42. Bölüm

42. BÖLÜM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Kilitlediğim kapının ardındaki hareketliliği duyabiliyordum. Kapanan kapıların sessiz gürültüsü ve evin içindeki ayakkabının çıkardığı ses içimdeki korkunun filizlenmesinde en büyük etkendi. Elimdeki telefonu sıktığımı uyuşan elimden anlamıştım. Yiğit telefonu açmayınca en son Ezgi’yi aramıştım. Geleceğini söyleyip, korkmamam gerektiğini ve elinden geleni yapacağını söylemişti ama ben, şu an kendimi bile dinleyemiyordum. Köşeye daha çok giriştiğim anda kapının kulpu yavaşça indi. Dualar mırıldandım ve pür dikkat kapıya yoğunlaştım. Karanlık olmasına rağmen dışarıdaki ışık odayı iyi aydınlatmıştı.

Uzun uğraşlar sonucunda kapı açıldı. Ezgi’ye haber vereli epey olmuştu ve ben geleceklerine dair bütün umudumu kaybetmiştim. Gelen adamların ne gibi bir planları vardı bilmiyordum ama hiç iyi şeylerin olacağını düşünmüyordum. Çekmeceden aldığım makası penyemin koluna soktum. Titriyordum, biraz daha köşeye çekilip bacaklarımı karnıma daha çok çektim. Görebildiğim tek şey bir çift siyah botlardı, onlarda çamur içindeydi; kurumuş bir çamur. Kapanan gözlerimle beraber elimi yüreğimin üstüne bastırdım.

“Cesaretini mi kaybettin Bayan Soydan?” Yabancısı kaldığım ses irademi zorluyordu. Midem kasıldıkça kasıldı. Nefesimi alıp vermekte zorlanıyordum. Köşeme daha çok sinerken adımların odada gezindiğini görebiliyordum. O kadar rahattı ki bu rahatlık beni korkutmaya yetti.

“Hadi Yiğit,” diye fısıldadım. Her ne olursa olsun, telefonumu açmamış da olsa bu olanlar kulağına gidecekti biliyordum.

“Hadi ama beni uğraştırmadan çık. Eğer sen çıkarsan canını yakmayacağım söz.” Sesi tiksinti getirdi. Yüzüm buruşurken kendime biraz olsun hâkim olmalıydım. Onu ne kadar oyalarsam o kadar avantajdı benim için.

Adımları bana doğru çevrildi. Fakat köşeyi dönerek diğer yönden gelmeye başladı. Eğer kapıya ulaşırsam bana yaklaşmasına engel olabilirdim. O diğer tarafa geldikçe ben de kapıya doğru sürünmeye başladım. Ta ki beni görene kadar… Hızlıca kalkıp koştum. Yine de sakindi. Onun adımları benim koşuşuma denkti neredeyse. Öyle iri cüsseliydi ki bu beni korkutmaya yetiyordu. Odadan çıkıp üst katın merdivenlerine yöneldim. Buradaki çaresizliğim bir adama güç yetiremememdi. Karşı çıkarsam canım yanardı bilirdim. Yanında öyle ufaktım ki çaresizliğim bütün cesaretimi yerle bir ediyordu.

Koştum koştum, sonunda merdivene attığım adımla beraber bileğimden tutuldum. Adama çaktığım tekme benimde dengemi şaşırdı. Çünkü o an düşmesiyle beraber ayak bileğimi de tutmuş beni sertçe merdivene düşürmüştü. Acıyla inledim, bacağım ve kolum büyük darp almıştı. Fakat pes etmeyerek merdivenlerden süründüm. Adam tez toparlayarak kolumdan tuttuğu gibi beni kaldırdı. Hareketleri seri ve sertti. Odaya çekiştirilmem ve fırlatılmam ne ara olmuştu bilmiyordum.

Dönüp adama baktığımda yüzünde kazanılmış zaferin gülümseyişi vardı ama ben, ona asla yenilmeyecektim. Geri geri adımlarken o da üzerime geliyordu. Kaşlarımı çatıp, “Kimsin?” diye söylendim. Hayatımda o kadar çok bilinmezlik vardı ki, çip için mi yoksa başka bir şey için mi gelmişti bilmiyordum, ben hiçbir şey bilmiyordum.

“Çip nerede?” Şu an en azından bunu biliyordum. Çip saklanmış bir kıyametti. Bunu isteyen kişinin amacı ise beni yok etmesiydi. Ben artık karşı taraf için büyük risktim ve Yiğit’ten ziyade beni amaçlarına bir tutmalarıydı.

“Bunu size söyleyeceğimi mi düşünüyordunuz!” Yarı alaylı çıkan sesim onu sakin tutsa da içten içe öfkelendiğini biliyordum. Siyah deri eldivenli elleri yumruk halini alırken sakin kalmak için çabaladığı ortadaydı. “Eğer şimdi gitmezsen buradan sağ çıkamayacağını biliyorsun değil mi?” Tehdidim karşısında dudağı kıvrıldı. Yüzünde maske vardı ama oldukça genç olduğunu anlayabiliyordum.

“Korktuğum falan yok. Eğer sen çipi vermezsen sağ çıkamayacaksın.” Kolumu sertçe kavrayınca o an aklıma bileğime soktuğum makas geldi ve boşta olan kolumdan çıkardığım makası bacağına sapladım. Kıpkırmızı kesilirken ayağımla da karnına vurup elini üzerimden çektim. Tekrar şansımı deneyip kaçacaktım ama izin vermeyecek kolumdan tutup çekti ve beni odanın yüzüne fırlattı. Düşen bedenim ve üzerime yürüyen cüssesi geri geri süründürdü. Sanki elinde bir zincir varmış gibi beni gözleriyle o zincire hapsediyordu. Makası bacağından çekti. Sanki hiç acı çekmiyormuş gibi, mazoşistçe bir tavırla aniden yaptı bunları. Makas elindeydi, eli ise havadaydı. Sertçe makası köşedeki yastığa soktu. Panikle başımı kollarım arasına alırken birden çıkan gürültü daha çok başımı kollarımın arasına sokmama neden oldu. Ne yaptığını ne amaçladığını anlamıyordum. Korkuyla kıvrıldığım yer beni dibe çektikçe çekti. Bulanan midem, ağrıyan her uzvum gözlerimin bir an önce kapanması taraftarıydı. Uyumak, bunların bir kâbustan ibaret olmasını istiyordum, ne yazık ki gerçekler tam dibimdeydi.

Adamın bana yaklaşacağını hissettiğim anda bu sefer şefkatle dokunan el ve tanıdık ses başımı kollarımın arasından yavaşça çekilmesini sağladı. Nemli gözlerim önce kim olduğunu seçemedi ama görüş alanım açıldığında Ezgi’nin siluetini görmem gözyaşlarımı artık serbestçe akıtmamdaki en büyük mutluluktu. “Tamam, bak buradayız,” derken bile ona hızlı sarılışım ve ellerini sırtımda hissedişim ufacık bir korkunun bile bir güvencesi gibiydi. Sanki geçmeyecekmiş gibi bir zamana düşüyorduk, sanki o zaman bizi yutacakmış gibi, bizi yok edecekmiş gibi çat kapı geliyordu. Hiçbir tepki vermeyişim bundandı belki de. Gözlerimi açınca tam köşede adamı ölesiye döven Yiğit’i gördüm. Tek bir şey hissetmiyordum şu anda. Tepkisizliğim bundandı belki de.

Bomboş baktım görüntüye. Engel olmaya çalışan Efe’ye… Sanki istedim o an o adamın bunları yaşamasını ama ben sadece buradan gitmek istedim belki de. Gitmek… Bir şey ifade etmeyeceği gibi unutulmayacak yaralara da bir çare olmayacaktı.

“Hadi çıkalım buradan.” Dalgın dalgın baktığım yerden yavaşça çevirdim bakışlarımı Ezgi’ye. Ne onayladım ne reddettim. Koluma girince yavaşça kalktık. Üşüyor muydum yoksa bu olanlar mı bedenimi titretiyordu bilmiyordum. O an olduğum yerde sendeledim. Ezgi’den destek almasam düşebilirdim.

“Yenge, iyi misin?” Efe, Yiğit’e engel olamayacağını anlayınca yanıma korkuyla geldi. Beni şüpheyle inceledi. “Siz çıkın Ezgi,” deyip arkasında kalan Yiğit’e bakıyordu. Yiğit o an benim varlığımı fark etti. Bütün öfkesi de bütün gazabı da bana baktığı gözlerinde söndü. Adamdan uzaklaştığı an bana yaklaşacakken onu görmezden gelip odadan hızla çıktım. Kaç gündür yok sayıldığım yerde bu sefer ben sırtımı döndüm ona. Akan gözyaşlarım ne acındandı ne de olanlardan, ona olan kırgınlığımdandı. Bana şu an değil, önceden gelmeliydi. Olanlarla sadece kendisi başa çıkacağını zannederken aslında beni bir dibe ittiğini görmüyordu. Özlemim, sevgim bu birkaç gecede büyük bir muharebeye dönmüştü.

“İyi misin biraz daha?” Koluma dokunduğu an sızlandım. Bakışları koluma kaydı. “Ne oldu koluna?”

“Boğuluyorum Ezgi, sığamıyorum olduğum yere.” Beni dinlemeyip kolumu açtı. Kolumda hem çarpmanın hem de tutuşunun mor izleri vardı. Köşedeki odaya geçtiğimiz için beni köşedeki yatağa oturtup odadan çıktı. Çok geçmeden elinde kremle geldi.

“Aç kolunu.” Dediğini yapıp kolumu açtım. Kremi özenle sürüp, “Geç kaldık değil mi? Çok canını yaktı mı?” dedi. Gözleri dolu doluydu. Bir şey diyemedim, sessiz kaldım. Başımı yere eğdim ve kolumdaki morlukta takılı kaldım. Geç kalmıştı!

Ezgi beni sessizliğime bırakmadan yanıma oturup, “Bu gece yanındayım tamam mı, seni böyle bırakamam. Kafasızlığım yüzünden oldu, akşam yanında olmalıydım,” deyip yüzünü düşürdü.

“Yok git artık, daha gelemezler. Sen beni düşünme.”

“Gitmiyorum, hiç iyi gözükmüyorsun. Bir şeyler hazırlayayım da ye.” Ayağa kalkınca kapıda Yiğit belirdi. Dağılmıştı. Ezgi, sessizce yanından geçerken o da yavaşça odaya girdi. Bana yaklaşırken sanki bir şeylerin kopacağından emindi. Ona bakmakta bile zorlanıyordum. Dibime çöktü. Yüzüme bakıyorken bile kolumdaki yarayı fark etmişliğin acısını sezebiliyordum. Parmak uçları koluma dokunacakken havada kaldı. Eğdi başını ve öylece orada kaldı. Parmak uçları burun kemerini sıkıntıyla kavradı. O an binlerce kelimeyi toparlamayı deniyordu. Soludu ve yavaşça bakışlarını bana çevirdi. Lacivertlerinde gördüğüm o buz kütlesi sıcacık oldu o an. Dizleri üstüne çöktü ve beni kendine çekti. Sımsıkı sarıldı, sarılmak etten bir parçaydı sanki onun için. Karşılık veremeyişim ikimizi de boşlukta sallandırıyordu. Burnunu boyun girintime soktuğu an değdi dudakları tenime. Ellerim sırtına ulaştı ama bu sarılmak içten değildi benim için. Hep bir tamamlanmaya meydan okuyordu şu an hissettiklerim. Eksikti bir şeyler…

“Özür dilerim,” dedi boğuk bir sesle. Yüzü hâlâ boyun girintimde saklıydı. “Seni yalnız bıraktığım için affet beni.” Geri çekilmemek için kendiyle savaşıyordu ama benim mesafem onu geri çekmek zorunda bırakıyordu. Elleri ellerimi kenetledi. Dudakları değdi bu sefer ellerime. Pişmanlık bütün zerresindeydi. “Gelmeliydim,” dedi.

“Sen bana hiç gelmedin ki Yiğit.” Lacivertleri hızla bana çevrildi. Mesafeli sesle, “Sen benden hep kaçtın.” Yine de uzatmadım. Birkaç kelamın yüreğimdeki o soğukluğu köze çevirdiğini daha da iyi anladım. Yanıma oturup bedenimi kendine çevirdi. Gözleri hâlâ kolumdaydı ve kaşları çatıldı.

“Beni koruyamadın,” dedim aksine. “Sen benden kaçtıkça ben senin önüne atılmış bir yem oluyorum sadece Yiğit.” Haklısın der gibi başını salladı. Onu suçlamak değildi amacım, sadece benden kaçarak bir şeyleri çözüm olarak görmesiydi öfkemi bileyen. “Oysa ben senin hayatında bile doğru dürüst yokmuşum ki. Bana kalbini açarken hayatını açmamışsın.” Bunları ilk defa konuştuğum için kırgınlıklarımı da ilk defa dile getirdim. Ayağa kalkıp tepeden, “Güçlü gözükeceğim diye peşin sıra sürüklenenleri görmüyorsun,” deyip ayağa kalkışını izledim. Elleri uzandı ama geri çekildim. Dokunuşuyla ürperdiğimi hissediyordum. Belki de şu anlık sadece biraz uzaklıktı isteğim. Ona karşı ne düşüneceğimi bilmiyordum; kızgınlık, kırgınlık… Karmaşık bir hal almıştı her şey. Sadece onu suçlamadığımı biliyordum. “Bir gidiyorsun günlerce gelmiyorsun. Peki başarabildin mi bir şeyler?” Sorduğum soru yersizceydi onun için.

“Güçlü görünmek karşımdakine karşı bir tercihim mavi. Bunu senin bildiğini umuyordum.” Başımı iki yana sallayıp, “Bilmediğimden konuşmuyorum, sen sadece bencilce davranıyorsun,” deyip bir iki adım geriledim. “Her neyse,” dedim konuyu uzatmamak için. Kurumuş dudaklarımı yaladım. Zaten o an Ezgi belirdi kapıda. Yemek yememiz için çağırması benimde işime gelmişti. Yiğit’e dönüp, “Hadi inelim,” dedim. Ona karşı bir mesafe koymak istemiyordum. Kızgınlığımda kırgınlığımda buna vesile olmamalıydı. Ben sadece onun benim yanımda olmasını istiyordum. Gülümsedim ama bu gülümseyip hiçte gerçekçi değildi. Önden geçerek yürüdüm. Ezgi’yle Yiğit arkamda kaldı. Fısıldaştıklarını duydum sadece. Halime abla akşam yemedim diye tekrar bir şeyler hazırlamıştı. Saatte epey geç olmuştu ama bu Yiğit’ten kaçımdaki en büyük roldü. Zaten hafif aperatifler vardı masada.

