
Apar topar Samsun’a döndüğümüzde ilk geldiğimiz yer Yiğit’in evi oldu. Aysun annenin hastalandığını ve Efe’nin doktor çağırdığını biliyorduk sadece. Aysun annenin neyi vardı bilmesem de Yiğit’in tavrı hiç de hafife alınacak gibi değildi.
Evin önüne geldiğimizde duraksadım. Uzun zamandır gelmediğim ev, o eşikten adım atmamda beni zorluyordu. Her an bir boşluğa basıp düşecekmişim gibi hissediyordum. Daha gelmem dediğim eve gelmiştim. Kapıdan içeriye girsem yeniden geri dönülmez bir yarayı tazeleyecekmişim gibi hissediyordum.
Elimi tutan ele baktım. Yiğit’in kabul etmemi ister gibi bakması parmak uçlarımdan bütün bedenime yayılan bir ürpertiye meyil verdi. Elimi çekip yavaşta olsa ondan önce eve adımladım. Bütün bunlara Aysun anne için katlanıyordum. Yanına gitmezsem ona karşı büyük bir saygısızlık olurdu bu. Severdim Aysun anneyi, en önemlisi de özlemiştim.
İçeriye girdik. Bakışlarım evde dolandı, dolan gözlerim ise şimdiden bütün geçmişle yüzleşti. Kendime verdiğim bu eziyeti sonlandırdım ve merdivenlerden yukarıya çıktım. Yiğit konuşmuyordu, konuşsa her an ona patlayacakmışım gibi geliyordu.
Önce o girdi odaya birkaç saniye sonra ben. Uyuyordu, son gördüğümden bu yana epey zayıflamıştı. Bu haline üzüldüm, hatta ağlamamak için kendimi zor tuttum.
“Neyi var?” diye sordum hemen köşedeki sandalyede oturan Yiğit’e.
“Doktor tümör demişti ama bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin etmemiştim. Biraz sonra görüşeceğim tekrar.” Aysun annenin gözleri yavaştan açıldı. Beni görünce heyecan yaptı ve kalkmak istediği an engelledim. Hemen yatağın ucuna oturup ellerini tuttum. Ne kadar zayıflamıştı böyle.
“İyi misiniz?” Ona hastalığından yana dem vurmayarak yaklaştım.
“Ah güzel kızım, gelmişsin.”
“Geldim,” dedim. Hem ellerini okşuyor hem de ona kocaman gülümsüyordum. Hastalığı güzelliğinden hiçbir şey çalmamıştı bilakis daha da güzelleşmişti. “Siz de iyi olacaksınız.” Solgun yüzüne düşen gülümseme sızlanması ile soldu. Ağrısı vardı, en önemlisi de yorgundu.
“Siz biraz daha uyuyun, ben buralardayım.” Yorgunluğu ile gözleri kapandı. Odadan çıktım. Aşağıya indiğimde Yiğit doktorla görüşüyordu. Mutfaktan çıkan Halime abla ile bakışlarımı Yiğit’ten çektim. Halime abla hızla yanıma gelip, “Zeynep’im,” deyip sıkıca bana sarıldı. Birbirimize sarılmamız ve ortamdaki şen dolu heyecan en azından içimdeki kasveti alıp götürmüştü. “Hoş geldin canım benim.” Giderken çok şey yaşamıştık, şimdi ise burada oluşum onları mutlu etmişti. “Hoş buldum,” deyip mutfağa geçtik. Beraber sandalyeye oturduk.
“Sana ulaşamadık bir türlü, umarım temelli gelmişsindir buraya.”
“Ben Aysun anneyi görmeye geldim, gideceğim bir iki saate.” Halime ablanın yüzü düştü.
“Sen gittikten sonra evde yaşam kalmadı, şimdi kalsan da bir hayat gelse şu eve.” Cevap veremeyecek kadar umutla bakıyorlardı bana. Buruşmuş ellerini tutup, “Sen gelirsin, yine gelirim görüşürüz tekrar,” demem benim nezdimde imkânsızlık onun nezdinde bir umut söz konusuydu. “Ona ne oldu?” İç çekti. Hüzünlü bakan gözleri doluverdi.
“Üç dört aydır hastaydı, ondan öncesinde belirtileri vardı ama pek umursamadı, bu üç dört ay içinde belli oldu her şey. Bu sabahta ağırlaştı. Doktor ameliyat demişti, zaman vardı ama öne çekilecek gibi.” Başımı sallamakla iktifa ettim. Eve bakındım tekrar. Her şey aynıydı, değişen sadece bizdik. Kırgındım, paramparçaydım.
Yiğit doktorla görüşmüştü, hızlı şekilde yanına gidip ne konuştuklarını sordum. Yarın ameliyat olacağını söylediğindeki sesi hiç iyi çıkmıyordu. Beni arkasında bırakarak yukarıya çıktığında peşinden bakakaldım. En azından şu an yanında olmalıydım.
Yukarı kata çıktığımda Aysun annenin kapısı aralıktı. O tarafa yürüdüm ve içeriye girecekken onu gördüm. Annesinin başucundaydı. Annesi uyuyordu o ise alnını annesinin eline yaslamıştı. Ufacık bir çocuk gibi, sanki özlemle, acı çeker gibi… Köşeden izledim onu. Annesiyle arasındaki soğukluk onun pişmanlığı gibiydi.
“Keşke beni yalnız bırakmasaydın,” dedi. Sesi ufacık çocuğun kırıntılarıydı. O çocukluğunda çok şey yaşamıştı. Aysun anneyle o ara aralarında bir şey geçmiş olmalıydı. “O adama boyun eğmeseydin anne.” Dikleşti, ellerinin arasında annesinin eli vardı hâlâ. “Yine de sen benim annemsin. Hataların yüzünden seni nasıl sevmekten vazgeçeyim.” İtirafları canhıraşlarının bir parçasıydı. Kalktı oturduğu yerden, tepeden annesine bakıp, “Kırgınım ama merak etme seni hep severim,” diyerek odadan çıktı. Beni görünce şaşırdı. Boyunun uzunluğu her seferinde dibime gelmesiyle beni zorluyordu.
“O senden bunu istiyordu hep.” Geriye bakıp nemli gözlerini bana çevirdi. Benden duyduğu bu sözler onun bir kaçar yolunun olmadığını gösteriyordu. Konuşmak istemediğini belirten bir hareketle yanımdan geçip gitti. O terasa geçerken ben de evin içinde dolandım. Aklıma gelen bütün inadımı kırmıştı. İstemeye istemeye o odaya girmek için hareketlendim. Kapının önüne geldiğimde elim kapı kulpunda kaldı. Yutkunmam boğazımda takılı kaldı. İçeriye girmem bütün duygularımı alt üst etti. Oda bile hâlâ aynıydı, sanki benden sonra hiç girilmemiş gibiydi. Odanın ortasına ağır adımlarla yürüdüm. Burnumun sızlayışı gözlerimi doldurdu. Etrafa bakındım. O koltuk, o an ve geçmiş bütün saniyeleriyle gözlerimin önündeydi. Kulaklarımda çınlayan geçmişin sesi kırgınlığımı depreştirdi.
Gezindim, komodinin üzerinde duran resimlerimize baktım. Çerçeveyi elime alıp parmaklarımı Yiğit’in çehresinde gezdirdim. Gülümseyişlerimiz, birbirimize bakışlarımız o kadar yabancılaşmıştı ki sanki hiç birbirimize ait olmamışız gibiydi.
“Çerçevelere sığdırmak bize yapılan zulüm değil mi?” Aniden ensemde beliren nefes ve kulağımın dibinde duyduğum ses çerçeveyi elimden kaydırdı. Düşmesini engelleyen Yiğit oldu. Kamburlaşan sırtını düzeltip benim gibi çerçeveye baktı.
“Bunu çok düşündüm. Günlerce gelmeyişinde çerçeveye bakıp özlem gideriyordum. Şimdi sadece değişen o olmadı Yiğit.” Cevabım ile çerçeveyi komodinin üzerine koydu. Bana döndüğünde kızarmış gözlerinden süzülen durgunluk yok oldu. Eli yanağımı buldu.
“Haklısın, sana beni affet diyecek gücüm yok zaten. Sen beni hep sabırla bekledin, benim yaptıklarım ise hafife alınacak gibi değil. Zaten hemen de affetme ama bana kendimi ifade etmeme yardım et. Yanında çabalayayım.” İlk defa kendimi bir bilinmezin içinde buldum. Ona koşmak isteyen yüreğim bir yandan da engelleniyordu.
“Bana zaman ver Yiğit. Zaman bizi nereye götürür bilmem, o sözleşme…” Susturdu o an. Öfkelenmişti.
“Yırtıp attım onu, senden boşanmam.” Fevrileşti. Sakin halinden uzaklaşması bir adım geri atmamı sağladı. “O belgeyi imzalarken seni bırakabileceğimi nasıl düşünürsün Zeynep?”
“O an…” Yine susturdu, bazı sözleri duymayı istemiyordu.
“Umudunu kesmiştin yani benden.” Bu sefer sinirlenen ben oldum. Parmağımı köprücük kemiğinin üzerine koyup, “Senin bana bu ithamlarda bulunma hakkın yok,” dedim. Bağırdım. Öfkeyle parmağımı bastırıp, “Sarf ettiğin sözleri unuttun sanırım,” demem onun çehresini yumuşattı ama ben öfkeliydim. Ben hiçbir şeyi hafife alamıyordum artık. “Bana hesap soracağına, git kendinle hesaplaş.” Onu arkamda bırakarak odadan çıktım. Artık katlanamıyordum, bir söz beni her türlü incitebiliyordu.
…
Eve geldiğimde herkes uyuyordu, ben de epey geç gelmiştim zaten. Beşikte yatan kızımın saçlarını okşayıp hafiften öptüm. Üzerimi değiştirip yatağıma girişecektim ama aklıma gelenle pencere kenarına geçtim. Perdeyi aralayıp dışarı bakmam tüm merakımı giderdi. Oradaydı, hâlâ kapının önünde arabanın içinde bekliyordu. Gelirken onun engeline takılmıştım ama şimdi benden uzak kalmamak için burada olacağını söylerken ciddi olabileceğini düşünmemiştim. Bana biraz zaman vermesi için ondan söz alırken bu kadarını istememiştim. Belki de gerçekten gitmeyecekti. Beni görecek ki penceresini açtı ve gülümsedi. Hızla perdeyi geri çektim. Dudaklarımı kıvırmamak için kendimi zor zapt ediyordum. Yatağa uzanıp yorganı kafama kadar çektim ama bir kere uykum kaçmıştı bile. Sağa sola dönmekten nefessiz kalmıştım. Oflayarak yorganı tekmeledim. Sırtımı yatak başlığına yasladım. İkide bir kapalı olan pencereden bakıyordum ama ona bakmaya cesaret edemiyordum. Komodinin üstündeki kitabı alıp kafamı dağıtmak istesem de başaramadım. Saatlerce oturdum. Kalktım pencereden ona baktım yine, oradaydı. Ona karşı mesafem içimi acıtıyordu. İç çektim, sanki bu benim gardımı indiriyordu. Bana bakıyordu ve ben kaçmıyordum bu sefer. Parmaklarım pencereye ona uzanmak ister gibi dokundu. Odadan çıkıp mutfağa geçtim. Isıtıcıda su kaynatıp köşedeki dolaptan bitki çayını alıp hemencik demledim. En azından üşüsün istemezdim. Ona birkaç saat önce kızan ben değilmişim gibi şimdi kızgınlığımdan eser kalmamıştı. Üzerime kalın hırkamı giyinip çıktım. Kapıdan çıktığımı görünce arabadan indi. Bir elimdeki çaya bir bana bakıyordu. Kupayı uzattığımda alıp avuçları arasına sıkıştırdı. Gözleri bendeydi, ben ise bakışlarımı kaçırıyordum.
Onu dinlemek istiyordum, bu yüzden kapının arkasındaki dolapta duran döşekleri alıp merdivene koydum. Ne yaptığımı anlamak ister gibi beni izliyordu. Döşeğe oturup diğer döşeği onun için ayırdım. Bir süre bakındı, elimle oturması için işaret etmem onun benim yanımda yerini aldırdı. Kupa avuçları arasında kollarını dizlerine yaslayıp bir süre karşıya bakındı, ben de öyleydim. İkimizde ne konuşacağımı bilemez gibi ilk hakkı birbirimize bırakıyorduk. Haklı olmasını istiyordum, ona karşı mesafemi yok etmek için bir neden istiyordum.
“Akşamki sözler için özür dilerim.” Dayanamayıp bana baktığı gibi ben de ona baktım. Hiçbir ifade yoktu yüzünde sadece gözleri pusluydu. Elindeki kupayla oynuyordu.
“Hâlâ tuhaf şekilde alışmamak için direniyorum. Bana tek bir sebep söylemeni bekliyorum ve sen benden her zamanki gibi kaçıyorsun.” Durgun yüzüne inen hüznün gölgesinde kalmıştım, üşüyordum. Belirsizlik vardı aramızda, öyle bir hale düşmüştük ki sanki boğulmamak için çaba sarf ediyorduk. O bana sunduğu yerde ondan ateşten gömlek giymesini istiyordum.
“Gel benimle.” Ayağa kalkıp elini uzattı. “Madem öğrenmek istiyorsun, gel.” Kısa bir bakıştan sonra elini tuttum. Açtığı kapıdan içeriye girdiğimde içerisinin buz gibi olduğunu fark ettim. Bunca zamandır burada nasıl oturmuştu ki? Arabaya binişi ve arabayı çalıştırması çok kısa sürdü. Yüzü kaskatı kesilmişti. Klimayı açtı. Biraz önce buz gibi olan içeriyi şimdi istemeye istemeye ısıtıyor gibiydi. Onun canını acıtmıştım. Bunu istememiştim ama artık bu can acıtıcı olaylara son vermek istiyordum.
Hiç bilmediğim bir yere geldik. Burası boş bir araziydi. Arabadan inince ben de indim. Neden buraya gelmiştik bilmiyordum. Ellerini cebine sokup ilerledi, bense bomboş bir şekilde etrafta gezindirdim gözlerimi. Burada sanki bir bina vardı ve ben nedendir ürpermiştim.
“Burası sana verilen araziydi.” O an hatırladım ama burası olduğunu bilmiyordum. “O gün patlatmıştım biliyordun. Şimdi buradasın.” Bunların konuyla ne alakası olduğunu çözmeye çalışsam da pek anlayamıyordum. “Hani o gün bir imza ile Nedim’e devrettiğimiz yer…” Üstüne basa basa konuşuyordu, bense onu pür dikkat dinliyordum. “O gün birçok çocuğu buraya getireceklerdi, hepsine bana verdikleri uyuşturucudan verip, nerede masum var onların üzerine salacakları günün planını yapacaklardı. Senin imzan planların devreye sokulacağı günün başlangıcıydı. Buna izin verdik, vermeseydik başka yöne çekilecekti planlar.” Kaşlarım çatıldı, onunda benden farkı yoktu. “O gecede zaten gelen adam Mahir’in adamlarıydı. Mahir’i kaçırmamız sana zarar verdi. Bunun için kendime ayrı kızıyorum zaten.” Ben buna takılmadım pek, sadece aklımdakileri sormak istedim.
“Haberin olduğunu bilmiyor muydu?” Sorum üzere, “Yoktu,” diye cevap verdi. “Nedim’in ağzından zorla almam ve onu günlerce şirketteki o odada tutuşumdu sana gelemeyişim. Çünkü birçok canın vebali üzerimdeydi.” Düşecekmişim gibi hissediyordum. Devam etti. “Yıllardır o günü bekledik ve tek kaybım sen oldun.” Bir an çekilmeyen bakışlarındaki kırgınlığın büyük sorumluluğunu aldım. “Belki kırdım, döktüm, parçaladım ama o küçük çocukları kurtarmak bana yetti. Yine aynısını yapar mısın diye sorsan, evet yine aynısını yaparım.”
“Şimdi ne oldu onlara?”
“Hepsi mültecilerden tutulmuştu zaten. Hiçbiri nereye gideceğini bilmeden kamyona bindirilmişti. Nedim’in ağzından aldığımız bilgilerle Samsun’a giriş yapılmıştı. Bahadır’a haber verip yola çıktık. Yakalanan kamyondaki çocukların yaşı daha ondu. Hepsini aldık, ailesi olanı ailesine olmayanı yurtlara yerleştirdik, çoğunun da yoktu zaten.”
Gözlerim doldu, kaçırdığım bakışlarım ondan dip köşe kaçmak içindi. Hiç beklemediğim anda akan gözyaşlarımla beraber hislerim de bocaladı. Efsun konusunu açmaktı beni ürperten ve ben soramadım bile. Bu beni ne denli ona çekerdi bilmiyordum ve ben birazda olsa hafiflemiştim. Sormamı bekliyordu ama sormadım.
“Gidelim mi?” O da daha fazla anlatmak istemiyordu. Başımı sallayıp arabaya bindim.
…
Dün geceden beri hiç uyumamıştım. Şimdide aklımdakilerle dünyadan kopmuş gibiydim. Bugünde Aysun annenin ameliyatı vardı. Ruh gibi dolaşıyordum. Aklım dün geceki konuştuklarımızdaydı. Ona gelmediği için kızdığım zamanlar aslında uğraştıkları ona haksızlık yaptığım için bu sefer kendime kızıyordum. Ne yapacaktım bilmiyordum. Kalbim ağrıyor ve ben can çekişiyordum.
“Kızım çıkalım mı?” Annemin holde belirmesi ile elimdeki iğneyi eşarbıma takıp, “Çıkalım,” dedim. Hümeyra ile benden önce çıkmıştı. Hızlıca feracemi giyinip bende peşlerinden çıktım. Yusuf arabasıyla çoktan kapımızın önünde yerini almıştı. Onu ikna etmek zor olmuştu. Yiğit’le karşı karşıya gelmek pek istemiyordu. Arabaya bindiğimizden bu yana bunu biraz daha belli etmişti. Özellikle Yiğit’e şans vermemden korkuyordu.
“Sizi bırakırım, işiniz bitince beni ararsın gelir alırım abla.” Katı sesi orada çok durmamamız gerektiğini söylüyordu. “Tamam,” dedim hiç itiraz etmeden, itiraz edecek durumda da değildim zaten.
Hastaneye geldiğimizde biz indik o gitti. Oldukça soğuk ve gergin gözüküyordu. Fazla düşünmeden hastaneye girdik. Bu sabah yatırılmıştı hastaneye, şimdi ise neredeyse saat on bir olmuştu.
Öğrendiğimiz odaya gelmiştik, köşede oturan Yiğit ve hemen uzağında oturan Ezgi düşünceli şekilde bakışları yerdeydi. Meral Hanım’la Kemal Bey’i de sonradan fark etmiştim. Yanlarına yaklaştığımızda bizi fark ettiler. Ezgi oturduğu yerden kalkarak bize sarıldı, annemin kucağından Hümeyra’yı alıp köşeye oturdu tekrar. Kemal Bey’le Meral Hanım’a selam verip Yiğit’in yanına oturdum. Annemse Meral Hanım’la sohbet ediyordu.
“İyi misin?” Yanına oturduğumda baştan beri çekilmeyen gözlerine daha yakın oldum. Şu an ona destek olmalıydım. Uykulu gözüküyordu, yorgun yüz hatlarına inat gülümsedi.
“İyiyim,” dedi iç çekerek. Pek iyi değildi, bunu görebiliyordum. Bakışları benden çekildi. Öne eğilip dirseklerini iki yana açtığı dizlerine yasladı. Yere bakıyordu öylece. Elim havada asılı kaldı. Şu an ona teselli verebilmek için kendimle savaşıyordum resmen. Yumruk yaptığım elimi geri çektim, dokunmaya korkuyordum. Çok zayıf gözüküyordu, onu ilk defa böyle görüyordum. Konuşamadım, lakin ona birkaç kelam etmek istiyordum.
“Ne zaman girdi ameliyata?”
“On beş dakika oldu.”
“İstersen hava alalım biraz, daha çıkmasına vardır.”
“Siz çıkın Yiğit, biz bir şey olursa çağırırız sizi.” Karşıdan konuşan Kemal Bey’e baktı Yiğit, reddetmeden, “Çıkalım,” dedi. Yorgun bedeni oturduğu yerden kalktı. Yan yana koridoru bitirip hastaneden dışarı çıktık. Hemen ilerideki banklardan birine oturduk.
“İyi olacak merak etme, güçlü kadındır Aysun anne.” Gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. Sözlerim belki onu teselli etmeyecekti ama başka diyecek bir sözümde yoktu. Gözleri doldu, bunu görebiliyordum.
“Geç kalmamın bir telafisi yok değil mi?” Sesinden sızan pişmanlık kendini suçlamaya yetiyordu. “İnsan kaybedince mi anlıyor her şeyin değerini?” Elini tuttum bu sefer, bir an afallamış gibi ellerimize baktı.
“Sen suçlu değilsin Yiğit, sadece kırgınsın. O iyi olacak ve sen geç kalmayacaksın. Allah izin verirse daha önümüzde güzel günler var.” Yüzü düştü. “Güzel günlerimiz?” derken beni kast ediyordu, yanında olmadığım için hiçbir söz ona bunu inandıramıyordu.
“Belki bir şeyler eksik, belki bende kırgınım ama her ne olursa olsun senin yanında olacağım.”
“Ama hep uzağımda!” Bu onu pek tatmin etmiyordu.
“Bunu da atlatacağız ve ben sana yeniden gelene kadar bazı kırgınlıkları telafi edeceğiz.” Lacivertleri parladı, yorgun yüzü sanki dediklerimle arınmıştı.
“Bir kez sarılabilir miyim? Çok özledim.” Masumiyeti ile ona doğru çekilmemem imkânsızdı. Başımı salladığımda beni kolları arasına aldı. Bu ona ilk adımımdı belki de. Kollarındaki aidiyetlik mesafemizdeki o yorgunluğu arındırdı. Sımsıkı sarıldı, yılların özlemini almak yeniden kokumu içine çekmek ister gibi soludu. Havada asılı kalan elim her ne kadar sırtına gitmese de ben de ona bu kadar yakın olmayı istiyordum. Korkuyordum velâkin korkum özlemimin önüne geçemiyordu.
“Teşekkür ederim.” Geri çekilip ellerimi tuttu. “Ne için?” dedim.
“Şu an her şey için.” Gülümsedi, “Söz veriyorum her şeyi telafi edeceğim,” diyerek sözlerinin bir bahar bahçe olmasında bana el uzatmıştı. Sessiz kaldım. Bu sözleri bazen içimdeki yarım kalmışlığı tamamlayamıyordu. Eskisi gibi heyecanlanamıyordum. Ellerimi ellerinden çekip önüme döndüm. Elleri büyük bir hezimete uğrar gibi önüne düştüğünde yine de ona bir adım atışım yüzünü düşürmedi. Bilakis umudu çoktan ortamıza almıştık, sadece zaman gerekiyordu ve bu zamanda neler olacaktı muammaydı. Ya ona dediğim gibi bir adım atacaktım ya da hayatından tamamen çıkacaktım.
…
Dışarıda biraz oturduktan sonra geri döndük. O ara Yiğit düşünceliydi, koridoru geçtiğimizde ameliyatın hâlâ sürdüğünü gördük. Hemen ileride ise gördüğüm kişi beni endişelendirdi. Yiğit’te benim gibi onu görünce kaşları çatıldı. Birazdan kavga çıkmasının tek nedeni karşımızda duran Emre Bey’di, kucağında ise Hümeyra vardı. Onun burada ne işi vardı ki? Burası özel hastaneydi, o ise devlet hastanesinde görev yapıyordu.
“Bu şerefsiz hangi sıfatla Hümeyra’yı kucağına alır.” Adımlarını hızlandırdığı an önüne geçip durdurdum. Sakin kalmalı, olay çıkmamalıydı.
“Yiğit, sakin ol lütfen.” Beni duymuyor engelime pek takılmıyordu. Biraz daha engelledim gitmesin diye. Koyulaşmış lacivertlerini bana döndü ama gözbebeklerindeki öfke beni ürpertmeye yetmişti.
“Lütfen,” dedim fısıltı ile. “Onu gözüm bile görmüyor, bu sana yetmez mi?” Alnına uyguladığı baskıyı yok ederek tuttum. Sabır dilenir gibi ofladı ve dediğimi yaparak öfkesini korudu. Şimdilik bir sorunun çıkmaması rahatlatsa da gün içinde neler olacak bilmiyordum.
“Anne Hümeyra’yı alır mısın?” Aniden bana döndü ve kocaman gülümsedi. Sanki hiçbir sorun yaşamamışız gibi böyle bakması sinirlerimi bozuyordu.
“Zeynep.” Heyecanlı hali Yiğit’i görünce soldu.
“Önce gözlerini çek.” Yiğit bu karşılamaya kayıtsız kalamayarak, “Sonrada gülüşünü…” diyerek öne atıldı. Emre Bey hiç istifini bozmadan, “Geri çekil,” dedi. Şu an olduğu yere güveniyordu ve bu kadar rahat olması beni de bir hayli rahatsız etti. “Bu seni neden alakadar ediyor, bildiğime göre siz…” Yiğit, Emre Bey’in sözünü tamamlamasına izin vermeden, “Ne biliyorsun lan sen!” demesiyle büyük bir kıyametin ön hazırlığı yapıldı. “Burada ne işin var?”
“Tabii bilmiyorsundur benim buraya geçtiğimi.” Alayla söyledi hatta bana bakıp daha çok karşılaşacağız der gibiydi.
“Anne Hümeyra’yı alıp buradan uzaklaşın olur mu!”
“Kızım?” Anneme kaş göz işareti yaptığımda Meral Hanım’la uzaklaştılar.
“Emre Bey, siz de gider misiniz artık.” Emre Bey bana dönüp, “Zeynep, bu adam kaç kere seni üzecek daha?” dediği an yüzüne yumruk attı Yiğit. Sendeleyen Emre Bey duvardan destek alarak düşmekten kurtuldu. Bu sefer hiç de sakin kalmamıştı, elini kaldırdığı an Yiğit bileğinden kavrayıp ters çevirdi ve sertçe itti bedeni. Bu sefer yere düşen bedenini kurtaramamıştı. Gelenler kavgaya engel olmak için araya girdiler. Yiğit, öfkeyle, “Ulan sınırı aştın sen artık,” dedi. Birkaç görevli gelip Yiğit’i hastanenin doktorunu dövmekten dolayı götürdüler. Şimdiden gerginlik büyük bir hal almıştı. “Siz hâlâ burada mısınız?” Hiçbir şeyi dinlemeden yanıma gelmesi Ezgi’yi hiddetlendirdi ve benden önce konuştu. Emre Bey Ezgi’yi umursamadı bile, tek derdi bendim.
“Biraz konuşalım istiyorum Zeynep.” Göz devirdim, bu resmen arsızlıktı.
“Benim sizinle konuşacak bir sözüm yok, şimdi gidin ve işinize dönün, sizin işiniz ben değilim.” Onu sizli bizli konuşmak öfkelendiriyordu. Hiç beklemediğim bir şey yaptı ve beni kolumdan tutup çekiştirdi. Sanırım bu sınırı aşan son raddeydi.
“Bırak beni.” Kolumu öyle sıkı kavramıştı ki elleri arasından kurtulmam imkânsızdı. Boş bir odaya bedenimi itti. Ezgi kapıyı yumrukluyor, kilitli kapıyı açamıyordu.
“Doktor kapıyı aç yoksa polis çağıracağım.” Bu tehdit onu güldürdü. Yüzünde hastalıklı bir ifade vardı. Bana yaklaştıkça geri adımladım. Eğer buradan çıkmazsam gerçekten Yiğit katil olabilirdi. Onun orada çok kalmayacağını biliyordum çünkü.
“Ne yapıyorsun sen?” Boyu çok uzun değildi Allah’tan. Korkmuyordum ama bana dokunma düşüncesi ürpertiyordu.
“O adamdan ayrılacaksın.” Kaşlarım hem şaşkınlıktan hem de öfkeden çatıldı. Emretme hakkını nereden bulabiliyordu.
“Ne hakla bana karışabiliyorsunuz?” Elini öfkeyle alnına götürüp, “Mesafelerin beni sinirlendiriyor Zeynep?” dedi. Bağırmadı ama sesi sert çıktı. Yanından geçip kapıyı açmaya çalışmam kilitli kapıdan dolayı saçmalıktı. Dirseğimi tutup geri çekmeye çalıştığı an yüzüne bir tane yumruk attım. Bu onun için etkisizdi ama en azından ben rahatlamıştım.
“Bana bir daha dokunursan gebertirim seni.” Dudağı kıvrıldı, gerçekten hastaydı. Eli kalktığı an geri çekildim, titriyordum.
“Seni o gün gördüm sevdim ama sen beni görmedin bile.” İçini dökmesi beni bir nebze etkilemiyordu. “O adama baktığın gibi bak istedim, yıllarca çırpındım. Sırf sen varsın diye gelip babandan ders aldım ama sen….” Sustu, sözlerini toparlamak ister gibiydi. “Lanet olsun, lanet olsun.” Kolumu hızla tutup çekiştirdi. Göğsün bedenine çarparken başını başıma yasladı. Tıslayarak konuştu ama kolumu sıkmaktan başka bir şeyde yaptığı yoktu. “Vazgeçemiyorum senden. Evlisin, çocuğun var ve vazgeçemiyorum, sana deliler gibi aşığım.” Geri çekilmek istedikçe belime baskı uyguladı. Onu ittim, itince gözleri daha da karardı.
“Hastasın sen.” Kahkaha attı. Yaklaşan bedeninden ötürü duvarla arasına sıkıştım. “Tedavi olman gerekiyor.” Duvara vurduğu an yana çekildim. İki büklüm olmuş bedenimle beraber tekrar havaya kalktığı an üzerimdeki karartıda yok oldu. İçeriye ne zaman girdiğini bilmediğim Yiğit ve arkasında ailem. Annem gelip bana sarıldı. Yiğit’in öfkesinden nasibini alan Emre’ye tekrar bir yumruk çaktı. Öfkesi öyle bir haldeydi ki güvenliğin gelip engellemesi bu gerginliğe son verdi. Emre Bey’i götürmüşlerdi. Yiğit yanıma gelince annem benden uzaklaşarak Ezgi ile odadan çıktılar. Sanki bana zarar vermiş gibi bütün her yerimde gezindirdi bakışlarını.
“İyiyim ben,” dedim. Bir şeyler mırıldanıyordu, sanırım sessizce Emre’ye küfrediyordu.
“Dokunduğu her parmağını kıracağım.”
“Lütfen, gidelim mi artık.” Buradan bir an önce çıkmak istiyordum, aslına bakılırsa bir an önce bir köşeye oturmak titreyen bacaklarıma engel olmak istiyordum. Başını sallayıp belimden destek vererek benimle beraber yürümeye başladı. Düşmekten korkmuyordum artık, sanki onun varlığı bana iyi geliyordu.
“Gel kızım otur şuraya.” Annem oturmam için bana yardım etti.
“Hümeyra nerede?” diye sordum anneme.
“Uykusu gelmişti, gelip Yusuf aldı.” Başımı salladım. Ortama sakinlik otururken üzerimde hissettiğim bakışlara dönüp bakamıyordum bile. Öfkeli duruyordu, bunu sıktığı yumruktan anlayabiliyordum. Şu anlık buna son veren ameliyattan çıkan Aysun anne oldu. Ve ben kendi üzerimdeki hâkimiyetten kurtulmanın rahatlığını yaşıyordum.
…
Aysun anne birkaç saat sonra kendine gelmişti. Onu tek tek ziyaret edip eve geri dönmüştük. Üzerinden tam iki gün geçmesine rağmen hâlâ taburcu etmemişlerdi. Hastanede Yiğit’ten başka kimsenin kalmasına izin vermediği için hastaneden çıkınca eve gidip öyle ziyaret edecektim.
Yusuf’la Büşra’da bize yemeğe gelmişti. Hümeyra Ayşe ile bahçeye geçerken Büşra ile mutfağı toparlıyorduk.
“Aysun teyze iyi mi biraz daha?” Dalgın bakışlarım Büşra’ya kaydı.
“Ameliyatı iyi geçti, en son uyandığında on dakika yanında kalabildik, iyi gözüküyordu.” Belli belirsiz başını sallayıp, “İyi çok şükür,” diyerek elini kenarda duran havlu ile kuruladı. Aklım onlardaydı hâlâ. Telefonumun titremesi ile cebimden telefonu aldım. Mesaj Ezgi’dendi. Aysun anneyi taburcu ettiklerine dair kısa bir mesaj atmıştı. Sabah yanına gitmeliydim, en önemlisi de Hümeyra’yı götürmeliydim. Aysun anne Hümeyra’yı daha görmemişti. Büşra ile Yusuf’u yolcu ettikten sonra Hümeyra’yı uyutmuş akabinde kendime bitki çayı yapmak için mutfağa geçmiştim. Babamda mutfaktaydı. Beni görünce elindeki bardağı tezgaha koydu.
“Baba, bir şey mi istemiştin?”
“Yok kızım susadım sadece.” Başımı salladım. Isıtıcıya su koydum. O ara babamın bana diyecek bir sözü varmış gibi beklemesi merakımı artırdı.
“Kızım konuşalım mı biraz?” Babam sandalyeyi çekip oturdu. Ben de karşısındaki sandalyeye oturdum. Bana ne diyeceğini az da olsa tahmin edebiliyordum. Yine de konuşacak gücü bulamadığımdan söz hakkını babama bırakıyordum.
“Akşam dalgındın bayağı, aslında hep öylesinde gittikçe daha bir dalgınlaşıyorsun.” Babamın gözünden kaçmamıştı bazı durumlar. Bazen boşa çırpınıyormuşum gibi geliyordu her şey. Benim neşeli durmaya çalıştığım zamanlar sadece kendimi kandırmakla kalmıyordu. Babamda bizzat bunu anlamıştı. “Kızım, bu böyle olmayacak.” Merakla başımı kaldırdım. Babam oldukça ciddi duruyordu. Kucağımda duran elimi avuçladı. Kırışmış elleri üşüyen ellerimi ısıttı. “Ben Yiğit’le konuşmuştum zamanında. Ona ilk başta çok kızmıştım ama anlattıklarını anlayınca bazı durumlara hak verdim. Eğer kızgınlığın bunaysa onu dinle. Yok başka bir şeyse net bir karar ver. Bunu burada halledemezsiniz. Baksana iyi değilsin. Ona birkaç gün ver. Gerekirse yanında kal ama birbirinizi dinleyin Zeynep.” Kaşlarım çatıldı. Babam bana git diyordu. O eve dönersem ne hissederdim bilmiyordum.
“Baba…”
“Dur bir dinle. Sana temelli git demiyorum. Sadece birkaç gün birbirinizi anlamanıza ihtiyacınız var. Bu da böyle olmaz. Seni böyle görünce de yüreğim razı gelmiyor kızım. Hem bir kızınız var. Onun içinde olsa git onu bir dinle. İnan bana sonra keşke demektense böylesi daha iyi. Yok düzelmezse hiçbir şey, burada bir evin var. Bu sefer olaya gerçekten müdahil olurum.” Gülümsedi akabinde yüzümü şefkatle sarmaladı. “Kararını ver. Netleşsin bu olay.” Yavaşça kalktı. Beni birçok ikilemin ortasında bırakıp gitti. Kalbim dediğini yapmak istiyordu ama zihnimdeki birçok görüntü kalbime engel oluyordu.
…
Sabah kahvaltısından sonra ise Hümeyra ile hızlıca hazırlandık. Annemde hazırdı. Beraber evden çıktığımızda korumalarda oldukları yerden doğruldular. Açtıkları kapıdan içeriye girdik. Annemle arabada sessizce oturuyorken aramızdaki tek ses Hümeyra’ya aitti. Hatta sevimliliğini kullanarak korumalara yanaşıyordu.
Yol boyunca onları izleyedurduk. Eve geldiğimizde sakinlik karşıladı bizi. Herkes içerideydi anlaşılan. Biz de annemle evin kapısına ilerlediğimizde kapı çoktan açılmıştı. Kerem geçmemiz için yer verdiğinde ise Halime ablanın koşar adım bize yaklaştığını gördüm. Önce anneme sonra bana, “Hoş geldiniz,” deyip heyecanla konuşmaya başladı.
“Hoş bulduk abla, yukarıdalar mı?”
“Yukarıdalar kızım. İki saat önce geldiler.” Başımı usulca salladım. Halime abla Hümeyra’yı görünce heyecandan elini çırptı. O da ilk defa görüyordu. “Ay maşallah. Aynı sana benziyor ya minik kuşumuz.” Gülümsedim. Hümeyra hiçbir zaman çekingen bir çocuk olmadığı içinde Halime abladan da kaçmadı.
Yukarıya çıktığımızda annem benden önce davranıp kapıyı tıkladı. Çok geçmeden de içeriye girdik. İçeride Yiğit ve Aysun anne vardı. Diğerleri neredeydi bilmiyorum ama böyle sakin ortam en azından iyi hissettirdi.
Yiğit bizi görünce ayaklandı. Geleceğimizden haberleri olduğu için olsa gerek bizi gördüklerine şaşırmadılar. Hümeyra koşarak babasının kucağına atladı. Aysun anne heyecanla Hümeyra’yı izledi.
“Çok geçmiş olsun Aysun tekrardan. Nasılsın? Ağrın falan yok değil mi?” Annem köşedeki sandalyeye otururken bir yandan konuşuyordu. Aysun anne zar zor Hümeyra’dan bakışlarını çekip anneme, “İyiyim çok şükür,” dedi. Sesi halsizdi ama en azından biraz daha iyi gözüküyordu. Aysun annenin dikkati tekrar Hümeyra’ya yönelince Yiğit çok geçmeden yanına yaklaştırdı. Yatağın ucuna oturdular beraber. Gözleri doluvermişti anında. Hümeyra’nın minik elini avucu arasına aldı. Onları böyle görünce ben de bir an duygusallaştım.
“Yiğit, bu çok güzel.” Yiğit başını salladı. Narince Hümeyra’nın saçlarından öptü. “Zeynep, çok teşekkür ederim. Onu duyduğumda ilk çok merak etmiştim.” Bir şey diyemedim. Sadece karşımdaki güzel görüntüyü izledim.
“Sen biraz dinlen anne. Sonra yine getiririm ben onu.” Aysun annenin reddedecek gücü yoktu. Kabul ettiğinde hep beraber odadan çıktık. Yiğit bizden önce Hümeyra ile çıktığından annemle aşağıya indik. Halime ablanın yanına gittik önce.
“Kolay gelsin abla.” Halime abla bizi yeni fark etti.
“Sağ ol kuzum. Gelin oturun yemek olana kadar kahve yapayım.”
“Biz yemeğe kalmayacağız abla. Bir kahveni içsek yeter.” Halime abla gözlerini iriltip, “Aaa olur mu kızım. Bir yemek yemeden bırakmam sizi,” deyince anneme baktım. Annem kabul etmemizi söylediğine dair gözlerini kırpıştırdı. Bir şey demedim bu yüzden. Kahveleri yapıp yanımıza geldi. O da karşımızdaki sandalyeyi çekip oturdu. Annemle Halime ablanın sohbetini dinledim sadece. Kahvemi içince de yanlarından kalktım. Aklım Hümeyra’daydı. Nereye gittiklerini bilmediğim için bahçeye baktım ama orada yoktular. Daha sonra üst kata çıktım. Çıktıkça seslerini işittim. O odadaydılar. Önce yanlarına gitmek istemedim ama sonra vazgeçip zor da olsa o odaya girdim. Beni gördüklerinde oyunlarını durdurdular.
“Ben, Hümeyra’yı merak etmiştim.” O kadar neşeli duruyorlardı ki bir an babamın dedikleri aklıma geldi. Hümeyra’yı daha önce böyle görmemiştim çünkü. Babasının yanında daha mutluydu, hatta babasına olan bakışlarındaki o hissi görebiliyordum.
“Gelsene.” Çekingen adımlarla yanlarına yaklaştım. Hümeyra oradan oraya koştururken Yiğit’in biraz önceki dikkati bana doğrulmuştu. Bakışlarım yine odada gezindi. Ona bakmamak içindi biraz da bu çabalarım. “Birazdan yemek yiyecekmişiz, Hümeyra acıkmıştır onu götüreyim.” Hümeyra’ya doğru adımlamıştım ama o izin vermeyerek elimi sakince tuttu. Ona döndüm.
“Yemekten sonra gidecek misiniz?”
“Evet.” Durgundu ve bu sözler onun daha fazla yüzünü düşürdü.
“Gitmesen.”
“Senden zaman istemiştim.”
“Sana her şeyi anlatmıştım Zeynep.” Ciddiyeti ismimi söylemesinden belliydi. Susmayı tercih ettim, yanından geçecekken dirseğimden tuttu ve bedenimi tekrar önüne çekti. Kolumdaki eline baktım. Bu beni sinir edecek ki kolumu hızla elinden çektim.
“Ben de yapamıyorum dedim sana kaç defa. Anlasan artık beni.”
“Bana duygularını kapatıyorsun. İçindeki bu ikilemi açıklasan.”
“Sana açıklama yapmak zorunda değilim, sadece istemiyorum.” Sertleşen yüzünün altında onun bana hassasiyeti olmasa böyle sakin kalmazdı.
“Zorundasın.” Bağırmasa da sesi öfke doluydu. “Katlanamıyorum artık, aramızdaki mesafe sabrımı yok ediyor.”
“Öyle mi?” dedim bağırarak. “Boşanalım diyorum kabul etmiyorsun.”
“Senden boşanmam.”
“Neden Yiğit? Neden kararlarıma bir kere olsun itimat etmiyorsun. Olmuyor işte. Bak mahvoldum ben.” Yanağımı okşadı. Sesimdeki güçsüzlük onunla bütünleşince daha fazla yoruluyordum. Çenemden tutup kendine bakmamı sağladı. “Sen istesen de boşanamazsın ki benden.” Dokundu göz altlarıma. Parmakları tenimdeki o sertliği alıvermişti bile. “Beni affetme tamam ama burada kal. Sana kendimi affettireceğim.”
“Ya affettiremezsen.”
“O zaman senin dediğin gibi olur.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.65k Okunma |
1.85k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |