@rumeysadoganm
|
Hayatımız bir çizgide belirleniyordu. Allah insanı o çizgiden dışarıya çıkarmazdı, bu bir kaderdi. Kader, insanın kendi çizgisini bozuyordu bir bakıma. Sen şuyum dedikçe Allah sana busun diyordu. Ben kaderimin ardına Allah'ı sığdırmıştım. Yaşadıklarımı Allah'ın kudretli eline bırakmıştım. Gören oyken, kendimi yalnız hissedemezdim. Tıpkı yaşadığım şu an gibi, tıpkı kasığımda hissettiğim silahın ucunun bana dokunması gibi. Bu bir sınav, bu bir mücadeleydi. Sessizce baktım lacivertin en koyu tonundaki katil ruha. Soğuktu, üşüdüm. Sanki beni kendi vicdanında ezmek ister gibiydi. İdama giden mahkûm gibiydim gözlerinde. Zaten her yanımda oluşu beni öldürmüyor muydu bu mahkûmiyette? Ben ona uzakken o bana bu kadar yakındı. Kasığımdaki silaha baktım bir müddet, dolan gözlerim artık akmaya başladı. Tek bir damla Yiğit'in eline düştüğünde çatılmış kaşları düzeldi. Sertçe yutkundum. Ayağa kalkarken otobüstekilerin bakışlarını hissedebiliyordum. Silahı kimse göremiyordu, bu yüzden elim kolum bağlıydı. Bağırsam, bağıramazdım. Kurtarın beni desem kurtaracak kimse bulamazdım. Yardım istesem anında kargaşa çıkardı biliyordum. Sessiz kaldım, çığlıklar içimde yankılanırken dışım sükûttan ibaretti. Dilimdeki pranganın sahibi Yiğit'ti. Engel olamayacak kadar eli kolu bağlı, ona karşı çıkamayacak kadar güçsüzdüm. Çünkü dediği ne varsa yapardı. O gün o adamı öldürdüğü gibi otobüste de büyük bir kargaşa çıkarabilirdi. Otobüsten indik, dışarıda Yiğit'ten başka onlarca koruma vardı. Duraksadım. Vücuduma yayılan keskin acı gözlerimden tek tek aktı. Bu bir zulümdü. Bu bir suçtu. Valizimi alan koruma arabaya yerleştirirken bakışlarımın hedefi Yiğit oldu. İlk defa iliklerime kadar nefreti hissettim. Tokat atmak istedim, elimin yanacağı yer, yüzü olsun istemedim. Bana doğru adım attı, eli kolumu kavrayacakken, "Sakın," dedim. Sesimdeki acı canhıraş öfkeyle bütünleşti. "Bana dokunursan seni öldürürüm." Yiğit korumalara kaş göz işareti yaptığında korumalar arabaya geçti. "Kaçmanın çözüm olmayacağını bilmeliydin Zeynep, seni uyarmıştım." Elimi yumruk yaptım. Sakinleşmeye çalışıyordum fakat sakinleşmek bu yana dursun daha da öfkeleniyordum. "Ne istiyorsun benden ya, ne? Cezam seni o gün görmem mi? Söylesene, bana böyle mi ceza veriyorsun? Ceza vereceksin madem, öldür gitsin." Cevap vermek yerine zorbalığına devam ediyordu. Kolumu tutup beni arabanın diğer tarafına sürükledi. Çırpınışlarım onun gücünün altında hiçbir şey kalıyordu. Güç yetiremiyordum ona. Kaçamıyordum, engel olamıyordum. Beni açtığı kapıdan içeriye sokup kendisi de şoför koltuğuna geçti. Kapıyı açmaya zorlasam da faydasızdı, kapıyı kilitlemişti. "Nereye götürüyorsun beni?" Cevap vermedi, "Konuşsana, nereye götürüyorsun beni?" diye bağırdım. "Aç kapıyı." Direksiyona yapıştığımda bir an dikkati dağılsa da toparladı. Öfkeli bakışları bana münhasırdı. Hızını biraz daha arttırınca artık kaçınılmaz sona geldiğimizi anladım. "Rahat dur," diyerek beni koltuğa itekledi. Dediğini yapmayarak dursun diye her şeyi yapıyordum fakat onun diğer tarafı sabrını önümüze sunuyordu. Velev ki benim sabrım hiç kalmamıştı. Şehir merkezine geldik, zaten çok uzaklaşmamıştık şehirden. Baka bir yöne ilerlediğinde beni evime götürmediğini