de buna mecburdum. Başımı usulca sallayıp kolları arasından çıktım. Çantamı omuzuma asıp valizimle beraber odadan çıktık. Babam oturduğu yerden kalktı, Yusuf ise pencereden dışarıya boş gözlerle bakıyordu. Dün akşam bahsetmiştik ona olanlardan. Delirmişti. Ona zamanında söylemediğimiz için bize kızgındı, daha doğrusu kızgınlığı banaydı. Söylemediğim için beni suçlu hissettirmesi kırıcıydı. Babam elimdeki valizi alıp kapıya çıktığında anneme dönüp sarıldım. Babamla gidecektik otogara, bu yüzden annemin gelmesini istemiyordum, dayanamazdım. Yusuf'a baktığımda bana hiç bakmıyordu. Yanına yaklaşıp, "Kırgın mı ayrılacağız?" diye sordum. Dolu gözlerle bana baktığında onu dinlemeyerek boynuna sarıldım. Beni itmeden o da bana sarılınca, "Söylemek istedim, yapamadım. Özür dilerim Yusuf," dediğimde beni sıkıca sarmaladı. "Küs müyüz?" Dolu gözlerle bana gülüp, "Küs değiliz ama sana kızgınım," deyince koluna hafiften vurup, "Affettireceğim," dedim. Bana tekrar sarıldı, tekrar ağlaştık. Artık veda ettik birbirimizle, babamla beraber evin önündeki taksiye bindik. Şu an saat 22.00. Otobüs için bu saate bulabilmiştik. Daha doğrusu gündüzleri evimiz gözetlendiği için geç saate almak istedik bileti. Bu saatte de pek güvenilir olmasa da gündüz daha riskti bizim için. Otogara geldik, babam valizimi otobüse yerleştirip yanıma geldi. Yüzündeki ifade derindi, sorgulamak istemedim. Bana dönüp bir süre baktı. Yine de ona soğuk davranmadım. Sorularıma cevap vermediği için kızgın olsam da küs gitmek istemezdim. "Baba, gitmeden evvel bana tek bir sözün var mı?" Günlerce ona birçok soru soruşumu anımsadığından yine kaçtı benden. Lakin, "Sana zamanı gelince her şeyi anlatacağım," dedi. Günler sonra ilk defa bunu dedi ama yine beni birçok sorularla baş başa bıraktı. Ne benim diyecek sözüm vardı ne de babamdan beklentim. Buradan bir an önce ayrılmazsam daha ayrılamazdım. Hızla otobüse binip yerime oturdum. Artık camın arkasından elimi uzatabileceğim bir görüntü vardı. Otobüs çok geçmeden hareket etmiş, babamı arkamda bırakarak yeni bir hayata adım atmıştım. Geriye yaslanıp su gibi akan yolu izlemeye başlamıştım. Yolların hükmüne bırakmıştım kendimi. Yiğit denen adamdan uzaklaşmış, onun tehditlerinden kurtulmuştum. Sahi kurtulmuş muydum? Samsun'dan uzaklaştığımı öğrendiğinde neler olacaktı kim bilir! Öyle çaresizdim ki, o ilk zamanki cesaretim yoktu. Ona karşı gelirim zannetmiştim ama hiç de öyle olmamıştı. Beni mecbur bıraktığı bu hayatı ona cehennem olarak vaat etmiştim. Ne olursa olsun bütün öfkem dualarıma yansımıştı. İlk defa birini dualarımda hayırla yâd etmemiştim. Gözlerim kapandı. Başımı geri yaslandım. Zihnim bu darmadağın düşüncelerin arasında savruluyordu. İçine düştüğüm dehlizden nasıl kurtulacağımı artık bilmiyordum. Otobüs bir ara durduğunda yolcu aldıklarını görüp tekrar geri yaslandım. Bir an önce şehirden çıkmak istiyordum. O kadar yorgundum ki, artık başa çıkacak bir güce sahip değildim. Kulaklığı kulağıma geçirdiğimde yanımda hissettiğim hareketlenme ile başımı yan tarafa çevirdim. Gördüğüm kişi ile elimdeki telefon kucağıma düştü. Sertçe yutkunup, kulağımdan kulaklığı çektim. Dudağının kenarı kıvrılırken öfkeli bakışları gözlerimden çekilmemişti. Elindeki silah kasığımı buldu, şaşkınlık yüzümde yer edinirken bana yaklaşıp sessizce fısıldadı: "Dışarıda duran arabaya binip buradan uzaklaşacağız. Yoksa otobüste sağlam birini bırakmam." |
0% |