“İyi misin canım?” Üzüntülü çıkan sesine karşın elimi kolumdaki elinin üzerine koyup, “İyiyim abla ben,” dedim. Elimi midemin üzerine bastırdım. Bu gece stresten olsa gerek midem daha fazla kötü oldu. Ezgi su uzatıp, “İyi gözükmüyorsun,” deyince, “İyiyim,” dedim ama sesim pek canlı çıkmamıştı. Yiğit sessizce beni izliyor bense bakışlarımı kaçırıyordum.

“Efe nereye gitti bu arada ya, biraz önce buradaydı.”

“Az önce çıktı, işi varmış.” Konuşan Halime abla oldu.

“Adamdaki hıza yetişemiyoruz.” Halime ablayla ikisi gülüşürken masada sessiz olan sadece benle Yiğit’ti.

“Size afiyet olsun Ezgi, ben odaya çıkıyorum. Pek iştahım yok, biraz uyurum.” Ezgi gözlerime yapma der gibi bakıyordu ama bu gece gerçekten hiç keyfim kalmamıştı. Halime ablanın Ezgi’ye varma üzerine der gibi göz kırpıştırması Ezgi’yi geri çekti. Üçünü de arkamda bırakıp odaya geçtim. Yorgunluğum, halsizliğim beni yatağa çekti. Yorganı kafama çekip gözlerimi kapattım ama uykunun tükendiği zamandaydım. Kapımın açılıp kapandığını duyunca kıpırtısız kaldım. Soluk alış verişlerini duyabiliyordum. Adım sesleri yakınımdaydı artık. Oturdu yatak ucuna ve bir müddet sessiz kaldı. Tekrar ayağa kalktı. Gidecek zannettim ama dönüp arka tarafıma geçti. Yatağa uzandı. Nefessiz kalmıştım, ne yaptığını göremediğim için bekledim. Saç diplerimden öptü ve arkama yatıp burnunu saçlarımın arkasına gömdü.

“Nefessiz kaldığımı hissediyorum.” Boğuk çıkan sesi tıpkı benim olduğum an gibiydi. Ben de nefessiz kaldığımı hissediyordum. Yakıp yıkılacak birçok meselede kendimdeki baş edemediğim tek sorun buydu. “Yine de haklısın, ben sadece sensizliğin cezasına katlanamıyorum mavi. Kız, bağır, öfkeni dile getir… Hepsi hakkın.” Onayladı kalbim, ama ona bağırmaya, kızmaya kıyamıyordum. O zaten neden kaçtığını söylemese de ben anlıyordum. Sadece sessizliği ikimizi de ziyan ediyordu.

“Uyumuyorsun.” Eli karnımdan çekilip kalbimin üzerine bastırıldı tam. “Duymasam da hissediyorum mavi.” Biraz daha sokuldu dibime. Öptü saçlarımdan ardı sıra. Ona dönmeyecektim. Onun gibi susacaktım sadece.

Aramızdaki yakınlaşmayı bölen telefon sesi oldu. Nefesini sıkıntıyla soluyup söylenerek kalktı. Benden uzaklaşınca yorganı yüzümden hafifçe indirdim. Sırtı bana dönüktü. Boşta kalan elini cebine sokup camdan dışarıya bakarak görüşmesine devam etti. Çok fazla kısık sesle konuşuyordu. Sadece, “Tamam,” dediğini duydum ve bana döneceği esnada tekrar gözlerimi kapattım. Hiçbir şey demeden odadan çıktı. Sanki biraz önceki o değilmiş gibi yine benden uzaklaştı. Ayağımla yorganı itekleyip pencere kenarına geçtim. Gerçekten nefes alamıyordum.

Dışarı çıktığını gördüm. Yine telefonda kiminle görüşüyorsa esip gürlüyordu. Özellikle korumalardan birinin yakasına yapıştı. Birkaç saniye geçmişti ki yukarıya baktı. Beni gördü, gördüğü anda yüzündeki öfke yok olup gitti. Çekmek istemediği gözleri uzaklaştığı an anladım yine gideceğini. Düşündüğüm gibide oldu, arabaya binerek uzaklaştı. Baş başa kaldığım yoğun duygu sadece arkasından bakmakla kalıyordu. Peşinden giden ve etrafta kalan birkaç koruma gerçeği yüzüme bir kez daha vuruyordu.

Öfkeyle sehpadaki bardağı duvara fırlattım. Bağırdım. Öfkem çıkana kadar, içim soğuyana kadar bağırdım, ardından dayanamayarak ağladım. Çok canım yanıyordu. Şu an burada onunla iyi olabilecekken o hiç düşünmeden çekip gitmişti.

“Zeynep, iyi misin?” Yanıma koşarak gelen Ezgi beni kolları arasına aldı. Biraz da onun kolları arasında ağladım. Berbat hissediyordum. Bedenimdeki acılardan ziyade kalbimdeki acılarla başa çıkmak çok zordu.

“Ben artık başa çıkamıyorum Ezgi.” Başımı okşadı. Verecek cevabının olmadığından mı yoksa cevap vermek istemediğinden mi bu kadar sessizdi bilmesem de şu anda bir teselliye ihtiyacım yoktu.

“Hadi toparla kendini de şunu iç.” Sehpanın üzerinde duran bitki çayını gösterdi.

“İçmeyeceğim.” Sesim net ve solgundu. Çayın kokusunu aldığım an yeniden bulanan midemle lavaboya koştum. Midemin boşluğundan ötürü kusamıyordum da. Fazlasıyla bitik düşmüştüm. Olduğum yere oturup omzumu lavabo dolabına yasladım. Ezgi yanıma gelip önüme düşen saçları ittirdi.

“Demeyeyim dedim ama bu gece hiç iyi değilsin. Bir hastaneye mi geçsek?”

“Sabaha bir şey kalmaz Ezgi, sanırım birkaç gündür bilmeden stres yaptım. Eskinden de hep böyleydim, stres yapınca mideme vururdu.” Başını sallayıp beni ayağa kaldırdı. Musluğu açınca akan suyu hiç durmadan yüzüme çarptı. Su biraz daha iyi hissettirmişti. Beraber banyodan çıktık.

“Şunu içte biraz miden düzelsin.” Dediğini yaparak bardağı aldım. Soğuyan ellerimin arasına yerleştirdiğim bardağa bakadurdum. Ezgi içmem için ısrarla bakarken ben bir yudum alıp bardağı yerine koydum. Çay birden ağır gelmişti. “İçemeyeceğim Ezgi,” dedim. Israr etmedi de. “Sadece biraz uyumak istiyorum.”

“Tamam sen uyu yarın konuşuruz yine.” Tepsiyi alıp kapıya yönlenince, “Sana neden gittiğini söyledi mi?” diye sordum. En sonunda dayanamayıp sormam bir an pişman etse de sonradan vazgeçtim pişman olmaktan. Başını iki yana sallamakla beraber omzuna eğdi.

“O adamı depoya götürdüler, büyük ihtimal onunla alakalı olmalı. Normalde korumalar çoktu ama aralarından biri köstebekmiş, o yardım etmiş.” Bu cevap beni tatmin etmedi. “Neyse,” dedim buruk tebessümle. “Ben Yiğit’e yetişemem öyle değil mi? Giderken kapımı çeker misin Ezgi?”

“Zeynep…” Sözünü kesip, “Yarın konuşalım olur mu?” dedim. Morali bozulduğuna dair belirtiler verince bir an onu kırdığımı hissettim. Başını sallayarak odadan çıktı ve kapıyı kapatarak uzaklaştı. Odanın ortasındaki kalan bedenim bir süre aynı yerde kaldı.

Bu sabah herkes sessizdi. Kahvaltıda kimse konuşmamış, sessizce masa toplanıp herkes bir köşeye dağılmıştı. Ezgi’yle pek muhabbet edememiştik ve dün gece onu kırdığımı hissediyordum. Çekinerek yanına yaklaşmamla bana baktı.

“Dün gece seni kırmadım değil mi?” Kocaman gülümsedi ve, “Kıracak bir şey mi oldu?” dedi bilmezliğe gelerek. Böyle iyimser olması beni daha da üzdü. “Olmadı mı?” dedim üstüne basarak. Böyle içten gülmemeliydi.

“Olmadı çiçeğim. Dün gece canın sıkkındı sadece. Bunun benlik bir mesele olmadığını ikimizde biliyoruz değil mi?”

“Sağ ol,” dedim sarılarak. Sarılmam onu biraz şaşırttı ama çok geçmeden o da bana sarıldı. Gülüşerek geri çekildik. Kapı ziliyle beraber ikimizde biraz önceki tavrımızdan uzaklaştık. Kapıya döndüm, içeriye giren Kenan Bey’le içime bir sıkıntı oturdu. Oturduğum yerden kalktığımda Kenan Bey’de çok beklemeden yanımıza geldi. Yüz ifadesine bakacak olursam biraz sonra pek iyi şeyler duyacağımı sanmıyordum. Kendimle girdiğim bu çatışmaya bir yenisi eklenecek gibiydi.

“Hoş geldiniz.”

“Hoş buldum kızım, nasılsın?” deyip yer açmamla berjere oturdu. Bende tekrar yerime oturdum. Uzun uzadıya baktığım yüzünde pek memnuniyet yoktu keza benimde öyle… Ben artık alışmıştım kötü haber duymaya. Bu da pek şaşıracağım kadar değil gibi duruyordu. Sadece merak duygusuydu sıktığım avuçlarımın terlemesi.

Ne diyebilirdim ki? Yine ne haber mi getirdiniz diyecektim? Bunu diyeli çok olmuştu oysaki. Ben çoktan bu yolun haberlerini kabul etmiştim. Direnen ruhum ise başlı başına yıpratan tek varlıktı.

“Yiğit,” dedi bana bakaraktan. Eteğimi sıktım. İsmi özlemimin arasında canımı yakan kişiydi. “Bu sabah Han binasında görülmüş.” Kaşlarım usulca çatıldı. Han binası Nedim Bey’in Samsun’da bütün varlığını koruduğu depoydu. Sertçe yutkundum. “Tekmiş. Korumaları falan istememiş yanında.”

“Yaptığı büyük risk Kenan amca.” Konuşan Ezgi oldu. Ben sadece Kenan Bey’e öylece bakıyordum. Kenan Bey elindeki telefonu bana uzattı. Gösterdiği resimlere baktım. Yıkık dökük bir bina ve yerle bir olmuş ortam vardı. “O gün imzalanan belgeler.” Yiğit’i anlamamıştım o gün ve şimdi bu yerle bir olan yerin eseri Yiğit’ti. Önceden bunu düşünmüş olması gerçekten şaşırtıcıydı ve bu eylemi karşı tarafı epey ziyana uğratmıştı.

“Şimdi sana ihtiyacımız var Zeynep.” Eğer Nedim’in yanına giderse bu onun ölümü olur. Ki oradan sonra oraya gidecek.” İçimdeki yorgun yüklü hisle bocaladım. Sıktığım eteğimi serbest bırakıp ayağa kalkmamla sendeledim. Beni tutan Ezgi oldu. Dolan gözlerimin arasından çıkan tek damla aşinası olduğum durumdu. “Beni ona götürün,” dedim hissiz bir o kadar korkak bir sesle. Korkuyordum, çünkü o artık kendini kaybetmişti. Gazap yüklü intikamı beni bile görmüyordu. Artık ona el uzatamıyordum. Kenan Bey hiç reddetmeden kabul etti. Üzerimi giyinmek için yukarıya çıktım. Bacaklarım titriyor, tuttuğum yer elimin altından kayıyordu adeta. Bunu bize yapmamalıydı. Bunu bana, bunu kendine yapmamalıydı. O oraya giderse beni arkasında bırakacaktı. Eğer orya giderse onu kaybedecektim.

Zar zor üzerimi giyindim. Midem tekrar kendini gösterdiğinde bir süre kendimi toparlamaya çalıştım.

“Allah’ım sen hakkımda hangi hükmü verirsen ver başım gözüm üstüne. Yalvarırım sana, beni Yiğit’le imtihan etme.” Dualarımın ardından çıkan hıçkırıp ve dizlerimin üstüne çöküşüm dermanımı kesti. Kimseye göstermediğim gözyaşlarımı dilediğimce akıttım. Canım çok yanıyordu, kalbim paramparçaydı. Ona karşı o kadar çok duyguyla karşı karşıyaydım ki, ölüyordum her geçen gün. Özlemim, beni arkasında bırakışı, telefonu o kadının açışı ve bana gelişi sadece bir sürüşü ve kolumdan başlayıp kalbime kadar ulaşan yara hep bir can kırıklığıydı.

Sabrıma onu sığdıramadım, sığdırsam patlar giderdi. Ben sadece tevekkül ediyordum. Bunun imtihanı da çiçek açardı bilirdim.

Zar zor ayağa kalktım. Yanaklarımda yer edinen ıslaklığı silip aynada son kez kendime baktım. Solgundum, kızaran gözlerim ise daha fazla solgun göstermişti beni. Hasta gibi duruyordum daha çok.

Odadan çıkışım ve aşağıya inişim hızlı oldu. Onu oradan çekip almazsam geç kalacağımı hissediyordum. Kenan Bey aceleyle telefonda görüşüyordu. Bir ara Yiğit’in adını duydum. Merakla dinledim ama pek dediklerini anlayamıyordum.

“Hadi çıkalım, biraz acele edelim. Yiğit yola çıkmış.”

“Ya yetişemezsek.” Hem yürüyor hem konuşuyordum. Kenan Bey bir an bana döndü. İşte o an korktuğum şey oldu. Söylemedi ama anladım. Önden yürürken öylece bakadurdum. Adım attığım an sanki pimi çekilmiş bir bomba düşmüştü yüreğime.

Arabaya bindik. Ezgi bir şeyler diyor ama ben duymuyordum bile. Dalıp gittiğim yerden çıkamıyordum. Aklımdaki kötü düşünceler her saniye artarken boğulduğumu hissediyordum. Tekrar çalan telefonla hepimizin ilgi odağı Kenan Bey oldu.

“Ne, depodakilerin ne kadar önemli olduğunu bilmiyor muymuş? Nasıl havaya uçurur Serkan?” Nefesini soluyup, “Ondan önce oraya ulaşacağız. Muaz takipte kalsın. Demir’le Serkan’ı yönlendirsin gerekirse,” deyip telefonu kapattı. Bize bakıp, “Han binasını patlatmış,” deyip camı araladı.

“Karşı tarafın haberi var mı?”

“Ünal’dan adam kiralamışlar.” Kaşlarım daha fazla çatıldı. “Bu büyük bir muharebeye ön hazırlık...” Başını sallayıp, “Peşinden geleceklere tuzak,” diyerek acımasız sözlerini sarf etti. “Zaten delirmiş gibiydi giderken. Engel olamadığım gibi gitmemem için büyük tehditler savurdu. Aslında gayet planlı ilerliyordu ama dün geceki olay damarına basmış.” Bilebiliyordum. Artık onu tanıyordum. Gazabının küllerini bile savurmayacak adamdı o. Sırf canımı başkası yakmasın diye kendisi yakıyordu.

Titreyen elimi bacaklarımın arasına soktum. O kadar çok bağırmak istiyordum ki, dilimdeki sayha gönlümde sessizce çıkıyordu. Ben buna katlanamıyordum. Ben onun acı çekmesine göz yumamıyordum.

Başımı cama yaslayıp süzülüp giden yolu izledim. Kapanan gözlerimden usulca süzülen gözyaşımı sakladım, saklandım.

“İyi değilsen gitmeyelim Zeynep. O da kendi kendine çıkarsın öfkesini.” Ezgi’nin beni düşünmesi ve Yiğit’e kızması daha da oturdu yüreğime. O da biliyordu bu olanların en son bana bağlanacağına. Çünkü onun arkasını ben toplamak zorundaydım.

“Ona bir şey olma düşüncesi kahrediyor beni Ezgi.” Kolları arasına girince sessizce ağladım. Kenan Bey sessizce bana bakarken onunda gözleri doldu bir an. Kalbimdeki keskin acının tarifi yoktu. Yiğit’e karşı kırgınlığım günden güne artarken bu kadar düşüncesiz oluşuna ayrı kızıyordum. Onu yumruklamak, hesap sormak istiyordum.

Birkaç saatin ardından hedeflenen yere geldik. Takiplerin sonucunda daha Yiğit gelmemişti. Arabayı köşeye park ettiler. Beklemeye koyulduk. Çok geçmeden arabası göründü. Hızla inişi ve belinden çıkardığı silahın şarjörünü ayarlaması çok kısa oldu. O an bende indim. Bekleyecek zaman kalmamıştı. Beni daha görememişti. Binaya yönlendi, kapıya yaklaştığı an içeriden birkaç adam çıktı.

“Yiğit.” İsmini söylenmem ve ona yaklaşmam duraksattı. Şaşkınlığın verdiği ağır hareketle bana döndü. Kaşları çatık, lacivertleri buz gibiydi. Bu sefer gerçekten ürkütücü gözüküyordu. Alnına düşen perçemi ve yorgun yüzü bunu kapatamamıştı bile. İri cüssesi öyle dik duruyordu ki omuzlarına binen özgüven içeriye girmekte kendine cesaret veriyor gibiydi. Elindeki silahı sıktıkça sıktı. Beni burada istemiyordu bunu görebiliyordum. Bana karşı zafiyeti bu özgüvenini azaltacaktı eminim.

“Ne arıyorsun burada?” Biraz daha yanına yaklaşıp omzuna vurdum. Gerçekten öfkeliydim. Ona karşı sabrımın son anlarındaydım. Ters bir söz söylese onu artık kendine bırakabilecek kadardım.

“Bu soruyu ben soracağım sana Yiğit.” Yutkundu, âdemelması bir müddet boğazında takılı kaldı. “Sen ne yaptığının farkında mısın? Söylesene, bu ölüme gitmekten başka bir şey mi?” Susuyordu. Bakışları yumuşamıştı. “Baksana bana, bak ve gör. Ne haldeyim fark et.” Sesim yılgın çıktı. Bakışları gözümden düşen yaşa kaydı. Biraz önce öfkesini kendine sebep bilen adam beni hiçe sayarken onun karşısında ağlamaktan nefret ettim. Başımı iki yana sallayıp, “Ama sen bunları düşünmediğin gibi beni de düşünmüyorsun.”

“Git buradan Zeynep.” Kararlıydı. İçeriye girecek ve sevdiğim canını hiçe sayacaktı. Kalabalıktı içerisi biliyordum. Tek başına müdahale edemezdi ki. Başımı olumsuz şekilde sallayıp, “Beraber gideceğiz,” dedim.

“Zeynep, git.”

“Neden?” Bağırdım. “Çok mu ölmek istiyorsun?” Omzuna tekrar vurup, “Söylesene,” dedim. Sesim öyle bir çıktı ki karşımdaki adamın düşüncesizliğine yandım.

“Öldürmek istiyorum. Hepsinin köküne kibrit çöpü atmak istiyorum.” Aynı şekilde bağırdı. “Anladın mı şimdi, duydun mu beni?” Soludu. “Sana dokunulan o eli koparmak istiyorum. Ben gireceğim ve sen de gideceksin.” Hayal kırıklığı yüzümde yerini aldı. O beni görmüyordu bile. Binaya baktım.

“İyi,” dedim. “İyi gir. Ama şunu unutma. Beni seni beklediğim yerde aynı Zeynep olarak bulamayacaktın. Ölümü yaratana inat, ölümü sen yönet. Ama ilk öldürdüğün benim bunu bil.” Hızla yüzümü talan etti. Ona bu sözlerim fazlasıyla dokunmuştu ama ben artık gerçekçi olmak istiyordum artık. O oraya girince ben çok mu farklı olacaktım? O benim kalbimi öldürüyordu, varlığımı yok sayıyordu.

Bir umutla baktım, belki vazgeçer dedim ama o sadece yanımdan çekip gitmişti. Sessizliğimin arasında gidişini izledim. Beni yok saymıştı.

Gözümden bir damla düştü acımasızca. Binaya girerken varlığının soğukluğu iliklerime kadar işledi. Sendeledim, bacaklarıma binen yük bedenimi bir rüzgâr gibi savurdu. Yanıma gelen Ezgi’ye bakmadan arabaya ilerledim. İçeriye girmeyecektim, girersem kendimi alçaltırdım en çokta.

“Gidelim artık,” dedim beni kolları arasına alan Ezgi’nin yamacında. Ağladıkça kahroldum. Kenan Bey’in eli havada asılı kaldı. Terk edildiğim yerde ikisi de bana kucak açmıştı. Dokunamayan Kenan Bey’in eli geri çekilirken bile sessizce mırıldanışını duydum.

“Siz Yiğit’e hâkim olun Efe.” Pencereden bana Efe’nin bakışları üzerimdeydi. Etrafı çok kalabalıktı. En azından tek olmadığını bilmem içimi rahatlattı.

“O iyi mi?” dedi sessizce. Kastettiği bendim.

“İyi olacak, sen dediğimi yap.” Efe kabul ederek uzaklaştı ama dilindeki küfrü savurmayı ihmal etmedi. Bende zaten şu an düşünecek kadar iyi değildim.

Sokak lambasının ışığında dışarıda hafifçe yağan karı izliyordum. Odanın ışığı açık değildi. Bacaklarımı karnıma çekip berjerde iki büklüm oturuyordum. Yüzümü dizlerime yaslamıştım. Dünden beri aşağıya inmemiştim, sadece sabah işlerim olduğu için yarım saat dışarı çıkmış geri odaya çıkmıştım. Beni burada tutan tek neden dün öğrendiğim haberdi. Sabahtan bu yana ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Oysa şu an tek sarıldığım his buydu. Bunu da Yiğit’e söylemek epey güç olacaktı ama son kez bekleyecektim bugün. Son kez kırgınlığımı yok saymadan ona tek bir şans verecektim, o da eksik kalacaktı biliyordum. Yine de bu umut beni gülümsetiyordu.

Odaya giren Ezgi’nin hayal kırıklığıyla odadan çıkışı bile umurumda değildi şu anlık. Yiğit’ten haber alamamıştık. Daha doğrusu hiç kimseyi yanında tutmak istememişti.

Karanlık odayı aydınlatan holün ışığı biraz daha odaya yayıldı. Kapının açılması ve oraya bakmamam dışında her şey yavaşça gelişti. O kokuyu hissedene kadardı her şey. Başım yavaşça dizlerimden kalktı ve kapıya yönlendi.

Onu gördüm. Dağılmış, bitap düşmüştü. Kalkmadım, yaklaşmasını bekledim. O da yavaşça yanıma geldi. Ayağa kalktım. Belki çok fazla kırgındım ama tek bir nedenimin yolu oydu.

“Gelmişsin,” dedim. Sesim soğuktu. “Gideceğim,” dedi aynı soğuk sesle. “Gideceksin.” Anlamsızca yüzüne baktım. Neyden bahsediyordu bilmiyordum. Baştan aşağı titredim. “Ne?” dedim sorgu dolu sesle. Genzimi yakan mide bulantımdan ötürü yüzümü buruşturdum.

“Git Zeynep, bu evden de bu hayattan da git.” Çok kötü gözüküyordu, o an işin ciddi olduğunu anladım. “Ama…” Sözümü tamamlayamamamın nedeni odaya giren Efsun’dan dolayıydı. Yüzündeki iğrenç gülüş sanki beni temelli yok etme niyetindeydi. Gelip Yiğit’in elini tuttu. Kalbim tuzla buz olurken umursuzca, büyük zevkle izledi alaşağı olmamı. Ellerine baktım. Geçe gün öldüğümü mü söylemiştim? Ya şimdi?

“Çünkü ben gidiyorum,” dedi son kez. Bu hayatımdan çık demekti lügatimde. İkisine de iğrenerek baktım. Daha birkaç gün öncesinde iyiyken şimdi ne olmuştu da bu duruma gelmiştik bilmiyordum. En çok da neden bana karşı böyle olduğuydu.

“Bekleme beni Zeynep, git.” Kendine çeken bedene yöneldi. Bir kez daha baktı ve, “Bitti,” dedi. Çıktılar odadan. Karanlık odanın ortasında beni bırakarak… Nefessiz kaldım zannederken oysa ölmüşümde şu an öğreniyordum. Bitti derken bitirdiği her şeydi. Ona vereceğim umuttu. O umut artık sadece benim hayatımdaki mecburiyetti. Son şans sona götürmüştü de bilememiştim. Ve ben dakikalarca arkasından bakakaldım. Bedenim artık taşıyamayacağı yükü kendine yüklemişti. Kaç gündür kendimi sıkmanın bedeliydi düşen bedenim. Ve uğuldayan sesler beni karanlıktan çekemedi.

Bölüm : 13.02.2025 16:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...