anladım. Beni başka bir yere götürecekti. Korkuyla etrafı izledim. En azından yönümü bilmeliydim. Güvende değildim, kaçamıyordum da. Şu an tek bildiğim şey kaçırılıyordum. "Bu yaptıklarına pişman olacaksın." Dediklerim onu güldürdü. Sanki beni küçümsüyordu gülüşü. Telefonumu çıkardım cebimden, Yiğit hızla telefonu elimden aldı. Bu yaptıkları sınırı aşıyordu ve ben buna tahammül edemiyordum. "Durdur arabayı." Tekrar bağırdım. "İşimi zorlaştırma." O ise oldukça sakindi. "Yeter!" dedim bağırarak. "Yalvarırım durdur arabayı." Sonunda pes ettim. Onunla zıt gidemeyeceğimi anlamıştım. Güçsüzde çıksa sesim sadece yalvardım. Güçsüz gözüksem de ağladım. Başka yapacak bir şeyim yoktu. "Ne istiyorsun benden, ne?" Yiğit sakince bana dönüp, "Ne istediğimi söylemiştim," deyip beni tekrar o güne götürdü. Sunduğu teklifi kabul etmeyeceğimi bile bile beni bu duruma sokmasının tek nedeniydi. "Ben de sana bunu kabul etmeyeceğimi söylemiştim. Benimle neden evlendiğini bile bilmiyorum." Araba aniden durunca öne savruldum fakat refleksim güçlü olduğu için kendimi koruyabildim. Yiğit arabadan inip benim kapımı açtı. Tekrar peşi sıra sürükleniyordum. Bu sefer bir eve girdik. Bileğimi var gücüyle tutması canımın bir hayli yanmasına neden olurken Yiğit bana karşı acımasızlığını ön plana çıkarıyordu. Oldukça büyük bir eve girdik. İçerideki bir iki kişi şaşkınlıkla bize bakıyordu. Hepsi ayaklanmış ne yaptığımıza bakıyordu. Birileri seslendi ama duymadı. Şu an düşmemek için zorda olsa adımlarımı ona uyduruyordum. Yiğit onları bile önemsemeden beni merdivenlerden çıkarmaya devam etti. Korkuyla etrafı inceledim. En sonunda girdiğimiz bir oda, tutuşundaki esareti bitirdi. Kapıya koştum lakin Yiğit beni engelledi. "Bırak," dedim kolumu elinden çekerek. Tutuşunu sertleştirip, "Rahat dur sen de," diyerek beni geri itti. "Bırak yalvarıyorum." Hiçbir söz hakkım yoktu onda. Bu yaptığı suçtu. Çekip gitmesi ile kalakaldığım odada yumruklarım kapıdan hiç çekilmedi. Kapıyı açmak bir kenara dursun yumruklarım kapıdaki en büyük çırpınışlarımdı. Şu an içine düştüğüm durum beni korkutuyordu. "Aç kapıyı. Ailem beni aramayacak mı zannediyorsun?" Beni duymuyordu. Vurdukça vurdum, bağırdıkça bağırdım. Olduğum yere çökerken sırtımı kapıya yasladım. Ağlamam şiddetlenirken kendi kendime bir şeylerin altından kalkma çabası yoruyordu. Bedenim güçsüzdü ama ben kendimi güçlü göstermekten vazgeçmiyordum. Buna mecburdum çünkü. Karşımdaki zalimse ben bu zulme boyun eğmeyecektim. Başımı dizlerime yaslayıp, "Yardım et Rabbim," diye fısıldadım. Fısıldayışımın ardından ne çok çığlıklar vardı oysa. Ben sadece fısıldayıp ağladım. Karanlık odanın ışığını hiç açmadım. Bir köşede saatlerce iki büklüm kaldım. Burada böyle çaresizce beklemek ne kadar zorsa onu yaşıyordum. Oturduğum yerden kalktım. Hükmünü bekleyen suçlular gibi sadece bekledim. Kendimi bu durumdan kurtarma şansım yoktu. Ailemin beni bulmasını beklemek ise oldukça zordu. Pencereden dışarıya baktım. Oldukça yüksekteydi oda. Dışarıda korumalar hafife alınacak durum değildi. Saat kaçtı bilmiyorum, buraya geleli saatler geçmişti. Gelen giden yoktu, bağırmak yerine sessizce beklemeye başladım. Beni burada zorla tutamazdı biliyordum. Onun dediğini yapacakta değildim. Buradan eninde sonunda çıkacaktım değil mi? Tekrar bir köşeye oturdum. Beklemek miydi bu yaptığım yoksa çaresizlik miydi bilmiyordum. Kapı açıldı. Karanlık oda ışığın açılması ile aydınlandı. İçeriye giren kişi Yiğit'ti. Bakışları bana kaydı. Öyle hınç doluydum ki onu öldürmek istiyordum. Öfkeyle ayağa kalkıp, "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dediğimde hiçbir tepki vermedi. "Ne hakla bana bunu yaparsın?" "Yarın nikâh için hazırlan." Kaşlarımı çatıp, "Şaka yapıyorsan hiç komik değil," dediğimde elindeki hurcu yatağın üzerine koydu. "Gerçekleri konuşuyorum." Bu olanlar kâbus gibiydi, birazdan uyansam yine kâbus gibi karşıma dikilecek gibi... "Seninle evleneceğimi mi düşünüyorsun?" "Düşünmüyorum, çünkü evleneceksin." "Hah, bu nasıl rahatlık ya? Neden seninle evleneceğim söylesene?" Soruma cevap vermek yerine telefonundaki görüntüyü bana izletti. Evimin önünde birkaç adam vardı. Elindeki silahı eve doğru sıktı. Yiğit telefonu hızla önümden çekerek, "Bu kadarla kalmayacağını bil Zeynep, hiçbir şey için acımam yok," deyip söylediği tehditleri an be an önüme serdi. Ayakta zor duruyordum, gücümün tükendiği yerde duvardan destek alarak kendimi destekledim. "Yapamazsın." Akıttığım gözyaşlarımın aksine o sadece güldü. Yüzündeki emare midemi bulandırıyordu. "Bir gün bunlar için pişman olacaksın ama ben seni hiç affetmeyeceğim. Beni tehdit ettin, bir gün senin adalete teslim edildiğini göreceğim. O güne kadar dualarımdaki en büyük şikâyet sensin." Odadaki banyoya geçtiğimde onunda odadan çıktığını örtülen kapıdan anladım. Ailem ne durumdaydı bilmiyordum. Bu tehditlerin gerçek olduğunu bilsem de nasıl bir durumun içinde boğulduğumu bilmiyordum. Evlenmemin nedenini bana açıklamazken benim ondan kaçışımın olmadığını biliyordum. Kendime gelmek için elimi yüzümü yıkayıp öylece aynada kendime baktım. Gözlerim kızarmıştı. Sertçe nefesimi soluyup, "Sabır ya rabbi," dedim. Abdest alıp içeriye geçtim. Kıbleyi bilmiyordum, nasıl bulacağımı da bilmeden tahmin yürütüp namazımı kıldım. Her rekâtında gözümden düşen yaşa engel olamadım. Allah şahitti ki o adam duamdaki şikâyetimdi. Her gözyaşı akıttığımda bir ah da çıkıyordu dudaklarımdan ve ben Rabbimle konuşmanın verdiği ferahlığı yaşıyordum. Biten namaz açtığım ellerimle beraber devam ederken içli içli dua ettim. Yalvardım Allah'a ilk defa bu kadar. Her dua edişimle beraber ağlayışım arttı. Secdeye eğildiğimde hıçkırarak ağladım. Sessizce, sadece içimden dua ettim. Dakikalarca süren bu savaşın yorulan bedenimle beraber son buldu ve ardından kendimi yatakta buldum. En son secdede sessizce dua ediyordum. Uyuduğumun şimdi farkında olmuştum. Etrafıma baktığımda gördüğüm beden tekli berjerde duruyordu. Uyukluyordu, başını eline dayamıştı. Öfkemi kontrol edemiyordum. Kendimi toparlayıp etrafta saat aradım. Hemen köşedeki duvarda duran saate baktım. Sabah ezanı okunalı on dakika geçmişti. Yataktan doğrulup kapıya ilerledim. Kapıyı açmak istesem de nafileydi, kapıyı kilitlemişti. Öfkeyle soludum. Daha sonra banyoya girip abdestimi alarak odaya geri döndüğümde hâlâ uyuduğunu görmemle beraber biraz uzağına geçip namazımı kıldım. Bitirdiğim namazla beraber yatağı düzeltip köşeye oturdum. Tedirgindim, onunla bu odada yalnız kalmamdandı bu hissedişimin nedeni. Uyanıp bu odadan çıkmasını beklemekten başka çarem yoktu. Öfkeyle çektim bakışlarımı. Sınırlarımı her türlü geçiyordu. Bu benim için büyük yıkımdı. Onunla aynı odada oluşum gözlerimi doldurdu. Bana her defasında dokunmasına engel olamıyordum. "Affet ya rabbi, ben istemedim affet." Sessizce ettiğim dua ile beraber akan gözyaşlarım temizlesin beni istedim. Canım çok yanıyordu. Pencereden dışarıyı seyrettim. Zaman geçerken güneşin doğuşunu gördüm. Bu esaretin ardındaki kızıllık gibi bir yeni güne ihtiyacım vardı. "Uyuman için yatırdım seni." Yavaşça başımı Yiğit'e çevirdim. Sakince ona bakıp hiçbir şey konuşmadan durdum. Saçı başı dağılmış, gözleri uyku mahmurluğuyla kısılmıştı. Lacivertleri öyle bir bakıyordu ki, gözbebekleri bu zalimliğini kaldıramıyordu. Öyle bir bakıyordu ki, nefes alma gücüm elimden alınıyordu. Gözleri ölümüm, bakıları cinayetimdi. Olduğum yere daha çok sindim. "Bu olanlardan sonra mı?" Sesim sert çıktı. Bağırmadım ama o ne kadar hınç dolu olduğumu anladı. "Ben bu olanlardan memnun muyum sanıyorsun!" "Sen bunları umursayacak adam değilsin, sen adam bile değilsin ki ne hissettiğimi anlayabilesin." Sustu. Gözlerindeki o boşlukta benim aradığım yoktu. "Cevap bile vermiyorsun. Hangi zalimliğin kafesine kapatacaksın beni?" Yiğit şaşkınlıkla bana bakıp, "Zalimliğin zulmünden en son uzak kalması gereken kişi sen olacaksın," deyince istihzalı bir gülüş belirdi dudaklarımda, ardından kahkahaya yakın bir gülüşle, "Benimle kafa mı buluyorsun? Şu an yaptıklarının amacı zaten zalimlik. Bana edebiyat yapmayı bırak," deyip ayaklandım. "Çık odadan, çık git. Zalimliğini de, zulmünü de al git," dediğimde oturduğu yerden kalktı. Bana baktı ama konuşmak yerine odadan çıktı. Onunla burada bir saniye bile baş başa kalamazdım. Ona bu hakkı tanıyamazdım. O bir zalimdi, katildi... Akşamdan beri durmayan gözyaşlarım yine yerini alırken bu sefer sadece dua ettim. Başımı kaldırıp gözlerimi usulca kapattım. Yaşadığım anın en büyük katiline fırsat veriyordum, ona sadece yapamadıklarımın öfkesini kusuyordum. Bana neyin teminatımı vermişti de yaptıklarını kapatabileceğini zannediyordu? Kendisi gibi kara kutuya kapatırken hayatımı, bana hiçbir şey olmamış gibi teminat vermesi onu gerçeklerden uzaklaştıramıyordu. Kapıyı açma umuduyla kulpu indirdiğimde bu sefer kapının açık olması heyecanımı ortaya çıkardı. Hızla kapıdan çıkıp geldiğim yöne doğru ilerledim. Ortamdaki sessizlik işimi kolaylaştıracak gibiydi. Elimi kalbimin üzerine koyup, "Yardım et Rabbim," dedim. Birkaç kat merdiven indim. Kaçabilme umuduyla dış kapıyı açtığımda korumalarla yüz yüze geldim. Önce bana baktılar, ardından korumalardan biri gelip, "Sizin burada olmamanız gerekiyordu," deyince onu dinlemeyip, "Çekilin önümden," diye bağırdım. Kaçmalıydım, gitmeliydim buradan. Koruma benim aksime oldukça rahattı. "Buna izin veremeyiz," diyerek kolumu tuttuğunda öfkeyle korumaya bakıp, "Bırak," dedim. Koruma beni dinlemeyip merdivenlerden sürüklerken, "Kerem," diyen sesle durmak zorunda kaldı. Yiğit yanımıza gelip, "Bırak," diye ikazda bulundu sert bir dille. "Senin görevin ona dokunmak değil, hadi işini yap." Sert üslubu Kerem denen korumanın geri çekilmesine neden olurken hiçbir saygısızlık yapmadan, "Kusura bakmayın Yiğit Bey," diyerek geri gitmesini sağladı. Bir iki basamak çıkıp, "Buradan kaçacağım biliyorsun değil mi?" diyerek odaya geri çıktım. Arkamdan gelmemişti. Kapıyı sertçe çarpıp, "Pişman olacaksın," dedim. Artık boğazım acıyordu bağırmamdan dolayı. Bugün buradan kaçmalıydım ya da haber vermeliydim. Elimde ne bir telefon vardı ne kaçabileceğim bir yer. Buradan atlasam ya kemiklerim kırılırdı ya da ölürdüm. Çaresizdim, elim kolum bağlıydı. Dakikalar geçti, gelen giden yoktu. Saatler geçti öfkemden deliye döndüm. Bakışlarım köşedeki hurca kaydı, nikâh için getirmişti Yiğit. Giyeceğimi zannediyordu, ona asla itaat etmeyecektim. Hurcu açıp içerisindeki elbiseye baktım. Sade beyaz bir elbiseydi. Hiç düşünmeden elbiseyi yırttım. Öfkemi çıkarabileceğim bir tek elbise kalmıştı, onu da paramparça etmiştim. Kapı açıldı, Yiğit bana bakmak yerine elimdeki kıyafete baktığında kaşlarının çatıldığını gördüm. Umurumda değildi onun ne hissettiği. "Bu hiçbir şeye engel değil." Elbiseden kalan son parçayı yere fırlatıp, "Bırak artık beni," dedim. Bu kaçıncı deyişimdi bilmiyorum ama o tepkisizdi. "Seninle evlenmeyeceğim." Soğuk ifadesi kendiyle birlikte bana yaklaştı. Yerdeki parçalardan bakışını çekip, "Buna ben karar veririm," dedi. Şu an delirmek üzereydim. Bu adam ne yaşıyordu böyle? Ayağımı yere vurup, "Nefret ediyorum senden," diyerek güçsüz sesimin son raddesine ulaştım. Ona diyebileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Nefretim onu güçlendirir gibiydi. Yüzündeki ifadeyi anlayamıyordum. Benden ne istediğini bilmiyordum. Ölmeyi diledim ilk defa, ölmek bu durumdan kurtulmak istedim. Kaçamadığım zamandan arınmak istedim. Zaman beni yutuyor, ben zamandan kaçamıyordum. Ailemin öğrenmesine az kalmıştı, amcam oraya gitmediğimi söylediğinde deliye döneceklerdi. Fakat ben bu adamın çoktan karısı olacaktım. Artık her şey yerle bir olacaktı, ben ölecektim. Ruhumu öldürecek, hayatımı kafesine hapsedecekti. "Senin nefretin lazım bana mavi." Şaka gibiydi, ben ne desem adamın işine geliyordu. Ondan kaçarken yine onun ağına düşüyordum. "Sen insan olamazsın." Dudağının kenarı kıvrıldı. Üzerime adım atarken geriye adımladım. O bana yaklaştı ben geriye gittim. Sırtım duvarla birleşti. Kaçacak yerim kalmamış, Yiğit ise beni köşeye sıkıştırmıştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, "Doğru, ben insan değilim. İnsan olma gibi bir çabamda yok mavi," dedi. Sesindeki tını çok değişikti. Kaçmak için yan tarafa hamle yaptığımda izin vermedi. "Bana mavi deme." "Karım mı diyeyim?" Alayla konuştu. "Birkaç saate onu da derim merak etme." "Asla!" "Dudaklarımın arasından çıkan tek bir kelime ailenin dibinde bitiyor biliyorsun." Ellerini cebine sokup bana tepeden baktı. "Zeynep, dediğimi yapmazsan evin önündeki adamlarım benden haber bekliyor biliyorsun." Geri çekilip, "Bir saate hazır ol," diyerek odadan çıktı. Dedikleri, ciddiyetinin bir parçasıydı. Ölümüm onun elinden olacaktı ama ben ölmekten daha beter olacaktım. Susmadı gözlerimdeki feryat, aktı gözyaşlarım. Bilmezdim o caddede yürüdüğüm yolun beni ölüme götüreceğini, bilmezdim katil kokan lacivertlerin beni yok edeceğini. Şimdi ben ölüyordum, o adam benim ölümümde yeniden can buluyordu. |
0% |