47. Bölüm

47. BÖLÜM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Annemlere veda ederek evden çıktım. O çoktan arabanın yanına ulaşmış sigarasını yakmıştı. Arabaya binişimiz gerginlikten ibaretti. Dakikalar boyu sessizce ilerledik. Gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi davranmak istedim. Çalan telefonuna dikkat kesildim. Hâlâ uyur gibi yapıyordum ama bir kulağım ondaydı.

“Yine gevezelik yapacaksan şimdiden kapatacağım.” Karşıdaki kişi ne söyledi bilmiyorum.

“Kes lan, beni orada bekle biletini keseceğim senin de.” Bunu alayla söylediği belliydi.

“Güzel,” dedi ardından. Karşıdaki kişinin konuşmasını deli gibi merak ediyordum. “Neyse sen o biletleri iptal et, bazen gözüme giriyorsun.” İster istemez güldüm. Konuştuğu kişi ya Efe’ydi ya da Serkan. Telefonu kapatıp tekrar teleskopiğe bıraktı. Bana bakıp bakıp gülüyordu, zaten uyuduğumu düşüneceğini sanmıyordum.

“Rüyalarında mı hasret gideriyoruz yoksa.” Dediğiyle gözlerim irileşti. İnat etmeyerek konuştum.

“Kabus demek istedin sanırım.” Yanağımı sıkıp, “Benim gibi yakışıklı adamı görmen senin için bir ödül olmalı,” diyerek yüzümdeki parmaklarını çekip dudaklarına götürdü. Resmen benimle oynuyordu. Gülerek önüne döndü. Bir anda değişen ruh hali ise beni şaşırttı. Sanki biraz önce onu sinirlendiren ben değildim. Ne olduysa o telefon görüşmesinden sonra olmuştu. Sanırım bazı şeyler keyfini yerine getirmişti. Bir iki saat sonra araba durduğunda ne olduğunu anlamadım. Daha üç saatlik yolumuz vardı.

“Ne oldu?” Kemerini söküp bana baktı.

“Bugün bir şey yemedin, inde karnımızı doyuralım.” Köşedeki restoran dikkatimi çekti. Aslında açtım ama bir an önce bu yolculuğun bitmesini istiyordum.

“Ankara’da yerim ben, şu an çok aç değilim.” İtiraz kabul etmediğini belirten bir bakış attı. “Ankara’ya daha yolumuz var. İniyoruz ve sen de bir şeyler yiyorsun.” Daha sözümü dinlemeden arabadan indi. Bu inadı beni deli ediyordu. Ben de inip peşinden gittim. Köşedeki masaya geçtik. “Kendine hiç iyi bakmıyorsun.”

“Buraya beni konuşmaya gelmedik, bir an önce yiyelim gidelim.” Başını iki yana sallayıp güldü. Onunla şu yolculuk benim için eziyetti. Ona uzak olmak istedikçe her şey tam tersi ilerliyordu.

“Beni sadece sen ilgilendiriyorsun, bunu defalarca söylemem gerekmiyor.” Gülerek söylüyordu ama gayet ciddiydi. Bu sözler çatılmış kaşlarımı yumuşattı. Ciddiliğindeki o sakin ben kendimdeki bu öfke dolu histen beni arındırıyordu.

Yemekler gelmişti. Ondan kaçarcasına yemeğe döndüm. Hiç rahat durmayarak çatalın ucunu yanağıma batırdı. Dejavu gibi gelen bu anla gözlerim irileşti. Dudağı kıvrıldı ve, “Buradan başlamak istedim,” deyince ellerim yanaklarıma gitti. Kızarmış olmalıydım ki sıcacıktı. O ise bu halimden oldukça zevk alıyordu.

“Artık vazgeçsen mi?” Söylediklerim ondaki en büyük ihtimali yok edebiliyordu. Dudaklarının arasındaki çatalı çekip, “Sendense…” diyecekken sözünü kesip, “Şu tavırlarından,” dedim. Damağını şaklatarak, “Bu pek mümkün değil,” diyerek sanki kendime konuşuyormuşum gibi beni dinlemedi. Hızlıca yemeğimi yiyerek ondan önce restorandan çıktım. İşimiz ne kadar sürerdi bilmiyorum ama ona pek katlanacağım söylenemezdi. Kilidi açılan arabaya binip tekrar köşeme döndüm. Sessizleştik ikimizde, o da pek üzerime gelmemeye başladı. Bir iki saat sonra Ankara’ya gelebildik. Hilmi Gönen işinin en azından iptal olması beni rahatlatmıştı. Hedefimiz şirket oldu. Kapıda bizi karşılayan birçok koruma ve gergin hallerimiz Yiğit’in elimi tutmasıyla geçti. Bu en azından güvenli bir çıkış sağlamıştı. Şirkete girdik ve arkamızda korumaları bırakarak asansöre bindik. Her kat çıktığımızda geriliyordum.

