
Bütün uzvumun verdiği ağrı, gözlerimin verdiği elzem kapanışı kirpiklerime kadar hissettim. Uzvumun bir yanı bomboş gibiydi. Üşüyordum ve üzerimdeki ince pike beni ısıtmıyordu. Gözlerimdeki hareketlenme göz kapaklarımı açınca gözbebeklerime geçti. Tanıdık olan oda bu sefer daha soğuk daha can sıkıcı gözüktü. Son olanları hatırlamamla elim karnıma gitti. O an oranın boş olduğunu gördüm. Israrcı olan gözyaşlarım bu sefer yerlerinde durmayarak aktı, aktıkça dudaklarım titredi. Kalkmak istedim ama yapamadım. Şakağımda hissettiğim ağrı başımı tekrar yastıkla birleştirdi. Bu sefer inleyerek ağladım, başka yapabildiğim bir şeyim yoktu. Ölümün acımasız tarafıydı yüreğimde hissettiklerim.
Pikeyi sıktıkça sıktım. Uyuduğum zaman ne olmuştu bilmiyordum ama oranın boşluğu çok fazla acı veriyordu. Kapının açılışı ve hemşirelerin koşarak yanıma gelmesi umurumda değildi. Hemşirenin biri kollarımı tutuyor, diğeri ise bedenime hâkim oluyordu. Şu an serum kolumu parçalamıştı bunu koluma hâkim olmaya çalışmasından anladım. Bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı ama duymuyordum. Kaybı tam yüreğimde hissettim, nasıl hissetmezdim ki, bir anne nasıl hissetmezdi? Dakikalarca çırpındım ardından ise duyduğum ses yavaş yavaş sakinleşmemi sağladı. Durdu kollarım, serum artık canımı yakmadı. Bir ses duydum, yavrusu için çırpınan annenin yüreğine işlemişti. Bir ses ki kaybıma bir umut bahşetmişti. Yanan yüreğim soğumuş, kalbim yeniden atmayı öğrenmişti. O ses bana beni vermişti.
Yavaşça çevirdim bakışlarımı, dolan gözlerim o sesin sahibini buldu. Ama bu… Çatıldı kaşlarım ve bebeği tutan bedene çevirdim bu sefer bakışlarımı. Sertçe yutkundum, boğazımın yanması ilacın tadını damağıma yaydı.
“Hümeyra,” dedi Yusuf. Onunda gözleri yaşlıydı ve yanıma yaklaşırken korkarak yaklaşıyordu. Yavaş yavaş, bana anlatacak çok sözü varmışçasına.
“B’ben…” dedim kekeleyerek. Yanıma yatırdı daha yeni uykuya dalmış bebeği. Kokusu tanıdıktı… Gözlerim kapandı, ıslak yanaklarım yeniden tazelendi.
“Büyüdü,” dedi Yusuf gözyaşları içinde. Gelip başımdan öptü. Çekti nefesini, soludu sanki korkusundan sıyrılmak istercesine. Alnıma düşen gözyaşından öptü tam olarak. İkimizde ağlıyorduk, ne o saklamıştı acısını ne de ben… Konuşamadım, yine, “B’ben,” dedim kekeleyerek. Gözyaşlarını silip yatağımın ucuna oturdu. Elimi tutup gözlerime derince baktı.
“Beş aydır uyanmanı bekledik.” Kaşlarım çatıldı. “Hiç kimse ne olduğunu bilmedi abla, günlerce doktordan bir çift kelam almaktı amacım ama doktorda bilemedi. Sanki bilerek kapalıydı bilincin.” Duyduklarım nefessiz bıraktı beni. Konuşmadım, daha doğrusu ne konuşacağımı bilemiyordum. Eksikliklerimle yanımda yatan bebeğe baktım. Yusuf, yavaşça yanımdan kalkıp giderken bebeğimle baş başa kaldım. İzledim karşımda büyümüş güzelliği. Beni bilmeden büyüyen bebeği…
“Özür dilerim bebeğim.” Saç diplerinden öptüm. “Bu kadar büyümüşken bensiz kaldığın için özür dilerim.” Elim minik eline gitti. Soktum avuç içlerine parmağımı. Kokusunu soludum. Sapsarı saçları vardı. Kımıldandı ardından biraz huysuzlandı. Yusuf bizi görünce yardım için yanıma geldi. Bu sefer kapıdan giren Büşra oldu. Hızlı hızlı yanıma geldiğinde onunda sevinçli çıkan sesi ve bana yavaşça sarılışına karşılık verdim. Hümeyra’yı kucağımdan almak isteyince Hümeyra gitmek istememişti. Sokuldu koynuma, sanki o an beni tanımış gibi minik ellerini yüzüme koydu. Baktı bana usulca. Öyle bir acı oturdu ki yüreğime bu acı uzun süre gitmeyecekti biliyordum.
“Hala.” Dibime yaklaşan Ayşe Sena’yla gülüşümün arasından çıktı bir hıçkırık. Nasıl büyümüştü, yürüyor, konuşuyor bana hala diyordu. Kucağıma alamadan saçlarını okşadım.
…
Hastanede bir hafta kaldıktan sonra eve gelebilmiştik. Aslında iki gün kalacaktım ama değerlerimdeki düzensizlik doktorun tahminlerini yanılttı. Büşra, Hümeyra ile benim odamı hazırlamıştı bile. Gülümseyerek baktım odaya. Yatağımın yanında bir beşik ve hemen boş olan köşede Hümeyra için bir etkinlik alanı vardı. Büşra’ya dönüp sarıldım.
“İyi ki varsınız.” Sesim titredi. Bu sefer mutluluktandı. Her şey o kadar güzel düşünülmüştü ki kızım bensizliği anlamamıştı anlaşılan. Ona iyi bakacaklarını biliyordum ve şimdi daha da emin oldum. Yusuf kucağında uyuyan Hümeyra’yı beşiğine yatırıp yanımızdan ayrıldı. Ben de üzerimdeki feraceyi çıkarıp yatağa uzandım. Karşıma oturup uzun uzun Hümeyra’yı izledim. Ona sütannelik yapmıştı Büşra çünkü Hümeyra ne mama istemiş ne de biberon. Benim durumumda her seferinde iyi gitmemiş. Günlerce denemişler ama başarılı olamadıklarından sütanneliğe mecbur kalmasına utanarak söylemişti ama ben kızmamıştım. Hatta ona minnettardım.
“Hakkını helal et,” dedim kucağında duran elini tutarak. Gülümsedim. “Onun ikinci annesi sensin artık.”
“Kızmadın değil mi? İnan bana başka türlüsü elimden gelmedi.” Başımı iki yana sallayıp, “Kızmadım,” dedim. “Sen kızılacak bir şey yapmadın ki.” Buruk olan gülümseyişi sevinçle çoğaldı. Tekrar Hümeyra’ya bakıp, “Onu çok seviyorum,” dedi. “Tıpkı sen Zeynep. Bakışları, hareketleri hep sen.”
“Keşke ben de büyüdüğü her ana şahit olabilseydim.”
“Geliyorum hemen.” Hızlıca yanımdan kalkıp gitti. Çok geçmeden elinde telefonum ile geldi.
“Bak burada onun her anını çektiğim video var.” Birazda kıkırdayarak, “Bütün hafızayı doldurmuş olabilirim,” deyip telefonu uzattı. Telefonun galerisine girip önüme çıkan ilk videoyu izledim. İzledikçe gözlerim doluyordu. Burada kıpır kıpır olan hareketleri vardı. Hatta ilk gülümseyişi… Akan burnumu çekip gözyaşlarımı sildim.
“Neyse sen izlemeye devam et, ben de bizim cadıya bakayım.” Kolumu sıvazlayıp yanımdan ayrıldı. Ben de geçmişe gidip geldim. Ara sıra beşikte yatan bebeğime bakıp gülümsüyordum. Öyle güzel gelmişti ki bana kalbimde kalan kiri pası silmişti. Dikleştirdim omuzlarımı. Yanan yüreğime su döktüm. Umutlarımı yeniden şahlandırdım. Artık geçmişi düşünmeyecektim. Artık ben kendi hayatıma yeni bir bahar getirecektim. Kızımla, ailemle beraber o hayatım daha da güzelleşecekti.
Yataktan kalkıp dolap başına geçtim. Bugün köşede duran kiremit rengi çiçekli penye elbisemi giyindim. Saçlarımı tepeden bağlayıp kendime çeki düzen verdikten sonra odadan çıktım. Kendimi iyi hissediyordum. Gülümseyerek sesin olduğu yöne ilerledim. Ayşe ile oynayan Yusuf’un önüne geçip Ayşe’yi kucağıma aldım.
“Gel bakayım buraya fıstık.” Herkesin gözü üzerimdeydi, ben de daha ne yaptığımı anlamış değildim. Omuz silkip öptükten sonra koltuğa oturdum. Ayşe’de kaldığı yerden devam etti oyununa. Bana bakan Büşra’ya dönüp, “Ne?” dedim. Kaşlarını usulca kaldırıp parlayan gözlerini üzerime dikti. Tekrar önüne döndü ve oyun oynayan Ayşe ile Yusuf’u izledi. Yaptıkları hareketlerle hep beraber gülüşüyorduk. O ara Hümeyra’nın sesini duyunca koşarak odaya gittim. Önce bana baktı dikkatlice, birbirimize yeni yeni alışıyorduk ve tahminimden daha hızlı alışmıştı bana.
“Günaydın prenses.” Boynundan öptüm. Burnuma gelen koku ile, “Birileri yaramazlık yapmış anlaşılan,” deyip yatağa yatırdım. Altına örtü serip köşeden bez alıp ben de yatağa oturdum. Bezini değiştirdikten sonra dirseklerimi yatağa bastırıp yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Yeni yeni gürleşen saçlarıyla oynayıp, “Ben senin annenim,” dedim gülümseyerek. Kokladım kokusunu. Öyle güzeldi ki şimdiden ruhuma işleyen hisler beni kendime getirmişti, ben biraz daha olgunlaşmıştım. Annelik ruhuyla, annelik vasfıyla yücelmiştim. Ne kadar on aydır ona bensizliği tattırmış olsam da… Bu çok can acıtıcıydı ama şimdi ona güzel anne olabilmek için çabalayacaktım.
…
Birbirleri ardı sıra koşan iki miniği gülerek seyrediyorduk. Hümeyra on dört aylık olmuştu. Artık yürüyor, koşuyor hatta tek tük cümleler kurabiliyordu. Ona baktıkça büyüyen bedenine, büyüdükçe şahit olduğum her anına şahit olmak beni bu vasıfta onunla beraber büyütüyordu.
“Baba.” Koşarak Yusuf’un kucağına atlayan Ayşe Sena’nın peşinden diğer kolunu da Hümeyra için açmıştı Yusuf. Şu zamana kadar Ayşe’ye ne yapıyorsa Hümeyra içinde aynısını yapıyordu. Şüphesiz ki o hem en iyi babanın yanında en iyi dayı da olabilmişti.
“İki fıstığı ben şimdi yesem.” İkisini omzuna atıp odanın içinde dönmeye başladı. Kızlar kıkır kıkır gülerken biz de onlara eşlik ettik. Yere koyunca tekrar kendi oyunlarına döndüler. Aralarında çok yaş farkı olmadığı için oyunlarında birbirleriyle iyi anlaşıyorlardı.
“Büyüdüler cimcimelerde artık taşıyamıyorum baksana.” Soluklanarak koltuğa attı kendisini. Bana bakıp, “Gittikçe sana benziyor,” deyip hayranlıkla kızlara baktı.
“Huyu da sana.” Güzel bir şey demiştim ama ona göre de güzel bir şey olduğu için bir an gururu okşandı. Sonuçta yeğeniydi ve kendisine benzemesini isterdi. “Benzesin tabii, erkek olmasa da kızlarımla gideceğimiz ne maçlar olacak. Mahalle maçı bizim çocukluğumuzda kalmadı ya.” Kıpır kıpır oldu. Onayladım. Çocukken mahallede az maç yapmamıştık. Bir keresinde bana topu atan çocuğu top kafama geldi diye oldukça hırpalamıştı. Ondan sonra çocuk hiçbir oyunumuza katılmamış sonrasında zaten mahalleden taşınmışlardı.
Eskileri hatırladıkça ne kadar mutlu olduğumuzu düşündüm. Şimdi ise koca koca binaların içine hapsolmuş, çocuklarımızı eskilerden mahrum bırakmıştık. Ama bizim mahalle hâlâ aynıydı, şimdi gitsek çocuklar için çok güzel olurdu.
…
“Anne.” Daldığım yerden Hümeyra’nın sesi ile çıktık. Uyanmış, beşiğin korkuluklarına tutunarak çıkmıştı. Elimdeki kitabı komodinin üzerine koyup, “Annen seni yesin,” deyip hızla beşikten aldım. Yeni yeni konuşmaya başladığı için kelimeleri oldukça tatlıydı. Acıktığına kanaat getirince beraber odadan çıktık. Büşra’da yeni yeni Ayşe’yi doyurmuştu. Hümeyra’yı görünce kollarını kocaman açtı. Hümeyra hiç beklemeden Büşra’nın kollarına atladı. Büşra’yı çok seviyordu o yüzden aralarındaki muhabbet beni mutlu ediyordu. Köşeye oturup bekledim.
“Muaz Bey aradı Yusuf’u sabah.” Duyduğum isim tepkisiz kalmama neden oldu. “İstersek bu sene de kalabileceğimizi söyledi.”
“İstediğiniz zaman gidebiliriz Büşra, sizde özlemişsinizdir. Benim yüzümden fikrinizden vazgeçmeyin.” Kaşlarını çatıp, “Allah Allah ya, sanki silah zoruyla kalıyoruz.” deyince gülüştük. “Yusuf ne derse o olsun, ben size uyarım.” Başını usulca sallayıp Hümeyra’yı kucağından indirdi. Beraber mutfağa geçip yemek hazırlığına koyulduk. Pişen yemeği ocakta bırakıp kahvemizi yaparak bahçeye geçtik. Çocuklar bahçede enerjilerini atarak manzaramıza güzellik katmıştı.
“Biliyor musun? Bazen kendimi çıkmaz bir yerde hissettiğimde ikisine bakıp ferahlıyorum.” Büşra’da beni onaylayıp, “Yaratanın en güzel nimeti değil mi zaten bu?” deyince ben de onu onayladım. Çok güzeldi, hem de çok… Kahvemden bir yudum alıp, “Onu annemlere nasıl açıklayacağımı bile bilmiyorum. Öğrendikleri zaman kıyamet kopacak kesin,” deyip kıkırdadım.
“Yani kızarlar ama çok uzun sürmez.”
“Umarım,” deyip boş fincanı tabağa koydum. Ama sevineceklerdi, biraz garipseyecek olsalar da annemin heyecanını tahayyül edebiliyordum. İç çektim ve şükürlerimi dile getirdim. Şu an hiç acı çekmediğim için, hayatıma minik bir can girdiği için ve bana bunu bahşeden rabbimin ikramları içindi şükrüm. İşte kalpten yorulduğum anda yürekten ferahlatmıştı beni.
Allah insana ummadığı anda güzel yorgunluklar veriyordu, bunun sonucunda ise insandan beklediği sabrı istiyordu.
…
Yusuf işten geldikten on dakika sonra yemeğe oturduk. Çocuklar uyumuş, ev sessizliğine bürünmüştü. Sessizliğimiz arasında düşünceli olan Yusuf dikkatimi çekti sadece. O an telefonu çaldı. Ekrandaki isim kimdi bilmiyorum ama hiç beklemeden açtı ve kısa bir konuşmadan sonra bakışları bana kaydı. Kaşları çatıldı usulca, bir şeyler olmuştu ve ben şimdiden endişelenmeye başlamıştım. Zorla yutkunduğunu, nefes almakta güçlük çektiğini fark ettim. Telefonu kapatıp hiçbir şey demeden yeniden cebine koydu. Konuşmasını bekledim ama sustu.
“Önemli bir şey mi var?” Büşra söze atlayınca bana tekrar baktı ama bu sefer hızla çekti bakışlarını. Suyundan bir yudum alıp, “Yok,” dedi, sesi titremişti. Anlamıştım kötü bir şeyler olduğunu. Sorsam söylemeyecekti biliyordum, bu yüzden zaman verdim anlatması için. Yemeğimi yedikten sonra boşta olan kapları mutfağa taşıdım. Yusuf tekrar köşesine geçip televizyonu açtı.
“Önemli bir şey var.”
“Ben de fark ettim ama anlatacak gibi durmuyor. Zaman verelim, kendisi anlatır.” Başımı sallayıp kirli kapları makineye dizdim. Zaten çok da konuşma çabalarında değildim. Şu son zamanlarda her şeyi akışına bırakmıştım. Her yeni öğrendiğim diğerlerini aratırken belki de korkuyor, kaçıyordum bu histen.
Büşra mutfaktan çıkıp Yusuf’un yanına gittiğimde ben de bahçeye geçip oturdum. Hafif serinlik vardı ama üşütmüyordu. Bacaklarımı karnıma çekip eteğimi bileklerime kadar çektim. Sadece baktım boşluğa.
…
Yusuf gece yarısı çağırıldığı iş yerinden öğlene doğru gelmişti. Yorgun olduğu için tekrar uyumaya gitmiş, kahvaltı için gelmemişti. Büşra ile yediğimiz kahvaltıdan sonra çocukları tekrar bahçeye çıkardık. Çocukların top oynayışına bizde katıldık. Bu sefer kapının zil sesi evi doldurunca Büşra kapıya çıktı. Ben de çocuklarla oynamaya devam ettim. Ayşe oynamaya biraz daha meyilli olsa da Hümeyra bir süre sonra mızmızlanmaya başlıyordu.
“Zeynep.” Mutfak kapısından bana seslenen Büşra’ya baktım. “Bir buraya baksana, seni görmek isteyen biri var.” Kaşlarım çatıldı. Topu elimden bırakıp kapıya ilerlemeye başladım. Durgun bir şekilde bana bakıyordu. “Kim?” dedim içeriye girerken. Bir şey demeden bana eşlik etti. Çocuklar da peşimizden gelmeye başladılar. Salona ilerledim ama bu ilerleyiş hiç hayra alamet gibi durmuyordu. Yusuf da yeni uyanmış, uyku mahmurluğuyla salona ilerliyordu. İkimizde içeriye girdik. Bakışlarım koltukta oturan Serkan’a kaydığında şaşkınlığım bir süre duraksamamı sağladı. Onunda bakışları yerden kalktı ve bana yönlendi. Ayağa kalktı, bir süre bana baktı. Yutkundum, ona bakmakta ısrarcı olan gözlerim doldu. İçime kötü bir his oturmuştu. Serkan, öyle bir duruyordu ki karşımda, sanki bütün dünyanın yükü vardı sırtında. Nefesimi düzene soktum ve konuşması için öncelik verdim. Evvela, “Hoş geldin,” demem onun bu sessizliğini bozdu. “Hoş buldum,” deyip tekrar yerine oturdu. Ben de yavaşça diğer tarafa geçip oturdum. Kapıdan koşarak gelen Hümeyra kucağıma oturdu. Serkan onu görünce donup kaldı. Bir süre Hümeyra’ya baktı, çatıldı kaşları. Ona göre bu çok şey ifade ediyordu bana göre ise bir hiç.
“O?” dedi sessizce. Ne demek istediğini anladığım için başımı aşağı yukarı salladım. “Ama neden?” Hiçbir şey demedim cevaben ve ekledim soğuk bir üslupla; “Sen niye geldin?” Tavrım buz gibiydi, belki de kimseyi görmek istemediğim için böyleydim. Eskiden olsa samimiyetime şüphe değmezdi ama şimdi içimde biriken kırgınlık herkese karşıydı. O an aklına gelmiş gibi irkildi, dolan gözlerini kaçırınca anladım bir sebeple buraya geldiğini. Yine Zeynep, herkesi kurtaran bir aracı olacaktı emindim. Zaten hep böyle olmamış mıydı? Onunla evlenirken, onunla bu hayata girerken herkesin istediği tek sebep buydu.
“Yiğit,” dedi bakışlarını oynadığı ellerine kaydırıp. Duyduğum isim önce canımı yaktı ardından bu can yanışına son verdim. Titreyen nefesinin ardından, “Ölümle savaşıyor,” dedi. Donup kaldım. Dedikleri diğer dediklerine beni sağır etti. İçimde biriken mayına artık ayak basmıştım ve paramparça olmuş ruhumun tek bir zerresine ulaşamıyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.65k Okunma |
1.85k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |