49. Bölüm

49. BÖLÜM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Lütfen okurken satır arası yorumlarınızı eksik etmeyin.

İnstagram: rumeysadoganm / rumeysa.dogan.kitaplari

...

Hiçbir yara iyileşmiyordu, hiçbir geçmiş unutulmuyordu ve ben bunu bile bile ona tek bir adım daha atmıştım. Bunu benden bağımsız yapan bir kalbim vardı, hiç söz dinlemeyen, hep beni çaresiz bırakan oydu. Bundan yana bir pişmanlığım yoktu, onu sevmekten, ona adım atmaktan korkmuyordum, sadece kabullenmem gereken başka sebepler vardı.

Annemleri yolcu ettikten sonra kendimi bir boşlukta hissetmiştim. O gün o odada ona tek bir adım attığımda ne hissedeceğimi bilememiştim. Annem bu kararıma bir şey dememiş hatta güzel dualarında bulunmuştu.

Odaya geri döndüğümde bütün gücümün tükendiğini hissediyordum. Bu yorgunluğun adı yoktu, sadece bir an önce zaman geçsin kendini bana ifade edebilsin istiyordum. Yatağın üzerinde uyuyan Hümeyra’ya daldığımı fark etmem Yiğit’in omzuma koyduğu el ile oldu. Başımı kaldırıp baktım yüzüne. Bu durgunluğum onun da canını sıkıyordu. Birkaç saat önce mutlu olan oydu ama şimdi bu durgunluğum onu büyük bir düşünceye itmişti.

“Onu yatıralım mı?”

“Nereye yatıracağız?”

“Gel benimle.” Hümeyra’yı kucağına alıp odadan çıkışıyla ben de peşine takıldım. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, daha doğrusu hemen karşıdaki odaya geçişine tuhaf tuhaf baktım.

“Açar mısın?” Ricası ile boş olan odanın kapısını açtım. O önden geçerken bense arkasından geçtim ve gördüğüm oda beni fazlasıyla şaşırttı. Boş odanın ne zaman çocuk odasına döndüğünü düşünmem tuhaftı. O Hümeyra’yı yatağa yatırırken ben hâlâ atamadığım şaşkınlıkla odayı inceliyordum.

Köşede hemen beyaza çok yakın pudra rengi montessori bir yatak vardı ve rahatsız etmeyecek şekilde led ışıklarla dekor edilmişti. Hemen diğer köşede ise bir dolap ve yatağın biraz uzağında küçük bir masa vardı. Duvarlar çerçevelerle dekor edilmişti. Birçok oyuncağa yer veren bir hasır sepet çok göze batmıyordu. En sevdiğim köşe ise köşedeki çocuk kitaplarını ağırlayan bir kitaplık duvara monte edilmişti, onun dibinde ise ahşap renginde sallanan sandalye vardı. Odada her şey olsa da çok kalabalık ve abartı değildi.

Yüreğim sıcacık oldu, bu düşünülmüş sürprizle gözlerim doldu. Bu Hümeyra için hiç olmamış bir odaydı, şimdi ise ortamın güzelliği Yiğit’in, “Bu odada hepimiz büyüyeceğiz,” diye söylenmesi dikkatimi ona çektim. Dayanamadığım yer bura olmuştu işte. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Artık duygularıma hâkim olamıyordum. En çok da burası, onun yanı benim en büyük yenilgim oluyordu. Gelip bana sarılmak istedi ama geri adımladım.

“Ağlaman için değil bunlar.”

“Sanırım duygusallaştım.” Elimin tersiyle yanağımı sildim. Onun bana sunduğu bu şeyler sadece sızı veriyordu. Kalbim eskisi gibi mutlu olmuyordu. Bir şeyler eksikti. Bir rüyadaymışım gibi yarım kalacağım diye korku vardı hep.

“Onu öğrendiğimde gelip sadece bunu yapmak istedim. Sana yaklaşamadığım anlarda bunlarla avundum.” İtirafına karşın yüzüne baktım. Yüzünde çocuksu bir neşe vardı. Yatağın dibinde duran döşeklerden birine oturdu. Benim de oturmamı beklediği için ayakta durmadım. İç çekti. Bakışları memnuniyet içeren bir ifade ile odada gezindi. “Seninle düzenlemek isterdim ama biraz da sürpriz yapmaktı amacım.” Seçimleri çok güzeldi. Sanırım ben de ondan farklı düzenlemezdim burayı. Bana doğru biraz daha yaklaştı. “Zeynep, bana ne hissettiğini söyle. Böyle bakınca ben nasıl davranacağımı bilemiyorum.”

“Bilmiyorum Yiğit, inan bana ne hissettiğimi bilmiyorum.”

Hafif loş ışıkta Hümeyra’nın uyuyan bedenini izliyordum. Odada sandalyenin tıngırdayan sesinden başka bir ses yoktu. Dalgın değildim ama aklımdaki düşüncelerden ötürü bakışlarım tek bir yere sabitliydi. Saat gecenin bilmem kaçıydı ve gözlerime binen uykuya aldırış edemiyordum. Buradan çıkmak, o odada onun yanında olmak istemiyordum. Başımı sandalyeye yasladım. Gözlerim kapanıyordu. Zaten günlerdir uykusuzdum, bir de şimdi aklımda birikenler beni daha fazla uykusuz bırakıyordu.

Oturduğum yerden kalkıp iki rekât teheccüt namazı kıldım. Dua edemiyordum bile. Sanki bu yaptıklarım onunla değil kendimle savaştı. Tekrar yerime oturduğumda ise artık savaşmayı bırakmıştım. Uyuduğumu bile fark etmemiştim. Aynı yerde değildim. Yataktaydım, en önemlisi de buraya nasıl gelmiştim bilmiyordum. Bütün uzvum ağrıyordu.

Odadan çıkıp tekrar Hümeyra’nın odasına girdim. Girmemle gördüğüm manzara bir süre olduğum yerde beklememe neden oldu, bu sefer o, Hümeyra’nın başucundaydı. Saat erken olduğu için daha Hümeyra uyanmamıştı. Hiç sesimi çıkarmadan izledim. Kaçabileceğimi zannettiğim gerçeklerden aslında kaçamıyordum, kaçamazdım da…

Hümeyra’ya bakarken içi gidiyordu, saçlarını okşamak istiyordu ama eli hep havada kalıyordu. Daha yeni tanışmışlardı ve bir anda üzerine yüklenen vasıf onu çekimser kılmıştı. Yumruk yapıp geri çekti elini lakin korkusunu atlatmak için bu sefer ellerini Hümeyra’nın saçlarına götürdü. Yerde oturduğu için kolay ulaşabilmişti. Diğer eli ise yatağın çitlerindeydi ve çenesini eline dayamıştı. Uzun uzun seyretti kızımızı. Gülümsediği an ruhum çiçeklendi. Kapıya dayadığım başımı kaldırdım. Artık izlemeye son vermeliydim, bu yüzden yanlarına gittim.

“Çok güzel.” İç çekerek konuştu. Beni yeni fark etmediğini anladım. Sadece duygularını benden gizliyordu. Gözlerime dahi bakmazken onu anlamak zor değildi. “Güzelliğini senden almış.” Yanına oturdum ben de. Hümeyra’yı izleyerek konuşuyordu benimle. Bu sefer bana döndü. Çitte olan elinin tersine yüzünü yasladı. Bu güzellik karşısında nutkum tutulsa şaşırmazdım. Asıl o çok güzeldi, çok yakışıklıydı. İç çekişimi duydu mu bilmiyorum ama duymuş gibi de o muhteşem gülüşünü yüzüne yaydı. Boşta olan elini yüzüme getirse de başı hâlâ çitteki eline yaslıydı. “Geldiğinden beri hiç gülümsemedin, bakışlarını benden hep kaçırdın. Bu cezayı hiç sevmedim.” Yanağımdaki parmağı tüy dansı yaparken ona karşı böyle olduğumun farkında bile değildim. Belki ona bakamıyordum ama ona karşı olan gülüşüme denk gelmemesiydi belki de bu tanısı.

“Zor olan ne varsa önüme sundun Yiğit. Yapamıyorum, korkuyorum bazı şeylerden.” Bakışlarımı kucağımdaki elime çevirdim. İlk defa bu kadar güçsüz olduğumu hissettim. Bu güçsüzlüğüm aslında zafiyetimden kaynaklanıyordu. O ise benim aksime umut doluydu. Çenemi tutup kaldırdı.

“Keşke zamanı geri döndürebilsem.”

“Keşke,” dedim fısıltıdan ibaret sesle.

“O zaman benimle hiç tanışmamayı yeğlerdin değil mi?” Sorduğu soru donup kalmamı sağladı. Oysa ben bunu hiç düşünmemiştim, hatta bu sorunun cevabı bile kalbimi sızlatıyordu. Cevap vermeyişim büyük bir sarsıntı oluşturdu onda. Benden farklı bir cevap bekliyordu, ben ise susuyordum. “Zor olan ne varsa zehirli tabakla sundum hem de.” Sonlara doğru sesi kısıldı. “Belki de bir kâbusun ortasına attım seni hep.”

“Bir gün bile anlamayacaksın değil mi?” Ne kastettiğimi anlamamıştı. Beni her defasında kızdırıyordu. “Kendini hep suçladığın için biz bu durumdayız.”

“Zeynep.”

“Senin için hep anlayışsız biri oldum. Bu yüzden de benimle hayatını paylaşmadın.”

“Böyle düşünmediğimi biliyorsun.”

“Yiğit, tamam. Kapatalım artık konuyu.”

Hümeyra’nın uyanmasından ötürü daha fazla devam etmedik. Hümeyra kalkıp Yiğit’e yaklaştı. Yiğit yine her seferinde olduğu gibi tedirgin bir şekilde açtı kollarını. Bir an bir güç gelmişti sanki. Hümeyra hiç beklemeden Yiğit’in kucağına atladı. İrileşmiş gözlerle bana bakıyordu. Hümeyra’nın başı boyun girintisine girince gülümsedi. O artık vasfına alışmıştı, en çok da bu bağı sevmişti.

Yiğit Hümeyra ile biraz daha ilgilendikten sonra aşağıya indik. Halime abla çoktan masayı hazırlamıştı bile. Aysun annede gelince hep beraber masaya oturduk. Aysun anne biraz daha iyi gözüküyordu. Sanırım artık yatmak istemediği için de Halime abla onu buraya getirmişti. Masa başında Hümeyra ile ilgilenişi gözlerindeki mutluluğu fark ettiriyordu. Mama sandalyesinde ben değil o kahvaltı yaptırıyordu. Hümeyra’nın neşesi evdeki herkesin odak noktası olmuştu. Şu birkaç günde Hümeyra kalabalığa fazlasıyla alıştığı için beni pek aramıyordu.

Kapı zilinin sesiyle Yiğit ayaklandı. Kimin geldiğini tahmin edebiliyordum. Çok geçmeden de tahminim tutmuştu. Efe önde Ezgi arkada yanımıza yaklaştılar. Efe bize bile selam vermeden mama sandalyesinde oturan Hümeyra’ya yöneldi.

“Selam yenge,” dedi. Beni sonradan fark etmemişti bilakis üzerinde heyecan vardı. Ezgi’de tıpkı Efe gibi Hümeyra ile ilgileniyordu.

“Sana da aleykümselam, hoş geldin.”

“Hoş buldum,” diyerek tekrar Hümeyra’ya odaklandı.

“Hayırdır birader, rüyanızda mı gördünüz?” Efe Yiğit’in homurdanması karşısında hiç istifini bozmadı.

“Seni değil, yeğenimi özledim ben. Kıskandıysan sıraya gir.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Efe ise nispet yapar gibi konuşuyordu. Yiğit’e karşı tiripliydi. En önemlisi de Yiğit’i çileden çıkarmaya bayılıyordu.

“Zevzeklik yapmada, bir şeyler ye çıkalım. Bugünkü planların çoğuna seni devrettim.” Efe kocaman gözlerle Yiğit’e bakıp ardından ben varım diye diyecekleri havada asılı kaldı. Sanırım Yiğit’e saydıracaktı. İstemediği bu plandan son dakika haberi olmuş gibiydi.

“Tamam be oğlum, amma da yaptın.” Kahvaltımıza devam ederken Efe’nin ve Hümeyra’nın oyunlarının sesi masayı sessizlikten koruyordu. Yiğit telefonuna gömülmüş haberleri okuyordu. Ezgi’nin zaten ortama katıldığı yoktu. Önündeki moda dergisi onu çoktan kendine çekmişti. Yiğit kendisine baktığımı anlamış gibi telefondaki dikkatini bana odakladı. Masada boş boş bakınan bir tek bendim.

Kahvaltı umduğumdan da geç bitmişti. Yiğit’le Efe şirkete geçerlerken ben de Hümeyra’nın ütülenecek kıyafetleri ile ilgilendim. Ezgi çok şükür ki Hümeyra ile ilgilenmeye başlamış bana işlerimi yapmam için alan açmıştı. Önce ütüleri halledip ardından kirlileri makineye attım. Rutin insan iyi geliyordu. Bir evin bir meşgalenin olduğunu daha iyi anlayıp şükrediyordun. Şu son zamanlarda bunu daha iyi anlamıştım.

İşlerim bittiğinde aşağı bahçeye indim. Aysun anneyle Halime ablada bahçedeydi. Onların yanına oturup Hümeyra ile Ezgi’yi izlemeye başladım. Herkesin odak noktası orası olmuştu.

“Gizem’de böyle düşe kalka büyüdü bu bahçede.” Aysun annenin durgun çıkan sesi bana yönelmişti. “Hümeyra’yı gördükçe onu hatırladım.” Acısı benimde kalbimi sızlattı. Karşıya, Hümeyra’ya bakıyordu ama içindeki o kıyamet dışındaki durgunluğu gölgeliyordu.

“Belki size iyi gelebilecek bir sözüm olamaz ama çok güzel sevmiş çok güzel sevilmişsiniz anne. Sizin sabrınız çok büyük, bu öyle güzel ki.” Ağır hareketle bana çevirdi bakışlarını. Bir anne olarak evlat acısının ne demek olduğunu anlayabilirdim ama onun kaybının acısını tam anlayamazdım. Aysun annenin de sessizliği buydu zaten, baştan beri olan sessizliği ne zaman haykırışa dönüşürdü bilmem ama bu sessizlikte büyük ziyana uğruyordu.

“Gizem’i kaybetmişken Yiğit’i de kaybettim.”

“Sadece içinde çıkılmaz bir hisle boğuşuyor, onu kaybetmiş değilsiniz. Sizi ne kadar sevdiğini ben bizzat gördüm.”

“Aramızda çıkılmaz bir uçurum var.”

“Aranızda ne geçti anne?” İç çekip, “Babamı aramam onu çok kızdırdı sadece. Ona koz vermiştim ama bu elimde değildi. Yiğit’in hayatını sadece ben kurtarabilirdim, öylede oldu. O gün şirketin hisselerinden kendi payıma olanı vermem onu çok sinirlendirdi. Fakat o hastalıktan onu öyle kurtarabilirdim.”

“Peki nasıl?” Bazı şeyleri anlamam güçtü.

“Mahir’le babam anlaşma yapıyorlardı zaten. Eğer hisselerimi Mahir’e verirsem Yiğit’i kurtarmama yardım edecekti. Ne bileyim belki Sinan’ın kardeşi diye çok ileriye gitmez dedim ama yanıldım. Kendi çıkarları için sunduğu teklif aramızdaki uçurumu açan tek neden oldu.”

“Siz onun iyiliğini düşünmüşsünüz.” Sözüm onun için pek tesirli değildi.

“O hisseler karşı tarafı güçlendirdi, bu benim suçumdu.” Kucağında duran elini tutup, “Bilemezdiniz ki,” dedim. “Hem bir anne olarak sizin yaptığınızı kimse anlayamaz.” O bir anneydi, tek evladını kaybetmiş diğer evladı için çırpınan yüreği yaralıydı. Görüyordum acısını, sevdiği adamın özlemi, evladına doyamamış bir hasretti onunki.

Yine kendi köşesine çekilmişti, bu da bana sus ihtarıydı. Kirpiklerinin titreyişi bile onu ele verirken nasıl susabilirdim ki. Oysa o sadece bir nebze olsun oğluna içtenlikle sarılmak istiyordu.

“Hiç konuşmadınız mı bu konuyu?” Hümeyra’dan bakışlarını çekti. Dudaklarında buruk bir tebessüm vardı.

“Konuştuk, beni hiçbir zaman kırmadı ama kırgınlığını belli etti hep,” diyerek sitemini belli etti. Ona daha fazla soru sormadım, belki de haddim değildi. Hümeyra koşarak bu tarafa geldiğinde kucağıma yorgunlukla pustu, anlaşılan uykusu gelmişti.

“Ben Hümeyra’yı uyutayım artık.” Aysun anne Hümeyra’nın saçlarından öperek, “Tamam,” deyip aynı şekilde ayaklandı. Ben Hümeyra’nın odasına çıkarken o mutfağa geçti. Kucağımda uyuyakalan Hümeyra gülümsetti. Normalde zor uykuya dalan çocuk birkaç gündür yorgunluktan kendisi uyuyakalıyordu.

Komodinin üzerine koyduğum kitabımı alıp çektiğim sandalyeye oturdum. Başka yapacak bir şeyim yoktu ve bu oda benim en sevdiğim köşelerden biri olmuştu. Sallanan sandalyenin çıkardığı tıkırtı huzurlu bir an sunmuştu.

Parmaklarım ahşap masada dolaştı. Etrafı inceledim bir müddet sonra masadaki çerçeveyi elime aldım. Uzun süre resimle bakışmamın ardından parmaklarımın arasına bu sefer ikimizin fotoğrafını aldım. Parmaklarımı onun siluetinde gezdirdim. Özlemiştim. Canımı yakan bir özlemdi bu.

“Tek başımayken sığamıyorum kendime.” Resme bakarak konuşuyordum. Aynı hislerin tekrar yüreğime tebelleş etmesi iyi hissettirmiyordu. “Keşke böyle olmasaydı.”

“Keşke.” Duyduğum ses hızlıca çerçeveyi masaya koymamı sağladı. Hızlıca nemli gözlerimi silip arkamı döndüm. Orada, tam kapı pervazına yaslıydı. Üzerini değiştirmemişti, yine dağınık bir vaziyette karşımdaydı. Fakat bu dağınıklığı bile rahatsız edici değildi. Boynunda asılı olan kravatını tamamen çözmüş, beyaz gömleğinin birkaç düğmesini serbest bırakmıştı.

“Sen ne zaman geldin?” Dudağı durgun bir şekilde kıvrıldı, yorgun gözüküyordu. Yaslı olan bedenini kapı pervazından ayırarak bana doğru yaklaştı. Karşımda, kaçırdığım bakışlarıma rağmen bana uzun uzun bakmaya devam etti.

“On dakika oluyor.” Hiç bekletmeden verdiği cevap orada beni uzun uzun izlediğinin de cevabıydı. Hiç fark etmemiştim. Nasıl daldıysam geçmişe şimdi bu halime şaşırmıyordum.

“Ben Hümeyra’ya bakayım.” Kaçmak için bahanem buydu ama izin vermedi. Geçip gidecekken önüme geçip beni durdurdu. “Ben baktım, uyuyordu.” Bu bir nevi yanımdan gitme deyişiydi. Elimi tutup köşedeki deri koltuğa çekiştirdi beni. Oturduğum an kendisi de koltuğa kıvrılıp başını dizlerime koydu. Elim havada asılı kalmıştı. O ise cenin pozisyonuna geçip daha çok pusmuştu bacaklarıma. Ellerim saçlarına indi. Saçlarına dokunmayı özlemiştim. Parmaklarım yavaşça saçlarının arasında gezinirken bu halden memnun kalacak ki sırt üstü yattı ve bana baktı. O da benim gibi parmaklarını saç buklelerimde gezindirdi ardından yüzüme dokundu.

“Keşke dediğimiz her anı kaçırıyoruz.” Yüzündeki tebessüm silinmişti, yine de şefkatli dokunuşlarında bana karşı zafiyeti konuşuyordu. “Yine de o anların geleceğini biliyorum.”

“İnşallah,” diyebildim sadece. Sesimdeki o cansızlık her şeyi alenen ortaya döküyordu. O da zaten bu durumdan memnun değildi. Yanından kalkıp giderken engel olmayışı bile beni yaralıyordu. Ben kendine çeksin, sıkı sıkı sarılsın istiyordum. Kendimde bulamadığım cesarete saydırıyordum içimden. Ondan beklediğim bu atağa o adar muhtaçtım ki o sadece bana destek olurken bile bunu istemeyişimin ikilemindeydim.

Yine gece yarılarına kadar Hümeyra’nın odasında kaldım. Artık buna bir son vermeliydim. O odaya bir gün girecektim. Şimdi girmezsem hiç giremezdim. Hümeyra’nın açılan üstünü örtüp odaya geçtim. Kapıyı açmamla onu gördüm. Uyumuyor, camdan dışarıyı seyrediyordu. Beni beklemişti. O gece beni getirdiğinde böyleydi. Geldiğimi fark edince bana döndü. Geleceğimi beklemiyor olacak ki bakışları parladı.

“Artık gelmem gerektiğini anladım.” Pencere kenarından ayrıldığı gibi yanıma geldi. Onu ilk defa bu kadar heyecanlanırken gördüm. Oysa bu zaten olacaktı.

“Hoş geldin.” Başımı sallayıp yatağa ilerledim. Yavaş usul peşimden geldi. Benimle beraber yatağa uzandı. Onun gibi heyecanlandığımı şu an daha iyi anladım. Kafamın içindekileri susturmadıkça da duygularımı bir türlü anlamayacaktım. Sırtımı ona dönmem kafamın içindekileri belli etmemek içindi belki de. Ama o sarıldı bedenime. Kasıldım önce fakat bir süre sonra bunun ne kadar iyi geldiğini anladım. Nefesini ensemde hissedişim ruhumdaki telaşı dindirdi. Bu sefer kaçmadan sığındım kollarının arasına. Belki ona dönmedim ama dayadım sırtımı bedenine. Ondan kaçabilirdim ama gidemezdim. Bu benim ona olan muhtaçlığım değil ona olan bağlılığımdı.

Sabah saat yediydi ve ben üzerimi değiştirerek odadan çıktım. İlk durağım Hümeyra’nın odası oldu fakat içeriye girince onu göremedim. Erken kalktığını biliyordum ama bu kadar erken kalkması hatta odasında olmaması tuhaftı.

Aşağıya indiğimde tamda tahmin ettiğim gibiydi. Hümeyra’yla Yiğit ilgileniyordu. Beni fark etmişlerdi, önce Hümeyra koştu bana doğru sonra Yiğit diz üstü çöktüğü yerden doğruldu. Hümeyra’yı kucağıma almamın ardından Yiğit’e döndüm.

“Ne zaman indiniz aşağıya?”

“On dakika oldu,” dedi. Başımı sakince salladım. Zaten Hümeyra erken kalkan bir çocuktu. Yiğit’te işe gideceği için erken kalktığından onları bu halde görmek oldukça normaldi. Hümeyra tekrar kucağımdan inince mutfağa geçtim. Az sonra şirkete geçecekti ve ben hızlıca kahvaltı hazırlığına giriştim. Köşede içilmiş kahve kupasını görünce oldukça erken kalktığını anlayabiliyordum. Bakışlarım ikide bir bahçeye geçen Yiğit ve Hümeyra’ya takılıyordu. Onları bir arada görmek gerçekten güzeldi. En çok da buna ihtiyacım varmış gibi zihnimdeki o yorgun düşünceler Hümeyra’nın Yiğit’le tanışmasından sonra uçup gitmişti, geriye kalan ise hayatımızın içindekilerdi.

Kapı zilinin çalmasına kimse takılmamış gibiydi. Elimi mutfak önlüğüne silip kapıya ilerledim. Kimse açmadığı için ben açmıştım kapıyı. Karşımda gördüğüm kişi tanımadığım bir yüzdü. Önce beni baştan aşağı inceledi akabinde yüzünü buruşturdu. En çok da benden memnun olmamıştı. Yiğit, ardından Aysun anne geldi salona. Aysun anne merdivenlerden inerken bile bir an şok yaşamış gibi gözlerini karşımdaki yabancı kadından alamadı.

İçime düşen sıkıntı karşımdaki kadından kaynaklanıyordu. Altmışlarının başında kısa boylu çok zayıf bir bedene sahip olmayan biriydi. Kısa küt saçlarını bakır renge boyatmıştı. Yaşı fazla olsa da oldukça dinçti. Şık kıyafetinin üzerine giydiği kürk ve koluna geçirmiş olduğu çantasıyla memnuniyetsiz bakışlarını saymazsak önemli biri olduğunu görebiliyordum.

“Hala!” Yiğit kadına yaklaşarak tam karşısında durdu. Kadının geldiğine pek sevinmiş gibi gözükmüyordu.

“Sarılmak yok mu halana?” Yiğit istemeye istemeye gidip elini öptü sonra sarıldı.

“Niye geleceğini daha önce söylemedin hala?”

“Sen her şeyi söylüyor musun?” Bu bir serzenişti ve konu bendim. Yiğit, bana bakarak, “Halam Cahide,” dedi bana tanıtarak. Elini uzattığında tedirgin bir şekilde Yiğit’e baktım ama tepki vermedi. Bana bırakmıştı. Fazla beklemeden Cahide Hanım’ın elini öptüm.

“Hoş geldiniz,” dedim ama yüzüme bile bakmadan salona ilerledi. Aysun anne ile hiç sarılmamıştı bile, hatta yüzüne bile bakmıyordu. Koltuklara otururlarken ortamdaki ciddiyet ürperticiydi. Sanki fırtına öncesi sessizlikti bu. Kalbimdeki o büyük çarpıntı korkudan mıydı yoksa endişeden miydi bilmiyordum. Kalbim ağzımda atıyordu resmen. İlk defa gördüğüm Cahide Hanım, otoriter bir şekilde Yiğit’in kucağında oturan Hümeyra’ya bakıyordu. Karşısında bir çocuk değil de bir suçlu varmış gibi yüzü hiç gülmüyordu.

“Konuşmayacak mısın hala?” Yiğit’in sakin tavırları aslında bir o kadar merak doluydu. Yıllar sonra gelen bu ağır misafir hiç de hayra alamet konuşmayacaktı.

“Baş başa,” dedi, o an kendimi buraya ait hissetmedim. Boğazımdaki düğüm yutkunmamı zorladığı gibi bakışlarımı hızla çektim üzerinden. Yarım kalan kahvaltı hazırlığımı Halime abla bitirmişti ve bizi masaya çağırmıştı. İştahım dahi kalmamıştı, karşımdaki kadın bana böyle bakarken, bir suçluymuşum gibi gözlerinin karasında hapis kalışım bedenimdeki o kasılmayı biraz daha meydana çıkardı. Önden geçen Cahide Hanım ve Aysun anne, beni mıh gibi olduğum yere sabitledi. O an bedenime değen sıcacık ten yumruk yaptığım eli şefkatle gevşetti. Yanımda duruyordu, ona başımı çevirdiğimde sadece gülümsüyordu, bu bir teminat ya da bir zorunluluk değildi, geçmesini istediğim hislere şefkatle dokunmasıydı.

Bizde masaya oturduğumuzda masanın en başında oturan Cahide Hanım, tek bir lokma ağzına sürmeden ellerini birleştirip bize bakmaya başladı. Bu bakış tehlikenin önüydü ama o konuşmadan kahvaltısına geri döndü. Kahvaltı faslı bitti ve Yiğit gitmek için ayaklandı.

“Gitmeden evvel odaya gel.”

“Tamam,” dedi Yiğit. Bu bir boyun eğiş miydi sahi! Fakat bunu belli eden bir duruş sergilememişti. Cahide Hanım da oturduğu yerden kalkıp hiç konuşmadan merdivenlerden çıkmaya başladı. Hayatımızda sanki çok fazla sakinlik varmış gibi birden gelen bu misafir sakinliğimizi daha da derinleştirdi. Aysun annede moralsiz bir şekilde müsaade isteyip oturduğu yerden kalktı ve hiçbir şey demeden aynı şekilde merdivenlerden çıktı. Bir bilinmezliğin ortasında kalakaldım. Yiğit gitmiş, Aysun anne köşesine çekilmiş ben ise ne olacağını beklemekten başka bir şey yapamamıştım. Mama sandalyesinde oturan Hümeyra ise hiçbir şeyden habersiz önündeki lokmalardan yiyordu.

“Halime abla Hümeyra’yla ilgilenebilir misin?”

“Ben ilgilenirim canım benim, sen işine bak.” Keyfimin kaçtığını o da anladı. Ben de diğerleri gibi merdivenlerden çıkarken aslında bir yandan düşünceliydim. Cahide Hanım, Yiğit’le ne konuşacaktı bilmezken aslında her şeyi tahmin edebiliyordum. Belki de beni suçlayacaktı ya da benim hakkımda başka şeyler diyecekti. Beni sevmediğini anladım. Düğünümüzde bile görememiştim onu, gelmemişti hatta yıllar sonra gelişi bile bir muammayı önümüze sermişti. Yukarı her çıkışımda bir gerçeğe daha yürüdüğümün farkındaydım. Bu ev, bu hayat bizi üzmekten öteye gidemeyecekti.

Odanın merdivenlerine yöneldiğimde karşıdaki çalışma odasından gelen sesi duydum. Dinlemek istemiyordum, hele ki neyi duyacağımı bile bilmezken. Fakat merak ediyordum, bir de ismimi duyunca merakım daha da arttı. Yaklaştım kapıya, bu yaptığım fazlaca saçmaydı ama benim hakkımda ne düşünüyordu merak ediyordum.

“O kız!” O kız bendim. Fakat Yiğit konuşturmadı.

“Hala, aynı sözleri tekrarlayacaksan konuşmayalım.” Sesi sertti ama yüksek sesle konuşmuyordu. Daha önceden de benim hakkımda konuştuklarını anladım. Bu yüzden düğüne gelmediğini de…

“Efsun’a yaptıklarından sonra mı?” Ama Cahide Hanım bağırmıştı. “Şu an o kızın yerinde Efsun olmalıydı.” Tuhaf şekilde sarsıldım. Cahide Hanım, bu evde Efsun’un olmasını istiyordu, hatta o kızın sorumlusu beni görüyordu. Bu çok can yakıcıydı.

“Hala, o kız dediğin benim karım.” Yiğit’in öfkesini buradan hissedebiliyordum. Cahide Hanım Yiğit’teki bu aidiyetlik hissinden pek hoşlanmadı. Ellerimi sıktım ve sadece dinledim. Kapı dinleme gibi bir huyum yoktu lakin bu konuşmaların sebebi benken pek uzakta kalamadım. Zaten korkuyordum, Cahide Hanım’la bu korkum daha da arttı. Ben güçlü biri sayılmazdım, gücüm ise tamamen tükenmişti.

“Bizi ezip geçerek evlendiğin karın mı? Amcan…” Sözünü tamamlatmadı bu sefer Yiğit. “Hala, kalbini kırmak istemiyorum.”

“Mazeretin bu mu şimdi? Baban öldükten sonra olanları ne ara unuttun? Burada tek suçlu Mahir değildi, bu kadar büyük bir suçlamayı da hak etmiyordu.” O an büyük bir gürültü koptu içeride. Bir şeyler kırılmıştı zannımca. Geri çekildim bir adım. Yiğit’in öfkesi, Cahide Hanım’ın ileri konuşması bütün sessizliği bozmuştu bile. Konu Mahir Bey’i savunmak olunca ipler kopmuştu. Zaten Yiğit on un adını bile duymak istemiyordu.

“Buna karar verecek en son kişi sensin. Seninle burada konuşuyorsam, sana hâlâ hala diyorsam üzerimdeki hakkından dolayı. Lakin kardeşini bana savunacaksan hayatımdan bir kişide eksilse sorun olmaz benim için.” Saniyeler içinde kapı açıldığında Yiğit’le karşı karşıya geldim. Gözleriyle bütünleşmiş öfke şu an benimle ilgilenecek bir alanı sunmuyordu Yiğit’e. Bakışlarını da çekerek ürperti verecek bir rüzgâr gibi geçti yanımdan. Berjerde sakince oturan Cahide Hanım’da kaldı bakışlarım. Kendindeki bu görüntü aslında hiç de sakin olmadığını ele veriyordu. O sadece hep kazanmak istiyordu, bunu anlayabiliyordum. Öyle bir his vermişti bana. Gidecekken onun sesini duydum. Otoriter sesi tek bir adımımın hesabını sorar gibiydi.

“Buraya gel.” Ağır hareketlerle yanına gittim. Karşısında, oturmamı söylediği yere, berjere oturdum. Mavi gözleri, kırışmış yüzünden ötürü kısılmış gözlerinde keskin bir şekilde parlıyordu.

“Kapı dinlediğine göre konuşulanları duymuşsundur.” İma ile söylediği sözler aramızda vuzuh ederken tek bir söz çıkmadı şu an dilimden. Onu şu anlık sadece dinlemek istiyordum, zamanı gelince elbet ben de konuşacaktım. “Soru sormayacağım, aranızda ne geçiyorsa hepsini tek tek biliyorum. Şimdi ise sana düşünmen için alan sunuyorum.” İçerideki konuşulanları bana da söylemek yerine kısaca sen anla demişti bana. Kendini yormayan, bir o kadarda istediği şekilde davranabilen bir acımasızlıktaydı bu.

“Kısaca bana çıkıp gitmemi söylüyorsunuz.” Dudaklarını buruşturup başını salladı.

“Zeki kızlara karşı pek zafiyetim yok ama beni anlamanı sevdim.” Oturduğum yerden kalktım. Otoritesi kararlarıma karışamazdı. Evet, belki birçok şey yaşamıştık lakin kimse bu hadsizliği yapamazdı.

“Amacınız ne tahmin edebiliyorum lakin size bu hakkı verdiğimi düşünmüyorum.” Tek kaşı hayretle kalktı. Çileden çıkartan bir sakinliği vardı. Yavaşça kalktı oturduğu yerden, şu an tam karşımdaydı.

“Ben de sana böyle konuşma hakkı vermedim.” İçten içe bana kızması umurumda bile değildi. Artık kimseye karşı bir tahammülüm yoktu. Bu zamana kadar herkesin dediğini yapmış, kimseye saygısızlık etmemiştim. Ama artık benim de sabrım kalmamıştı.

“Zeynep!” Yiğit’in sesini duydum. Yanıma gelip elimi tutarak beni biraz gerisine çekti. Halasıyla çok yakındı ve öfkeli bakışları her ne olursa olsun dinmiyordu.

“Akşam seni burada görmek istemiyorum hala. Yolu biliyorsun.” Konuşmasına fırsat bile vermeden beni arkasında sürükleye sürükleye odadan uzaklaştırdı. O kadar gergindi ki avucunun içinde duran elimi sıktığını bile fark etmiyordu. Çok kızmıştı, öyle bir kızgınlıktı ki bu canını yakan söylediği sözler değildi, geçmişiydi ve en önemlisi de bendim.

“Hazırlan çıkıyoruz.” Soru sormadım, dediğini yapıp hızlıca üzerimi giyindim. Evde gerçekten bir kaos oluşabilirdi, bunu istemiyordum hatta bir an önce bu evden uzaklaştım gibi o kadının yüzünü görmek istemiyordum.

Evden çıktık öylece, geride kalan ev geride kalanlara emanetti artık. Arabadaki sessizlik Yiğit’in öfkeli haliyle bütünleşmişti. Şirkete geçiyorduk. Beni o evde bırakmayışı bir yana büyük ihtimal benimde şirkette işlerim olduğuydu.

“Halan?” dedim sessizliği bozarak. Bunu sorarken bile aslında beni ne kadar gerdiğini fark edebiliyordum. Aslında o benim umurumda bile değildi, sadece olmayan huzurumuzu biraz daha bozabilirdi. Hem de sözlerinde tehlike sızıyordu. “Buraya aslında ziyaret için gelmediği değil mi?” Bana kısa bir süre bakıp ardından önüne döndü.

“İstediği amaçla gelebilir Zeynep, hiçbir surette şans vermeyeceğimi biliyorsun.” Bunu biliyordum, evet. Özellikle Mahir Bey’i öne atarak ortaya Efsun’u sürmesi beni kızdırıyordu.

“Senin Efsun’la evlenmeni istiyordu!”

“Onun ne istediği değil benim ne istediğim bizi alakadar ediyor.”

“Bu yüzdende düğüne gelmedi.” Onu dinlemiyor oluşuma kızdı. Nefesini kızgınlıkla soluyup, “Zeynep, konuyu kapatalım mı?” deyince üzerine varmadım. Camı hafifçe aralayıp başımı camdan tarafa çevirdim. Konuşulacak o kadar çok konu vardı ki, bir anda bitip tükenecek değildi.

Şirkete geldiğimizde beraber Yiğit’in odasına çıktık. Yiğit sıkkınca kendini koltuğa atarken sanki ne yapacağımı bilmez gibi ayakta dikelmeye devam ettim.

“Otursana.”

“Neden geldik buraya?”

“Halamın gazabına uğramanı istemem.” Gülüşüne karşılık tepki vermedim. İkimizin de fazla umursadığı söylenemezdi ve bunu Yiğit kendi lehine çevirmeyi seviyordu.

“Sence böyle bir şansı var mı!” Keyifle gülmeye devam ederken bende oturdum. Kaşlarını kaldırıp damağını şaklattı. “Yok,” dedi ardından. Keyfini açılan kapı bozdu. İçeriye giren Kemal amca beni görmeyi beklemiyor olacak ki içeriye birden girmenin mahcupluğunu yaşıyordu.

“Hoş geldin kızım.” Samimiyetine karşın, “Hoş bulduk,” dedim. Kemal amca, elindeki evrakı masanın üzerine koyup, “Ablam gelmiş,” dedi Yiğit’e dönerek. Demek ki ilk uğradığı yer bizim ev olmuştu. O da pek sakin geçmemişti.

“En son evden gitmesini söylemiştim, şu an nerede bilmiyorum.” Kemal amca şaşkınlıkla Yiğit’e baktı ama söz konusu Yiğitse şaşırılacak bir durum yoktu. “Bakma öyle amca, önceden ona çok fırsat verdik, artık herkes haddini bilecek.” Kemal amca tam karşıdaki koltuğa oturup Yiğit’e bakmaya devam etti. Onları çok nadir amca yeğen olarak baş başa görmüştüm. Bu Kemal amcayı üzüyordu ama yine de aralarındaki saygıyı bozmuyorlardı. En çok da Kemal amcanın nasıl özlemle Yiğit’e yaklaştığını görebiliyordum. Ondan atak bekliyordu sadece. Ben, konuşmalarına şahit olamadım, çalan telefonumla beraber odadan çıktım. Annemin aramasına yanıt vererek köşedeki koltuklardan birine oturdum. Özlemiştim.

“Aleykümselam anne, nasılsın?”

“İyiyim kızım, sen nasılsın?” Sesi sıkıntılı çıkıyordu, bu beni endişelendirmeye yetti.

“Sesin solgun çıkıyor, bir durum yok değil mi?”

“Yok güzel kızım, bir arayayım, sesini duyayım istedim.” Sesine bakarsam hiç de öyle olduğu söylenemezdi. Annem farklı kadındı, her şeyi içine atardı. Ona karşı kayıtsız kalamazdım, buna gönlüm elvermezdi.

“Ama bana hiç öyle gelmiyor.” Anlatması için bir ataktı bu. Annem sıkkınca soluyup, “Rüyamda gördüm seni, sadece içim sıkıldı. İyi olduğunu duymak istedim,” diyerek fazla konuşmadı. Son zamanlarda yaşanılanlar ister istemez annemi germişti, bu da onu böyle bir durumun içine sokmuştu.

“Ben iyiyim anneciğim, sen beni düşünme. Bir ara Hümeyra’yı da alır gelirim yanına.”

“Tamam güzel kızım, haberleşiriz tekrardan.”

“Allah’a emanet ol,” dedikten sonra telefonu kapattım. Annemin bu yaklaşımına gözlerim doldu, onu korkutuyordum her geçen gün, beni düşünmekten dolayı hasta olmasından korkuyordum. Annelik kavramı Hümeyra doğduktan sonra daha farklı bir hal almıştı. Bu düşünceler beni daha da duygulandırıyor, karamsar düşüncelerime hep yenisi ekleniyordu.

Telefonu cebime koyup odaya geri döndüğümde gördüklerim önce şaşırttı sonra gülümsetti. Yiğit’le Kemal amcanın ilk defa birbirlerine sarılışını görüyordum. Kemal amca Yiğit’in sırtını sıvazlayıp, “Sen ne dersen de hep yanındayım oğlum,” dedi. İçtenliği şefkat doluydu. Beni gördüklerinde geri çekildiler. Gülümseyerek yanlarına gittim. Kemal amcanın mutlu olduğu nadir anlardan biriydi şu an. “O zaman akşama bize yemeğe davetlisiniz.” Yiğit reddetmedi bu sefer, “Geliriz amca,” deyip bana baktı. “Sen ne dersin Zeynep?”

“Tabii, olur,” dedim ben de kısaca. Kemal amca odadan çıkarken bu sefer arkasından bilinen kadro girdi. Efe kendini bir köşeye Serkan’da diğer köşeye attı. Efe yine kendi halinde söyleniyordu.

“Bir kahveni alırız kardeşim.” Yiğit kaşlarını kaldırıp Efe’ye baktı. Efe’nin yorgunluğu her halinden belli oluyordu. Kafasını geriye yasladı, bu da Yiğit’in bakışlarını umursamıyorum anlamındaydı.

“Tabii paşam, emredersiniz.” Yiğit’in tepkisi ile gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Fakat Serkan benim aksime güldüğü an daha fazla zorlayamadım kendimi. Efe dünya yansa umurumda olmaz pozu veriyordu şu anda. Zaten Yiğit’in de pek onu umursadığı söylenemezdi. Önündeki evraka dönerken ben de elimdeki telefonla uğraşıyordum. Aklım annemde kalmıştı, canı sıkkındı bunu fark edebiliyordum. Ona hak veriyordum hep, ne zaman rahat nefes alsak ensemizde biten olaylar rahat nefes aldığımız günlerin acısını çıkartıyordu hep. Telefonuma Ezgi’den bir bildirim düştü. Beni şirketin terasında beklediğini söyleyince en azından rahat nefes alabilirdim. Ayağa kalkmamla Yiğit’in bakışları direkt beni buldu.

“Ezgi terastaymış.” Başını hafiften sallayıp ben çıkana kadar peşimden baktı. İçerideki atışma ve benim odadan çıkışım dinginliği kısa bir an sürdürdü. İnsanlar öyle yoğun çalışıyorlardı ki şirketin başarısının temelini daha iyi anlamıştım. Koridoru aşıp asansöre bindim. Çok geçmeden terasa da gelmiştim. Ezgi ve Betül görüş alanıma girince yanlarına gidip, “Bensiz kahve mi?” diyerek köşedeki sandalyeye kendimi attım. Cidden aşağıda canım sıkılmıştı ve temiz hava beni kendime getirmişti. Betül getirmek için kalktı ama onu durdurdum.

“Şaka yaptım ya, içmeyeceğim sağ ol.”

“Peki,” deyip tekrar yerine oturdu. Başımı kaldırıp gözlerimi kapattım. Yüzüme vuran hafif esinti ruhumu dinginleştirdi. Aşağıda neler olduğunu az buçuk tahmin edebiliyordum. Betül gelen telefonla beraber yanımızdan ayrılınca Ezgi’yle baş başa kaldım. Şu an bu esintiye öyle bir kaptırmıştım ki kendimi Ezgi’nin seslendiğini bile sonradan fark etmiştim. Göz kırptıktan sonra, “Hayırdır?” diyerek sessizliğimi sorguladı.

“Bir şey yok.” Cevabım onu tatmin etmediği gibi yaslandığı sandalyeden dikleşip daha fazla baktı yüzüme. Durgunluğum ona da yansımış olacak ki, “Hala aranız soğuk,” dedi. Bunu fazlasıyla belli ediyordum ama ben artık hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım. Yutkundum, içimde alev alan bu histen kurtulmak isterdim.

“Yorgunum,” dedim kısık sesle. Uzanıp elimi tuttuğunda yerdeki bakışlarımı önce elimize sonra yüzüne çevirdim. “Ama çok güçlüsün,” dedi gülümsemesinin arasında. “İnan bana sen çok güçlü bir kadınsın.” Dudağım alayla kıvrılması, bunu kendime kabullendirmemdeki tezat durumdu. Ben güçlü değildim, olmakta istemiyordum belki de. Bir şeyleri sineye çekmek zorundaymışım gibi hissetmekti bu yorgunluğum.

“O,” dedi öne biraz daha eğilirken. Yüzü düşmüştü birden, bense sadece yüzüne bakıyordum. Sanırım geçen anlatmadığı için pişmandı. Şimdi de beni böyle görünce anlatmak istemişti. “Sen gelmeden iki üç ay evvel, Nedim Bey’in kumpasına uğradı. Her şeyi o kadar iyi halletmişti ki Yiğit, bir anda ne olduğunu anlayamadık. Onu hiç tek bırakmıyorduk, delirmişti son zamanlarda bu da bizi korkutuyordu ama bir anda ona ne demişlerdi bilmiyorduk, tek başına bizim hiç haberimiz olmadığı gün gitti. Aradık ama hiçbir yerde bulamadık Yiğit’i. Günlerce aradığımız yer kalmadığı için pes etmiştik ta ki, Muaz abinin arama sonuçları başarılı olmuştu. Öğrendiği yere gittiğimizde berbat haldeydi.” O an sustu ve bana baktı. Gözleri dolu doluydu. Sözlerini toparlayıp, “Nedim ona birçok ilaç vermişti. En önemlisi de o uyuşturucuyu. Yıllarca üzerinde çalıştığı uyuşturucu… Yiğit’in heybeti resmen süzülmüştü. Günlerce, o bulamadığımız gün boyunca Yiğit’i yine kendi avucuna almayı başarmıştı. Zaten o hastane olayı işin en uç noktası olmuştu.” Sustu. Ben de ne diyeceğimi bilemedim. En çok da acıyan kalbimin bir tesiri yoktu artık. Duyduklarım hiç hafife alınacak gibi değildi.

“Zaten çok öfkeliydi, çok doluydu, bir de sen gidince hepten delirdi. Karşı tarafın bütün planlarını alt üst etmişti ama bunu hesap edememişti. Nedim biliyordu son nefesleri olduğunu korkudan bütün hainliğini yaptı.” İkimizde şu an gözyaşı döküyorduk.

“Ateşlenmişti bir keresinde.” Geçen günü söyledim. Titrediği anlar aklıma geldikçe yüreğim sıkıştı.

“Arada oluyordu, kaç kere konuştuk tedavisi için ama istemedi. Bundan sonrası ne olur bilmiyorum.” İç çekti. Ayağa kalktım. Konuşacak halim kalmamıştı, düşüncelerim ablukaya alınmıştı. Öfkem git gide artıyordu, bu nasıl vicdansızlıktı ki hayal edemeyeceğim kadar kötülüklerle doluydu hayatımız. Aşağıya indiğimde Efe Yiğit’in acil işinin çıktığını söyleyince kendisinin beni bırakacağını söylemesiyle şirketten çıktık.

Yol boyunca başımı cama yaslayıp dışarıyı izliyordum. Ezgi’nin anlattıkları canımı fazlasıyla yakmıştı, şimdi ne olacağını bilmeden kendi kabuğuma çekilmiştim. Saatlerce ağlamak istiyordum. Burnum sızlıyordu, kalbim zaten paramparçaydı. Oysa buradan gitmemeliydim, onu bırakmamalıydım.

“İyi misini?” Efe’nin sesi düşüncelerimden çıkardı. “Hı hım,” dedim sadece. Elimdeki telefona bakıp duruyordum. Ona mesaj atmaya bile cesaretim yoktu. Sahi ben ne yapacaktım?

“Yiğit,” dedim Efe’yle konuşmak için. Boğazım düğüm düğümdü ama konuşmam şarttı. Fakat vazgeçtim. Bir şeyleri yine kendi içimde yaşamayı tercih ediyordum.

“Akşam döneceğini söyledi, seni arayacakmış.” Ona bakınca gülümsedi. “Artık ona bir adım atmayacak mısın Zeynep? Benim haddime değil belki ama onun hiçbir suçu yok.”

“Biliyorum.” Bu sözüm onun sakinliğini hiç bozmadı.

“Biliyordum,” dedi bu sefer. “Sen hiç kimseyi kolay kolay suçlamazsın Zeynep. İtiraf etmem gerekirse sabrına ve bu huyuna hayranım. Sen sadece kırgınsın, bu da seni asla suçlayacağımız anlamına gelmiyor.” Gülümseyip önüne döndü. Bunun savunmasını yapmadım.

“Ezgi anlattı her şeyi,” dedim. Bunu bekliyor olacak ki bir şey demedi. “Şimdi de ne yapacağımı bilmiyorum. Bir gün tekrarlanırsa hastalığı ne yapacağımı bilmiyorum.”

“Senin doğru adım atacağını biliyorum. Hastalandığında bizi ararsın.” Efe’yle konuşunca hafiflemiş gibiydim. Aramızdaki bu muhabbet Efe’yle bazen oluyordu, bu yüzden ona karşı pek çekingenliğim yoktu.

Eve geldiğimizde Yiğit’i gördüm. O da yeni inmişti arabasından. Demek ki işi erken bitmişti. Hızlıca arabadan indim. Onu o an görmem anlatılanlardan öte bir heyecanı nüksettirmişti yüreğime. Efe’nin de dediği gibi adımlarımın doğru olacağından emindim artık.

“Geç bitirirsin işini zannediyordum.” Efe’nin benden önce konuşması benden bakışlarını uzaklaştırdı. “Adamı yerinde bulamadık, ben de geri şirkete dönmedim.” Cevabı ile bana yöneldi bu sefer. “Hadi geçelim içeriye.” Başımı sallayıp ilerledim. Yiğit kapıyı açtı ve geçmem için yer verdi. Önden ben arkadan Yiğit hemen arkasındansa Efe… İçerideki sesler dikkatimizi çekti ilk. Yiğit merakla ilerlediğinde ben de ilerledim peşi sıra. Bakışlarım önce Cahide Hanım’a akabinde uzun zamandır görmediğim Efsun’a kaydı. Biraz önceki ses kesilmiş, çıt çıkmaz olmuştu. Belki de her şeyin koptuğu noktadaydık… Tek odağım Efsun’du, Efsun’un ise Yiğit… Fakat Yiğit artık o eski sakinliğini koruyamayacak gibiydi.

Bölüm : 27.02.2025 21:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...