“Ben buradayım.” Elimi daha sıkı kavrayıp rahatlamam için gülümsedi. Kendimi hiç olmadığım yerde sıkışmış hissediyordum. Asansörün kapısı açıldığı anda hemen köşeden çıkan Betül ve Serkan beni rahatlattı. Benim yanıma Betül, Yiğit’in yanına da Serkan geçti. Odaya geldik ve Yiğit’in hızlıca işe koyulması çok uzun sürmedi. Kapı tekrar açılınca bu sefer Vedat Bey’in varlığı içerideydi.

“Birazdan kurul toplanacak Yiğit, hazırsınız değil mi?” Bunu bana bakarak söyledi. Yiğit diğerlerini saf dışı bırakarak yanıma geldi. Eli elimi buldu ve sessizce, “Sen istemiyorsan hiçbir şey mühim değil,” dedi. Başımı iki yana sallamamla bir adım atmış oldum.

“Oraya girmezsem hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor.” Bir şey demedi. Benim yokluğumda karşı tarafı büyük bir kayba uğrattıklarını biliyordum, başlangıcı ise o gün o araziyi patlatarak meydana çıkarmışlardı.

“Senden önemli değil.” Uzun boyunun getirisiyle başımı kaldırdım. Şu an boğazıma acı bir yumru oturdu. Sızlayan yüreğim bu sözlerle ferahlamış gibiydi.

“Hadi gidelim.” Eğer biraz daha onu dinlersem gerçekten de buradan gidebilirdim. Kurulun toplandığı odaya geçtik. Tanımadığım simaların gözleri üzerimizdeydi. O ara fısıldaşmalar oldu. Hemen köşede Yiğit’le yan yana oturuyorduk.

“Avukatı arama gereği duymadık, bu da sizi suçsuz yapmaz.” Konuşan kişi ellilerinde kır saçlı göbekli bir adamdı.

“Arasaydınız, burada oturamayacağını bilirdin Özcan.” Özcan denen adam ciddiyetini koruyarak, “Sizin de zararınıza olurdu,” diyerek Yiğit’in umurunda olmayan tehditleri ortaya döktü.

“Hilmi’nin köpekliği kudurttu sanırım seni.” Özcan’ın yüzünün rengi değişti velev ki Yiğit’in üslubu fazlasıyla ağırdı. “Bu şirketteki hisselerinin temeli yıkılmak üzere biliyorsun, sen Metin Bey’e şükret.”

Elini yumruk yaptı, Yiğit’e karşı tahammülü yoktu ama olay çıkarsa da büyük tehlikenin ucunu getireceğini biliyordu. Bana döndü bu sefer. Yiğit’e laf yetiştiremeyeceğini anladı. Cebinden çipi çıkarıp önüme koydu.

“Ünal Bey’in selamları var.” Yiğit benden önce davranıp çipi tekrar Özcan’ın önüne itti.

“Hatıra kalsın sizde. Kızılbaş’ın yanında yerini aldıkça bakar bakar ağlaşırsınız.” Ünal Bey’in alındığını şimdi öğrenmiştim ama şimdilik sustum. Benim konuşmama pek fırsat bırakmıyordu zaten Yiğit.

“Emin konuşuyorsun.”

“Ben garanticiyimdir Özcan.”

“Önce sen parmağımın kefaretini öde, sonra tehditler savur.” Yiğit küçümser bir bakış atıp, “Soysuzlara kefaret ödemem ben, direkt damarlarına basarım,” diyerek dudağını alayla kıvırdı. Oldukça sakindi ama sözleri bir kıyamet kadar dehşet vericiydi. Herkes suspus oldu. Yiğit’in bu gazap dolu yanı beni bile tedirgin ediyordu. Yanımdaki insanla şu anki insan hiç de birbirine benzemiyordu.

“Babamın hisselerini geri vereceksin Soydan.” Laf değiştirdi çünkü şu an bu gerekiyordu.

“Metin Bey bize böyle bir şey vasiyet etmedi, bilakis yaşarken bile senin yüzünü gördü. Sabrım yok biliyorsun, eğer sen burayı imzalamazsan bu sefer kopan sadece parmağın olmaz!” Özcan keyifle arkasına yaslanıp güldü. Şansını fazla zorluyordu.

“İmzalamazsam senin de zararına olacak.” Yiğit kaş göz işareti yaptığında Serkan ayağa kalkıp kasadan bir disk getirdi. Köşedeki bilgisayarı çekip diski takınca ekrana bir video düştü. Videoda Özcan’ın Ünal Bey’le konuşması geçiyordu.

“Bunu Nedim’e verirsem ne olacağını biliyorsun.” Biraz önce keyiflenen Özcan’ın rengi attı. Keyifli halinin bir sıkıntıya bürünmesi kendisinin ölümü demek olduğunu anladım.

“İç savaş çıkarmak mı amacın?”

“Bunu anlayacak kadar akıllı olduğunu anlamam sevindirdi.” Özcan elini ensesine götürüp sıkıntıyla kaşıdı. Şu an ne yapacağını bilemez durumdaydı.

“Peki,” dedi pes ederek. Önündeki belgeyi imzaladı. Yiğit bundan epey memnun olmuştu.

“O zaman oylamaya geçebiliriz.” Karşımızdaki iki adam oldukça gerginken diğer üç üyenin yüzünde mutluluk vardı. Özcan kurulun sunduğu tekliği zorda olsa kabul ederken yanında oturan kişi kabul etmemişti, bu şu an için onayın fazla alınmasından ötürü pek mühim sayılmıyordu. Tek tek bana baktılar çünkü benim onayım burada en önemlisiydi. Ki bu hakkı veren Sinan Bey’in ta kendisiydi. Benimde onayımla dosya kapandı.

Özcan ve Arif oturdukları yerden kalkıp önce bana sonra Yiğit’e baktılar. Öfkeleri yüzlerinden okunuyordu en önemlisi de gelme amaçlarının eksi sonuç alması onları deliye döndürmüştü.

“Yakın zamanda görüşeceğiz Soydan.” Yiğit kalkmaya bile tenezzül etmeden sol bacağını sağ bacağının üstüne koyup geri yaslandı.

“Cehenneme randevun çoktan hazır Özcan.” Arif, Özcan’a sessizce bir şeyler dedikten sonra yanımızdan ayrıldılar. Toplantının kısa sürmesi beni rahatlatmıştı. Havada uçuşan tehditlerden sonra gerilen bedenimi kolay kolay rahatlatacağımı sanmıyordum. Vedat Bey gülerek yanımıza geldiğinde onunda keyfinin hayli yerinde olduğunu söyleyebilirdim. Yanlarında durmayarak toplantı salonundan çıktım. Köşede bekleyen Betül’le odaya geçtik.

“Ne gündü ama.” Köşedeki deri berjere oturduğumda o da karşıma oturdu.

“Özcan iti kudurmuş epey.”

“Kendine gelmesi şarttı.” Dediklerimle sırıttı.

“Yiğit Bey’i hafife aldı biraz.” Başımı sallayarak şakaklarımı ufaladım. Hafiften sızan ağrı başıma vuracaktı ve ben şimdiden ağrısını hissetmeye başlamıştım. “Ağrı kesici var mıdır acaba?”

“Ben bakayım.” Onayladım. Kalkıp önce dolaplara baktı, bir şey bulamayınca odadan çıktı. Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım, diğer yandan da şakaklarımı ovuyordum. Başıma dokunan elle gözlerim açıldı. Yiğit tam tepemdeydi. Göz göze geldiğimizde içerideki halinin yumuşadığını gördüm.

“Ağrı kesici aldın mı?” Kalkacaktım ama izin vermedi. Şakaklarımdan başlayıp başımı ufaladı. “Betül bakacaktı.” Karşılık vermedi. Tekrar kalkmaya yeltendim bu sefer omuzlarımdan bastırıp engelledi. “Uslu dur da yardımcı olabileyim. Ağrın hemen geçmez senin.” Gözüme vuran ağrı ve onu reddedecek imkânımın kalmaması kendimi onun ellerine teslim etmişti bile. Dakikalarca yaptığı masaj ağrıyı biraz olsun almıştı. Betül’de gelmişti zaten. Ağrı kesiciyi verip odadan çıktı. İlacı içtikten sonra şirketten çıktık. Nefes alabilmenin rahatlamasıydı bu. Yiğit Vedat Bey’le kısa bir konuşma yaptıktan sonra bana döndüler.

“Defne sizi yemeğe bekliyor Yiğit, hem de yengeyle tanışmak istiyormuş.” Bu teklifle önce reddedecek oldu ama Vedat Bey’in, “İtiraz kabul etmiyorum,” demesi bizi el mahkûm bu teklifi kabul etmemizi sağladı. Geçen seferde reddetmişti, bu sefer ağzını açmasına bile müsaade etmedi.

Hep beraber geldiğimiz evin kapısını oldukça genç bir kadın açtı. Güler yüzle bizi karşılayınca bunun Defne olduğunu anlamam uzun sürmedi. Uzun boylu incecik fiziğiyle oldukça güzel duruyordu. Simsiyah saçlarını tepeden oldukça sıkı bağlamış zarif bedenine oturan dizlerden hafif aşağıda elbisesi onu oldukça güzel göstermişti. Çok güzel bir kadındı. Vedat Bey’le bakışırlarken bile gözlerinin içleri parlıyordu. İçeriye önce ben girdiğimde bana sarılıp sanki yıllarca tanışıyormuşuz hissi vermişti. “Hoş geldin,” dedi samimiyetle. Erkeklerde peşimden girdiler. “Sonunda tanışabildik.”

“Hoş buldum,” dedim samimiyetle. İçeriye geçtik hep beraber. Defne mutfağa girip çıkan çalışana güler yüzle bir şey dedikten sonra tekrar yanıma gelip oturdu. Yeni tanışmışlığın verdiği gerginlikle ne konuşacağımı bilemedim önce.

“Geçende de geldiğinizde Vedat’a buraya sizi getirmedi diye kızmıştım.” Vedat Bey’e imalı bir bakış attı.

“Yiğit dostum, suçu senin üzerine atsam beni de vurmazsın değil mi?” Gülüştük. Yiğit ters bir bakış atıp, “Söz veremem,” dedi.

“O zaman pek müsait olamamıştık. Nasip şimdiyeymiş.” Açıklamam pek tatmin etmese de üzerinde durmadılar. Defne bana doğru eğilip, “İstersen daha rahat bir yerde oturabiliriz,” diyerek tam istediğim teklifi etmişti. “Tabii, olur,” dedim minnetle. Ayağa kalktığımızda tarif ettiği odaya geçtik. İçeride ister istemez rahat edemiyordum ve bu teklif resmen can kurtarıcı olmuştu. Geldiğimiz oda büyük ferah bir odaydı. Ev çok lüks değildi ve içerisi de sade ve konforluydu.

“Biz kadınlar baş başa daha rahat konuşuruz sanırım.” Tebessümle, “Birazdan onlar iş konusuna geçerler zaten,” dedim. Bu yarı şaka gerçeğe güldük. İkimizde birbirimize o kadar yabancıyken sanki konuşmak için can atıyorduk.

“Yiğit’i tanıdığımdan bu yana hiç gelmedi buraya, ilk seninle oldu bu. Büyük başarı.” Sözlerinde kinaye vardı ama ben anlıyordum. O kolay kolay başkasının evine gitmez, orada kalmazdı. Hatta bu ayrılık olmasaydı annemlerde bile hiç kalmazdı.

“Siz ne kadar süredir tanışıyorsunuz?” Defne düşünür gibi yapıp akabinde, “Sanırım beş yıl oldu. Evet evet, nişanda tanışmıştık en son. O zamandan bu yana senede iki ya da üç defa görüşüyorduk ama öyle çok fazla değil,” dedi. Samimi görüntüsü zihnimi bulandırıyordu ya da ben bu aralar şu hayattan kendimi soyutlamak istiyordum, bilemiyordum.

“Vedat Bey’le yakın arkadaşlar o halde.”

“Yani bir nevi. Lise arkadaşları ama çok sıkı görüşmezler yine de yakın arkadaş sayılırlar. Aralarındaki en büyük bağ da şirket biliyorsun. Ortak olmasalar kati surette görüşmez bunlar.” Güldüm ve bu tavrına şaşırdım. Defne çok cana yakın bir kadındı, Vedat Bey’de öyle sayılırdı.

“Sanırım siz bizim düğüne gelmemiştiniz, hatırlamıyorum pek.” Başını sallayıp, “O gün şehir dışındaydık maalesef. Gelmeyi çok istiyordum ama işler biraz engel oldu,” deyince sözümüzü kesen kapının sesi oldu. Çalışanlardan biri aralık kapıdan başını uzatıp, “Defne Hanım, masa hazır,” diyerek geri çekildi.

“Tamam tatlım, geliyoruz birazdan.” Çalışan kadın uzaklaşırken Defne bana dikti gözlerini. Bu onun benim üzerimdeki düşüncelerinin ilk adımıydı. Konu konuyu açacaktı biliyordum ama onunla konuşmak pek rahat hissettiğim bir mevzu değildi velev ki daha samimiyetimiz yokken.

“İkide bir camdan ona bakarken nasıl dalıp gittiğini görmüyorum sanma.” Gülerek söylendi. Aramızdaki husumeti bildiğini fark ettim ve yüreğimin yumuşaması içinde bu sözleri sarf ettiğini anladım. Avluya çıkmaları benim bütün dikkatimi oraya çekmişti. Büyük camekândan gözüküyordu oturdukları yer. Afallamış gibi baktım Defne’ye ve gülümsemesiyle kızardığımı fark ettim. Yine de itiraz etmedim. “Utan diye demedim, sadece birbirinize bu kadar güzel bakarken uzak olmanıza takıldım. Ben Yiğit’i ilk defa böyle görüyorum. Sana baktığında diğer adamı arkasında bırakıp bambaşka bir adam oluyor.” Gülüşümü bastırmak istedim lakin dudaklarım azda olsa kıvrıldı. Onun varlığı bile bana iyi geliyorken ondan uzaklık hiç ummadığım kadar zordu. Sadece kendimi iflah olmaz bir duygunun içinde buluyordum. Konuşmayacağımı anlayınca o da sustu. Beraberce odadan çıkıp yemek masasına ilerledik. Yiğit yanındaki sandalyeyi geri çekip oturmam için yer verdi. Oturduğumda o da oturdu. Karşıma oturan Defne ile yemekler yavaş yavaş geldi. Vedat Bey’in oturması ile kalkması bir oldu, çalan telefonuyla beraber gözden kayboldu.

“Dönüş yarın mı?” Defne’nin sorusu sessizliği bozdu.

“Yarın,” dedim Yiğit’e bakarken. Ondanda onay bekliyordum ama o hiçbir cevabı uygun görmüyordu kendince. Yine kabuğuna çekilmişti ve bu durum sadece benim değil Defne’nin de dikkatini çekti. Vedat Bey’de kısa bir konuşmadan sonra aramıza döndü. Bazen sessiz, bazen iş konuşmalı bazen de gülüşmeli bir yemekten sonra oradan ayrıldık. Defne bize oda açabileceğini söylese de kabul etmedik. Otele döndüğümüzden bu yana hiç konuşmadık. Odaların anahtarlarını alıp yukarı çıktık. Yiğit benden önce davranıp kapıyı açtı ve içeri girmem için öncelik tanıdı. Kendisi de içeriye girecekken, “Aynı odada kalmayacağız değil mi?” diye sordum. Beni hiç dinlemeyerek odaya girdi ve çantayı köşeye koydu. Sırtını dikleştirdikten sonra bana döndüğünde lacivertlerinde yer edinen yorgunluk artık bana ne denli söz geçirebileceğinde şüphe konusuydu.

“Başka oda tutmadım.” Gözlerim irileşti.

“O zaman tut ya da ben gider tutarım.” Kaşlarının çatılması bir anda oldu. Bir nefes kadar yakınıma yaklaşıp, “Her şeyi mahvettiğimin farkındayım ama bana kendimi anlatmam için alan açmıyorsun Zeynep,” dedi. Sesi bir anda sertleşti. “Bu mesafen artık katlanılmaz oluyor.” Geri çekildim. Benden uzak durmalıydı ki konuşabilmeliydim.

“Bu mesafeyi koyan sendin unuttun mu?” Koyulaşan gözbebekleri gözlerimden hiç çekilmedi. Ona baktıkça büyük bir hayal kırıklığı görüyordum. “Şimdi bana bu mesafenin hesabını soramazsın.” Bağırmadım ama sesim fazlasıyla öfkeli çıktı.

“Çünkü sana dokunan elin Azrail’i olmazsam sana zarar gelirdi.” Hınçla vurdum omzuna. “Günlerce canım acımadı mı zannediyorsun sen? Bana en büyük zararı sen verdin Yiğit. O kadın açtığında telefonlarını, o kadın dokunduğunda sana ne hissettim bilebiliyor musun?” Art arda vurdum omzuna. Bu sefer boşluğa gelmeyerek sarılmasına engel oldum. Soğumuyordu öfkem, gitmiyordu kırgınlığım. Dolan gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. İçim sancıyordu da o sadece kendini düşünüyordu. “Ben karşımdaki adamı değil, yaralı adamı sevmiştim. Fakat o, beni yaralamayı seçti.” Donuk bir ifadeyle bana bakarken acıttıkça acıttım canımı.

“Muaz Bey beni zorla gönderirken bile bir umut gelirsin dedim ama gelmedin.” Dudaklarını aralamıştı ki konuşmasına fırsat vermedim çünkü ne soracağını biliyordum. “Gelirdim,” dedim kısık sesle. “Eğer o gün gelseydin bana gelirdim sana.” Kalbine dokundum. Üşümesin benim gibi istedim, yara almasın kanamasın tekrar tekrar istedim, kıyamadım, kızamadım. “Yanında olmak istedim. Hayatımdaki tehlikelerden beni koruyabileceğine güvendim çünkü.” Yutkundum ama susmadım. “Fakat sen bütün güvenimi aldın gittin Yiğit. Sana dair tek bir güvenim kalmadı.” Ne ara bu kadar bağırdım bilmiyordum. Bileklerimi tuttuğu gibi kendine çekmesiyle yüreğimde dolan sızı büyük bir canhıraşla dudaklarımın arasından çıktı. Olduğumuz yere çöktük, hâlâ bana sıkıca sarılıyordu ve ben ona engel bile olamıyordum.

“Özür dilerim,” dedi. “Canını çok yaktım özür dilerim. Sana bu kadar zarar vereceğimi düşünmedim.” Ardı sıra öptü, sıkıca sarıldı. Bir yılın özlemi, genzime dolan kokusuyla dinmekte az kalıyordu. Delicesine sarılmak, karşılık vermek istiyordum ama yapamıyordum.

“Git,” dedim solgun bir sesle. “Sadece git, ben iyi olurum zaten.”

“Gidemem.” Kapanan gözlerimle beraber, “Lütfen,” diyebildim. “Belki zamanla düzeleceğiz ama bana kendimi toparlamam için fırsat ver.” Sözlerimin ciddiyeti susturdu. Yavaş yavaş çözülen kollarında kalbimin dengesi alt üst oldu. Lacivertleri gözlerimde yoğunlaşırken son kez bakar gibi uzun uzun kaldı orada ve yavaşça kalktığı yerden istemeye istemeye odadan çıktı. Kalbim burada kalmasını isterken duygularım uzakta olmasını istiyordu. Araftaydım ve tepe takla oluyordum.

Uzun bir süre uyuyamamıştım. Gece uyuduğumda neredeyse saat beş olmuştu ve gerisini pek hatırlamamıştım. Sabah kalktığımda ise öğlen olmuştu. Başucumda duran papatya gece Yiğit’in yanıma geldiğinin habercisiydi. Büyük ihtimal yanımdan yeni gitmişti ve bana gözükmek istemiyordu. Yataktan kalkıp hazırlanarak odadan çıktım. Tam uzak köşedeki koridorun sonundaki köşe koltuğunda oturuyor, dışarıyı seyrediyordu. Yanına yaklaştığımı fark edince oturduğu yerden kalktı. Bugün üzerinde taba renkli bir takım elbise vardı. Oldukça özenli gözüküyordu ve takım elbisenin rengi ona çok yakışmıştı.

“Günaydın,” dedi gülümsemesini çoğaltarak. “Hadi kahvaltıya geçelim sonra şirkete geçeriz.” Başımı salladığımda yan yana yürümeye başladık. İkimizde başka bir şey konuşmadık. Akşamki konuşmamız ikizi de bu mesafeye sürüklemişti.

Ayrılan masalardan birine oturduk. Yiğit gelen bildirimlere bakıyor ben de boş boş etrafta gezdiriyordum bakışlarımı. Hayat ne tuhaftı, daha aylar öncesinde başka bir şehirde özlem çekerken, şimdi ise özlemini çektiğim adamın karşısında ondan kaçıyordum. Yiğit, telefonunu ceketinin iç cebine koyup bakışlarını bana odakladı. Onun da benden farkı yoktu. Akşamdan kalan kırgınlığını görebiliyordum ve ben bunu göz ardı etmeye çalışıyordum.

“Ne kadar kaçsan da ne hissettiklerini görebiliyorum.” Ters bir bakışla, “Ne görüyormuşsun?” diye çıkıştım. Dudağı usulca kıvrıldı. Bu kadar sakin kalması ise ayrı deli ediyordu.

“Beni ne kadar özlediğini.” Kaşlarım havalandı. Bunu belli ettiğimi elbette biliyordum. Bu huyumu sevmesem de yapacak bir şey yoktu.

“Sen beni eski halimle karıştırıyorsun sanırım.” Elini yumruk yapıp yüzünü yumruğuna yasladı. “Hâlâ çok güzelsin.” İtirafı karşısında duraksadım. Öfkeli bakışlarım soğumuştu o an ve ben bu kadar kolay yumuşamam karşısında kendime kızıyordum. “Daha da parlıyorsun mavi, öfken ise beni sana daha çok çekiyor.”

Bakışlarımı kaçırsam da o bakmaya devam ediyordu. Bu bakışlar sanki bütün kırgınlıkları tamir edebilecekmiş gibi geliyordu ona. Benim sorunumu görmüyordu. Beni anlamak yerine kendi isteklerini ön planda tutuyordu.

Önümdeki suyu birkaç yudumda içerek, “Lavaboya gitmem gerekiyor,” diyerek hızla yanından uzaklaştım. Dolan gözlerime engel olamıyordum her seferinde. Onun yanında ise daha fazla ağlamak istiyordum.

Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Benden sonra iki kız daha girdi içeriye. Gülüşerek bir şeyler anlatıyorlardı. Sarı saçlı kız kumral kıza sessizce bir şey dedikten sonra ikisinin de sesi rahatsız edici derecede tuhaftı. Bana bakıp burun kıvırdılar, yeniden önlerine döndüler. Onları arkamda bırakıp lavabodan çıktım. Tekrar yerime dönerek Yiğit’i umursamamaya çalıştım.

Kahvaltı için siparişlerimiz tek tek gelmeye başladı. Pek iştahım yoktu bu sabah ama yemezsem de kendimi iyi hissetmezdim. Çalan telefonuyla yanımdan ayrıldı ama çok uzağa gitmedi.

“Zeynep, sen misin?” Başucumda dikelen görevliye baktım. Tanıdık gibi geldi ama pek çıkaramadım. “Benim, buyurun!” Gülümsedi ve elindeki tabağı masaya koydu. “Sedat ben, liseden.” Ufak bir düşünmeden sonra hatırlamıştım. Bir ara başıma gelen talihsiz olayda bana çok yardımı dokunmuştu keza benim de öyle. Gülümsedim ve, “Ne kadar değişmişsin, tanıyamadım,” desem de o an yüzüm düştü. “Bir de başın sağ olsun, Zerrin teyzenin cenazesine gelemedim kusura bakma.” Zerrin teyze bizim mahallede en sevilen kadınlardan biriydi. Durumu orta halli olsa da başı sıkışan herkese çok yardımı dokunmuştu. Kedi annesi derdik biz ona, kedileri çok sever beslerdi. Sedat’ın da yüzü düştü ama tez toparlayarak munis tavrını ortaya koydu. “Önemli değil, sen de evlenmişsin hayırlı olsun.” Gülüşüne karşılık verip teşekkürlerimi sundum. Yanımda hissettiğim hareketlenme bakışlarımı Sedat’tan çekmemi sağladı. Yiğit öfkeyle Sedat’a bakıyor, Sedat ise buna aldırış etmeden karşımızda duruyordu.

“Tanışıyor muyuz birader?” Bu tavrı karşısında kaşlarım aralandı, konuşma tarzı dikkatimi çekti ilk. Sedat elini tokalaşmak için uzattı ama Yiğit pek karşılık vermedi.

“Okuldan tanışıyoruz, hem de aynı mahallede oturuyoruz. Görmüşken selam vermek istedim.” Bu Yiğit için geçerli bir açıklama değildi. Benim yanımda başkalarına kızmak için sebep aramazdı o. Sedat karşılık almayan elini geri çekip, “Neyse, sonra yeniden görüşürüz Zeynep,” diyerek uzaklaşacaktı ama Yiğit’in ters ters söylenmeyi ihmal etmiyordu.

“Görüşmek istiyormuş.” Ağzının içinden konuşa konuşa kahvaltısına döndü. Bu haline gülerdim ama şu an hiç zamanı değildi.

“Adam evli.”

“Hiç fark etmez.” Bu sefer bana karşı tavrı gerçekten olay çıkarmamak için kendini zor tutmasını sağlıyordu. Fazla açıklama yapmadan ben de kahvaltıma döndüm. Ara sıra baktım, son bakmamla göz göze geldik. İçimi sıcacık eden bakışlarından kaçamadım bu sefer. Sanki bir his ona karşı kendimi çok güçlü hissettirmiyordu. İstemeye istemeye ayırdım gözlerimi. O da bu sessizliğime ortak olmuştu. İkimizde birbirimize ait olan yakınlıktaydık ama bir o kadarda uzaktık.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra otelden çıktık. Şirkete geldikten sonra Yiğit’le Vedat Bey baş başa konuşmak için Vedat Bey’in odasına geçtiler. Betül’le beraber Yiğit’in odasındaydık. Bu oda Yiğit burada olmasa bile ona aitti. Babası önceden buraya sık geldiği için ona aitti ama şimdi Yiğit’in kendisine ait olmuştu.

“İyi misin biraz daha.” Durgun oluşum Betül’ün dikkatini çekti. İçimde yaşadığım buhran kendimi hiç beklemediğim yere koyuyordu. “Betül, ben gittikten sonra ne oldu?” Bu sorumu beklemiyor olacak ki bir an konuşamadı. Belki de anlatmak istemiyordu. “Seninle konuşamazsam kimseye soramam. Sen Yiğit’in her anına şahit olmuşsundur, senden öğrendiklerimi kimse bilmeyecek merak etme.” Bana biraz daha yaklaşması konuşacağının göstergesiydi. “Yiğit Bey bana kızacak ama sana anlatmazsam rahat edemeyeceğim.” Gülümsedim. Sözlerini toparlamak için bir süre iç çekti.

“O gece Efsun Hanım’la gitti ama aralarında ne geçti bilmiyorum, hemen onsuz şirkete geri döndü. Çok sinirliydi, herkese ateş püskürüyordu. Aşağıdaki kata indi.” En alt katta şiddet uyguladığı odayı kastediyordu. Kısa bir an düşündü.

“İki gün boyunca çıkmadı oradan, orada ne yaptığı hakkında fikrim yok ama çıktığında gördüğüm tek şey dağılmış olduğuydu. Sonrası eve geçti seni bulamadı, mahalleye gitti orada da bulamayınca gittiğini hatta Muaz Bey’in seni gönderdiğini öğrendi. Bu onu delirtti.” Onun bu itirafı ağlama dürtümü ortaya çıkardı. Ben gitmek istememiştim, sırf Muaz Bey’in kendi planları yüzünden olanlar olmuştu, yine de bu itirafı yapmadım.

“Aylarca kayboldu, kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Hep karşı tarafın zararına olan haberlerle ondan haber alabiliyorduk. Yıllarca planladıkları kurulun dağılma olayı onun yaptıklarıyla erkene çekildi. Mahir Bey hapse girdi, Kızılbaş aylarca komada yattı.” Duraksadı. Anlatacağım diye nefes nefese kalmıştı.

“Efsun’la olan bağı bunu sağlam bir plana dönüştürdü Zeynep. Sen varken eve gelmediği günler…” Sözünü kesen kapının açılma sesiydi. O an bir itiraf yapacaktı ama konuşamadı. Sanki bir şey öğrenecektim ama öğrenemedim. Yiğit bir bana bir Betül’e bakıyordu. Betül çekinerek odadan çıktı.

“İşin bitti mi?” Ağır ağır başını salladı. Rengi soluk duruyordu hatta hasta gibiydi. “İyi misin?” dedim yanıma yaklaşırken. “İyiyim, hadi çıkalım yola.” Köşeden eşyalarını alıp ilerledi. Ben hâlâ peşinden bakıyordum. Tekrar bana dönüp, “Gidelim mi?” deyince olduğum yerden kıpraştım. Şirketten çıkarak arabaya geçtik. Dikkatim titreyen elindeydi. Yol boyunca terliyordu. Elimi yüzüne götürdüğümde yanan elimle, “Ateşin var senin,” dedim. Kısık gözlerle bana baktı. Boncuk boncuk terlemişti. “İyiyim ben,” dedi ama pek inanmadım.

“Otele geçelim, böyle yola çıkılmaz. Hatta hastaneye geçelim ne otelinden bahsediyorsam.” Reddedecek imkânı yoktu fakat hastane olayını reddetti. Rotasını otele çevirdi ama araba sürecek hali yoktu. “Arabayı durdur, ben devam edeyim.” Dediğimi yapıp arabayı durdurdu. Hızlıca onun tarafına geçip kalkması için yardım ettim. Kolunu omzuma attı bana pek baskı uygulamamaya özen gösterdi. Onu hemen yan koltuğa oturttum ve ben de şoför koltuğuna geçtim. Yarım saat sonra otele gelebilmiştik. Arabadan inerek tekrar onu kendime çektim. Ateşi vardı ama sanki başka hastalığı da var gibiydi.

Odaya geçip onu özenle yatağa yatırdım. İri cüssesinden dolayı bir an yatırırken sendeledim. Hâlâ ateş gibi yanıyordu. “Önce ılık bir duşa gir. Bana yardımcı ol da sana yardım edebileyim.” Beni duyuyordu. Önce ceketini çıkarıp ardından gömleğini çıkardım. Kısık gözlerle bana bakıyordu. Ayağa kalktığımızda sendeledik. Hasta haliyle bile beni tutması bedenine daha fazla yaklaşmamı sağladı. Hızla kendimi toparlayıp banyoya geçtik.

“Duşunu kendin alabilirsin.” Bileğimi tutup yanından geçip gitmemi engelledi. Hızlıca kendine çekti. Gitme,” dedi yarı baygın sesle. “Kal benimle.” Köşeye oturup başını fayans duvara yasladı. Gözlerini zorla açıyordu ve titriyordu. Nasıl hasta olduğu konusunda bir bilgim yoktu. Fıskiyeden akan ılık suya karşı bile bir tepki vermedi, sadece kısık gözlerle bana bakıyordu. Saçlarımı tepeden toparlayıp kıyafetlerimi rahat bir hale getirdim.

“Nasıl hasta oldun acaba?” Yarı kızgın sesimle dudağın kenarını kıvırdı.

“Beni odaya almayan sendin, unuttun mu?”

“Ne yani kendine oda tutmadın mı?” Kaşlarını kaldırıp cıkladı. “Tutmadım,” deyince kızgınlıkla suyu yüzüne tuttum. “Sen deli misin?” Eliyle yüzündeki suyu sildi. Bu halim onun hoşuna gidiyordu, benim ise onun bu hali sinirlerimi bozuyordu.

“Bir sana.”

“Sen bence hasta değilsin.” Suyu kapatıp kalktım ama izin vermeden beni kendine çekti. O an suyla dolu küvetin içine onun üzerine düştüm. Şu an sırılsıklamdım. Karşımda sırıtması sinirlerimi bozuyordu.

“Ya ne yaptın sen?” Tepeden toparladığım saçlarımı serbest bıraktı. Perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırıp, “Seni kendime çekiyorum,” deyince ifadesi ciddileşti ve saçlarımda duran elini enseme götürdü.

“Hadi kalk artık.” Gücü olmadığı için kalkmam onun pek engel olacağı durum değildi. Şayet ben de ona karşı pek kayıtsız kalamazdım. Odaya geçtik ve ona ince kıyafetler giydirip yatırdım. Köşedeki çantadan bende kendime kıyafet alıp banyoya geçtim. Üzerimi giyinmeden önce duş almam şarttı. Bu halimle kıyafetleri giymek içime sinmediği gibi biraz önceki olanlar beni terletti. Hemencik duşumu alıp giyindim. Odaya geri döndüğümde uyuyordu. Ateşine baktım, düşmüş gibiydi ama uykusunun içinde bir şeyler mırıldandığını duyar gibiydim. Ne dediğini dinlemeye başlasam da bir şey anlamıyordum. Çehresi öyle solgundu ki içim sızladı. Parmaklarım saçlarında dolandı. Sanki dokunduğum yer buhar olup uçacaktı. Betül’le konuşmamız aklıma geldi. Son söyleyeceklerini duymamıştım ama o anlattıkları yüreğimdeki soğumuş hissi yok etmiş gibiydi. Seviyordum karşımdaki adamı ama kalbimin köşeleri ısınmıyordu bir türlü. Tekrardan açılan gözleri beni buldu. Yorgun gözüküyordu, en önemlisi de hep bir boşluk vardı.

“İyi misin biraz daha?”

“İyiyim,” diyerek elindeki elime baktı. Hızla çektim elimi. Zorda olsa olduğu yerden doğruldu ve sırtını yatak başlığına dayadı.

“Sen de uzak duramıyorsun işte benden. Ayrı kalmak neyi değiştirecek ki? Affettireyim kendimi, en azından evimizde birbirimizin yaralarını saralım.” Doğru diyordu. Bu öyle bir anda kabul edilecek bir durum değildi ama ona gitmek kalbimin kabul edeceği bir durumdu. O eve girmek her ne kadar canımı acıtacaksa o kadar korkuyordum.

Benden önce telefonun sesi çıktı. Yiğit telefonu alıp baktığında gördüğü isim hızla telefonunu açtırdı. Birkaç saniye dinledikten sonra telefonu seri şekilde kapattı. Rengi biraz daha atmıştı ve yataktan hızla kalkıp, “Acil gitmemiz gerekiyor,” demesi korkularımı nüksettirdi. Hiç iyi şeyler olmayacaktı anlaşılan.

Bölüm : 24.02.2025 16:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...